30 Nisan 2023 Pazar

Banal Mitingler

Televizyonun olmadığı, olsa da tek kanallı devlet televizyonunun olduğu, bu televizyonun siyasi partilere yeterince yer vermediği, İnternet ve YouTube gibi iletişim yollarının olmadığı yıllarda, seçim çalışması için siyasi parti liderlerinin il, ilçe dolaşarak miting yapmasını anlarım. Çünkü seçmenin ayağına giderek görücüye çıkması, kendisini ve partisini tanıtması ve vaatlerini anlatması için mutlaka seçmenin karşısına çıkması gerekirdi.

Bu dönemde seçmen için de mitingler ilgi çekici gelir, oyunu vereceği partisinin mitingine katılır, can kulağıyla parti liderinin sözlerine kulak verirdi. Parti lideri gittiği her ilde aynı şeyleri söylese de söz ve vaatler ilgi çekerdi. Çünkü başka ildeki konuşmadan kimsenin haberi olmazdı. 

Yaşadığımız bu dönemde ise devlet televizyonlarının dışında sayısını bilemeyecek kadar çok kanalın olduğu, bazı kanallar bazı siyasilere kapalı olsa da her siyasinin konuşmasının tamamını veren kanalların olduğu, YouTube ve sosyal medya aracılığıyla tüm seçmenlere ulaşılabildiği, miting konuşmalarının baştan sona televizyonlarda canlı verildiği günümüzde ise siyasi parti liderlerinin il il dolaşarak miting yapması bana garip geliyor.

Üstelik her ilde yapılan mitingin konuşması aynı anda bazı kanallar tarafından verilince, liderler üç aşağı beş yukarı her gittiği ilde aynı şeyleri söylediği için parti liderinin ne söyleyeceği mitinge katılanlar tarafından çok da ilgi çekmiyor.

Buna rağmen bu devirde hala niçin miting yapılır, inanın anlamış değilim.

Mitingden maksat, seçmene kendini ve partisini duyurmak, yapacaklarını anlatmak değil mi? Bunu da günümüz teknolojisi ile anlatmak çok kolaydır.

Buna rağmen hala eski alışkanlık mitingleri bir propaganda aracı olarak görmek ve bunu devam ettirmek bana çok banal geliyor.

Ayrıca her miting bir maliyet, masraf ve külfettir.

Mitinglerin şehrin en işlek yerinde yapıldığı göz önüne alınırsa, mitingin yapılacağı vaktin öncesinden ve sonrasına kadar mitinge giden yolların araç trafiğine kapanması demek, şehrin trafiğinin felç olması, araçların alternatif yollara yönlendirilmesi demektir. Bu da o şehirde yaşayanlara ve o gün miting bölgesinde işi olanlar için bir ezadır, işlerin aksamasıdır.

Gürültü ve görüntü kirliliğidir. 

Mitingin yapıldığı ilin güvenlik kuvvetlerinin teyakkuza geçmesi, polislerin izninin kaldırılması, o ilin polisi yeterli değilse, çevre illerden polis ve bariyer takviyesi demektir. Bu da devlete maddi bir yüktür.

Mitinge daha fazla katılımın olması için o ilin ilçe ve köylerinden katılımın dışında yakın çevre illerden il başkanlıklarının organizesiyle otobüslerin kaldırılması da milli servetin heba olmasıdır.

Hiç mi miting yapılmasın? Bence hiç yapılmasın. Yapılacaksa da gövde gösterisi anlamında sembolik birkaç ilde yapılabilir ya da anketlerde oy düşüklüğü görülen illerdeki seçmeni etkilemek amacıyla bazı illerde olabilir. Ötesi gereksizdir. Beyhude çabadır. Genel başkanların kendisini yormasıdır. Unutulmasın ki hiçbir seçmen mitinge göre oy tercihini değiştirmez.

Efsane Olmanın Yolu

Ali Bardakoğlu, bir dönem Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yaptı. Bir dönem daha uzatalım teklifine "Yapılması gerekenleri dönemimde yaptım. Bir dönem daha bu görevimi yaparsam, kendimi tekrar olur" diyerek uzatma teklifini kabul etmedi.

Mehmet Görmez, Ali Bardakoğlu’nun ardından DİB’e başkan oldu. Başarılı bir dönemin ardından ikinci uzatması bitmeden emekliliğini isteyerek başkanlığı bıraktı.

Ferruh Bozbeyli, genç yaşta vekil olmuş, TBMM başkanı olmuş, başkanlığı bırakarak bir grup arkadaşıyla birlikte kurdukları yeni partiye katılmış, istememesine rağmen partisi onu parti genel başkanlığına getirmiş. Partisi girdiği ilk seçimde başarılı olamayınca genel başkanlığından istifa ederek genç yaşta aktif siyaseti bırakmıştır. 

Erdal İnönü, vekil ve ana muhalefetin genel başkanı iken genel başkanlık yarışını kaybettiği için aktif siyaseti bırakmıştır. 

Halit b. Velit, İslam'ın ünlü ve önemli komutanlarından. 100 kadar savaşın komutanlığını yapmış. Girdiği hiçbir savaşı kaybetmemiş. Herkeste başta Halit'in olduğu savaş kaybedilmez, yokluğunda savaş kaybedilir anlayışı hakim olmuş. Savaşlarda orantısız güç kullanmasıyla da tanınan, ünlü, önemli ve vazgeçilmez komutanı, Hz Ömer inisiyatif alarak savaş esnasında komutanlıktan almış, yerine daha genç birini komutan atamıştır. Bu savaş Halit’siz kazanılmıştır. Bu inisiyatifle birlikte Halit’in alternatifsizliğine son verilmiş, Halit’siz de savaşın kazanılabileceği halka  gösterilmiştir.

Dört tane örnek verdim. Daha başka örnekler de verilebilir. Yalnız bu konuda vereceğimiz örnek sayısı fazla değil.

İkinci uzatmayı kabul etmeyip eski görevine dönen Ali Bardakoğlu, duruşu, kişiliği ve yaptıklarıyla adından hala söz ettiriyor. Yani yok olup gitmedi. Kubbede hoş bir seda bıraktı.

Mehmet Görmez, emekliliğinin ardından köşesine çekilmedi. Yaptığı görüşme, konuşma ve icraatlarıyla adından hala söz ettiriyor.

Siyasete atılıp da birkaç dönem vekillikten veya genel başkanlıktan sonra köşesine çekilen fazla siyasi hatırlamıyorum. Başarılı olsa da olmasa da vekil olmaya çalışan, yürümekte zorlanmasına rağmen genel başkanlığı bırakmayan nice siyasileri biliriz. Ferruh Bozbeyli ve Erdal İnönü bu konuda iki istisnadır. Bu ikilinin diğer siyasilerden bir farkı daha var. O da siyaseten başarılı olamayınca veya genel başkanlığı kaybedince başarısız oldum diye siyaseti bırakmalarıdır. Bir dönem siyasette iz bırakan bu ikili hakkında kimsenin olumsuz bir şey söylediğini hatırlamıyorum.

Halit, görevden el çektirilmeyip savaşlarda ordu komutanı olarak göreve devam etseydi, belki bir gün komutanı olduğu savaşı kaybedecek ve halk nezdindeki efsanesi de yok olacaktı. Ki Halit b. Velit komutanlıktan alındıktan sonra da nefer olarak savaşlara katılmış, komutanlıktan alınmasına rağmen halk nezdinde efsanesi devam etmiştir.

Örneklerle vermek istediğim mesaj, kimse bulunduğu yerde ilanihaye durmamalı. Koltuğa ve makama yapışıp kalmamalı. Kendisini alternatifsiz ve bulunmaz Hint kumaşı gibi görmemeli veya böyle göstermemeli. Yapacaklarını yapıp ettikten sonra yenilgi yüzü görmeden ve daha fazla yıpranmadan, güçlü ve kudretliyken deruhte ettiği görevi bir başkasına bırakarak işi tadında ve kıvamında bırakmalı. Zira çoğu zarar azı karar olmalı. Böyle olursa, kişiler yaptıklarıyla efsane olurlar, unutulmazlar listesinde yerlerini alırlar.

29 Nisan 2023 Cumartesi

Din İstismarcılığı

Bir ülkenin içeride ve dışarıda yönetilmesidir siyaset. Birilerinin eliyle yapılması lazım. Seçimler de bunun için yapılıyor. Kim daha fazla oy alırsa ülkeyi bir beş yıl yönetme hakkına sahip oluyorlar.

Bir seçime giderken seçmenin oyunu almak ve onları ikna edebilmek için partilerin kendilerini ifade etmesi, yapacaklarını anlatması demokrasinin gereğidir. 

İyi olanın kazanması istenen bu yarışın eşit şartlarda olması, rakiplerinin birbirini kötüleme yerine kendilerini ifade etmeleri, birbirlerine karşı centilmen olmaları, ağızlarını bozmamaları siyasilerden beklenen davranışlardır.

Siyasilerin uzak durması gereken alanlardan bir tanesi de din ve dince kutsal sayılan değerlerdir. Bu değerleri siyasete malzeme yapmamaları gerekir. Din ticareti, din siyaseti, din silahı ve din istismarı diyebileceğimiz bu durum eşit şartlarda olması gereken siyasetin önündeki en büyük engeldir. Bu değerleri üç beş oy uğruna emellerimize alet etmek ve meze yapmak bu dine ve dinî değerlere yapılabilecek en büyük kötülüktür. Hiç kimsenin bu değerleri malzeme hakkı yoktur.

