Size, “Altınızda
binitiniz varken, bulunduğunuz şehrin her bir köşesinde de türlü türlü,
birbirinden güzel yapılmış piknik yerleri varken, apartman veya site içinde
herkesin gelip geçtiği yerde mangal yakmayı nasıl bulursunuz” desem herhalde
makul hiçbir insan “Bence sakıncası yok, hatta iyi de olur” demez. Siz
yapmazsınız da gördüğünüz var mı desem sayarsınız en azından birkaç tanesini.
Siz, “Kim yakmıştı, ne
zaman yakmıştı” diye zihninizi zorlamadan ben hemen sıcağı sıcağına bir tanesini
söyleyeyim size. Zafer Bayramı günü, Kurban Bayramı arifesinin öncesi güpegündüz
mangal yakarak çifte bayram yapıyor adam. Gerçi pek bayram yapamadı, zira
herkesin dumanından ve kokusundan rahatsız olduğu bir ortamda tozu dumana katan
rüzgar onun da keyfini bozdu. Felekten bir gün çalamadı. Zira meteoroloji
fırsat vermedi. Gerçi ben keyif alamadı diyorum ama alıp almadığını gidip ona
sormak lazım. Belki de rüzgarla beraber her bir eve kokusunu ve dumanını
göndererek “Bakın ben kurban öncesi mangal yakıyorum, imkanım yerinde, ben
sadece kurbandan kurbana et yemiyorum, istersem 365 gün mangal yakabilirim,
hava muhalefeti önemli değil, önemli olan sizlere rahatsızlık vermek, zira böyle
bir şeyi yapmasam benim imkanımın olduğunun farkına bile varamayacaksınız. Üstelik
ben ev sahibiyim. Nasıl ki arabamı istediğim gibi sitenin içerisine bir başkası
park edemeyecek şekilde park edebiliyorsam aynı zamanda her ahval ve şeraitte
mangal da yakabiliyorum. Kim gelir de bana ‘Arkadaş bu zıkkımı git, belediyece
ayrılmış piknik yerinde yak’ diyebilir. Sonra kimin haddine! Keyfimizin kahyası
mısınız? dese sahi kim ne diyebilir? Örfmüş, adetmiş, gelenek ve göreneklere
uymuyormuş, nezaketten yoksunmuş kime ne? Aklına esmiş, işte felekten bir gün
çalıyor.
Siz bakmayın
böylelerine komşum! Sen kendine yakışanı yapmaya devam et. Millet seni
kıskanıyor, çatlasınlar kıskançlıklarından. Sonra senin zamanın mı var ki
piknik yerine gideceksin? Sen başkaları gibi boş ve avare misin? Sonra piknik
yerlerine avam gider, senin gibi fakülteyi bitirmiş, üstelik kariyer yapmış,
üniversitede öğretim görevliliği yapan, organize ettiğin yurtdışı toplantılarla
ülkemizi temsil eden bir kimsenin ne işi var oralarda? Sonra piknik yerinde
yapsan bu işi kimse görmez seni, kimsenin de canı çekmez. Çünkü herkes senin
yaptığından yapıyor. Bu işi çoğu kimsenin cesaret edemediği bir yerde
yapacaksın ki -hay aklınla bin yaşa- gelip geçen herkes görsün, ağzının suyu
aksın ve herkes bu sana yakışan tavrını konuşsun dursun.
Biliyorum sen bu yaptığını okuldan öğrenmedin, bugün ders
verdiğin öğrencilere de öğretmiyorsun. Ama hayat mektebi insana neler öğretiyor
neler! Zaten bu okullar bomboş. İnsana hayatı öğretmiyor. Keşke herkes senin
gibi böyle mucit olabilse. Ama kapasite meselesi. Sende bu cür’et ve yetenek
varken ülkemizi tanıtım amacıyla gittiğin ülkelerde de bunu yapabilir, onlara
örnek olabilirsin. Bakma sen millet komşunun seni ayıpladığına. Sen doğru
bildiğin bu yolunda yükselerek devam et, bilim de senin omuzlarında
yükselecektir.
Komşu komşunun külüne
muhtaç derler. İşte sana işim düştü. Yok, et falan istemeyeceğim. Rüzgarın tozu
dumana kattığı bir ortamda mangal
yakarken rüzgarın getirdiği tozlar etin üzerine gelirse ne yapmamız lazım?
Etini afiyetle yedikten sonra öyle zannediyorum mangala çalışan beynin bilgi
yönünden de çalışır. Bu eti nasıl steril hale getirebiliriz? İşte senden
istediğim bu komşum. Bir de senin bu icadını edebimi, görü-göreseğimi başka
yerde bırakarak aynı sitenin içinde bir gün ben de yapabilir miyim?
Haydi göreyim, sonra
kim tutar seni! Tebrikler komşum…Kınayanın kınamasına aldırma. Afiyet olsun. Sana
hassaten teşekkür ederim komşum, bana da bir yazı konusu çıkardığın için. 30/08/2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder