Ana içeriğe atla

Allame-i Cihan Olsan Kaç Yazar!

Size, “Altınızda binitiniz varken, bulunduğunuz şehrin her bir köşesinde de türlü türlü, birbirinden güzel yapılmış piknik yerleri varken, apartman veya site içinde herkesin gelip geçtiği yerde mangal yakmayı nasıl bulursunuz” desem herhalde makul hiçbir insan “Bence sakıncası yok, hatta iyi de olur” demez. Siz yapmazsınız da gördüğünüz var mı desem sayarsınız en azından birkaç tanesini.
Siz, “Kim yakmıştı, ne zaman yakmıştı” diye zihninizi zorlamadan ben hemen sıcağı sıcağına bir tanesini söyleyeyim size. Zafer Bayramı günü, Kurban Bayramı arifesinin öncesi güpegündüz mangal yakarak çifte bayram yapıyor adam. Gerçi pek bayram yapamadı, zira herkesin dumanından ve kokusundan rahatsız olduğu bir ortamda tozu dumana katan rüzgar onun da keyfini bozdu. Felekten bir gün çalamadı. Zira meteoroloji fırsat vermedi. Gerçi ben keyif alamadı diyorum ama alıp almadığını gidip ona sormak lazım. Belki de rüzgarla beraber her bir eve kokusunu ve dumanını göndererek “Bakın ben kurban öncesi mangal yakıyorum, imkanım yerinde, ben sadece kurbandan kurbana et yemiyorum, istersem 365 gün mangal yakabilirim, hava muhalefeti önemli değil, önemli olan sizlere rahatsızlık vermek, zira böyle bir şeyi yapmasam benim imkanımın olduğunun farkına bile varamayacaksınız. Üstelik ben ev sahibiyim. Nasıl ki arabamı istediğim gibi sitenin içerisine bir başkası park edemeyecek şekilde park edebiliyorsam aynı zamanda her ahval ve şeraitte mangal da yakabiliyorum. Kim gelir de bana ‘Arkadaş bu zıkkımı git, belediyece ayrılmış piknik yerinde yak’ diyebilir. Sonra kimin haddine! Keyfimizin kahyası mısınız? dese sahi kim ne diyebilir? Örfmüş, adetmiş, gelenek ve göreneklere uymuyormuş, nezaketten yoksunmuş kime ne? Aklına esmiş, işte felekten bir gün çalıyor.

Siz bakmayın böylelerine komşum! Sen kendine yakışanı yapmaya devam et. Millet seni kıskanıyor, çatlasınlar kıskançlıklarından. Sonra senin zamanın mı var ki piknik yerine gideceksin? Sen başkaları gibi boş ve avare misin? Sonra piknik yerlerine avam gider, senin gibi fakülteyi bitirmiş, üstelik kariyer yapmış, üniversitede öğretim görevliliği yapan, organize ettiğin yurtdışı toplantılarla ülkemizi temsil eden bir kimsenin ne işi var oralarda? Sonra piknik yerinde yapsan bu işi kimse görmez seni, kimsenin de canı çekmez. Çünkü herkes senin yaptığından yapıyor. Bu işi çoğu kimsenin cesaret edemediği bir yerde yapacaksın ki -hay aklınla bin yaşa- gelip geçen herkes görsün, ağzının suyu aksın ve herkes bu sana yakışan tavrını konuşsun dursun.

Biliyorum sen bu  yaptığını okuldan öğrenmedin, bugün ders verdiğin öğrencilere de öğretmiyorsun. Ama hayat mektebi insana neler öğretiyor neler! Zaten bu okullar bomboş. İnsana hayatı öğretmiyor. Keşke herkes senin gibi böyle mucit olabilse. Ama kapasite meselesi. Sende bu cür’et ve yetenek varken ülkemizi tanıtım amacıyla gittiğin ülkelerde de bunu yapabilir, onlara örnek olabilirsin. Bakma sen millet komşunun seni ayıpladığına. Sen doğru bildiğin bu yolunda yükselerek devam et, bilim de senin omuzlarında yükselecektir.

Komşu komşunun külüne muhtaç derler. İşte sana işim düştü. Yok, et falan istemeyeceğim. Rüzgarın tozu dumana kattığı bir ortamda  mangal yakarken rüzgarın getirdiği tozlar etin üzerine gelirse ne yapmamız lazım? Etini afiyetle yedikten sonra öyle zannediyorum mangala çalışan beynin bilgi yönünden de çalışır. Bu eti nasıl steril hale getirebiliriz? İşte senden istediğim bu komşum. Bir de senin bu icadını edebimi, görü-göreseğimi başka yerde bırakarak aynı sitenin içinde bir gün ben de yapabilir miyim?

Haydi göreyim, sonra kim tutar seni! Tebrikler komşum…Kınayanın kınamasına aldırma. Afiyet olsun. Sana hassaten teşekkür ederim komşum, bana da bir yazı konusu çıkardığın için. 30/08/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde