31 Ağustos 2017 Perşembe
Günaydın MEB!
Bu Whatsapp'ı İcat Edeni Bir Bulsam, Bu Adama Ömür Boyu Whatsapp Yasağı Koy Diyeceğim...
Yazdığım bunca yazı, yaptığım bu kadar yakarış, rica boşa giderse whatsapp'ımı kapatmadan önce son çare whatsapp' icat edeni bulmam. Ne mi yapacağım? Cevabı başlıkta... 30/08/2017
30 Ağustos 2017 Çarşamba
Allame-i Cihan Olsan Kaç Yazar!
“Çocuklar ileriye attığımız oklardır" *
* 21/09/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Bir Fikrin Fanatiği mi? Uzak Dur Ondan!
Vatanla Yatıp Vatan'la Kalkıyoruz Bugünlerde
İyi Gün Dostlarına Gelsin!
29 Ağustos 2017 Salı
İyi ki Doğdun Evlat!
Yeni doğum yılın münasebetiyle sana yazmak istedim. Zira gençliğin baharındasın, bıyıkların yeni yeni terlemeye başladı. Her yaş, insanı bir yaş daha yaşlandırırken geride bıraktığımız yılların da bir sorgulaması demektir. Çocukluğunu doya doya yaşamışsan ne mutlu! Çünkü hayatın en güzel çağı, çocukluk çağıdır. Biz seninle neşelendik, seninle mutlu olduk. Zira sen bizim mutluluk kaynağımız oldun. Sen her ne kadar evimizin en küçüğü olsan da büyüyorsun artık. Büyümek demek sorumluluk demektir, hayata atılmak demektir, hayatla yüz yüze gelmek demektir. Yürümende, oturmanda, işinde, aşında hayatın yükü üzerine binmek demektir.
Hepimiz "Bir büyüsem" hayali kurduk çocukken. Belki sen de kurmuşsundur. Zaten istesek de istemesek de büyüdük, büyüyoruz, büyüyeceğiz. Bu da doğaldır zaten. Büyüyüp sorumluluklarımız arttıkça "Keşke büyümeyip çocuk kalsaydık" diyen bizler gibi sen de pişmanlığını duyacaksın. Ne edersin ki bundan kaçış olmadığı gibi geriye dönüş de yok. Hayatın vilvesi bu. Çünkü sorumluluk zor iştir, hayatın bir imtihanıdır. Ben geldim gidiyorum, ardından sen de gelip gideceksin. Bu hayatta önemli olan hayat imtihanını yüzünün akıyla verip sınıfı geçebilmek, basamakları bir bir çıkabilmektir.
Hayat zordur derken amacım gözünü korkutmak, sana felaket tellallığı yapmak değildir, sorumluluğunu hatırlatmaktır. Kendine, çevrene, ailene, topluma karşı sorumlulukların olacağı gibi Allah'a karşı da yapman gereken sorumlulukların olacaktır. Zor dedimse imkansız değildir bu hayat. Sorumluluktan kaçarsan başkasının sırtında hep bir yük olursun, bu şekil yaşaya yaşaya utanma duygunu da yok eder, toplum içinde yaşayan asalak biri olursun. Herkese illallah dedirtirsin. Bil ki sorumluluğunun gereğini yaparsan hayatın boyunca başkasına yük olmadığın gibi yaptığın işte başarılı oldukça ondan zevk de alırsın, sorumluluğun hazzı bambaşkadır.
Senden çok şey istemiyorum, şu mesleği seç demiyorum. Hangi işi ve mesleği seçersen kapasitenin en iyisi ol. Halihazırda öğrencisin. Öğrenciliğin en iyisini yap. "Şu dersten anlamıyorum, bu ders zor, öğretmen de anlatamıyor" deme. Zira bu, başarısızlığa bir kılıftır. Korktuğun dersin üstüne üstüne git anlamak için. En korktuğun ders köpeğe benzer. Köpek korktuğunu hisseder ve sen kaçarsan seni önüne alır kovalar. Kaçmazsan köpek üzerine gelmez. Ders de böyledir. Üzerine üzerine gidersen pes eder. Kaçarsan ders değil, sen kaybedersin. Derse olan kafandaki ön yargıyı üzerine giderek yıkacaksın. Düzgün, düzenli ve planlı çalışacaksın, sınav geceleri sabahlama yoluna gitme. Zeka, zekat gibidir; kullandıkça gelişir.
Sosyal medyadan, dijital ortamdan uzak dur. Cep telefonunu ihtiyacın kadar kullan. Ahlak ve edebinle göz doldur. İbadetlerinde sürekli ol. İçkin-kumarın, sigaran olmasın. Sana güzel hasletleriyle örnek olacak kişilerle arkadaş ol.
Meslek seçerken yapabileceğin ve sevdiğini seç. Öyle bir meslek seç ki, alanında doyuma ulaşmamış olsun. Mesleğini en ince ayrıntısına kadar öğren. Okulu bitirdikten sonra sen işi değil, iş seni arasın. Çalışırken de ibadet aşkıyla çalış, işe gönlünü ver, kaytarma yoluna gitme. Çoluğuna-çocuğuna haram lokma yedirme.
Büyüdükçe "Keşke geçmişte şunu yapsaydım, bunu yapmasaydım" diyeceğin pişmanlıkların olmasın. Hasılı yapabileceğinin en iyisini, olabileceğinin en iyisini olmak için çabala. Hep kendin ol, başkası olma. Başkasını taklit etme, kimseye aklını kiraya verme. Kendinin ve ailenin yüzünü kara çıkartacak iş ve eylemlerden uzak dur.
Yaptığın iyi ve güzel şeylerde beni hep destekçin olarak göreceksin. Kötü eylem ve fiillerinde karşında hep ilk beni bulacaksın. Sana elimden gelen her türlü desteği vermeye hazırım. Sakın ola ki bu tavrım seni her şeyi başkasından bekleyen hazır yiyici yapmasın. Ayakların yere basıp her işini kendin yapacaksın. Böylece hayatı tanıyacaksın, iyice pişeceksin bu alemde. Seni korurum ama koruyucu baba değilim. Çünkü bu millet ne çektiyse evladını aşırı korumacılıktan çekmiş ve çekecektir. Bu daha iyi günlerimiz.
Ben bu hayat sorumluluğunu taşıyabileceğine inanıyorum. Zaten şu anda yaşının üstünde bir olgunluk görüyorum sende. Senden istediğin halihazırdaki işine odaklan. Gerisi kolay.
Amacım nasihat değil bilesin. Tüm çabam bu doğum gününü masrafa girmeden en ucuza getirmek. Bu seneki doğum günü hediyem de bu yazı olsun. Haydi bir de dondurma. Yine paraya kıydım senin için.
Bu yıldan sonra sen benim için paraya kıyacaksın. Antrparantez benim bugüne kadar GSM operatörümden, bankalardan başka hiç doğum günümü kutlayan olmadı.
İyi ki doğdun evlat! 15.yılını devirdin, 16'ya adım attın. Ne kadar büyüsen de benim gözümde evin en küçüğü ve 'Hoşçocuk'u olarak kalacaksın. Nice yıllara!
29.08.2017
Kurban Konusunda Devir Sapla Samanı Karıştırma Zamanı Anlaşılan ***
***10/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Arakan, Adını Arı-Kan'dan Almış Olmalı ***

*** 29/08/2017
günü ladik.biz'de yayımlanmıştır.
28 Ağustos 2017 Pazartesi
Cep Telefonu mu yoksa El Telefonu mu?
Öyle uzun uzadıya konuşmalar yapılmaz, geyik muhabbeti olmazdı. Ulaşmayan uygun bir zamanda tekrar arardı.
Evin telefonu evdekilerin ortak malıydı. İhtiyaç hisseden eşini, dostunu arardı. Fazla aramaya bağlı olarak çoğu kişinin numarasını hafızamıza yazardık.
Son yıllarda adına cep telefonları denen ve cepte taşınan cep telefonları çıktı. Hanedeki fert sayısınca herkesin bireysel telefonu oldu. Önceleri cepte taşınan, ihtiyaç olduğu zaman çıkarılıp konuşulan ve fazla elde tutulmayan bu cep telefonlarının içine internet girince çok amaçlı kullanılmaya başlandı. İcra ettiği fonksiyonu arttıkça bu telefonların ebatı da büyüdü, cepte ve kemerde değil, elde taşınır hale geldi. Bakmayın siz hala bu aygıta cep telefonu dediğimize. Artık bunun adı cep değil, el telefonudur. Çünkü elden düşürmüyoruz. Her şeyimiz artık. Hem konuşur, hem mesajlaşır, hem de chatleşiriz. Kah oyun oynarız onunla, kah sosyal medyaya gireriz, kah fotoğraf çeker, anı ölümsüzleştiririz. Yeri geldiği zaman müzik dinler, video izler, haber okuruz. Hava raporlarına, namaz vakitlerine ondan bakarız. Alışveriş ve siparişlerimizi onunla hallederiz. Yolda, çarşıda, pazarda gezinirken otobüs ve servisle bir yere giderken kulaklık marifetiyle yine ondan faydalanırız. Uyku dışında günün büyük bir vaktinde elimizden düşürmeyiz. Hatta işi o kadar ileriye götürenler var ki yazdığı makalesini de bunun marifetiyle hallediyor. Tek dezavantajı şarzının çabuk bitmesi. Bunun da çözümünü yanımızda taşınabilir yedek şarz cihazı taşıyarak gideriyoruz.
Elde taşıya taşıya, sağını-solunu oynaya oynaya, içine gire gire bağımlı yaptı hepimizi. İçki ve sigara bağımlılığından beter bir durumla karşı karşıyayız. Elden düşürmüyoruz artık. Bizim hem anamız, hem babamız. Anasız ve babasız yaşarız. Zira bir müddet sonra onların yokluğuna alışırız da el telefonlarının yokluğuna tahammülümüz olmaz. Bu asrın kırmızı çizgisi bu el telefonlarıdır. Elimizden alınması savaş sebebidir. Sevgili gibidir. Az görmeyince yokluğunu çekeriz. Çünkü hiçbir şey onun doldurduğu yeri dolduramaz, içimizdeki acıyı dindiremez. Bu olsun elimizde. Ne çay isteriz, ne de kahve. Eş ve dost ile yaptığımız sohbetler bile boş o varken. Zaten televizyonlarla beraber veda etmiştik muhabbet ortamlarına. Reklam arasında wc ihtiyacını giderdikten sonra vakit kalırsa birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Çağın vebası bu el telefonları sayesinde muhabbet ortamlarını da tamamen bitirdik. Artık konuşacağız diye çenemizi yormuyoruz. Elimiz ve gözümüz yoruluyor ama bu nimete değer çektiğimiz külfet. Dünya yıkılsa umurumuzda değil. Çünkü dünyanın içindeyiz zaten. Burnumuzun önü çok da önemli değil.
Bizi oyalıyor bu fani dünyada. Hep şikayet edip dursak da bizi mutlu ediyor. Hele sosyal medyayı kullanıp her yaptığımız anı ölümsüzleştirmek için paylaşım yapıyorsak, her beğeni ve yorum aldıkça mutluluk ve keyfimize diyecek yoktur. El telefonu marifetiyle sağladığımız yalnızlığımızı sanaldan gelecek beğeni ve yorumlarla gidermeye çalışırız.
İyi-hoş güzel de bu sanal mutluluğumuzu bekleyen bir tehlike var. Ya öldükten sonra halimiz nice olacak düşünebiliyor muyuz? Ölüm önemli değil. Zira her faninin başına gelecektir. Cep veya el telefonsuz bir hayat. İşin garibi ölüm anımızı paylaşamayacağız. Hakkımızda kimin ne dediğinden haber alamayacağız. Mezarın içinde tek başına, üstelik karanlık. Karanlık da önemli değil. Ah bir el telefonumuz olsaydı orada fenerini yakar, aydınlanırdık. Ama bu dünyanın acımasızlığına bakın ki oraya cep telefonu ile göndermiyorlar. Soyup soğana çevirip, anadan uryan çırılçıplak bir şekilde üzerimize cepsiz bir kefen giydirerek gömüyorlar. Kazara kalkıp gelmesin diye üzerimize toprak olarak ne buldularsa toprak üstüne toprak atıyorlar.
Sahi, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan bu el telefonsuz biz öbür dünyada ne yapacağız? Gelin bir an için gözümüzü o telefondan ayırıp biraz düşünelim, bir çözüm üretelim. Kim bir çözüm bulursa bu çağın hasta insanlarına en büyük hizmeti yapmış olur. 28.08.2017
Bayramlar Cep Yakıyor
Yeni elbise giyer; şeker-lokumu, baklava-börek-sarmayı, eti fazlasıyla görür, doyasıya yeriz bayramlarda.
Doyasıya yaşadığımız bir bayramı bitirir bitirmez diğer bayramın ne zaman olduğuna takvim yapraklarına bakarız.
***
Böyleydi benim küçüklüğümdeki bayramlar. Hemen gelsin der dururduk. Nereden gelir bu değirmenin suyu demezdik. Nasılsa yemeği yapan anamız, bayram masraflarını çeken babamız vardı.
Büyüyüp ana-baba olduk, ev geçindirmeye başladık. Küçük bir evin sorumluluğu üzerimize bindi. Küçükken "Bayram bir daha gelsin, hemen gelsin" diyen bizler bayramlar gelmese demeye başladık. Gelmeye gelecek de bari bu bayramı az hasarla atlatalım diye içimizden geçirmeye başladık. Çünkü bayram demek hesap, kitap demek, masraf demek, açılmak demekmiş. Hamama girince anlıyor bunu insan.
İşte önümüzde Kurban Bayramı geldi çattı. Çift haneli enflasyon rakamlarıyla birlikte fiyatlar uçmuş. Ne şekerin yanına varılıyor, ne de lokumun. İş sadece bunlarla kalsa bu bayram bir de kurban var. Kurbanlıkların yanına varılmıyor. Elini ve cebini yaktığı gibi içini de yakıyor, içeceğin soğuk su bile söndürmez bu içindeki yangını. Çift vardiya çalışsan bile nafile. Ortalama bir hisseye giren bir kişi bir asgari ücreti gözden çıkarması gerekiyor. Sonrasında bu adam ne yeyip ne içecek, ay sonunu nasıl getirecek?
Haydi diyelim ki orta ve üst seviyede bir gelire sahip olan kişi bu masrafların altından kalkar. Dar gelirli insanların çok olduğu ülkemizde asgari ücretle çalışan kişiler bu masrafların altından nasıl kalkacak?
Yurtdışı kurban bedellerine bakıyorum, ülkemizdeki kurban bedellerinden daha hesaplı. Normal şartlarda dışarıda daha pahalı olması gerekirken bizdeki bedeller yüksek. Bu durum sadece birkaç seneyle sınırlı değil, ben kendimi bildim bileli ülkemizdeki kurban bedelleri cep yakıyor, her sene bir önceki seneyi aratır cinsten fiyatlar uçup gidiyor. O zaman geriye bu ülkenin hayvancılığında bir sorun var kalıyor. Bildiğim kadarıyla hükümet hayvancılık ve besicilik için durmadan teşvik veriyor. Hatta teşvikle de kalmayıp et ve canlı hayvan ithalatına da izin veriyor belirli periyotlarda. Nedense maliyetler düşeceği yerde yükseliyor durmadan. Sorun nerede o zaman? Ya hükümetin gıda, tarım ve hayvancılık politikasında bir sorun var, ya da hayvancılık sektöründe tekelcilik var. Özellikle fiyatları yüksek tutan birkaç kişi veya sektör var olmalı bunun arkasında. Eğer öyleyse bu tekelciliği kırmalı devlet. Ayrıca et ve canlı hayvan ithalatı bu ülkenin bir ayıbıdır. Sen tarım ülkesi ol, senede dört mevsimi olan bir ülken olsun, ülkende su ve meralar bol miktarda olsun, buna rağmen tahıl ve et ithal etme yoluna git. Olacak şey değil bu! Buna nimetin içerisinde yokluk çekmek denir. Geçmişi başarılarla dolu olan yeni Tarım Bakanının ilk işi hayvancılığa el atıp hayvancılığı diriltmek ve ayağa kaldırmak olmalı.
Hasılı 2017 Kurban Bayramına bayram alışverişi ve kurban bedelleri cebimizi yakarak giriyoruz. İmkanı olmayan dar gelirli kardeşlerimize Allah yardım etsin. Büyük-küçük herkesin bayramı mübarek olsun. Allah bundan geri koymasın, herkese alım gücü versin. Bayramın akan kanların durmasına, huzur ve barış ortamını getirmesini Yüce Mevla'dan temenni ediyorum.
Küçükler! Büyümeye pek heveslenmeyin, en iyisi bu sorumsuz günleriniz. Gördüğünüz gibi büyüyünce dertler artıyor.
