Ana içeriğe atla

Emeklilik Emeklemeye Dönmek Gibidir

İnsanoğlu çalışır çabalarken emekli olmanın hayallerini kurar, ah bir emekli olsam diye. Nihayet emekli olunca çoğu kimse umduğunu bulamaz, emekli olduğuna olacağına pişman olur. Hatta gördüğü çalışana "Aman emekli falan olma" diye de öğüt vermeyi ihmal etmez. Zira eşekten düşen kendisidir. Kimin başına ne geleceğini en iyi o bilir.

Ben emekliliği -tam uymasa da- çocuğun emeklemesine benzetirim. Nasıl ki çocuk elleri ve dizleri üzerine sağa-sola gitmeye, kalkıp yürümeye çalışır. Çoğu zaman da düşer. Düşe kalka yürümeyi ve sonra koşmayı öğrenmeye başlar. Çocuğun bu çağında  onu koruyup kollamak için yanında pervane olan tapu gibi annesi, babası, ağabey veya ablası olur. O emekledikçe etrafındakiler heyecanlanır, yüzleri güler, düşerse kafasını vurmasın diye sağındaki solundaki sert eşyaları kaldırır, o nereye giderse peşi sıra gider.

Emekli olanlar da aynı zamanda yaşlılığa adım atmış olurlar. Yavaş yavaş el, ayak vb organlar teklemeye başlar. Ne ayak kalkar, ne de kol. Yürü veya git gidebilirsen, bir merdivenden in inebilirsen, ya da çık çıkabilirsen. Bu şekilde tekleyen bir araç olsa gider rektifiye yaptırır, aracına binmeye devam edersin. İnsan vücudu böyle değil ki! Yavaş yavaş insana ölümü hatırlatmaya başlar. Zamanında koşarak gittiğin yollar dağ gibi gelmeye başlar. Yediğinden zevk almaz, içtiğinden haz almamaya başlarsın. Yavaş yavaş yalnızlaşırsın. Etrafında kimse kalmaz. Şayet yanında bulunan çoluk ve çocuğun olursa ne zaman ölecek diye gözüne bakmaya başlar. Çünkü düşüp kalktıkça onlar seni yük görür. Eşin-dostun kendi işine gücüne yönelir, onlardan da pek fayda olmaz, yalnızlara oynarsın. Biri gelse de halimi hatırımı sorsa diye bekler durursun. Telefonun çalmaz, evin ziline basılmaz. Ayıp olmasın diye evine gelen veya telefon açan olursa yangından mal kaçırır gibi bir an evvel senden uzaklaşmaya çalışır. Bu kısa ziyaretinde sana bir iyilik yapar, seninle aynı karede olacak şekilde bir fotoğrafını çeker, hemen ilk işi falan kimseyi ziyaret edip hayır duasını aldım diyerek sosyal medyada paylaşır. Ölürsen bir gün o fotoğrafı tekrar paylaşıma koyar, rahmetli iyi idi. Bugün onu en son ziyaretimin seneyi devriyesi diye.

Ya yediğini dökmeye başlarsan, ya yatağa mahkum olur da bir başkasına muhtaç olursan Allah çektirmesin ama çekeceğin var demektir. Bir dövmedikleri kalır, azarlar dururlar seni. Sözleri bile incitir seni. Geçen gün 83 yaşında olan bir aile büyüğümü ziyarete gittim. Oturup hoş-beş ederken gömleğinin önünde çay döküntüsü gibi bir sarılık gördüm. “Islak mendil var mıydı, sanırım gömleğinize çay dökülmüş, çıktığı kadar çıkaralım” dedim. “Sen dur yeğenim dedi. Bürosunda çalışan görevliye seslendi, 35-40 yaşlarındaki kişi nice sonra elinde bir ıslak mendil ile geldi. Önünü gösterdi, buraya bir şey dökülmüş bir bak diye. Görevli, “Çay falan değil, sen buraya yemek dökmüşsün” dedi. İki sildi, doğru dürüst çıkmadan çekip gitti. Orada fisebilillah çalışan bu kişinin ağzından “Yemek dökmüşsün” sözüne takıldım ben bu esnada. Bir suçlama vardı o yaştaki adamın yaptığına. Halbuki “dökülmüş” şeklinde ifade etmek daha şık olurdu. Eleman çıktıktan sonra “Yeğenim, ne yaparsın ki işte biz bu yaşa geldik, yemeği üzerimize dökmeye başladık, gördüğün gibi bir yemeği bile düzgün yiyemiyoruz” dedi. Allah sağlık-sıhhat versin, bundan geri koymasın” dedim, vedalaşıp ayrıldım.

Bu kişi bir yabancı. Ama akraban da bundan farklı olmayacak. Eşin ve çocukların bile gözüne bakar, ne zaman ölecek, ölse de kurtulsak diye. Sen onların bu tavırlarını hissettiğin an zaten yaşarken öldü bil kendini. Artık senin için ölüm bir kurtuluş olmaktan başka bir şey değildir. Öldükten sonra teçhiz, tekfin işlerinde bile görürsün bu aceleciliği. Bir an evvel gömüp kurtulmaktır. Yakınlarından çoğunun üzüntülü görünmesi, gözyaşı dökmesi timsahın gözyaşlarına benzer, sevinç gözyaşlarıdır bilesin.

Allah herkese hayırlı ömürler versin. Kimi kimseye muhtaç etmesin. Emeklemek döneminde büyüklerimize tahammül göstermeyi, onlara daha toleranslı olmayı nasip etsin bize… 26/08/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde