Ana içeriğe atla

Benim sapığım senin sapığını yener

Fırsat buldukça sosyal medyayı takip etmeye, TV'lerdeki farklı kesimlerin bir konu hakkındaki değerlendirmelerini izlemeye, köşe yazılarından konusu itibariyle dikkatimi celp edenleri okumaya, değişik kişilerden whatsappıma gelen mesajlara kim olduğuna bakmadan zaman ayırmaya çalışırım. Hepsini ön yargısız şekilde değerlendirmeye çalışırım. Hepsinde dikkat ettiğim tek husus üsluptur. Muhatabına değer veren, saygı gösteren her kişinin serdettiği fikre katılsam da katılmasam da saygı duyarım. Bir de işinin, bulunduğu yerin, kendisini ait hissettiği grubun, partinin fanatiği olmamasına bakarım. Kendi görüşünü açıklamaktan ziyade karşı tarafı kötüleyen insanların görüşlerine pek itibar etmem. Kişinin öz eleştiri yapmasını, başkasına çuvaldızı batırmadan önce kendisine iğne bağırmasını da değerli görürüm.

Ben kendimi böyle anlatıyorum ama ben bunlara ne kadar uyuyorum, değerlendirmek için bir başkasının beni gözlemleyip test etmesi gerekir. Çünkü ben bu görüşlere şu an sahibim ve şu an sakinim. Pekiyi ben kızıp sinirlendiğim zaman ne kadar bu görüşlerime sadık kalabilirim. Çünkü insanoğlu durum ve pozisyona göre aynı anda değişik refleksler gösterebiliyor. Kaçımız bu durumlardan müstağniyiz? Kaçımız sakinken ve kızgınken aynı tavırları gösterebiliyoruz? Ya o işte bir menfaatimiz varsa onu elimizin tersiyle kaçımız itebiliyoruz?

Hayatta her şey ile mücadele edilebilir ama kişinin sahip olduğu ön yargı ile mücadele etmek, onu ikna etmem mümkün değildir, parçalanmaz denen atam parçalandı ama ön yargı kesinlikle yok olmuyor.

Kişi aslında hayata kendi penceresinden bakabilse, vicdanıyla baş başa kalabilse, hayata ve olaylara başkasının değil, kendi gözlüğüyle bakabilse, kim olduğuna bakmadan karşı tarafı dinleyebilse orta yerde ne ön yargı kalır, ne de sorun. Hayata birilerinin penceresinden bakanlar, bir başkasının şakşakçılığını yapanlar hiç kendileri olamaz. Aslında herkes kendisi olabilse mesele kalmayacak. Kendisi olamayanlar hep saldırı ve savunma refleksi ile yaşarlar. Tek sermayeleri budur. Karşı tarafa saldırırken kendi bağlı olduğu grubun aynı hatalarını görmez, biri gösterse de hemen savunma refleksi devreye girer, savunurken de saldırmayı ihmal etmez. Son zamanlarda FETÖ ile ilgili Diyanetin hazırladığı rapor günümüzde yaşayan hangi grupta yok? Üç aşağı beş yukarı hemen hemen hepsinde var. Ama herkes FETÖ’ye saldırıyor, kendine bakmadan.


Haydi algılayamıyorlar veya göbek bağı ile bağlılar, bu yüzden görmek istemiyorlar diyelim. Hayat kendilerinin, buna diyeceğimiz bir şey yok. Bari, farklı kulvarlarda olan insanları eleştirirken onları sapık diye itham etmeseler. Aslında sapıklıkta kendi içinde bulunduğu grup da aratmaz. Bunun için görecek göz, anlayacak kapasite lazım. Ben eleştiri ve tenkide varım. Herkes yanlış gördüğünü yapıcı bir şekilde eleştirebilsin. Çünkü kimse eleştiriden müstağni değildir. Ayrıca tartışmalardan hakikatler ortaya çıkar, yeter ki istensin. Zira "Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar." 26/08/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde