Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Dil Nimeti ya da Dil Belası *

Allah’ın bahşettiği her şey bir nimettir. Dil de bu nimetlerden bir tanesidir. Yeter ki yerinde kullanmasını bilelim. Yerinde kullanmazsak ne olur? Nimet olur bela. Dil ile ilgili Kristal Kelebekler isimli kitaptan istifade edilerek hazırlanıp sosyal medyada paylaşılan bir yazıyı sizler için kısaltarak derledim. Dil ile ilgili hangi kelime, kavram ve deyimleri üretmişiz, bir bakalım: ·         Saygısızca karşılık verenler için dili bir karış , ·         Alay etmek istediklerimiz için dil çıkardık , ·         İnandırmak istediklerimiz için dil döktük , ·         Bir şeyi kötülemek için dil uzattık , ·         Sevdiklerimiz için dilden düşürmedik , ·         Kızdıklarımız için dile düşürdük , ·         Konuşmak istediklerimiz için dile getirdik , ·         Sırlarını ifşa ettiklerimiz için dile verdik , ·         Çok konuştuğumuzda dilimiz çözüldü , ·         Hastalandığımızda dilimiz ağırlaştı , ·         Gevezelik yaptığımızda dilimiz uzadı , ·         Çok yoruld

Atacak Kurşun ve Alım Gücü

"Rusya’da bir vatandaş, evinin ihtiyaçlarını almak için hazırlamış olduğu listeyle bir alışveriş merkezinin önündeki kuyruğa girer. Tam sıra kendisine geldiğinde, alacaklarını bir bir sıralar. Hepsine yok, cevabı alır. İyice sinirlenen vatandaş, yanındaki askerlerin de duyacağı şekilde küfürler etmeye başlar. Askerden de hiçbir tepki gelmeyince koşarak evine gider. Hanımına, -Hanım, toparlan. Bu ülkeyi terk ediyoruz. Bu ülkenin maalesef atacak bir kurşunu bile kalmamış". Bu Rus hangi ülkeye gitti, gittiği ülkede neyle karşılaştı bilinmez. Tahminde bulunursak bu Rus çift Türkiye'ye gelme ihtimali yüksek. Çünkü bu cennet vatan son yıllarda yabancı cenneti oldu. Her türden yabancı var. Neyse, farz edelim ki bu çift Türkiye'ye yerleşti. Evini buldu, döşedi ve ailecek acıktılar. Yiyecek bir şey almaları gerek. Ne alacaklarını da biliyorlar. Çünkü Rusya'da iken hazırladıkları liste ceplerinde. Birlikte beşli marketlerden birine girdiler. Önlerine kattıkları market araba

Sanat Harikası Eseriniz

Pek muhterem, aziz kardeşim.  Aracımın son halinden yani sanat harikası eserinden sabah haberim oldu. Vurunca kaçıp gittiğinden, eserini dün görememişsindir ve haliyle merak ediyorsundur diye düşünüyorum. Öyle ya. Kim merak etmez eserini. O yüzden fazla meraklanma diye buradan paylaşıyorum. Kendinle ne kadar gurur duysan azdır.  Aracıma vurup gittikten sonra ne kadar hasar verdiğini görememenden dolayı seni ayıplamıyorum. Çünkü tabana kuvvet kaçarken sanat güneşi eserini doğal olarak tam inceleyemezsin. Beni üzen inşallah kaçıp giderken bir başka yere veya başka bir araca daha vurmamışsındır. Şayet aracına boya ve kaporta masrafı açmışsan, bil ki üzülürüm. Çünkü bu hayat pahalılığında bir de böyle masraf açmana yürek dayanmaz.  Benim aracıma imzanı attığından dolayı sakın kendini sorumlu tutma. Üzülürüm yoksa. Çünkü suç sende değil, senin gibi kazmanın geçeceği yola arabayı park eden bendedir suç. Kaporta ve boyacıya yapacağım masraf da seni üzmesin. Bir defa bu senin meselen değil. Bı

Tek Mahareti Hakaret Olanlara Gelsin! *

Bu yazımı, “Siyeri Farklı Okumak” kitap serisi ile adından söz ettiren; kitapları ve verdiği konferanslar üzerinden olumlu tepkilerin yanında olumsuz tepkiler de alan, tepkinin boyutunu ayarlayamayıp belden aşağıya vurmaya ve linç etmeye çalışan, konuyu hakaret boyutuna taşıyanlarla ilgili kendisinin sosyal medyada paylaştığı bir paylaşımını buraya alıntılamak istiyorum: “Son paylaşımlarıma yapılan hakaretlere gelsin. Hiç umursamıyorum, bilesiniz. * SOKRATES: "Atina, uyuşuk bir at. Ben de onu uyandırmaya, canlandırmaya çalışan bir at sineğiyim". * Sokrates'in hakaretleri reddetme sırrı neymiş bir bakalım: Bir gün Atina pazar yerinde birileri Sokrates'e hakaretler ediyor: Sen bir alçaksın, cahilsin ve içki içicisin” diye. Sokrates, başını sallayarak cevap vermez sadece gülümser. Zengin bir aristokrat, bu sahneyi izlerken ona, “Böyle hakaretlere nasıl tahammül ediyorsunuz? Kendinizi kötü hissetmiyor musunuz?” diye sorar. Sokrates yine gülümser ve

Sürpriz Yapmak İsteyen Bazen Sürpriz Yaşar

Bu yazımı bir arkadaşımın başından geçen askerden izin alma çabasına, eşine ve çocuklarına sürpriz yapmak isterken karşılaştığı sürprizlere ayırmak istiyorum. Aslında bu anıyı kendisinin ağzından dinlemek lazım. Kaç defa ağından dinlemişten katıla katıla gülmüşlüğüm vardır. Kendisinden şu başından geçeni yazı gönder, yazı konusu edineyim demiştim. Sağ olsun, gönderdi: “1993 yılının 15 ocağında kayın biraderimle birlikte 2 aylık bedelli askerlik için Burdur 59'uncu Topçu Tugayına teslim olduk. 15 günlük eğitimden sonra bize yemin merasimi yaptırdılar ve hafta sonu iki gün izin verdiler. Ancak izin alabilmemiz için 1. dereceden bir yakınımızın imzası olması gerekiyordu. Baba, anne, amca, dayı, hala, teyze gibi. Kayın ile beraber askerlik yaptığımız için o soyadı tutan bir arkadaşın annesine imza attırdı ve işini halletti. O gidince benim de gitmem gerekiyordu Bir başıma kalamazdım. Birisini bulup yakınımdır diye imza attırmak için nizamiyeye gittim. Sakallı birisini görünce k

Cevher, Arayanlar İçindir *

2005 ya da 2006 yılında Malatya Öğretmenevinde Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen beş günlük bir seminere katıldım. Seminerin konusu sanırım, Din öğretiminde yeni yaklaşımlar idi. Sabahtan öğleye kadar devam eden seminerin konuşmacıları ilahiyat çevresinden doçent ve profesör seviyesinde akademisyenlerdi. Bazı konuşmacılar sunumlarıyla bize "İyi ki bu seminerdeyim" dedirtirken önünde Doç. unvanı olan birinin ne demek istediğini anlayamadık. Ne vermek istediği mesajı ne de dilini. Bizi uyuttu ve sıktı. Teneffüsü iple çektik.  Arada, birkaç arkadaşla çaylarımızı yudumlarken bu konuşmacıyı masaya yatırdık. "Böyle öğretim görevlisi olur mu, torpilli geldiği her halinden belli, nasıl doçent olmuş. Saatlerimizi heba etti…" türünden eleştirdik. Birimiz cümlesini bitirdi, diğerimiz devam etti. Pek de hoşumuza gitti bu ortam. Hepimiz de aynı görüşteydik. Aklın yolu birdi ne de olsa. Tüm bu konuşmalarımızı dinleyen biri vardı aramızda. Bizi sessizce dinl

Erkeklerin Kadınlarla İmtihanı *

Tansu Çiller başbakan olduğu zaman Türkiye’de bir ilk gerçekleşir. Çünkü ilk Türk başbakanı oldu. Bunun üzerine bir köşe yazarı köşesine şöyle bir fıkra taşıdı: Haccın karayolu ile yapıldığı eski zamanlarda, köyün cami hocası hacca gitmeye karar verir. Muhtarın başkanlığında hoca yolcu edilir. Hocayı uğurladıktan sonra haccın uzun süreceği aklına gelen muhtar adamına, “Koş, hocaya sor. Yerine kimi vekil bırakıyor?” Adam koşarak hocaya yetişir. Hoca ile ulak arasında şu konuşma geçer? —Hocam, siz haçta iken kimi vekil bırakıyorsunuz? Siz yokken namazları kim kıldıracak? —Ehil biri varsa o kıldırsın. Şayet yoksa bir ümmî (okur yazar olmayan) namaz kıldırabilir. Adam muhtara gider, muhtar ona sorar: —Ne dedi Hoca? —Bir ümmî namaz kıldırabilir, dedi. Düşünme sırası muhtara geçer. Çünkü köyde iki tane Ümmü var. Biri 70’lik yatalak Ümmü Nine, diğeri de hocanın genç ve güzel kızı Ümmü. 70’lik Ümmü Nine namaz kıldıramayacağına göre hoca olsa olsa kızı Ümmü’yü vekil bırakmak isted