Bir sözde bayram dolayısıyla yollara çıkanlara! Yollarda trafik kurallarına uyalım, hız limitini aşmayalım, bayramlık elbiseniz kefeniniz olmasın! 28.08.2017
Ahmet BAYDAR ve FETÖ *
* 30/08/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Bylock
27 Ağustos 2017 Pazar
En İyisi Kocakarı İmanı *
İslam'da din adamı sınıfı yoktur,
ruhbanlığa hiç yer verilmez. Buna rağmen insanımız dinini yaşasa da yaşamasa da
din görevlilerine saygıda kusur etmez. Yemediğini yedirmede, içmediğini
içirmede yarışır. Düğününde, cenazesinde, mutlu ve üzüntülü anında; nişan,
nikah vb durumlarda evinin başköşesinde yer verir. Dini bir konuda kafasına
takılan bir husus olursa hocanın kapısını aşındırır. Onun söylediğini de
uygulamaya çalışır. Verdiği cevabı sorgulamaz. Herhangi bir anlaşmazlıklarda
aracı olarak hocayı devreye koyar. Hocasına gereken saygıda kusur etmez. Son
yıllara gelinceye kadar Anadolu insanının dini bilenlere bakışı bu şekilde idi.
Hocanın verdiği cevap dindi. Hocayı eleştirene sen hocadan daha mı iyi bilecen
denirdi.
Teknolojinin gelişmesi, iletişimin artması
sonucunda din alanında epey bir insanımız yetişti, birbirini nakzedercesine
farklı fikir ve görüşler ortaya çıkmaya başladı. Alanında kendini uzman
görenlerin farklı fikirlerini birbirini küfür ve sapıklıkla itham edecek
şekilde TV ve medyada serdetmeye başlayınca vatandaşın din görevlilerine karşı
bakışı değişti, kafası karıştı. Beraberinde güven problemi de ortaya çıktı.
Acaba hangisi doğru söylüyordu? Bitmek bilmeyen, çözülmez problemleri ısıtıp
ısıtıp herkesin gözü önünde kavga edercesine birbirine saygıyı bırakarak devam
etmeleri güven probleminin yanında halkı da kutuplaştırdı. Alanında kendini
uzman görenler iyi bir taraftar kitlesine ulaştı. Karşı tarafa saldırdıkça
taraftarlarından alkış ve destek aldı. Bizim hocalar yakaladıkları bu havayı
devam ettirmeyi yeğlediler maalesef. Çünkü gözle görülür bir taraftar kitlesi
oluşmuştu. Zaman pasif kalma zamanı değildi. Kendisini sevenlerin yanında
otoritesini sağlamlaştırırken din alanında verdikleri zararı hiç düşünmediler.
Çünkü enaniyetleri onlara bu fırsatı vermedi.
Din alanında hiç tartışma olmasın
demiyorum. Mutlaka olacak ve olmalı da. Zira bu asır her şeyin sorgulandığı
asır olarak tarihe geçecektir. Farklı fikirlerin çarpışmasından hakikatler
ortaya çıkar, gelişme meydana gelir. Benim eleştirim fikrini ifade ederken
muhatabına ve onun fikirlerine saygı gösterilmemesi, tartışma ortamını münakaşa
ortamına döndürmeleridir. Din alanında söz söyleyenlerin fikirlerinden ziyade
ben ilk önce onların muhatabına saygı gösterip göstermediğine bakarım.
Muhatabına değer veren bir insan edebi öğrenmiştir. Edebini bilen ise neyi,
nerede, kiminle, hangi üslupla konuşacağını bilir. Bu şekilde seviyesini
koruyan uzman kişilerin sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmez.
Saldırgan, karşı tarafı töhmet altında bırakan bir üslup bu mahallede söz
sahibi oldu. Kendisini etkili ve yetkili görenler tartışmalarına devam
ededursunlar, vatandaş onlardan sıdkını sıyırdı.
Kendi aralarında tartışmalı konuları
konuşup çözemeyenlerin bu vatandaşa din alanında rehberlik yapabilmesi mümkün
değildir, vatandaşa verebileceği bir şey de yoktur. Keşke bu kişiler bu kadar
bilgiyi öğreneceklerine, allameyi cihan olacaklarına ilk önce edep öğrenselerdi
de varsın bilgileri eksik olsaydı, başımızın tacı olurlardı.
Birbirini nakzedercesine farklı fikirlerin
ortaya çıktığı günümüzde vatandaş bu mürekkep yalamış insanları görünce en
iyisi anamdan, babamdan, cami imamından öğrendiğim din diyecek. Dedemin bana
öğrettiği güzel şeyler bunların bana verdiği bilgilerden daha iyiymiş diyecek.
Konuları tartışacağız derken dini tartışılır hale getiren bu hocaları görünce
bunların anlattığı din, iman kendilerinin olsun. Bana nenemin anlattığı kocakarı
imanı yeter diyecek. 27/08/2017
*16/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.