Ana içeriğe atla

Kokuşmuşluğu Önlemenin Yolu

Türkiye'de gündem sık değişiyor. Biri bitmeden bir başka mesele gündemimize giriyor.

Gündemler bir iyi konudan bir başka iyi konu şeklinde gelişse hep iyi şeyler yazar çizeriz. Bu ülkede artık iyi şeyler oluyor deriz. Ama iyi şeyleri mumla arıyoruz. Zira hep gündeme düşen ve bomba etkisi yapan meseleler içimizi karartan türden. Sonra da niye iyi şeyler yazmıyoruz eleştirisine muhatap oluyoruz. 

Daha Sıla bebek, Narin kız ve cesedi parçalanmış, kafası koparılmış iki kızın cesedinin toprağı kurumadan şimdi de Yenidoğan çetesi ortaya çıktı.

Öyle zannediyorum, bir süre bu çete üzerine yoğunlaşırız. Bu mesele kapanmadan başka meseleler önümüze düşer. Alın biraz da bu meseleyi konuşun derler. 

İşin ilginci, bir zamanlar ortaya düşen ve toplumsal infiale sebebiyet veren hadiselerin daha beteri gündemimize düşmesine rağmen eski tepkimiz yok. 

Niye acaba? Duyarsızlaştık mı? Hayır.

Tepkisiz bir toplum mu olduk? Yine hayır.

O zaman ne? Sanırım bu kadarı da olmaz dediğimiz menfur hadiselere rahmet okutacak yeni olaylar ortaya çıkınca, artık şaşırmaz olduk. Bunlar ne? Ortaya çıkmamış daha nice hadiseler var bu ülkede demeye başladık.

Birbirine rahmet okutacak, ardı arkası kesilmeyen, bireysel diye geçiştirdiğimiz, bu son olur diye temenni ettiğimiz bu menfur hadiseler kokuşmuşluğun bir göstergesi. 

Evet, hemen hemen her alanda bir kokuşmuşluk hali var, gözü dönmüşlük var, hırs var, bir cinnet hali var. 

Gözümüz, aklımız, izanımız, kalbimiz, vicdanımız asıl fonksiyonunu unutarak nefsin emrine girmiş. 

Ölüm dışında her şeye çözüm bulunur ama fonksiyonunu kaybetmiş organlara ve kokuşmuşluğa çözüm bulmak zor olsa da çözümsüz değildir:

Yeter ki bir irade ortaya konabilsin. 

Yeter ki boşluk bırakılmasın. Herkes devletin nefesini arkasında hissetsin. Olay olduktan sonra devlet orada bitmesin. Kişileri, suç işlendikten sonra değil, suça yeltenirken enselesin. 

Yeter ki denetimler ciddi bir şekilde yapılsın. 

Yeter ki kimsenin gözünün yaşına bakılmasın.

Yeter ki devletin tüm kurum ve kuruluşlarında işleyen bir sistem oluşturulsun. 

Yeter ki ucu kime dokunursa dokunsun, suç işleyenin yakasına yapışılsın. 

Yeter ki cezalar caydırıcı olsun. Yapanın yanına kâr kalmasın. Ceza indirimi diye bir şey olmasın. Hayatı kaysın. Cezasını çeken bin pişman olsun. Cezaevinden çıkınca tövbekar olsun. Alınan ve çekilen ceza da başkasına ibret olsun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim derdi. Borcun günü geldiğinde gerekirse b

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder