31 Ekim 2024 Perşembe

Problemin Kaynağı Bir Trafik Canavarı

Bir sürücü, bir yakınımın arabasına arkadan vurmuş. Yakınımın arabasında fazla bir hasar yok. Kendisininkinde ise fazla hasar fazla.
Görünür veya görünmez kaza. İnsanlık hali olur böyle şeyler. 
Arkadan vurmuş isen her halükarda suçlusun. 
Suçludan beklenen özür dilemektir. 
Ama bu suçlu başka bir suçlu. Suç bastıran türden. Hem suçlu hem güçlü hem kaba hem saba. İnsanlıktan nasibini almamış bir mahluk. 
Başlar sayıp dökmeye: “Kadın sürücü yüzünden yaptığım bu üçüncü kaza. Bu kadınlar niye böyle? Ben bunların elinden daha ne çekeceğim böyle. Şöyle yapsaydın, ben kaza yapmazdım” türünden had bilmez konuşmalar. Karşıda kadın varmış, biraz nazik olayım gibi nezaket beklemek bu aklı evvelden mümkün değil. Üstelik kadının yanında küçük çocuğu var. Ne kadına saygısı var ne de çocuğa. Çocuk korkmuş umurunda bile değil. Varsa yoksa arabası. 
Suçlu ama güçlü kimsenin bakılır ki susacağı yok. Işıklarda görevli trafik polisi çağrılır. İnsanlıktan nasibini almamış bu insan azmanı polisin yanında da sesini kısmaz. Polis de sessiz bir şekilde dinler. Adama ne diyorsun. Suçlusun, sus bari bile demez. Güya ışıkta görev yapıyor, trafiğin güvenli akmasından sorumlu. Bunu da polis diye kavşağa koymuşlar. Belli ki kalabalık etsin diye bırakmışlar buraya. 
Yakınım laftan ve nezaketten anlamaz bu insan müsveddesi için tutanağa da ihtiyaç duymaz. Uzaklaşır oradan. 
Plakası alınan bu densizin aynı gün ters yola girdiği için 6000 TL ceza yediği tespit edilir. 
Şimdi problemin kaynağı olduğunu kabul etmeyen bu kaba ve saba erkek sürücünün kadın yüzünden yaptığı diğer kazalara da bakmak lazım ama bence yersiz. Çünkü belli ki hatanın kaynağının kendisi olduğunu kavramaktan aciz bir trafik canavarı var karşıda.
Erkek sürücülerde olduğu gibi kadın sürücüler arasında da acemi olan yok mu? Var. Bazen önünde giderken öndeki aracı sürenin kadın olduğu sürüşünden belli olur. İyi bir sürücü, öndeki araca göre takip mesafesini ayarlar. Öndeki sürücünün ikircikli sürüşüne göre tedbirini alır. Hem bunları yapmayacaksın hem de vurduktan sonra vaveylayı koparacaksın. 
Tek kelimeyle insaf... 

Halkbank Gişe Görevlisinin Azizliği

Bir devlet bankasıyla özellikle Halkbank ile işiniz varsa bilin ki çok şanslısınız. Kolay kolay peşinizi bırakmaz. Yok öyle, işim bitti demek. Sizi bir şekilde şubesinde görmek ister. Elin mahkum gidersin hem de tıpış tıpış.
Toplu Konut İdaresinden bir dairem çıktı. Ödemeyi Halkbank aracılığıyla yapmam gerekiyormuş.
İlk ödemeyi ilgili bankaya yaptım. Gişe görevlisi istemeden bana bir de mevduat hesabı açmış. Açılan bu hesaptan benim sonraki aylar haberim oldu.
Toplu Konut İdaresiyle banka aracılığıyla yaptığım sözleşmede, yanlış hatırlamıyorsam toplam borcum 83 bin lira idi. Bu tarih sanırım 2023'ün Nisan ayı idi.
İnternet bankacılığı aracılığıyla defaten ödeme miktarına baktığımda toplam borcum 112 bin lira görünüyordu. Bu niye böyle dedim gişedeki görevliye. Yüksek çıkıyor dedi. 
Bir yıl sonra yüzde 25 indirimden yararlanmak suretiyle borcumu kapatırım dedim. 
2023 yılının Haziran ayından 2024'ün Ekim ayına kadar her altı ayda artan aidatı ay ay yatırdım. En son yatırdığım aidat sanırım 2700 lira idi.
Nihayet 2024'ün 26 Eylül ila 18 Ekim tarihleri arasında başvuru yapanlar için yüzde yirmi beş indirimden yararlanmak suretiyle defaten ödeme imkanı verildi. Eylül aynın sonuna doğru toplu borç miktarını öğrenmek için Halkbank'a gittim. 271 bin lira olan toplu borcum % 25 indirimden yararlandığım takdirde 233.500 liraya iniyordu. Ekim ayında kapatırım bu borcu dedim. 
17 Ekim günü bankaya uğradım. Daha iki hafta önce 233500 olan borcum, 236.700'e yükselmişti. Üstelik ekim ayı aidatı olan 2700 lirayı da daha önce yatırmama rağmen.
Borç harç bularak borcu kapattım. Gişe görevlisine, emlak borcu varsa onu da yatırayım. Kalmasın dedim. "Emlak borcunuz olsa zaten tüm borcu kapattırmaz. Yine de bakayım" dedi. Baktı. "Emlak borcunuz yok" dedi. Artık undan sonra bu bankayla işim olmayacaktı. En azından ben öyle zannediyorum. 
Bir hafta sonra TOKİ yönetimine giderek borcu yok belgesi aldım. Belediyeden de rayiç bedelini. 
Belgeleri fotoğraflayıp e devlet üzerinden tapuya müracaat ettim. 
Aynı günün akşamına doğru TOKİ Duyuru başlıklı bir mesaj aldım. Mesajda, "Tapu devir başvurunuz bankanız tarafından Olumsuz Sonuçlandırılmıştır. Emlak vergisi borcu vardır, tapu devredilemez. Bankanıza başvurunuz. B273" yazıyordu.
Tapu başvurusunun olumlu sonuçlanmaması moralimi bozdu. Çünkü bankanın iş bilmez gişe görevlisi pişmiş aşa su katmış, ipe un sermişti. İşini adam gibi yapsaydı tekrar bankaya gitmeme gerek kalmayacaktı. Dairenin tapusunu da bir an evvel alabilecektim. 
Giyinip tekrar Halkbank şubesinin yolunu tuttum. Gişe sırası aldım. İçeride 8-10 kadar bekleyen vardı. 5-6 kadar gişe vardı çalışan. Kah 20’li kah 500’lü kah 1200’lü kah 300’lü sıradan çağrıldı. Tam benim sıram olan 1276’dan bir öncesi çağırıldı. Tamam sıra bende derken 1275’de takılıp kaldı. Diğer numaralar arka arkaya çağırıldı. Beni bir türlü çağırmadılar. Nasıl çağırsınlar? Çalışan 6 gişeden bir müşteri alan ikinciyi almıyor. Ya dışarı çıkıyor ya yukarı ya da arka tarafa geçiyor. Herhalde 15’00 gibi bankaya girmiştim. En az bir saat bekledim. 
Nihayet beni çağırdılar. Geçen hafta emlak vergi varsa onu da al dememe rağmen yok diyen görevli çağırdı. Delikanlı, alacağınız olsun. Geçen hafta şu emlak borcunu alsaydın, şimdi burada olmayacaktım dedim. “Bazen sistem emlak borcunu göstermiyor. Bizlik bir şey yok” dedi. Suçu üzerine almadığı gibi hiç mahcubiyet de duymadı. 
Hasılı devlet bankasıyla özellikle Halkbank adının merkez şubesiyle işiniz olursa içiniz rahat olsun. Sizi biraz uğraştırır ama sonunda işinizi çözer. Şekil A da görüldüğü gibi. 
Alacağın olsun Halkbank. 
Zoruma giden de bu başıma gelenden sonra Halkbank’ın şöyle bir mesaj göndermesi: “Bankamızı tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz. KONYA ŞUBESİ Şubemizden aldığınız hizmet ile ilgili görüşünüzü merak ediyoruz...”. demesi. 
Pes doğrusu. 
Bu arada ankete katıldım. Durumu özetledim. Hiç memnun değilim dedim. 
Emlak borcunu ödeyip yeniden tapuya müracaat ettim. Kaç gündür müracaatınız bankanız tarafından olumlu sonuçlanmıştır mesajı bekledim. Gelmedi. Nihayet e devlete girip baktım. Olumlu yazıyordu. Demek ki olumluya mesaj göndermiyorlar. 
Şimdi olumlu sonuçlanan durumumun tapu tarafından işlem görmesini bekliyorum. 
Bankanın iş bilmez görevlisinin işgüzarlığını konu edinirken TOKİ’den de bahsetmiş oldum. Burada TOKİ’ye de bir parantez açmak isterim: 
17 ay önce sözleşmede 83 bin yazan borç bankada niye 112 bin olur? 
16 ay boyunca kah aidat kah sigorta kah emlak vergisi yatırdım durdum. Bu kadar ödememe rağmen borç azalmadığı gibi katmerlendi. 16 ay sonra kapatırken 236.771 TL yatırdım. Demek ki her ay yatırsam 120 ayın sonunda ne kadar para öderdim, varın siz hesap edin. Gördüğüm kadarıyla aylık ve altı aylık işletilmiyor faiz veya enflasyon. Günlük işliyor. Demek ki ben 16 ay boyunca haybeye yatırmışım. 
Faiz diyorum. Çünkü borcu tümden kapatırken elime tutuşturulan dekontların birinde 40 bin lira faiz yazıyordu. 120 ayın sonunda ne kadar para ve faiz yatırmış olurdum, varın bunu da siz düşünün. 
Son olarak emlak vergisine değineyim. Bu emlak vergisi niçin sistemde görünmez ki. İlla bankaya gidip sıra alacağım. Ne kadar ödeyeceğim de belli değil üstelik. Bir diğer husus, emlak vergisinin ikinci taksitinin son ödeme tarihi 30 kasım. Borcu 17 ekimde kapattığıma göre devletin 44 gün öncesinde emlak vergisi diye tutturmasını da hiç anlamış değilim. 

29 Ekim 2024 Salı

Bir Şizofren Hastasının Bilinemeyen Dünyası

Yeni görev yerine gelmeden önce "Gideceğiniz yerde problem biri var. Oraya da falan yerden geldi. Orada da sorundu. Oranın müdür yardımcısıyla bozuştu. Soruşturmayla yeri değişti. Tayini çıkmasına rağmen okuldan gitmedi. Polis zoruyla çıkarıldı. Ona karşı dikkatli ol." dedi biri. Cürmü kadar yer yakar. Problem biri problem birine ne yapabilir dedim. 

Yeni yerimde göreve başladım. Kurum müdürü de" Başımızda böyle bir sorun var. Durmadan bizi şikayet ediyor. Bizi uğraştırıyor. Soruşturma geçirdi ama bir sonuç çıkmadı." dedi.

Görev yaparken gözüm sorun olanı aradı. Gözüme ilişmedi. Sanırım toplantıya katılmamış. 

Bir başka yerde seminerde iken gruba, "Aranızda iş bölümü yaparken falana görev vermeyin. Çünkü ilçe emrine alındı" mesajı geldi.

İlgili kişi resmi yazı nerede mesajı yazdı ama cevap veren olmadı. 

Gün geldi çattı. Mesai başladı. Kendisine göre verilmemesine rağmen kuruma gelmeye devam etti. Gelip oturup oturup gidiyor. İlişik kesmeye de yanaşmamış. 

Kurum, resmi tebligatı adresine yapmış. Yeni görev yerini bildiren yazı da resmi olarak adresine gönderilmiş. 

Kurumla bir bağı kalmamasına rağmen her gün kuruma gelmeye devam etti. 

Geldiği zaman kimseyle muhatap olmuyor, kimse de onunla. Kimse de yanına varıp oturmuyor. Sessiz ve sakin bir şekilde bir kenarda oturup duruyor. Açıyor Kur'an-ı Kerim'i. Bacak bacak üstüne atıyor. Dizlerine koyuyor Kur'an-ı. Bir taraftan önündeki Kur'an'a bakıyor, bir taraftan da durmadan esniyor. Belli ki ya uykuyu almadan geliyor ya da uyuya uyuya gözünü açamıyor. 

Topluluk içerisinde sessiz, sakin ve bir başına olan bu kimse, kurum müdürüne zaman zaman saydırıyormuş odasında. Ağzına geleni söylüyormuş. 

Birkaç defa polis geldi odadan çıkarmak için. Polis nezaretinde gitti kurumdan. Odadan çıkarıldıktan sonra soluğu karakolda almış. Kurum müdüründen şikayetçi olmuş. O günün nöbetçileri ifade vermeye karakola gittiler. 

Polis nezaretinde çıkarıldıktan sonra bir daha gelmez dersin. Ama ertesi gün ve sonraki günler yine gelmeye devam ediyor. 

İki ayı geçti bu durum. Hala aynı durum devam ediyor. Personel her gün saat 8.00'de geliyor. 11.00'e kadar oturup oturup gidiyor. Ne ilçe bizim personel nerede diye aramaya geliyor ne kurum gelme buraya diyor ne de kendisi burayla işim kalmadı, artık gelmeyeyim diyor. 

Bu durum ne kadar devam edecek bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa ilgili kişi bıkıp usanmadan ilgisi kalmamış kuruma gelmeye devam ediyor. Nasılsa beni arayıp soran yok. Şöyle vurup kafayı, bir güzel uyku çekeyim demiyor. 

Bir gün bulunduğumuz yere, kendisini gördüğü zaman sayıp döken, ağzına geleni söyleyen, her türlü hakarete maruz kalan kurum müdürü geldi. "Kimsenin bir şey yaptığı yok. Ne sendika gelip bize destek veriyor ne basın açıklaması yapıyor. Beni görünce demediğini bırakmıyor" dedi. Belli ki dertli idi. Bize bir şey demiyor dedim. "Başkasına da tepki vermiyor. Tüm içindekileri bana boşaltıyor. Karakolda benim geldiğimi görünce, işte şu dedi. Saymaya başladı" dedi. Teşbihte hata olmasın. Sizin durum sokak köpeklerinin doldurulduğu araca benziyor. Köpekler aracı görünce hep birlikte saldırıyorlar. Bu kişi de sizi görünce aynısını yapıyor dedim. Kurum müdürü aynı öyle dedi. Yanımızdaki bir başkası ise bu teşbih çok ağır oldu dedi. 

Uzatmayayım, hem daha önceki kurumlarda hem bu kurumda sorun olmuş. Her yerden polis zoruyla çıkarılmış bu kişi bir şizofren hastası imiş. 

Bu vesileyle bir şizofren hastası ile aynı kurumda aynı havayı teneffüs etmiş oldum. Saldırgan özelliğini görmedim. Ürkek bir hali var. Önünde Kur'an okurken girip çıkanı izlemesi de gözlerden kaçmıyor. Zaman zaman oturanlara bir bakış atıyor. Bu arada esnemesini de ihmal etmiyor. Kimsenin kendisiyle konuştuğunu görmedim. Oturduğu masanın üstünde bir elektrik üçlüsü vardı. Yanına varıp bunu alabilir miyim dedim. Benim değil dedi. Ürkek hali dikkatimi çekti. 

Herkesin dünyası farklı. Bu kişinin dünyası daha bir farklı. Her türlü problemin, ölüm dışında belki çözümü vardır ama psikolojik hastalıkların da maalesef tedavisi olmuyor. Kimsenin böyle hastalıkla boğuşmasını hiç temenni etmem. 

Kaza Masrafından Kaçınmanın Formülü

Birisine arkadan veya yandan vurdunuz. Tutanak tutulması lazım.
Tutanak demek işi resmiyete bindirmek demektir. 
Resmiyet demek, sigortan veya varsa kaskon, karşı tarafın arabasının zararını karşılayacak demektir.
Ama bu demektir ki yeni sigorta ve kasko yaptırırken tuzlu ödeme yapmak zorundasın. 
Arabanın değerinin düşmesi de bir başka mesele. 
İnşallah çarpma esnasında suçlu olmana rağmen karşı tarafa ileri geri konuşmamışsındır. Çünkü hem suçlu güçlü olman demektir.
Neyse gelelim vurma meselesine. Bu havuz probleminden nasıl kurtulursun ona bakalım. Zira kurtuluşun anahtarı senin elinde. 
Vurduğun arabanın sahibine sağdan yaklaşacaksın. Geçmiş olsun, hata bizde, sizde bir şey var mı diyeceksin. Adeta iyilik meleği kesileceksin. 
Ardından kimsin, necisin hasbihali yapıp zarar verdiğin arabanın sahibine güven vereceksin. 
Sonra tutanağa gerek yok. Suç bizde. Şu benim numaram. Arabanızı yaptırın. Biz ödemesini yaparız. Boşu boşuna sigorta ve kaskomuz artmasın. Bunlara vereceğimiz fazla parayı kaportacıya veririz diyeceksin. 
Tüm bunları söylerken sahici konuşman gerektiğini tekrar hatırlatırım. 
Senin bu güven telkinin karşı tarafı rahatlatacak, dediklerini makul görecek ve tutanak tutmaktan vazgeçecek. 
Bu durumda arabasına vurduğun kimse, şu dünyada ne anlayışlı ne iyi insanlar var. Üstelik hatalarını kabul ediyor ve zararı da karşılayacak deyip huzur içinde işine gidecek. 
Gel zaman git zaman işinden vakit bulup arabasını tamir için sanayiden fiyat alan bu kazazede, nasılsa, efendim, arabanın masrafı şu kadarı buluyor diye arayacak. 
Sen bu durumda ne yapacaksın? Herhalde tamam, yaptır, ben ödemesini yapayım demezsin değil mi? Sakın, yanılıp şaşırıp böyle yapmaya kalkma. 
Ajite edeceksin karşı tarafı. Şöyle ki: Ben tek maaşlı biriyim. Siz ise iki maaşlı birisiniz. Zaten kendi arabamı yaptıracağım. Bir de sizin arabayı yaptırmak bana külfetli olacak. Başınızın çaresine bakın diyeceksin. Ardından hakkınızı da helal edin diyeceksin. Bunu mutlaka yapmalısın. Çünkü helalleşme önemli. 
Olur mu, söz verdim yaptıracağıma falan demeyin. 
Söz dediğin nedir ki? 
Bırak bundan sonrasını arabasına vurduğun düşünsün. Çünkü onlar çift maaş. Sen ise tek maaşlısın. Arabalarını yaptırmak onlara dokunmaz. 
Kul hakkıymış. Boş ver. İşini çıkardığına bakacaksın.
Not: Anlattığım bu hikaye bir yakınımın başına gelmiş. Benim de başımdan geçen böyle bir hikaye var:
https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2015/12/beni-tandn-m.html

26 Ekim 2024 Cumartesi

Öğretmenler Odası Buluşmaları

11-15 Kasım tarihleri arasında yüz yüze yapılması gereken seminer, Bakan'ın bu açıklamasıyla çevrim içine dönüştü.

Bakan'ı yüz yüzeden çevrim içi kararına döndüren düşünce, her ayın ilk haftası Bakan’ın değişik illerde gerçekleştirdiği öğretmen buluşmaları olmuş.

Bildiğim kadarıyla Bakan göreve başladıktan sonra öğretmenler yüz yüze semineri 2024-2025 eğitim ve öğretim başında yapabildi. Daha önce yine öğretmenler odası buluşması sonucunda semineri çevrim içine döndürmüş, diğer seminer kesinlikle yüz yüze olacak demişti. O seminer haftası da dini bayrama denk geldiğinden o seminer de yapılmamıştı. Bu seminer de yine öğretmen talebi çerçevesinde çevrim içi olacak şekilde düzenlendiğine göre bu aşamadan sonra yapılması gereken ya bu ara tatilleri kaldırmak ya da ara tatillerde seminerleri sene başı hariç çevrim içi olacak şekilde kalıcı hale getirmektir. Çünkü seminerin faydalı olup olmadığı tartışılır ama eğer faydası var denilirse seminerlerin yüz yüzeden ziyade çevrim içi şeklinde yapılmasının daha faydalı olacağını düşünüyorum. Öğrenciyle beraber tatil yapan öğretmen de gittiği yerde çevrim içi olarak seminerini almalı. Çünkü yüz yüze seminerler kadar verimsiz seminer görmedim bugüne kadar.

Burada öğretmen odası buluşmalarına dikkat çekmek istiyorum. Bakan'ın öğretmenlerle bir araya gelip yüz yüze bilgi alışverişinde bulunması ve istişare yapması takdire şayan. 

Bu öğretmenler odası buluşmalarına o ilin her öğretmeni katılabiliyor mu yoksa bu tür buluşmalara seçme öğretmenler mi katılıyor? Yani bir öğretmen bu buluşmaya katılmak isterse Bakan ile bir araya gelebiliyor mu? Bildiğim kadarıyla Bakan ile görüşmeye katılacak öğretmenler il MEM’ler tarafından belirleniyor. Halbuki her türlü düşünceye sahip istekli her öğretmen katılabilmeli ki istişarenin bir anlamı olsun.

Bir diğer husus Bakan'la bu öğretmen buluşmasına katılan öğretmenlerin, seminerlerin çevrim içi olmasından başka talebi yok mu? Çünkü seminerle ilgili karar hep bu öğretmen odası buluşmaları sonucu alınıyor. Acaba başka konular da konuşuluyor da kamuoyuna açıklanmıyor veya açıklanıyor da benim mi haberim yok?

Mesela haftalık ders yükü buralarda gündeme gelebilir. Çünkü ders yükü, ders çeşidi fazla. Pekala haftalık ders yükünün azaltılması düşünülebilir. Aynı şekilde ders saatleri de özellikle kış saatlerinde yarım saate indirilmesi kararı alınabilir. 

Hatta kreş, ana sınıfı, ilk ve ortaokul 5. ve 6. sınıf seviyesinden sonra lise ve üniversite kademesindeki dersler de çevrim içi kapsamına alınabilir. Çünkü okullar eskiden olduğu gibi bugün bilginin tek kaynağı değil. Sadece bilgi kaynaklarından biridir. Öğrenci bilgiye İnternet ortamından ulaşabilir. Öğretmenler uzaktan çevrim içi ders yapabilir. 

Burada okullar sadece öğretim veren değil aynı zamanda öğrencinin eğitildiği yer denebilir. Buna cevabım, bugün okullar öğretim veremediği gibi eğitim de veremiyor. Çünkü öğretmenler rol model değil. Öğrenci başkalarını rol model görüyor. 

Yunanca boş vakit anlamına gelen okullar bilginin tek kaynağı öğretmenin olduğu devirde bir işlev yerine getirdi. Bugün buna ihtiyaç yok. Çünkü bilgiye ulaşmanın çok yolu var bu dijital çağda. 

Amaçlanan eğitim ve öğretimi okullardan alamayan öğrenci için okullar, bugün boş vakit geçirme, öğrenciyi okullarda oyalama işlevini görüyor. 

7. ve 8.sınıftan itibaren lise ve üniversite eğitimi, uygulamalı dersler dışında çevrim içi yapıldığı takdirde, devletin okul ve üniversite binasına ihtiyacı kalmayacak, pek az okul ve üniversite binası yeterli olacaktır. Eğitim ve öğretimler uzaktan yapılacağı için binanın yakıt, elektrik, su vs. sarfiyatı olmayacak. Binayı temizlemek için personel istihdamına ihtiyaç kalmayacak. Aynı şekilde çok sayıda öğretmen ve öğretim üyesine ihtiyaç olmayacak. Pekala bir öğretmen veya öğretim üyesi aynı anda yüz öğrenciye ders verebilir. Bu da devletin daha az eğitimci istihdamı demektir. Mesela 30 öğrenciye ders anlatan bir eğitimci yüz öğrenciye ders anlatınca her üç öğretmenden ikisine ihtiyaç olmayacak demektir. 

Derslerin uzaktan yapılmasıyla veliler de servis, barınma, harçlık gibi masraflardan da kurtulacaktır. Öğrenci de okul forması giymek zorunda kalmayacaktır. 

Yaptığım öneriler çoğumuza çok saçma ve absürt gelebilir. Ama teknolojinin gittiği yön okulsuz eğitim ve öğretim olduğunu düşünüyorum. 

Şimdiden dijital çağa kendimizi hazırlamamızda fayda var. Hem bu yol ile devlet eğitim ve öğretime daha fazla ödenek ayırmayacak. Velilerin okul ve üniversite masrafı da düşecektir. 

Burada sınavlar nasıl yapılacak denebilir. Tüm sınavlar bir plan dahilinde merkezi olarak yüz yüze yapılabilir. Ayrıca okulların sınav yapmasına gerek yok. Her sınıf kademesinde merkezi yapılan sınav ortalaması ile lise ve üniversite tercihi neden olmasın. 

Dediğim önerilere bugünden yarına geçilemese de öğretmenler odası buluşmalarında bu konular masaya yatırılabilir. Burada yapılacak istişare ve alınacak kararla eğitim ve öğretime yön verilirken birçok kurul, komisyona da ihtiyaç kalmayacak. Mesela Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kuruluna da gerek olmayacak. 

22 Ekim 2024 Salı

Terör ve Bundan Ekmek Yiyenler

Ben terörist başını asacağım diye meydanlarda havaya yağlı ip atarım. Onu asmak için asar keserim. 

Bunun karşılığında oy patlaması yapar, Meclisteki yerimi alırım. 

Terörist başının idam edilmemesi için idam cezasının kaldırılması sürecinde, Mecliste yapılan oylamaya katılmayarak idam cezasının kaldırılmasına destek veririm.

Elimdeki ipi de kim verdi lan bunu elime deyip elimden atarım. Bir daha da elime almam, ağzıma da. 

Bir terör eylemi sonucunda bir şehit toprağa düştüğünde mangalda kül bırakmam. Kükrer de kükrerim. Her kükreyişim bana oy getirir.

Benim kahvaltıda menüm terörist, öğle ve akşam yemeğinde de teröristtir. Daima bu ekmeği yerim. Başka da malzemem ve elimde sermayem yoktur.

Vatan derim oy gelir, millet derim oyum artar, Sakarya derim oyum patlar.

Millet, milliyet, milliyetçilik benim tekelimdedir.

Terörle bağını kesmeyenlerle iletişim halinde olanlar eşittir teröristtir nazarımda. Ben ise elimi uzatırım, eşittir terörist olmam.

Terördür beni ayakta tutan, terördür benim can simidim, terördür benim nefesim. Terör varsa ben varım. Yokluğu, benim ve zihniyetimin yokluğudur, bitişimdir ve cenazemin kılınmasıdır. 

Terörle irtibatlı olanlarla iletişim halinde olanlar, haindir, teröristtir, vatan düşmanıdır. Ben ise dün olduğu gibi bugün de hep vatanseverim. 

Hep terörle korkuturum. Bunu ben çözerim. Ben bu ülkenin sigortasıyım derim. Korkan da peşime takılır, çözmemi isteyen de sigorta gören de. 

Ben ne yaptığımı bilmesem de bu uğurda hep U dönüşü yapsam da arkamda bana umut bağlamış milyonlar var. Umut bekleyenlere umut ve mehdi olmak lazım. Değilse maazallah millet ne yapar? Ya davulcuya kaçar ya da zurnacıya. 

Terör benden ben de terörden beslenirim. Ben terörsüz, terör bensiz yapamaz. İkimiz muhteşem ikili olarak birbirimizin panzehriyiz. 

Teşbih nasıl gider bilmem ama kefen satan da yüzü soğuk olsa da ölümün can ciğer dostudur. Bakmayın kefencinin üzüldük, başınız sağ olsun, acınızı paylaşıyoruz dediğine. Ölen olmazsa kefeni sinek avlar, batar gider, tezgahı kapatır. Şu bir gerçek ki ateş düştüğü yeri yakar. Ateşin düştüğü yer, evin içindekileri içten içe eritirken, birileri de bunun edebiyatını yaparak kandan beslenir. Birinin ki kan ve gözyaşıdır, öbürünün ki kandan beslenmedir. 

Ne düşünürsünüz bilmem ama ülke, bir şeyi tekelinde bulunduran ve kurtarıcı olarak piyasaya çıkmış ve bundan ekmek yiyenlerden kurtulmadıkça asla kurtuluşa eremez. Gittikçe daha kötüye gider. 

Ülkenin kurtuluşu, vazgeçilmezlerden vazgeçebilmektir. Ne ihsanın ne de gölgen diyebilmektir. 

Yine ülkenin kurtuluşu, olayların perde gerisini görüp okuyabilmektir. Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü diye sorgulayabilmektir. Kısaca sadede gelmektir. Değilse, uyutmaya ve bu uyutmadan beslenmeye devam eder birileri. 

Yetmedi mi ey ahali, uyuduğumuz ve bu oyunun hep zarar gören figüran olduğumuz... 

Sen ve Ben

Sen teröristle konuşamazsın ama ben konuşurum.

Sen teröristle iletişim kuramazsın ama ben otururum. 

Sen teröristle masaya oturamazsın ama ben otururum. 

Sen teröristle birlikte iş yapamazsın ama ben yaparım. 

Sen teröriste el uzatamazsın ama ben uzatırım. 

Sen teröristi ziyaret edemezsin ama ben ederim. 

Sen teröristle mücadele edemezsin ben ederim. 

Sen teröristi sevemezsin ama ben severim. 

Sen teröriste çözüm bulamazsın ama ben bulurum. 

Sen teröriste ekmek yiyemezsin ama ben yerim. 

Sen teröristten dolayı bedel ödersin ama ben ödemem. 

Sen teröriste destek verdiğinden dolayı terörist olursun ama ben olmam. 

Sen teröristle aynı karede göründüğünden dolayı kaybedersin ama ben kaybetmem. 

Sen teröristle karşı karşıya gelsen kaybedersin ama ben kazanırım. 

Sen teröristi buzdolabına kaldıramazsın ama ben kaldırırım. 

Sen teröristi buzdolabından çıkaramazsın ama ben çıkarırım. 

Sen teröriste destek verirsen, terörist ilan edilirsin ama ben ilan edilmem. 

Sen terörün içinde boğulursun ama ben tereyağı gibi üste çıkarım. 

Sen terörle yan yana gelirsen terör destekçisi olursun ama aynı şeyi ben yaparım, terör destekçisi olmam. 

Sen umut hakkı veremezsin ama ben veririm. 

Sen terörü iç siyaset malzemesi yapamazsın ama ben yaparım. 

Sen teröristin yüzüne bakarsın. Terör sevici olursun. Ben onlarla yarar, kalkar, kürsüye çıkarırım ama terör sevici olmam. 

Sen teröristle pardon milletle kedinin fare ile oynadığı gibi oynayamazsın ama ben oynarım. 

Sen terörün “T”sini ağzına alınca eşittir terörist olursun ama ben olmam. 

Mülki Amirin Gadrine Uğrayan Öğretmen

Bir önceki yazımda kadrosu ilçeye yakın bir ortaokulda olan idealist bir öğretmenin problem bir öğrencinin sorun velisiyle ilgili problemine değinmiştim. 

Öğretmen veli ve öğrenciyle ilgili problemini, yeteneğini kullanarak atlatmışken bu sefer karşısına ilçe kaymakamı çıkar. Bu yazımda da ilçe kaymakamı ile ilgili aralarında geçen bir diyaloğa yer vereceğim. 

Okulundaki fen bilgisi derslerinin dışında ilçe merkezindeki lisede de kimya dersleri verilir kendisine. 

Dersine kaymakam gelir. Kaymakam derste öğretmen ve öğrencilerle hasbihal eder. 

Kaymakam çıktıktan sonra öğrenciler öğretmene, "kaymakam bir isteklerinin olup olmadığını sormadığı" yönünde dert yanarlar.

Aynı gün kaymakam bir başka öğretmenin matematik dersine girer. O sınıfa da bir isteklerinin olup olmadığını sormamış. 

Ertesi gün kaymakam öğretmenleri makamına çağırmış. Matematik öğretmeni, kaymakamın taleplerini sormadığıyla ilgili öğrencilerin sitemlerini kaymakama iletir. Aynı sitemi fen öğretmeni de söyler. Kaymakam erkek matematik öğretmenine tepki vermezken kadın fen öğretmenine "Sen beni eleştirebilecek konumda mısın" tepkisini gösterir. Öğretmen bu tepkiyi beklemediği için haliyle şaşırır ve şok olur. Bir tepki vermez. Diğer öğretmenler başka konuları gündeme getirince olay kapanır. 

Ardından, kaymakam konuşmaya devam eder: "Falan mahalleye gittiğini, köy okulunu gezdiğini" söyler. Sonra az önce tepki gösterdiği öğretmenin yüzüne bakarak "Ama siz benim çalışmadığımı düşünüyorsunuz" der. Öğretmen, "Kaymakam bey, sizi kırdım sanırım" diyerek özür diler. Özür dilenecek bir durum olmamasına rağmen kaymakam öğretmene dönerek "Sen beni kırabileceğini mi düşünüyorsun" tepkisini verir.  

Özrü gerektiren durum olmamasına ve özür dilemesine rağmen bu tepkiyi de beklemeyen çiçeği burnundaki genç öğretmen bu tepkiye de şaşırır. 

Az sonra kaymakam huzurundaki öğretmenler arasında müdür yardımcısı arayışına girer. Çünkü bu lisenin müdür yardımcısına ihtiyaç var. Arapça dersine giren bir öğretmen şu olsun diye bir öneride bulunur. Kaymakam, önerilen bu ismi not eder. "Bana yalan söylemeyeceksiniz. Bu ismi araştıracağım. Yalan söylediğinizi tespit edersem, sizi buraya gömerim" şeklinde bir şeyler söyler. Bu tehdidi yaparken işaret parmağını da sallar. 

Bu tehdit sonrası fen öğretmeni az önce bir isim önerisinde bulunan Arapça öğretmenini, bize patlamasın diye susması için dürter. Bu dürtme de kaymakamın gözünden kaçmaz ve "Siz ikiniz orada konuşmayacaksınız" olur. 

Tüm bu olup bitenlere öğretmen bir anlam veremez. Başkasına göstermediği tepkiyi kendisine göstermesi de garip. Ne yapmıştı halbuki? Tüm bu tepkileri, öğretmen kendi şahsına yapıldığını düşünür ilk başta. Bu tepki acaba kadın oluşuna mıydı? Çalıştığı mahalle okuluna mı tepkiliydi? Acaba kendisine ve okuluna karşı bir ön yargısı mı vardı? Çünkü erkek öğretmene göstermediği tepkiyi kendisine göstermişti. 

Sonunda kaymakamın başka yerlerde bazı yaptıklarını da duyunca kaymakamın tavrının kendisinden ziyade mizacından kaynaklandığı kanaatine varır. 

Sebep her ne olursa olsun kaymakam da olsa, bu onun mizacı da olsa hiçbir suçu ve faullü hareketi olmayan bir kadın öğretmeni, çalışma arkadaşlarının içinde rencide etmesi hiç hoş olmamış ve bir kaymakama yakışmamıştır. 

Kendince verdiği cevaplar da makul değil. Sanki ona çalışmıyorsun diyen var gibi. Sanki ona müdür yardımcısı teklifi yaparken yalan söyleyen var gibi. Hele parmak sallaması hiç olacak şey değil. Öyle görünüyor ki bu mülki amir bilinçaltında gizlediklerini ortaya koyuyor. 

21 Ekim 2024 Pazartesi

Öğretmenliğinin Baharında Bir Fen Bilgisi Öğretmeni

Tanıdığım idealist bir fen bilgisi öğretmeni var. Sanırım Ege tarafından olmalı. İlçeye en yakın mahallede görev yapıyordu. Sanırım ilk ataması bu okul olmalı. 

Okulunun dışında, yakın ve uzak mahalle ve ilçe merkezindeki okullar olmak üzere hangi okulda kendisine ihtiyaç duyulmuşsa, uzak ve yakın demedi. Hepsine tamam dedi.

Fedakar bir öğretmen olarak görev yaparken okulunda sorun bir öğrenciyle biraz sıkıntı yaşamış. Öğrencinin, annesini doldurmasıyla, annesi ve babası öğretmene kafayı takmış. Belediye başkanına, kaymakama ve milli eğitime öğretmeni şikayet etmiş. Bu öğretmen burada durmayacak, gidecek demişler. Bunu da mahalleye yaymışlar. Anne zaman zaman okula öğretmenle çekişmeye bile gelmiş. 

Bu süreçte anneyi, babayı ve öğrenciyi dinledim. Aileye çocuklarının problem olduğunu söyledim. Odamda otururken kendimi zor tuttum dedim. Lütfen çocuğunuza bakın, dolduruşa gelmeyin, yine de öğretmenle görüşeceğim. Öğretmeni o okuldan çekersek oraya vereceğimiz öğretmen yok. Çocukların dersi boş geçer dedim. Boş geçerse geçsin dedi anne. 

Ardından, öğretmenin telefonunu bularak aradım. Müsait olduğu bir zaman görüşmek istediğimi, daireye uğramasını istedim. 

Öğle arası bir arkadaşıyla odama geldi. Tanıştıktan sonra meseleyi bir de kendisinden dinledim. 

Veli özellikle annesi o kadar sıkboğaz etmiş ki öğretmenliğinin baharında, çiçeği burnundaki hayat dolu bu öğretmeni hayatından bezdirmişler ve kendisini tedirgin ve karamsar gördüm. Ailemi aradım. Ben bu işi yapamayacağım galiba diye onları çağırdım türünden bir şeyler söyledi. Kendisine hoca hanım, öyle pes etmek yok, karamsarlığa yer yok. Bu işi başaracağına inanıyorum. Bu konuda her daim yanında olacağım. Bu işleri siz daha iyi bilirsiniz ama bu öğrenciye şöyle davranalım. Zira bu öğrenci dikkat çekmek istiyor. Yaptığı yaramazlıkları görmezden gel. Çünkü bu çocuk öğretmen bana kafayı taktı diye düşünüyor olmalı. Zaman zaman söz ver. Kazanmaya çalışalım. Bu süreçte aileyle muhatap olup yüz göz olma. Çünkü anne biraz çirkefe benziyor dedim. 

Bu görüşmeden öğretmen memnun kaldı. Buraya gelirken beni bir de siz suçlayacaksınız diye düşündüm. Gördüm ki arkamdasınız dedi. Çok teşekkür ederim deyip ayrıldı. 

Aradan biraz zaman geçti. Hoca hanımın çalıştığı okulu mesai arkadaşlarımla birlikte ziyaret yaptık. Öğretmenlerle toplantı yaptıktan sonra hoca hanımı bir kenara çekerek nasıl bir gelişme var mı dedim. 

Gelişme var. Çok iyiyim dedi. Yüzünün gülmesi de belli. Haydi hayırlı olsun, geçmiş olsun dedim. 

Hoca hanımın mutlu olması kendisi kadar beni de sevindirdi. Bu şekilde bir öğretmenin, öğretmenliğinin baharında öğretmenlikten soğumasının önüne geçmede bir nebze katkım oldu ise kendimi bahtiyar hissederim. 

Bu öğretmenin bu derdinin arkasından derdi bitmedi. Bu sefer de mülki amire tosladı. Diğer yazımda da bu öğretmenin mülki amirle arasında geçen bir anekdota yer vermek isterim. 

20 Ekim 2024 Pazar

Kamu Malı Duyarlılığı

Bir lisede çalışırken okulun yeni binaya ihtiyacı vardı. Görüşmeler sonucu yeni bina yapımına karar verildi.

Okulun nereye yapılacağı bir süre muamma oldu. Çünkü hayırsever, anne ve babasının adı verilmek şartıyla 9 vereseli 5104 metrekare bir arsa bağışlamış. Milli Eğitim Bakanlığı da 10 bin metre karenin altında bir arsa şartı koşunca, dönemin belediye başkanının on bin metrekare hazine arazisini okul yeri olarak verdi. Hem arsa hem de arsaya yapılan zemin artı üç katlı bina devlet tarafından yapıldı. Zamanın parasıyla devlet bu okula 2.2 trilyon para harcadı. Hayırseverin vereseli arsası belediyeye geçti. Okula da hayırseverin anne ve babasının adı ve ailenin soyadı verildi. Okulun kısa ismi işin içine hayırsever girince uzadı. İşin içine hayırseverin girdiği birçok okulun ismi maalesef bu şekilde uzun isme dönüştü.

Okula çivi çakmayan ama okulu ben yaptırdım diye havalara giren hayırseverin hakkını yemeyelim. Tabela yönetmeliğine uymasa da okula boydan boya yeni tabela yaptırdı. Okulun yanından gelip geçen yeni binayı görünce hayırsevere dua etmeden geçip gitmedi. 

Bir gün ilden aradılar. Okula ismi verilen hayırsever bilgilerini gönderin diye. Hayırseveri aradım. E posta adresi göndereyim. Formda istenen bilgileri doldurup gönderebilir misin dedim. Ben tek hayırsever değilim. Dokuz kişiyiz dedi. Hepsine gerek yok. Muhatap olan kişi olarak sizin bilgileriniz yeterli dedim. Olurdu olmazdı, diğerlerinin bilgileri de lazım dedi durdu. Sonunda güç bela ikna edebilmiştim.

Okul isimlerinin her birinin ayrı ayrı hikayesi var. Uzatmayayım.

Yeni binaya taşındıktan birkaç ay sonra okula gelen elektrik faturasını çok tuzlu gördüm. Elektrik, su, telefon faturalarını devlet ödese de bir önceki aya göre ne harcamışız diye kontrolünü yapardım. 

Önceki aylarda elektrik faturası 150-200 lira gelirken 800 küsur liralık faturayı görünce hizmetliyi çağırdım. Ağabey, kaloriferler yansa pompa çalışıyor, sarfiyat arttı diyeceğim. Daha kaloriferleri de yakmadığımıza göre faturadaki bu anormal artış ne böyle? Gece ışıklar yanık mı kalıyor yoksa dedim. Hocam, tüm ışıklar sabaha kadar yansa, bu kadar fatura gelmez. O zaman ne dedim. Şu tabelanın ışığı akşam hava karardığında otomatik yanıyor, sabah hava aydınlanıncaya kadar yanık duruyor dedi. Bir tabela faturayı bu kadar artırır mı dedim. Artırır hocam. Çünkü projektör vasıtasıyla tabela aydınlanıyor dedi. Sen bu projektörü devre dışı bırakabilir misin dedim. Evet dedi. O zaman kapatalım dedim. Ama bir şey derlerse, özellikle belediye ve hayırsever dedi. Kim ne diyecekse bana gelip desin. Bundan sonra o tabelanın ışığı gece yanmayacak dedim.

Tabelayı ve okulun ismini uzaktan gösteren projektörü devre dışı bıraktıktan sonra diğer ay gelen yeni faturaya baktım. Fatura normale dönmüştü. 

Ne hayırsever de ne de hayırseverin en büyük destekçisi belediye başkanından, tabelanın ışığını niçin söndürdün diye bir eleştiri gelmedi. O yılın sonunda o okuldan ayrıldım. İnşallah uzaktan görünsün diye kapattırdığım projektör benden sonra açılmamıştır. 

Yukarıda dediğim gibi okula gelen faturaların ödemesini ben yapmıyordum. Hepsi gelen ödenek vasıtasıyla ödeniyordu. O tabela sabaha kadar yansaydı, yüksek fatura gelseydi kimse bana bu fatura niçin böyle yüksek geliyor demezdi. Aksi yani düşük geldiği zaman da kimse nasıl bu kadar düşük geliyor demezdi. 

Ben de nasılsa ödemeyi devlet yapıyor deyip umursamayabilirdim. Hatta fatura miktarından bile haberim olmayabilirdi. 

Niye sorulsun ki? Ne de olsa burası devletin kurumu. Para da devlet tarafından ödendiği için çoğumuzun umurunda değildir gelen fatura. 

Aynı yüksek fatura evimize veya işyerimize gelse, faturayı düşürmek için her yolu deneriz. Aynı yüksek fatura evimize geldiği zaman nasıl tedbir alıyorsak, devlette de aynı duyarlılığı göstermek zorundayız. Çünkü devletin ödediği her kuruş bizim cebimizden çıkıyor.

Yenidoğan çetesi ortaya çıkarılınca, 2008-2009 yıllarında başıma gelen bu anekdot aklıma geldi. Küçük bir okulda takibini yaptığım ve tedbirini alıp sarfiyatı düşürdüğüm bu yüksek elektrik faturasındaki duyarlılığın, amme adına iş yapan her kurumda olmasını çok arzu ederdim. Bu duyarlılıkta olanların olduğunu biliyorum ama bu çetede olduğu gibi devletten daha fazla para kotarmak için bebek ölümü dahil her yolu deneyen bu çeteyi görmeyen, tedbir almayan, denetlemeyen kurumların bu meselede payı büyük maalesef.

Gözünü para hırsı bürümüş birileri, onca bebeği kuvöz ihtiyacını gerekçe göstererek 112 vasıtasıyla özel hastanelere yönlendirirken, kuvözde kalan onca çocuk SGK’ye fatura edilirken, bu kadar bebek ölürken, ilgili kurumların hiçbiri ne oluyor da mı demedi de bu çeteden, vatandaşın şikayeti üzerine devlet haberdar oldu. Vah yazık...

Hırsızın hiç mi suçu yok demeyin. Hırsıza kilit dayanmaz. Açık kapı, boşluk ve zaaf bulursa girer içeriye. Çete de böyle. 

Bu Yenidoğan çetesinde çetenin üzerine gidilsin ve çökertilsin. İlgililere, hapis ve mal varlıklarına el koyma dahil her ceza verilsin. Ucu kime giderse kimseye acınmasın. Bununla yetinilmesin. Bizim bu Yenidoğan ünitesinin cirosu nasıl böyle arttı demeyen özel hastane yönetimlerine, özel hastaneye yüklü ödeme yapan SGK sorumlusuna ve il sağlık müdürlüğünün ilgili birimine de ihmalden hesap sorulmalı. Sağlık Bakanlığı da işleyişteki mevzuat açıklarını giderecek mevzuat değişikliğini yapsın.

Unutmayalım ki kamu malı yetim malıdır. Harcamada hepimizin azami gayret gösterme gibi bir yükümlülüğümüz var. 

Kokuşmuşluğu Önlemenin Yolu

Türkiye'de gündem sık değişiyor. Biri bitmeden bir başka mesele gündemimize giriyor.

Gündemler bir iyi konudan bir başka iyi konu şeklinde gelişse hep iyi şeyler yazar çizeriz. Bu ülkede artık iyi şeyler oluyor deriz. Ama iyi şeyleri mumla arıyoruz. Zira hep gündeme düşen ve bomba etkisi yapan meseleler içimizi karartan türden. Sonra da niye iyi şeyler yazmıyoruz eleştirisine muhatap oluyoruz. 

Daha Sıla bebek, Narin kız ve cesedi parçalanmış, kafası koparılmış iki kızın cesedinin toprağı kurumadan şimdi de Yenidoğan çetesi ortaya çıktı.

Öyle zannediyorum, bir süre bu çete üzerine yoğunlaşırız. Bu mesele kapanmadan başka meseleler önümüze düşer. Alın biraz da bu meseleyi konuşun derler. 

İşin ilginci, bir zamanlar ortaya düşen ve toplumsal infiale sebebiyet veren hadiselerin daha beteri gündemimize düşmesine rağmen eski tepkimiz yok. 

Niye acaba? Duyarsızlaştık mı? Hayır.

Tepkisiz bir toplum mu olduk? Yine hayır.

O zaman ne? Sanırım bu kadarı da olmaz dediğimiz menfur hadiselere rahmet okutacak yeni olaylar ortaya çıkınca, artık şaşırmaz olduk. Bunlar ne? Ortaya çıkmamış daha nice hadiseler var bu ülkede demeye başladık.

Birbirine rahmet okutacak, ardı arkası kesilmeyen, bireysel diye geçiştirdiğimiz, bu son olur diye temenni ettiğimiz bu menfur hadiseler kokuşmuşluğun bir göstergesi. 

Evet, hemen hemen her alanda bir kokuşmuşluk hali var, gözü dönmüşlük var, hırs var, bir cinnet hali var. 

Gözümüz, aklımız, izanımız, kalbimiz, vicdanımız asıl fonksiyonunu unutarak nefsin emrine girmiş. 

Ölüm dışında her şeye çözüm bulunur ama fonksiyonunu kaybetmiş organlara ve kokuşmuşluğa çözüm bulmak zor olsa da çözümsüz değildir:

Yeter ki bir irade ortaya konabilsin. 

Yeter ki boşluk bırakılmasın. Herkes devletin nefesini arkasında hissetsin. Olay olduktan sonra devlet orada bitmesin. Kişileri, suç işlendikten sonra değil, suça yeltenirken enselesin. 

Yeter ki denetimler ciddi bir şekilde yapılsın. 

Yeter ki kimsenin gözünün yaşına bakılmasın.

Yeter ki devletin tüm kurum ve kuruluşlarında işleyen bir sistem oluşturulsun. 

Yeter ki ucu kime dokunursa dokunsun, suç işleyenin yakasına yapışılsın. 

Yeter ki cezalar caydırıcı olsun. Yapanın yanına kâr kalmasın. Ceza indirimi diye bir şey olmasın. Hayatı kaysın. Cezasını çeken bin pişman olsun. Cezaevinden çıkınca tövbekar olsun. Alınan ve çekilen ceza da başkasına ibret olsun. 

17 Ekim 2024 Perşembe

Aynı Şeyden Farklı Sonuç Beklemek

Bildim bileli, Ortadoğu'nun İsrail sorunu var. Aslında sadece Ortadoğu'nun değil dünyanın sorunudur İsrail.

İsrail'i şımartan bu ülkeye destek veren ülke ve ülkelerden ziyade dünyanın sessizliğidir.

Olan da Filistinliye oluyor. Ne memleketleri var ne kalacakları yer.

İnsanca yaşama imkanına sahip olmadıkları gibi canlarının da bir kıymeti harbiyesi yok. Öyle zannediyorum, şehidi olmayan hane yoktur. Belki de bir hanede onlarca şehitleri olmuştur.
Başka çocuklar gibi bu ülke insanının çocukları çocukluklarını yaşamamıştır. Gördükleri hep gözyaşı ve kandan ibarettir.

Herhalde dünya bu kadar katliamı daha önce görmemiştir.

Hasılı karşımızda çözümsüz ve umutsuz ve ölüme terk edilmiş bir Filistin halkı var.

Filistin topraklarında kalan nüfustan çok başka ülkelerde sığınmacı olarak hayatiyetine devam eden Filistinli var.

Kısaca ölüme terk edilmiş Filistinlinin bir hayvana verilen değer kadar değeri yok zalimlerin ve zalimlere sesini çıkarmayan sessiz çoğunluğun gözünde.

Filistinlilerin yaşadığı bu insanlık dramını, ateşin içinde yaşayan Filistinliler kadar derinden hissetmesek de ülke olarak Filistin'e bigane değiliz. Çünkü ateş düştüğü yeri yakar.

Filistin milli meselemiz gibi hep gündemimizde. Adeta Filistin ile yatıp Filistin ile kalkıyoruz:

İsrail'e lanet okurken Filistinliler için dua ediyoruz.

İsrail'i telin ediyoruz.

Sosyal medya paylaşımlarıyla oradaki zulmü hep gündemde tutuyoruz.

Hutbe ve vaaz konusu yapıyoruz.

Miting ve protesto yürüyüşü düzenliyoruz.

Birinci elden İsrail'i eleştiriyoruz.

Bu dramı dünyaya duyurmaya çalışıyoruz.

İsrail ve Yahudi ürünlerini boykot ediyoruz.

Çarşaf çarşaf boykot ürünlerini paylaşıyoruz.

Boykota katılmayan esnaf ve işletmeleri eleştiriyoruz.

Filistin'e maddi destek ve ilaç yardımı yapıyoruz.
Kısaca İsrail'i durdurma adına yaptığımız her şey birbirinin aynısı. Ben bildim bileli, yukarıda yazdıklarımı yapıyoruz. Belki de bizim bu yaptıklarımız bir sinek ısırığı kadar İsrail'e zarar vermiyor.

Sonuç, İsrail öldürmeye devam ediyor. Nokta atış suikastlar düzenliyor. Filistin liderlerini bulundukları yerde öldürüyor. Yeni lider seçiliyor, onu da öldürüyor.

Özellikle son bir yıldır İsrail ölüm avına çıkmış bir şekilde acımasızlığına devam ediyor.

Bizim, İsrail aleyhine olsun diye kendi çapımızda yaptığımız onca şey İsrail'i durdurmaya yetmiyor.

Hasılı, bizim yıllarca sonuç alma uğruna yaptıklarımız hep aynı. Hep aynısını yapıyoruz ve sonuç almaya çalışıyoruz.

Yeri veya değil, teşbih uydu veya uymadı ama bizim bu yaptıklarımız bana Albert Einstein'in bir sözünü hatırlattı: “Aptallığın en önemli kanıtı, aynı şeyi defalarca deneyip farklı sonuç almayı beklemektir”.

Söz çok acı ama bir gerçek. Çünkü hep aynısını yapıyoruz ve sonuç almaya çalışıyoruz.

Şu dediğine bak demeyin. Maalesef durumumuz bu. İsterim ki sonuç alıcı yollar denensin. Ama ne? Bence bunun üzerine kafa yorulmalı.

Sosyal Medya Vergisi

Açığı kapatmak ve yeni kaynak bulmak amacıyla devlet yetkilileri nereden, nasıl vergi alabilirim diye düşünüp taşınıyor. Zaman zaman absürt vergi aldıkları da oluyor ama olsun. 

Devletin işi bu. Zira vergiyle yaşıyor.

Belli ki ihtiyaç var. 

Bir vatandaş olarak devlet yetkililerinin bu zor durumunda yanlarında olmak vatandaşlık görevi. Ben de bir şeyler yapmak ve çorbada tuzum olsun isterim. Bugüne kadar kimsenin aklına gelmeyen bir vergi türü önermek istiyorum.

Vergimin adı sosyal medya ve sanal âlem vergisi. 

Bence devlet bu vergi türünü düşünmeli. Hemen yürürlüğe koymalı. 

Bu vergiyi koyduğu takdirde hazinenin dolacağını düşünüyorum. Üstelik sürekli olacağı için cari fazlası vermeye başlayacaktır. 

Nasıl olacak bu derseniz, adından da anlaşılacağı üzere bu vergiyi almak kolay. Yeter ki devlet bu vergiyi koysun. 

Sosyal medya hesabı olan herkes bu vergiyi ödemekle yükümlü olacak. Kişinin kaç hesabı varsa o kadar vergi ödeyecek. 

Ayrıca her sosyal medyaya girişte giriş vergisi adı altında bir miktar vergi alınabilir. 

Sosyal medyada eğleştiği süre boyunca günlük, aylık vergi miktarı belirlenebilir. 

Paylaşım yapandan her paylaşım başına, okuyup beğenenden beğeni başına, yorum yapandan yaptığı yorum sayısınca vergi düşünülebilir. 

Sosyal medyaya girdiği halde hiç paylaşım yapmayan, yorum yazmayan, beğeni işareti bırakmayan, kısaca renk vermeyen ve iz bırakmayandan faydalanma vergisi alınabilir. 

Cuma mesajı paylaşanlardan resim formatında paylaşana ayrı, yazıyla paylaşana ayrı olacak şekilde mesaj vergisi konabilir. 

Bir partinin, bir ideolojinin trolü olanlardan trol vergisi alınabilir. 

Devlet memuru olduğu halde mesai saatleri içerisinde paylaşım yapandan kallavi vergi alınabilir. 

WhatsApp aracılığıyla durmadan yazı gönderen, mesaj gönderenlerden rahatsız etme vergisi alınabilir. İletişim aracını boş yere meşgul ettiğinden dolayı daha fazla vergi konabilir. 

Dijital ortamda yazı okuyandan okuma vergisi düşünülebilir. 

Arama motorlarından herhangi bir konuda arama yapandan arama vergisi alınabilir. 

İnternet üzerinden döviz ve altın fiyatlarına bakanlardan servet vergisi alınabilir. 

Sanal aleme reklam verenden reklam vergisi alınabilir. 

Sanal oyun oynayandan dijital oyun vergisi alınabilir. 

Bir Web sayfasına girildiği zaman çerezleri kabul et diyenden çerez vergisi alınabilir. 

Daha neler neler... 

Kısaca, devlet bu konuda kafa yorsun. Devlet ihya olur. Paraya para demez. 

Burada herkes sosyal medya hesabını kapatır denebilir. Devlet her 18 yaşını doldurandan sosyal medya hesabı açmasını zorunlu kılabilir. 

Hesap açmak istemeyene vatan haini, terörist muamelesi yapılabilir. Kanına baktır denebilir. 

Bu vergi türünde vergi kaçırma durumu da olmaz. Çünkü kimin ne zaman girdiği, ne kadar bu alemde durduğu, ne yazıp çizdiği belli. O yüzden kimse vergi kaçıramaz. 

Gördüğünüz gibi çözüm çok kolay. Yeter ki istensin.

Bu konuda, vekillerden biri destek isterse kanun teklifi hazırlamada yardımcı olurum. 

İki Eleştiriye Cevap

Blogumda “Ya Vatan Ya Büyük Rakı" başlıklı bir yazı kaleme alıp bu yazıyı sosyal medyada da paylaşmıştım. Yazıdan haberi olmayanlar için bu yazımı buraya kopyalıyorum: https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2024/10/ya-vatan-ya-buyuk-rak.html

Yazı bir parti genel başkanının düzenlediği bir basın toplantısı üzerine daha doğrusu genel başkanın Meclise verilen yeni vergi paketini Eleştirenlere dair sarf ettiği sözler ve benzetmesi üzerine bir hiciv yazısı idi. 

Yazı takipçilerim tarafından -iki kişi dışında- epey bir beğeni aldı ve yorum yazıldı. Mizahın bolca kullanıldığı bu yazım okuyucuyu hem güldürürken hem de düşündüren cinsten idi. 

Yorumlar arasında şahsına büyük saygı duyduğum  bir meslek büyüğümüz bir yorumu dikkatimi çekti. Belli ki bir hiciv yazısı olan yazı üslubumu beğenmemiş. Güzel bir üslupla bana yorum yazmış. Hem yazdığı yorumu hem de bu yoruma yazdığım cevabı buraya alıyorum:

"Doğrusu Allah kalplerde olanı bilendir" hiciv edebiyatını ve sanatını da herkes yapamıyor veya yapmıyor. Sosyal medya konuşma gibi değil çok farklı bir alan yanlış anlamalara sebep olabiliyor belki bazı usulleri kullanma yerine başka metod olabilir mi veya bazı kişiler için daha açıklayıcı şerhli girmek gerekebilir mi diye düşünülebilir.“

Elbette kalplerde olanı Allah dışında kimse bilemez. Yazmaya sosyal medyada çalakalem başladım. Daha sonra bu yazıları blogta topladım. Yazarken de şu usulle yazayım gibi bir çabam olmadı. Hala da öyleyim. Hiciv veya başka tür yazıların kurallarını da bilmiyorum. Benim yazılarım birer deneme ve uzun. Sosyal medyaya çok uygun değil. Zira bu alemde uzun yazılara pek yer yoktur. Bu tür konuların yeri müsait oturma ortamları. Şimdi o tür ortamlar da pek kalmadı. Herkes derdini, düşüncesini uygun veya değil bu alemde dile getiriyor.

Beş bine yaklaşan yazım var. Her yazım hiciv yazısı değil. Yazarken de şöyle bir üslup kullanayım demem. Bazen sosyal medyada bazen de blogta giriş, gelişme ve sonuç bölümünü düşünmeden yazarım.

Hiciv, mizah, taşlama, dokundurma, anekdotlu anlatım, her ne ise yazılarımda amacım, güldürmek, güldürürken düşündürmek. Zaten mizahta istenen de budur. 

Yer ve şahıs ismine yer vermeden bahsettiğim hususlarda kastım, kişiden ziyade söz ve hareketin ince bir dil ile eleştirilmesinden ibarettir. Kişilerle işim olmaz.

Eleştirir gibi yaptığım ama sövdüğüm, över gibi yaptığım ama eleştirdiğim yönüm de vardır. İnce ve kinayeli konuşma çocukluğumdan beri vardır. Huylu huyundan pek vazgeçmez. 

Ayrıca düz ve açıklayıcı o kadar yazı var. Birbirinin aynısının tıpkısı. Yazılar ve yazıyı yazanlar da farklı üslubuyla bilinir. Çok kişiden biri olmaktansa nevi şahsına münhasır olmayı yeğlerim. Ne edersin ki buyum. 

Bir zamanlar kol kırılsın yen içinde kalsın isterdim. İşler sağır sultana sirayet edince bunun bir anlamı kalmadı. 

Bir zamanlar sırtımda yumurta küfesi vardı. Onu da atalı çok oldu. 

Bu yazıda yaptığım da herkesin eleştirdiği bu konuyu irdelemek oldu. Yazıda bahsedilen kişi, izaha muhtaç değil, herkes biliyor. Konuşması da tepki çekti. Kardeşlerim, biz şu kadar bu fona destek vereceğiz, teşkilatımızdan başlıyoruz. Bu devlet bu savunma sanayii bizim diyeceğine, yeni vergi türüne tepki gösterenleri rakıya yönlendirmesi, demlenmeden bahsetme benzetmesi yakışmadı. Ki aynı şekilde Meclise personel alımında herkes bu usulle giriyor. Maalesef biz de bu kervana katıldık diyeceği yerde, başka yerde daha yüksek maaşlı iş bulabilirdim. Biz daha düşüğünü seçtik demesi de tepki çekti. 

Ayrıca bu süreçte demlilere el uzatılırken kesmeye yönelik bu benzetme zannımca olmadı. 

Yapılan basın toplantısına gelen tepkilerden dolayı dozajı azaltacağı yerde bu tiplerin kredi kartı iptalini istemesi evlere şenlik. Artık hamaset ve birileriyle korkutmaktan vazgeçmek gerek. Zaten tepkilerden dolayı teklif geri çekildi. 

Bence yazım yanlış anlamaya müsait değil, az buçuk beni takip eden vermek istediğim mesajı anlar. 

Benim yazı türü ve üslubumdan ziyade hayal kırıklığı yaşatanlara gittiğiniz yol yol değil, açıklamanız iş değil denmeli. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor artık. Kimsenin kendilerini sevenleri hayal kırıklığı yaşatmaya hakkı yoktur. 

İnce ince dokundurmam da kırıp dökmeden bunu yapma amacını güdüyor. 

Derdim var ki ince ince dokunduruyorum. Gerekirse bu uğurda mimleniyorum. Çoğunun yaptığı gibi renk vermeden duramıyorum. 

Şu var ki yaşadığımız devir yazı yazmanın, konuşmanın, izahın zamanı değil, en iyisi susmaktır. 

Hasılı ince ince dokunduruyorum vesselam.

“Adamı kızdıracak açıklamalar sözler yazma. Maksadını bilmiyorum ama ben bu işten hiç mi hiç hoşlanmadım”. 

Birileri eline mikrofonu alıp istediği şekilde konuşacak. Olur olmaz kıyas yapacak. Karşı çıkanlara ağzına geleni sayacak. Limit düşürenlerin kartını iptalini isteyecek, gitsin içki alsın diyecek. Tepki çeken bu açıklamalara müsaadenizle iki sözümüz olsun. Kendi üslubumla üç beş kelam edeyim. Zaten tepkilerden dolayı yasa teklifi de detaylı görüşülmek üzere geri çekildi. Bir eksiklik var ki bu yapıldı. Bence her şeyi olura bırakıp tepkisiz kalmak bizim işimiz olmamalı. Bu konuyu ele alırken hem güldürüp hem de düşündürmek amacım. Adı geçen kişiyle işim olmaz. Bir de bu teklifi veren savunmasını yapsın, gerekçesini açıklasın. Mesele memleket ise adı geçen paranın daha fazlası da verilir. Bu memleket onun olduğu kadar bizim de.

Bir Bankadan Öte Her Şey

Bir bankam var maaşımı aldığım. Bu banka gibisini daha önce hiç görmedim. Acil nakit ihtiyacım olduğunu günlük sorar. Hiç unutmaz mesaj göndermeyi. Kah ek hesap yanınızda der kah size özel ihtiyaç krediniz hazır der.

Gözlerimin yaşarmaması mümkün değil. Çünkü bana bugüne kadar kimse özel muamele yapmadı. Üstelik çekeceğim ek hesaba on taksit yapıyor. 

Baba oğluna sormaz, baba oğluna taksit yapmaz. Ben çekeceğim topluca. Ona ise çerez parası gibi aylık ödeyeceğim. 

Maaşımın yattığını da hiç sektirmez. Gece rahatsız etmek istemediğim için önceden haber vermedim diyor. Sahi kim yapar bunu. Nezaketi görüyor musunuz. Geç vakit sizi rahatsız etmek istemedim diyor. Sanki karşımda bir robot değil, insan evladı var. Halden de anlıyor. Banka sanki benim için birini görevlendirmiş hissi veriyor. Ne de olsa özelim bankama göre. Üstelik bana bey diyor. Hangi birini bugüne kadar bana bey dedi, sorarım size. 
Siz olsanız maaşımın yattığını haber vermediğiniz gibi harçlığın var mı da demezsiniz. Sorsanız da şehir teklifi olur. İş ciddiye binince kırk dereden su getirirsiniz bana borç vermemek için. Yolunuzu da değiştirirsiniz. Olsa dükkan senin dersiniz. 
Kazara maaşımın yattığını haber vermeye kalksanız, kalk lan paran yattı. Daha ne zıbarırsın dersiniz. Uykumu da bölersiniz. 
Hele şu yan taraftaki mesaja bir bakın da insanlık öğrenin. "Yarın ne getirecek bilinmez. Ek hesabın her zaman yanında. Beklenmedik bir harcanan çıkarsa limitiniz hatırlayın" . Yani bizde kredin var. Hiç sağa sola gidip ezilip büzülme. Birilerinin ağız kokusunu çekme. Bizde kredin bitmez diyor. 
Doğru değil mi dediği? Sahi yarının ne getireceğini hangimiz bilebiliriz. Yarınların neye gebe olduğunu, bizi ne tür olumsuzlukların beklediğini bilme imkanımız yok.
Ya şu mesaja ne dersiniz. Bugün değilse yarın. Aklının bir köşesinde bulunsun diyor. 
Hasılı bu banka başka bir banka. Bankadan öte her şey. Beni benden fazla düşünüyor. Hiç çekinme. Kapımız her daim açık sana diyor. 
Bilgilendirmesi, aynı bilgilendirmeyi bıkıp usanmadan her gün göndermesi, zaman zaman hal hatırımı sorması, merhaba, sizin için ne yapabilirim demesi, maaşımın müjdesini vermesi, kafama vura vura aklımın bir köşesine limit ve krediyi kazıması, her şeyden öte nezaketi, anlatılmaz, yaşanır. İnsan evladı desem yeridir. Bu insan evladı bildiğimiz diğer insan evlatlarına hiç benzemiyor. 
Şubesi yüzümü güldürmüyor, iş bitirmiyor ama bu mesajları beni benden alıyor. Bu kadar da olmaz. Hep beni düşünüyor. Biraz da kendini düşünse dedirtiyor insana. 
Bu mesaj gönderen, beni benden fazla düşünen, nezaketiyle göz dolduran ve hakkımda iyilikten başka bir şey düşünmeyen bu kötü günler dostu için insan evladından ziyade melek desem, bazılarınız elfazı küfür deyip beni tecdidi imana davet eder. En iyisi mutlu günümde başıma iş almayayım. 
Hasılı mutlu muyum mutlu. Özel miyim özelim. Belki de emekli olduktan sonra bu bankadan almaya devam edeceğim maaşımı. 
Neyse, gördünüz bankamı. Siz böyle bir bankanız olsun istemez miydiniz? 

16 Ekim 2024 Çarşamba

Sosyal Medya Mücahitlerinin Dikkatine!

Belli ki devletin aldığı vergiler yeterli gelmiyor. Bu yüzden devlet yetkilileri gelir ve gideri dengelemek veya daha az borçlanmak ya da yeni kaynak üretmek için nereden, nasıl vergi alabilirim hesabı yapıyor.
İşin içinden çıkamayınca aklına sadece vergi geliyor.
Kredi kartı limiti 100 bin ve üzeri olanlardan, araç ve gayrimenkul alım satımlarından defaten vergi alma isteği de bunu gösteriyor. 
Bu istek tepki çekmiş olmalı ki daha detaylı inceleme gerekçesiyle geri çekildi.
Devlet elbette vergi alacak ve ihtiyaçları giderecek. Gücü nispetinde her vatandaş da vergisini verecek. Çünkü vatandaşlık borcudur bu. 
Ama ihtiyaç var diye suyunun suyunu da çıkarmamak lazım. Gelir artırmak için akla sadece vergi gelmemeli. Yeni vergi koymak için makulü göz ardı etmemek lazım.
Vergi kazançtan ve herkesin gelirine göre olmalı. Bunun için adalet kıstasını gözetmek gerek. Eşitlikçi anlayıştan kaçınılmalı.
Alınan vergiler de yerli yerinde ve öncelik sırasına göre harcanmalı. 
Harcamada hesap verebilirlik, şeffaflık esas olmalı. Bu vergiyi harcarken yetim malı gibi harcamalı. Vatandaşa bu konuda güven verilmeli. Vatandaş da gözü kapalı kuruşu kuruşuna vergisini vermeli. 
Vergisini veren de helal olsun demeli.
Mecburum diyerek vatandaştan suyunun suyu vergi almak hakkaniyete sığmaz. 
Bir şeye ihtiyaç varsa konacak vergi konusunda vatandaş ikna edilmeli. 
Bu vatandaş, ihtiyaç olduğuna, toplanan verginin yerli yerinde kullanılacağına ikna olursa vermekten kaçınmaz. 
Vatandaşı bu konuda ikna etmeden itiraz edenleri vatan haini ilan etmek, kanlarından şüphe etmek, tehdit ve hakaretler savurmak, git şunu iç, zıkkımlan demek, trollük yapmak olacak şey değil.
Unutmayalım ki ikna edemediğin doğru, doğru değildir. Kimse vatanseverlik yarışına, milliyetçilik hamasetinin arkasına sığınmasın.
Sosyal medyanın bu ucuz ve sözde milliyetçileri, vergi teklifi geri çekildi diye üzülmesinler. Bu süreçte Savunma Sanayii Destekleme Fon'u diye bir fonun olduğunu öğrendiler. Bu fona gidip yardım yapabilirler. 
Yaptıkları bu yardımın dekontunu da başkasına örnek olsun diye sosyal medyada paylaşsınlar. Kısaca fona destek olsunlar. 
Ellerinden alan yok. İş yapsınlar, sağa sola çemkirmesinler. 
Bunu yapmazlarsa sosyal medya üzerinden yaptıkları salvolar ucuz milliyetçilik ve sözde vatanseverlikten başka bir şey olmayacaktır.
Lütfen başkasının vatanseverliğini sorgulamayın. Vatansever olduğunuzu bizzat gösterin. 

İş Bitirici Bir MESEM Öğrencisi

Pazartesi hem 10 saat dersim var hem de nöbetçiyim. 
Dersim ve nöbetim bitti. Katı boşalttım. Yanık ışıkları kapattım. Bir müddet bekledikten nöbet defterini imzalayıp okuldan ayrıldım. 
Yolda giderken elime telefonu aldım. Baktım, kayıtlı olmayan bir numaradan aranmışım. Döndüm kimdir diye. Açmadı. Kimse, bir daha arar dedim.
Ne yapayım derken okula yakın bir ekmek fırınından ekmek alayım dedim. Fırın okula 600-700 adımlık bir mesafede. Bu fırını da bir öğretmen arkadaş önerdi. Nasılmış ekmeği bir bakayım istedim.
Fırının önünde uzun bir kuyruk. Bir an için ramazan ayında mıyız yoksa? Bu insanlar da pide kuyruğuna girmiş sandım. 
Dedim öğretmenin önerdiği kadar varmış. Bu fırın demek ki çok meşhur. 
Biraz sıra bekledikten sonra ekmeği aldım. Eve doğru yürümeye başladım. Az önceki kayıtsız numara tekrar aradı: 
"Hocam, ben 9A elektrik sınıfından falanım. Okuldan çıktınız mı" dedi. 
Çıktım, biraz uzaklaştım dedim. 
"Hocam, son dersimiz boştu. Çantamı okulda, sırada unutmuşum. Ben dolmuştayım, eve gidiyorum. Dolmuşta aklıma geldi unuttuğumu. Çantam çok önemli. Geri dönme imkanım yok. Haftaya gelinceye kadar kaybolabilir. Sizi aradım mecburen" dedi. 
Bilmeyenler için söyleyeyim. Arayan öğrenci mesleki eğitim merkezi öğrencisi. Eskinin çıraklık eğitim merkezi. Bu öğrenciler haftada bir gün merkeze geliyorlar. Diğer günler staj yaptığı işyerinde çalışıyorlar. Aynı sınıfı haftanın her günü farklı farklı bölüm öğrencileri kullanıyor. 
İyi, ben çantanı alayım. Öğretmenler odasına koyayım. Oradan alırsın dedim. 
Geri dönüp okula gittim. Öğrencinin sınıfına çıktım. Oturduğu sıraya baktım. Çanta namına bir şey yoktu. Alt göze, diğer sıralara baktım. Gözüm sırt çantası arıyor. Çünkü gençler şimdi böyle çanta kullanıyor. Yoktu. Sadece öğrencinin oturduğu sıranın aynı hizasında sıra üstünde resim çantasına benzer ince ve büyükçe bir çanta vardı. Bu olabilir mi diye fermuarı açıp baktım. A3 kağıdı ebatında kağıtlar vardı içinde. Kağıtlarda çizim mi var, proje mi bilmiyorum. Sanırım bu değildir dedim. 
Öğrenciyi aradım. Burada çanta namına bir şey yok. Büyük resim çantası gibi bir çanta var. Bu değil herhalde dedim. 
"Hocam, bir sapı kırık çanta" dedi. 
Benim, olamaz ve çantaya benzetemediğim çantaya tarif uyuyordu. Tamam, bu o zaman. Alıp dediğim yere koyuyorum dedim. Çok teşekkür etti. 
Okuldan çıkıp gecikmeli olarak elimde ekmek evimin yolunu tuttum. 
Yolda giderken akşam akşam yorgun argın bir durumda bana iş çıkaran bu 9.sınıf öğrencisini düşündüm. Çocuk bana iş çıkarsa da işini çıkardı. Helal olsun. Özgüvenini ve iş bitiriciliğini takdir ettim. Aç kalmaz bu çocuk. İşini bir şekilde çıkarır. Her şeyden önce doğallığı yeter. 
Bu durumda ben olsam, ne yapardım? Öğretmeni arayamadım bir defa. Evi okula yakın bir arkadaşım varsa onu arardım. Yoksa dolmuştan iner. Geri okula gelir, o çantayı alırdım. Eve ne zaman varırım artık şimdiden kestiremiyorum. 
Akşam yemeğinde tavsiye üzerine aldığım ekmeği test ettim. Gerçekten güzel ekmek. Bugüne kadar bu fırını öğrenmemek benim eksikliğim. Ki Konya'da kaliteli ekmeği ara ki bulasın. Bu ekmeği tatmak isteyenler için fırının yeri Eski Meram Sanayidedir. 

15 Ekim 2024 Salı

İyi Polis Daima Kazanır

Kulakları çınlasın. Tanıdığım bir müdür vardı. Bir öğretmene bir tavrı yüzünden inceleme ve soruşturma başlatmak istedi. Dedim, bence soruşturmaya, işi resmiyete dökmeye gerek yok. Öğretmen gelince görüşüp bir dinleyelim. Diyalog yoluyla bu sorunu çözmeyi deneyelim.

Dedi, sen istersen konuş. Ben soruşturma açacağım.

İlgili personeli çağırarak soruşturma talimatı için onay yazısı hazırlamasını, muhakkikler olarak da falan müdürü yazmasını söyledi.

Onay alınıp muhakkik işe başlayınca, hakkında inceleme başlatıldığını öğrenen öğretmen hem durumunu anlatmak hem kastının olmadığını belirtmek hem de özür dilemek için müdürün makamına gelir.

Öğretmen gelince beni de çağırdı müdür. Soruşturma açtığımız öğretmen geldi diye.

Odaya girdim müdür ve öğretmen oturuyorlar.

Selam verip yanlarına oturdum. Müdür bana öğretmeni tanıttı. Hoş geldin dedim.

Ardından müdür sözü aldı. Hocam, ben soruşturma açmayalım dedim ama Ramazan Hocam açalım dedi. 

Ne ben yanlış duydum ne de siz yanlış okudunuz. Durum aynen böyle oldu.

Şaşırdım doğrusu. Ama hiç bozuntuya vermedim. Sanki inceleme ve soruşturma açılmasını isteyen benmişim gibi öğretmene yüklendim. Durum şöyle şöyle. Belki bir kastın yok ama biz kasıt gördük. Keşke böyle olmasaydı, yaptığın hareketi yapmadan önce durum böyle böyle diye bir haber verseydin. Hakkında inceleme başlatılması, suçlu olduğun, mutlaka ceza alacağın anlamına gelmez. Muhakkiki ikna edecek şekilde güzelce ifadeni ver. Belki ceza teklif etmeyecek, inceleme boyutunda kalıp dosya kapanacak. Ceza teklif etse bile bitince disiplin amiri olarak dosyan müdür beyin önüne gelecek. Müdür bey cezayı vermeyebilir veya bir altını verebilir meyanında bir şeyler söyledim. 

Bir taraftan da çaylarımızı yudumluyoruz. Artık ne dedim ise çayını içse de ilk defa soruşturma geçiren öğretmenimiz baya bir tedirgin oldu.

Öğretmene aba altından sopa gösteriyorum ama aklımın bir köşesinde soruşturma açılmasını ben mi istedim yoksa müdür bey mi, acaba ben istedim de unutmuş olabilir miyim vardı. 

Öğretmen iyi dilek temennisi ile yanımızdan ayrıldı.

Öğretmen gittikten sonra ben de bir dışarı çıkıp tekrar müdür beyin yanına geldim. Sayın hocam, bu öğretmene soruşturma açalım diye ben mi söyledim yoksa siz mi söylediniz ya da ben mi yanlış anladım. Şunu bir daha duyabilir miyim sizden der demez müdür gülmeye başladı. Ben istedim dedi.

Eee dedim.

Birimiz iyi polis, birimiz de kötü polis olacak. Ben iyi polis olacağıma göre sen de kötü polis olacaksın. Beğenmedin mi rolünü yoksa dedi. Hem de nasıl beğendim. Varsın ben kötü polis siz de iyi polis olun. Çünkü kötülük bana iyilik de size yakışır dedim.

Öğretmen hakkında kanaatin ne? Bir ceza düşünüyor musun dedim.

Yok. Sadece gözü biraz korksun dedi.

Muhakkik soruşturma dosyasını kısa zamanda hazırlayıp teslim etti. Yanlış hatırlamıyorsam, kınama ya da uyarı teklif edilmişti.

Öğretmeni yanıma çağırıp önüne boş kağıt verdim. Hocam, son savunmanı yazıp ver şöyle güzel ve ikna edici cümlelerinle dedim.

Otururken yazıp verdi.

Geçmiş başarıları göz önünde bulundurulduğundan ve verilen savunma yeterli görüldüğünden, cezaya gerek olmadığına yazısını yazdırıp öğretmene tebliğ ve tebellüğ ettik.

Şubat ayında açılmıştı bu soruşturma. 

Yıl sonunda başarı belgesi verilecek öğretmenler arasında bu öğretmeni de teklif ettik. 

Başarı belgesini alınca yanıma uğradı. Hocam, ben bu işi anlamadım. Hem soruşturma açıyorsunuz hem de başarı belgesi veriyorsunuz dedi. Biz hem soruşturma açarız hem de ödüllendiririz. Biz önce döveriz sonra da severiz dedim. Aynı soruyu başarı belgesi teklifinde bu öğretmenin ismini gören şef de söylemişti.

Önce soruşturma açtığımız sonra da ödüllendirdiğimiz öğretmen kötü polis rolüme rağmen her daireye uğradığında odama uğrar, çayımızı yudumlar, laflardık. Laf arasında, hocam bana soruşturma açtınız, hiç unutamıyorum, çok zoruma gitti derdi hep. 

Gördüğünüz gibi karşınızda bir kötü polis duruyor.

Soruşturma emrini veren müdür mü? O hep iyi polis rolü oynadı. Bu rolünden dolayı o hep kazandı. Çünkü iyiler kazanır. Beni sormayın, ben hep kaybedenlerden oldum.

Savunma Sanayii Destekleme Fonu’nu desteklemek amacıyla 100 bin limitli kredi kartlarından alınması düşünülen 750 lira içerikli kanun teklifi, görüşmenin ardından detaylı incelenmesi gerekçe gösterilerek Mecliste geri çekilince -kimseyi iyi/kötü polis olarak töhmet altında bırakmadan- nedense bu anekdot aklıma geldi. Evet, iyiler özellikle iyi polisler daima kazanır. Siz siz olun, hep iyi polis olun. Nasılsa kötü polis her daim bulunur. Bulamazsanız, emrinize amadeyim. 

14 Ekim 2024 Pazartesi

500 ml'lik Pet Su Şişesi

Zincir marketlerin birinde Sarnıç marka 500 ml'lik bir pet şişe suyu satılmakta. Suyun fiyatı diğer marka ve marketlere göre çok hesaplı.
Hesaplı olunca haliyle albenisi var. Alan alana. 
Ben de bu kervana katılanlardanım. 
Aldım mı paketiyle alırım. Evden çıkarken bir şişe alıp çıkıyorum. Susayınca şuradan bir su alayım gibi bir derdim olmuyor.
Bu arada hem aynı marka sular hem de farklı su marka fiyatları marketten markete fark ediyor.
Farklı markalardaki fiyat farkını anlarım da aynı marka sulardaki fiyat farkı ister istemez dikkat çekiyor. Kantin, büfe, market tutturabildiği fiyata satıyor. 
Sanırım serbest piyasayı yanlış anlıyoruz.
Adı üzerinde 500 ml'lik su var pet şişelerin içinde. Ayrıca masraf gerektirecek bir katkı maddesi konmuyor şişenin içine. 
Masraf olarak su ve pet şişe maliyeti var.
Suyun maliyeti hepsinde üç aşağı beş yukarı belli. Geriye sanırım pet şişe kalıyor. Sanırım fiyat farkı da pet şişeden kaynaklanıyor. Bunu da aldığım Sarnıç marka sudan biliyorum. Çünkü Sarnıç marka suyu elime aldığımda kapağını açmak bir dert. Kapağı açınca içmek bir dert. Çünkü pet şişe demeye bin şahit lazım. Bir masanın üzerine koyduğun zaman ayakta zor duruyor. İçerken ya da eline aldığında o kadar ses yapıyor ki yanındakileri rahatsız etmemesi ve kulak tırmalamaması mümkün değil. Belli ki Sarnıç markanın şişesi çok adi. Ucuzluğu da bundan kaynaklanıyor olmalı.
Ucuz olduğuna göre belli ki kalitesiz. Öyle zannediyorum, insan sağlığını tehdit eden yönü de vardır.
Bazı pet şişelerin kaliteli olduğu eline alınca belli oluyor. Eline alır almaz içine geçmiyor ve koyduğun zaman düşmüyor. İçerken başkasını rahatsız edecek şekilde ses çıkarmıyor.
Bu pet şişelerin bir kriteri yok mu acaba? İşletme istediği şekilde böyle adi şişeleri üretebiliyor ve piyasaya sürüyor belli ki.
Hepimiz biliyoruz ki en sağlamına varıncaya kadar plastik kaplar dahil kanserojen özelliğini bünyesinde barındırıyor. Ne kadar adisi kullanılıyorsa öyle zannediyorum, o pet şişe daha fazla kanser riskini tetikliyor. 
Bu işe kim, devletin hangi kurumu bakıyor bilmem. Tarım Bakanı mı yoksa Ticaret Bakanı mı artık. Bu pet şişelerin bir kriteri olmalı. Firmalar da bu kural ve kritere uymalı. Çünkü sağlık her şeyin başı. Bu işler firmaların vicdanına bırakılmayacak kadar önemlidir. 
Hoş, neyimiz düzgün ki pet şişelerin bir kriteri olmalı. Çivisi çıkmış bu ülkenin maalesef. 

13 Ekim 2024 Pazar

Ya Vatan Ya Büyük Rakı

Savunma Sanayii Destekleme Fonu'na destek olmak, İsrail saldırısına karşı daha güçlü olmak için Meclise verilen yasa teklifine göre kredi kartı kullanıcılarından kart limiti yüz ve üstü olanlardan yılda bir kez ocak ayında alınması düşünülen 750 TL malum kesim tarafından eleştiri bombardımanına tutuldu.
Kanun koyucu ve çıkarsa kanunu uygulayacak hükümet bu tepkilere ne diyecek derken bereket bir memleket sevdalısı çıktı. Düzenlediği basın toplantısında bu paraya karşı çıkanlara verdi veriştirdi.
Öyle zannediyorum, bu basın açıklamasının ardından tepkici kesim, bu tepkisinden vazgeçer de savunma sanayimiz güçlenir. İsrail bize karşı saldırmayı aklının ucundan geçirmeye kalktığı zaman "Ben ne yapıyorum. Bu ülke insanı Savunma Sanayi Fonu'na 750 lira destek çıktı. Aklımı başıma almalıyım" der de bize saldırmaya kalkmaz.
Artık bu basın açıklamasından sonra bu yasa teklifi yayımlanır yayımlanmaz 100 bin limitli her vatandaş ya gider 750 lirayı yatırır ya da gider bu parayla büyük rakı alır, demlenir.
Açıkçası bu basın açıklamasından önce tepki gösterenlerdendim. Şimdi hiç olmadığı kadar ikna oldum bu ilahiyatçı genel başkanın açıklamasından.
Evet, benden 750 lira çıkacak ama verdiğim bu paradan dolayı ülkem bir Irak bir Suriye bir Filistin olmayacak.
Bu arada bu ülkeler kredi kartı limitine zamanında 750 lira vermediği için mi bu hale geldiler, pek anlamış değilim. Genel Başkanın açıklamasından, vermemişler ki başlarına bu geldi diye anladım.
Bu arada bu 100 bin limitli kredi kartları epeydir var. Niye daha önce düşünülmedi? Bunu anlamış değilim. Çünkü zamanında bu kanun teklifi çıkarılsaydı da bizler 750 liramızı verseydik de İsrail kös kös yerinde otursaydı da biz bugün İsrail tehdidini konuşmasak olmaz mıydı?
Bu parayı zamanında verseydik de ülke savunma sanayii güçlenseydi de ülkenin savunma sanayii güçlü olduğu için 2025 yılının Ocak ayında, elimizdeki 750 lirayı alıp bir büyük rakı açtırıp demlenseydik iyi olurdu ama ne edersin ki zamanın kanun koyucuları bunu düşünememiş.
İyi de ben bu zıkkımı bugüne kadar hiç içmedim. Bir ilahiyatçı gidip büyük rakı alın dediğine göre sanırım fetva vermiş oldu. Günah münah bilmem. Bobalı boynuna artık.
Acaba bu büyük rakı kaç para? Gidip bir içki satan yere sorsam, adam sende mi amca dese ne diyeceğim. Ayrıca içki satan dükkan nerede var civarında? Haydi bulup aldım diyeceğim. Bu şişeyi dışarıya nasıl çıkaracağım? Mutlaka bir eski gazetenin içine sarmam gerekecek. Haydi gazeteye de sardım diyelim. Nerede içeceğim bu zıkkımı. Eve getirsem hanım eve almaz. Üstüne bir de ilahiyatçı olacaksın, millete haram diye anlatıyorsun. Tü sana dese, al başına belayı. Aile saadetini ara ki bulasın bu durumda. Haydi aile saadetini bozma uğruna alıp eve geldim. Bu zıkkımı içmek için sanırım bir de kadeh lazım. Evde kadeh yok. Evdeki bardaklardan biriyle içeyim desem, şerefe diyecek kimse yok. Bu zıkkım da yalnız içilmez ki. 
İçtim diyelim. Bilin ki evde içki içilen bardak çöpe atılır. Takım bozulduğu için gidip bardak takımı almam gerekecek. Gördüğünüz gibi masraf hepsi. 
Durun yahu. Bu rakı tek başına içilmez. Yanında meze de olması lazım. Mezede neler olur bilmem ama zannımca meze de pahalıdır. 
İçince bir de içince kafayı bulup zil zurna sarhoş olursam, apartmandaki konu komşuya sataşırsam, apartmanda yaşatmazlar beni. Hanıma, şu kocana bak derler. 
Haydi kapıyı kilitledim. İçtim kafayı buldum. Evde abuk sabuk konuştum. 
Ya sonra? Bir de bu rakı bağımlılık yaparsa yandım. Çünkü içip içip demleneceğim sürekli. Bu durumumu gören sarhoş yine geliyor diyecek. 
Düşünüyorum taşınıyorum. Bu 750'yi vermemek için büyük rakı içmek bana hiç masum gelmiyor. Hem şişede durduğu gibi olmayacak bu zıkkım hem de 750'yi geçecek şekilde çok masraflı olacak bana. 
Bu arada bu ilahiyatçı genel başkan nereden biliyor büyük rakı bedelini ki 750'yi vermeyecek vatan düşmanları gidip büyük rakı alsın dedi? Yoksa sık sık gidip alıyor mu bu mereti?
Bu arada içki bayisine gitmeden İnternete girdim. Büyük rakı fiyatlarına baktım. Meraklılar için resim formatında listeye yer verdim. 
Neyse işin içinden çıkamayacağım. En iyisi teklif yasalaşsın. 750'yi bayılayım. Hem savunma sanayii güçlensin hem ülkem Irak, Suriye ve Filistin gibi olmasın hem içkiyi ağzıma sürmemiş olayım hem kimse bana serhoş demesin hem aile saadeti bozulmasın hem de 750 lira için vatan haini olmayayım. Ayrıca vatan elden giderse 100 bin limitli kredi kartım nerede geçerli olacak değil mi? 
Son söz olarak yılda bir kez fonu destekleyeceğim. Ya bir de vermeyip yerine rakı alırsam, inanın yanarım. Çünkü rakı yılda bir içilmez. Her gün içilir. Bu da hem madden hem de manen bittiğimin ilanı olur. 

12 Ekim 2024 Cumartesi

Sami Hoca

Sami YÜCE
İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi. 
Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi.
Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı. 
Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı. 
Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı. 
İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi. 
Büyükle büyük, küçükle küçüktü. 
Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı.
Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı. 
Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi.
Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı. 
Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim derdi. Borcun günü geldiğinde gerekirse başkasından borç bulur, o kişiye olan borcunu kapatırdı. 
Biraz borç ver dediğinde, bende yok ama senin için başkasından borç bulayım derdi. 
İhtiyacı olanları görür gözetirdi. Gerekirse onlar için başkasından yardım isterdi. 
İçi merhamet yüklüydü hep. 
Emekli olduğunda iki evi birden oldu. 
Annesinin ve babasının rahatsızlığında ziyaretini ve onlara bakımını ihmal etmedi. 
Yük olmadı, yük aldı hep. 
Birer yıl arayla önce babasını, ardından annesini gönderdi. 
Emekli oldu. Tam rahata kavuşacağım derken kendisi beyin kanaması geçirdi. 
Geçirdiği beyin kanamasıyla sevenlerini üzdü. 
8 ay yoğun bakımlarda kaldı. Uyanamadı ve yarım asrı geçen ömrünün ardından daha genç denebilecek bir yaşta; 2022'de babasını, 2023'de annesini uğurladıktan sonra 2024 yılında da (08.10.2024) benden bu kadar deyip kendisi de vefat etti. 
Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Sevenlerinin ve yakınlarının başı sağ olsun. Razıydık kendisinden. 

Katılma Payı *

TBMM Başkanlığına sunulan yeni kanun teklifine göre 1 Ocak 2025’den geçerli olmak üzere Savunma Sanayii Fonu için “Katılma Payı” adı altında yeni kaynak aktarımı düşünülüyor. Buna göre;

Kredi kartı limiti 100 bin ve üzeri olan her kredi kartı sahibinden yılda bir kez 750 TL. 

Gayrimenkul alım satımında alıcı ve satıcıdan ayrı ayrı 750 lira, tapuda yapılan diğer işlemlerden 375 lira, 

Noterlerde yapılan sıfır araç tescillerinde 3.000 lira, ikinci araç alım satımında 1.500 lira, diğer işlemlerden 75 lira, 

Motor gücü 6 kW ve altında olan motosikletler de motorlu taşıtlar vergisinin kapsamına alınacak. Bunlar tarifenin en düşük tutarı ile vergilendirilecek.

Savunma Sanayii Destekleme Fonu’nu desteklemek için alınacak “Katılma Payı” bu kadardan ibaret değil. Dikkat çekenleri almakla yetindim. 

Bu kanun teklifini bazıları eleştirecek olsa da iyi düşünülmüş ve yerinde bir teklif olduğunu belirtmek isterim. Teklife getireceğim tek eleştiri gecikmiş bir teklif olması. Neyse gecikmiş de olsa teklifi verenin emeğine sağlık. Vergiye dair böyle başka fikirleri varsa gecikmeden yine teklif vermesini hiç olmadığı kadar arzu ediyorum. Çünkü İsrail tehdidi bu ülke için her zaman vardı.

Bir diğer husus da bu Katılma Paylarının 1 Ocak 2025’den itibaren geçerli olması. Bu da yanlış. Çünkü mesele memleketin savunması ise hemen yürürlüğe girmeli. Çünkü zaten gecikmiş bir teklif. Daha da gecikme olmamalı. 

Yerinde bir teklif olmasına rağmen bazılarının ağzını büzmek mümkün değil. Konuşup eleştirecekler. Varsın eleştirsinler. 

Belki de en fazla eleştirilecek olan yüz bin limitli kredi kartlarından alınacak 750 TL olacak. Halbuki defaten yılda ocak ayında alınacak 750 lira güne vurulsa, günlük 2 liraya gelir. 2 lira dediğin nedir ki. Dilenciye bile verilmiyor bu para. Bir tuğla parası bile değil. 

Aynı şekilde gayrimenkul alış ve satışlarda da alınacak 750 lira da mesele edinilecek bir rakam değil. 

Araba alım ve satımda alınacak olan da hakeza. 

Hele daha önce motorlu taşıtlar vergisine tabi olmayan motosiklerden de para alınacak olması sevindirici. Yolda, çarşı ve pazarda yanından geçerken, motoru bağırırken bizim anamız çok ağladı. Hatta bunlardan motosikletin bağırma gücüne göre para alınmalı. 

Yazımı sonlandırırken bu teklif daha yasalaşmadan savunma sanayimize katkı olması bakımından bazı önerilerde bulunmak istiyorum ki teklif görüşülürken dikkate alınsın. 

Sadece 100 bin limitli kredi kartından değil, limiti ne olursa olsun her kredi kartından 750 lira alınmalı. Böylece Katılma Payı tabana yayılmış ve her vatandaş bu payı ödemiş olur. 

Gayrimenkul alım ve satımlarda yüzde 2 emlakçı komisyonu kadar bedelin tapu esnasında alınması. Adam koca arsa alıp satıyor. 750 lira ne olur ki onlar için. 

Araba alım satımlarında alınacak 1500-3000 lira almaktan ziyade, satış bedeli üzerinden yüzde iki Katılma Payı alınmalı. 

O kadar da değil demeyin tekliflerime. Hele şaka yapıyorsun hiç demeyin. Bilin ki hiç olmadığı kadar ciddiyim. Şaka yapıp yapmadığımı yarın İsrail ülkeye saldırsa görürsünüz. Ülke elden gittikten sonra aldığınız gayrimenkul, kullandığınız yüksek limitli kredi kartı ne işinize yarayacak? Öyle değil mi?

*14.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

11 Ekim 2024 Cuma

Zengin İbadeti

"2025 yılı haccı için kayıt güncelleme hakkınız olduğu halde hala kaydınızı e-Devlet üzerinden güncellemediğiniz görülmektedir. Kura hakkınızın kaybolmaması için 16 Eylül 2024 tarihine kadar kaydınızı güncellemeyi unutmayınız (Hatırlatma-8). DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI"

"2025 yılı haccı için kayıt güncellemenizi hala e-Devlet üzerinden güncellemediniz. Bu son hatırlatma olup başvurular 27.09.2024 (yarın) sona erecek ve uzatma yapılmayacaktır. Kaydınızı güncellemeyi unutmayınız. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI"

"Sayın Hacı Adayımız, Hac kayıt güncelleme işlemleri yoğun talep üzerine 7-11 Ekim 2024 tarihleri arasında e-Devlet portalı üzerinden yeniden açılmıştır. 2025 yılı hac kayıt yenileme işleminizi şu ana kadar yapmadığınız görülmektedir. Kayıt yenileme işleminizi 11.10.2024 (Cuma) günü saat 23:59'a kadar yapabilirsiniz. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI B018"

Yukarıdaki mesajlar Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından şahsıma gönderilen mesajlar.

DİB daha önceki yıllarda hac için müracaat edenler için her yıl kendisi güncelleme yaparken 2025 yılında hacca gidecekler için daha önce hac başvurusu yapanlara, 2024 yılında başvuru güncellemesini e devlet üzerinden her hacı adayının kendisinin yapmasını istedi. 

Diyanet niçin böyle bir değişikliğe gitti? Çünkü kurada hac çıkmasına rağmen mali durum yani haccın maliyetindeki artış dolayısıyla hakkından feragat edenlerin sayısında o kadar artış oldu ki Diyanet yedekleri çağırdı. Belki yedeklerden çoğu da gitmeye cesaret edemedi. 

İşte Diyanet, yedekleri çağırmaktansa mali yükün altından kalkabilecek gönüllü hacı adaylarına imkan sundu. Yukarıda kopyalayıp yapıştırdığım mesajlardan da anlaşılacağı üzere Diyanet hac güncellemeyi üçüncü defa uzattı. Daha doğrusu uzatmak zorunda kaldı. Her ne kadar 11 Ekim 2024 tarihine kadar süre verilen üçüncü uzatmada “yoğun talep üzerine” dese de gazın ayağı öyle değil. Belli ki güncelleyen hacı adayları sayısı, ülkeye verilen hac kontenjanının altında kaldı. Bunun başka bir izahı olamaz. Değilse niye üçüncü kez süre uzatımına gitsin. Üstelik ikinci süre uzatımında “başvurunuzu güncelleyin” mesajının dışında ayrıca ilçe müftülüğü tarafından hem şahsım hem de eşim telefonla aranarak güncelleme yapıp yapmayacağımız soruldu. 

Bir zamanlar insanımız hacca gitmek için yarışırken, nasılsa 8-10 sene önce sonra sıra geliyor, şimdiden başvurayım derken ve hac çıktığı zaman parası olmasa bile borç bulup hacca giderken, şimdi ne oldu da o kadar hac başvurusu olmasına rağmen insanımız başvurusunu güncellemiyor? 

Bunun tek cevabı var. Bu zamanda hacca gitmek bedel ister. Öyle önüne gelen hacca gidemez. Çünkü bir kişinin haccı 8-9 bin dolar. Fırsat bu fırsat, borç bulup gideyim devri de geçti. Çünkü pek az insanımız dışında, bu 8-9 bin dolar bir servet niteliğinde. Bugün karı koca hacca gitmeye kalksa bir 15 bin doları gözden çıkarması gerekir. 

Garibime giden bir zamanlar beheri 3000 dolar olan hac maliyeti döviz bazında nasıl bu kadar artar? TL bazında artışı anlarsın. Çünkü paramız pul, enflasyon var. Eh dersin. 

Uzatmayayım. Bir zamanlar yol bulup gidebilenlerin ibadeti olan hac, tam bir zengin ibadeti olup çıkmıştır. Fakirden, memurdan, asgari ücretliden, emekliden, memurdan, orta direkten düşmüş bir ibadettir. 

Hasılı bir zamanlar İslam’ın şartı beş. Hac, zekât zenginin. Geriye kaldı üç farz. Fakirin kelimeyi şehadeti, namazı ve orucu var denirdi. Hastalık veya başka sebeplerle oruç tutanlarda hiç olmadığı kadar azalma var. İndi İslam’ın şartı ikiye. Namaz kılanlar da aynı şekilde azaldı. Adeta camiler boşaldı. Geriye kaldı bir tek kelimeyi şehadet.

Nerede nereye...