Ana içeriğe atla

Bu Whatsapp'ı İcat Edeni Bir Bulsam, Bu Adama Ömür Boyu Whatsapp Yasağı Koy Diyeceğim...

Değerli kardeşim! Seninle ne aynı okulda okudum, ne aynı okulda çalıştım, ne de akrabayım. Ne evine geldin, ne de gittim. İkimiz baş başa kalıp bir bardak çay içmedik. Kırk yıl hatırı olan kahve içmeye zaten gerek görmedik. Karşı karşıya geldiğimizde selam-kelâmdan, hal-hatırdan başka bir ortak noktamız olmadı. Tüm hukukumuz birkaç toplantıda aynı havayı teneffüs ettik.

Şimdilerde hiç yüz yüze gelmiyoruz. Ama her gün whatsapp marifetiyle evime misafir oluyorsun. Maşallah hiç sektirmiyorsun. Günde ikiden aşağı olmayacak şekilde bazı zamanlarda mesaj sayını beşe kadar çıkarıyorsun. Her geçen gün kendi eforunu egale ediyorsun. Başkasından gelen mesajı bana  yönlendirip  düğmeye basıyorsun. Gönderdiğin hiçbir mesajı bugüne kadar okumadım. Bugün üşenmedim, gönderdiğin mesajları saydım. 7.48, 08.26, 21.00, 21.06, 21.07 saatlerinde olmak üzere beş mesaj göndermişsin. İçeriği ayet, hadis ve teşrik tekbirleri üzerine.

Kusura bakmazsan sana bir şey soracağım. Beni adam etsin diye seni biri mi görevlendirdi? Eğer böyle ise yıllardır bu görevi yürütüyorsun, rotasyon diye bir şey var. Biraz da başka birini versinler sana. Yoksa üzerine vazife edip memleketin kurtuluşu bu adamın yola getirilmesi mi diye düşünüyorsun? Eğer öyle ise hakkın var. Memleketin en büyük sorunu benim. Toplamda yirmi yıl okudum, okuduğum okullar beni yola getiremedi. Gaziantep, Adıyaman, Adana ve şimdilerde Konya’da çalışıyorum, gördüğün gibi hala da yola geleceğim yok. Sen en iyisi yaptığın bu hayrı verim alacağın birine yap. Boşu boşuna uğraşma.

Sana bana mesaj gönderme diyemiyorum. Zira bana “Gönderdiğim ayete mi karşısın, yoksa hadise mi, ya da teşrik tekbirlerine mi? Bir de ilahiyatçı olacak, gönderdiğim ayet ve hadislerden rahatsız oluyor ” diyebilirsin. Maazallah ne Kur’ana karşılığım, ne de hadis düşmanlığım kalır. Şunu bil ki gönderdiğin ayet ve hadisler başım üstüne. Ama alasına ben ulaşabiliyorum. Yorulmana gerek yok. Biliyorum bunu iyilik adına yapıyorsun. Merakımı hoş gör, bana durmadan gönderdiklerini okuyor musun, yoksa sana gelenin yüzüne bakmadan hemen bana mı yönlendiriyorsun? Farz edelim ki okuyup benim de faydalanmam için gönderiyorsun. Keşke bu mesajları benim gibi yola gelmez, ahı gitmiş, vahı kalmış, kart bir adama göndereceğine önündeki taze dimağlara göndersen, ya da öğrencilerine her gün okusan daha iyi olmaz mı? Biliyorsun, ağaç yaş iken eğilir. Hatta tüm veli ve öğrencilerine günlük sayısız mesaj göndermek suretiyle hem çok kişiye ulaşır, hayır dualarını alırsın. Hatta bunu bir proje şekline dönüştürsen…amirlerinle bunu paylaşsan…seni denetime gelen maarif müfettişlerine göstersen senin bulduğun bu proje örnek proje olarak tüm Türkiye'ye uygulanmak üzere yaygınlaştırılır. Proje sahibi olarak projeni anlatmak için belki de tüm Türkiye'yi dolaşırsın.  

Bugüne kadar bana yaptığın tebliğ ve irşat görevinden dolayı Allah razı olsun. Yok, ben bu işleri Allah rızası için seve seve yapıyorum, 'gönder' dışında bana bir külfeti yok, whatsapp'ım da fazla internet yemiyor diyorsan kendi görüşümü söylemekten ziyade sana bir fıkra anlatayım. Belki kıssadan hisse alınır. Çünkü sen arif adamsın. "Adamın biri hiç cemaati olmayan bir camide sürekli ezan okurmuş, okuyanın sesi de hiç eğitilmemiş olduğundan köylü bundan rahatsız oluyormuş. Bir gün adama gelip 'Arkadaş! Gördüğün gibi biz namaza gelmiyoruz, üstelik sesin de çirkin mi çirkin, biz bundan rahatsızız, ne olur! Bundan sonra ezan okuma" demişler. Adam: "Ben bu işi Allah rızası için yapıyorum" deyince köylü, "Ne olur! Sen bundan sonra Allah rızası için ezan okuma" demişler. Bilmem anlatabildim mi derdimi. Fıkranın ne anlatmak istediğini düşünmekten ziyade fıkranın sonu nasıl bitmiş, adam yine okumaya devam etmiş mi dersen inan bilmiyorum fıkranın akıbetini. Ama adam yaşıyor mu yaşamıyor mu, bundan emin değilim. Umarım meramımı anlatabilmişimdir.

Yok hala anlatamadım ise o zaman şunu bil ki sen göndermeden bıkmadın, bense silmekten bıkıp usandım. Çünkü telefonumun hafızası gönderdiklerinle dolup taşıyor. Üstelik senin için bir de  yedek bellek taktırdım. Ama nedense yedeğe depolanmıyor senin gönderdiklerin. Bak Allah’ın aşkına benimle uğraşma, kendine de başka bir iş bul. Bak bir de Allah’ın adını verdim sana. Ben böyle yazdım ama biliyorum sen yine göndermeye devam edeceksin. Çünkü senin görevin okumak, kendine bir pay çıkarmak değil, sürekli göndermektir. Umarım gönderdiğin bir fil yerine bundan sonra ikinci fili de göndermezsin. Bak tekrar ediyorum, ne olur! Allah rızası için bana mesaj gönderme!

Son söz de "Birkaç mesajı bu kadar abartacak ne var" diyenlere! Bana eşekten düşen getirin... 

Yazdığım bunca yazı, yaptığım bu kadar yakarış, rica boşa giderse whatsapp'ımı kapatmadan önce son çare whatsapp' icat edeni bulmam. Ne mi yapacağım? Cevabı başlıkta... 30/08/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde