Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Hubris Sendromu (1)

Hubris sendromunu biliyor olabilirsiniz. İtiraf edeyim ki hubris kelimesini ve bu sendromu ilk defa sanal âlemde gezinirken öğrenmiş oldum. Bu sendromdan bahsederken kendimden hiçbir şey katmayacağım. Seyfi Özgüzel ve Sebahattin Taş tarafından “Hubris Sendromuna Yakalanan Yöneticilerde Çocukluktaki Aile İçi İletişimin Etkisinin İncelenmesi” başlığıyla 2016 yılında yazılmış ve DergiPark dergisinde 08.04.2016 tarihinde yayımlanmış bir makaleden alıntı yaparak özetlemeye çalışacağım: İnsan kişiliğinin temeli 0-6 yaş aralığında oluşturduğu kabul edilir. Bir insanın duygu ve davranışlarının yoğrulmasıyla oluşan kişiliğin sağlıklı olabilmesi acısından aile içi eğitim çok önemlidir. Aile içindeki iletişim ve çocuğun ebeveynlerinin davranışlarını kopyalaması usta-çırak ilişkilerine benzemektedir. Duygu ve düşünceleri için ebeveynlerin örnek olarak tanımladığı etik çerçeve içerisinde cesaretlendirilen, duygularına değer verilen ailelerde yetişen bireyler; kendine güvenen ve saygı duyan, ins

Bir İnsan Müsveddesi *

Sosyal hayatın içinde daha önce tanışmadığınız bazı insanlarla, bir ortak tanıdığınız vasıtasıyla bir çay içimi kadar oturmuşluğunuz olur. Bu durumda ne yapılır?  Tanışma faslından sonra birbirinize, tanışmanın memnuniyetini ifade eder, ortak tanıdıklarınız varsa onları gündeme getirir, daha iyi tanımak için sağdan soldan konu bulmaya çalışırsınız. Ya da gündeme dair konuşursunuz. Olması gereken de bu. Çünkü başka ortak noktanız yok. Yerini ve haddini bilenler böyle yapar.  Her yeni tanıştığın böyle değildir elbet. Mevcut hali, ağırlığını ve değerini göstermiyorsa varlığını hissettirmeye çalışır. Geçmişte kiminle oturup kalktığını, kimle nasıl hovardalık yaptığını, kimlerle aşık attığını -sanki soran ve merak eden varmış gibi- anlatmaya başlar. Demek istediği “Bakmayın siz benim bugünkü halime! Beni yaşlanmış ve bir ayağı çukurda görüyor olabilirsiniz. Ben gençliğimde böyle değildim. Şunları şunları yaptım.” dercesine ne kadar kirli çamaşırı varsa bir marifetmiş gibi anlatır

"Muhtelif Cami ve Kur'an Kursları" ***

Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde hazırlanan hutbeler, cami cemaatinin daha bir ilgisini çekiyor ve gündem oluşturuyordu. Çünkü hutbeler daha bir özenle hazırlanıyordu. Görmez zamanında dikkat çeken bir başka husus, cuma namazından sonra yardım toplanmasına bir sınırlama getirilmesi olmuştu. Camilerde kolay kolay para toplanmıyordu. Görmez’in ardından Başkanlığa oturan Sayın Ali Erbaş döneminde hazırlanan hutbeler ise çok ilgi çekmez oldu. Çünkü okunan hutbeler, Görmez öncesini andırmaya başladı. Yine Sayın Ali Erbaş ile birlikte camilerde yeniden para toplanır oldu. Demek ki her başkanın öncelikleri farklı olabiliyor. Cuma namazının ardından değişik adlar altında toplanan yardımların en dikkat çekeni ve en sık yapılanı “Yapımı devam etmekte olan muhtelif cami ve Kur’an Kursları inşaatlarına yardım toplanacaktır.” duyurusu. Cami, Kur’an Kursları buna bir de İmam Hatip okullarını ekleyelim. Bunlar dindar ve mütedeyyin insanların yumuşak karnıdır. Çok yakın za

Dış Politika Hamaset Götürmez ***

Bazı değerler vardır ki çağlar geçse de değerinden bir şey kaybetmez: Vatan, millet, bayrak, din bunlardan bazılarıdır. Vatan bölünmez, millet parçalanamaz, bayrak gönderden inmez, din tartışma konusu edilmez. Bunlar bizim milli ve manevi değerlerimizdir. Yerinde, zamanında, ve kıvamında kullanıldığı, iç ve dış siyasi malzeme yapılmadığı takdirde her zaman işe yarar. Uğrunda ölünür, bedeller ödenir. Bir milleti millet yapan milli ve manevi değerlerimizin çiğnenmemesi, ayaklar altına alınmaması olmazsa olmazımızdır. Buna kırmızıçizgimiz de diyebiliriz. Bu değerler iç politika malzemesi yapılamaz. Bu değerlerin gözden düşmemesi ve topyekûn bir milletin bu değerler altında toplanması için yeri geldiği zaman hamasete de ihtiyaç vardır. Hamaset yapmak suretiyle kitleleri arkamızda sürükleyebiliriz. Ama hamaset bir yere kadardır. Fazlası bize zarar da verebilir. Çünkü hamaset bir şeyi, bir mevzii kazanmak için tek başına yeterli değildir. Özellikle dış politikada hamasete yer yoktur. Ay

Dertler Ülkesi Türkiye ***

Deprem, sel, çığ düşmesi, toprak kayması gibi doğal afetler; bina çökmesi; terörle mücadele, Suriye'ye operasyon; tren, uçak kazası, kadın cinayetleri gibi nedenlerden dolayı son yıllarda ülkemizde ölümler, yaralanmalar eksik olmuyor. Bu yüzden siyasilerin ağzından ve sosyal medya kullanıcılarının paylaşımlarından aşağıdaki mesajların benzerlerini çok duyar ve okuruz: "Başın sağ olsun Türkiye'm!", "Başımız sağ olsun!", "Milletimizin başı sağ olsun!" "Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.", "Şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralı askerlerimize şifa diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun!" "...şehit düşen kardeşlerimizin mekanı cennet olsun.", "Ruhunuz şâd, mekanınız cennet olsun!" Yaşadığımız coğrafyanın zorluğundan ve bu coğrafyaya ayak uyduramadığımızdan mıdır? İzlediğimiz siyasetin yanlışlığından ve iş bilmez, işinin ehli olmayan insanlarla çalıştığımızdan mıdır? İşimizi düz

Kopya ve Sözlü Mülakatlar *

Öğrenci olup da sınavlarda kopya çekmeyen yok gibidir bu ülkede. Varsa da bir elin parmaklarını geçmez. Kopya çekmeyenlerin pek azı, dürüstlüğünden çekmez iken çoğunluğu ya beceriksizliğinden ya korkusundan ya da sınav esnasında göz açtırılmadığı için kopyaya yeltenmez. Ortaokul, lise ve üniversite okurken çekilen kopyalar, çoğunluk tarafından masum kabul edilir. Yakalanmadıkları müddetçe sorun teşkil etmez. Bu yüzden kopya çekenler fazla tepki almazlar. Hatta yıllar sonra çekilen bu koya bir marifetmiş gibi ballandıra ballandıra anlatılır. Esas tepki ÖSYM tarafından yapılan merkezi sınavlarda kopya çekilmesinedir. 2010 KPSS'de kopya çekildiği basına yansıdı. Kimlerin tam puan aldığı yazıldı, çizildi. Bu organize kopya skandalı savcıları da harekete geçirdi. Adı geçen kişiler hakkında dava açıldı. 2010 KPSS'den hareketle ÖSYM'nin yaptığı her sınav sorgulanır oldu. Kopyaya karşı kamuoyunda büyük bir tepki ve hassasiyet oluştu: "Birileri kopya çekerek çocukları

Futbol Sistemim

Duydum ki Konyaspor, teknik direktörüyle yolları ayırmış. Sanmayın ki boşalan koltuğa talibim. Israr olmadan da talip olma gibi bir niyetim yok. Sadece istediğim şehrimizin takımının bu badireden kurtulması. Takımın başına kim gelirse uygulayacağı taktiği kamuoyuna arz ediyorum. Tek reçete budur. Yoksa takımı ben bile kurtaramam. 1.Takıma takviye futbolcu alınmayacaktır. 2.Takım hep savunmada kalacak, rakip takım hep kalemizin önünde top çevirecek. Durmadan kalemize şut çekecektir. 3.İster klasman ister deplasmanda olsun tüm maçların 0-0 bitmesi sağlanacaktır. 4.Maçlar 0-0 bittiği takdirde takımın puanı 34 olarak tescillenecek ve takımın ligde kalması sağlanacaktır. 5.Takım ister klasman ister deplasmanda oynasın 1+10 sistemine göre oynayacaktır. Daha doğrusu takım, kalenin önünde etten duvar örecek. Kaleye hiçbir top girmeyecektir. Bu sistemde; a-Futbolcu tüm sahaya yayılmayacağı ve kalmayacağı için hiçbir futbolcumuz koşup terlemeyecektir. Haliyle futbolcu sık sık forma