Din ve dini değerleri işimize, aşımıza, siyaset ve ticaretimize alet etmeden yapmamız gereken siyaset maalesef bu konuda iyi bir sınav vermemektedir. Bazı siyasiler geçmişten günümüze yanlarına din silahını alarak siyaset yapmışlardır:

Miting meydanlarında Kur'an hediye edilip öpülmesi,

Miting meydanında seccade hediye edilmesi ve bu seccade ile şükür namazı kılacaklarının ifade edilmesi,

Kendilerine oy vermeyenlerin patates dininden olduklarının söylenmesi,

Bu seçim sonucunu şampanya patlatarak açanların ile şükür namazı kılacaklarının seçiminin olacağının ifade edilmesi,

Siyasi figürlerin din bilgisinin ve inancının sorgulanması, Fatiha’yı bilmez denmesi,

Cami havlularında konuşma yapılması,

Dini tekeline alıp başkasına layık görmemesi,

Bize oy vereceklerini cennete gidecek denmesi,

Siyasi liderlerini peygamberle eşdeğer gören açıklamalar yapılması,

Bunlar gelirse imam gariplere yeniden kat sayı getirir denmesi,

Başörtülüleri devlet kademesine girdirmezler denmesi vs.

Bu ve benzeri açıklamaları bazen partileri trolleri bazen yetkili kişiler söyleyebiliyor.

Bunlar hoş şeyler değil. Siyasette olmaması gerekir. Siyasiler yaptıkları, konuşmaları ve vaatleriyle değerlendirilmesi lazım. Kimse inancından dolayı ne yargılanır ne tan edilir. Türkiye din üzerinden yapılan ucuz siyaseti bir tarafa bırakıp ülkenin çözüm bekleyen sorunlarına eğilmeli artık. Unutmayalım ki herkesin inancı kendisinedir. 

Oy Vermede Seçmen Ne Kadar Özgür?

Dindar, mütedeyyin, İslamcı, mukaddesatçı, muhafazakar ve sağcı vb. biri misin?

Bir cemaat ve tarikata bağlı mısın?

Başörtülü müsün?

İmam Hatip mezunu musun?

İlahiyat fakültesini mi bitirdin?

Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni misin?

Kaçar yanın yok. Mutlaka oyunu bize vereceksin.

Bize vermeyip de içkici, ayyaş ve de din düşmanlarına mı vereceksin? Eğer böyle bir niyetin varsa, bunun vebali var. Allah öbür dünyada sorar. Nankörlüğün gereğini yok.

Onları kazandırırsan, onlar zaferlerini şampanya ile kutlarlar. Biz ise şükür namazı ile kutlayacağız.

Onlar gelirse, imam hatiplere kat sayı engeli getirirler, başörtülüleri okullara almazlar, devlet dairesinde başörtülü çalışanı barındırmazlar.

*

Laik, seküler, Atatürkçü, çağdaş, modern, Kemalist biri misin?

Dine saygılı veya mesafeli misin?

Alevi misin?

Gidecek yerin mi var sanki? Oyunu bize atacaksın. Mecbursun buna.

Biz çağdaş Türkiye'yi temsil ediyoruz, sanata önem veriyoruz.

Laikliğin bekçisiyiz. Onlar gelirse, kızlara zorla başörtüsü taktırırlar.

*

Türk milliyetçisi misin? Oyunu bize vermeyip de kime vereceksin?

Bu ülkenin bölünmesinin önündeki en büyük engel biziz.

Teröre karşıyız.

Ülkenin beka sorunu varken maceraya gerek yok. Tüm milliyetçilerin oyu bizim.

*

Kürt müsün? Bu işin lamı cimi yok. Oyunu mutlaka Kürt partisine vereceksin.

Sizin verilmeyen haklarını biz savunuyoruz. Haklarınızı mücadele ederek elde edeceğiz.

Ana dilde eğitim hakkını savunuyoruz. Dilimize kimse "bilinmeyen dil" diyemez.

Terörle bağımız kesiyoruz. Öcalan'a sayın demeye devam ediyoruz. 

*

Komünist misin? Oyun komünist partiye.

*

Sosyalist misin? Oyun işçi partiye...

28 Nisan 2023 Cuma

Camiler ve Sergi

Hiçbir hafta geçmiyor ki cuma namazı sonrasında bir sergi açılmasın. Kah cami inşaatı kah kurs inşaatı kah cami giderleri kah kurs giderleri kah depremzedeler kah merkezi ezan sisteminin yenilenmesi kah muhtelif yerler vs. Açılan yardım sergisi ihtiyaç veya değil, zorunluluk veya değil, üzerinde durmayacağım.

Nedense her ihtiyaçta pamuk eller cebe denip halka avuç açılıyor. Bu avuç açmada nedense hep cami ve cuma akla geliyor. Sanırım yetkililer acizlikten ya da hafta boş geçmesin diye her cuma sonrası yardım toplamayı ve sergi açmayı rutine bindirdiler. Tüm camilerden bir haftada ne kadar yardım toplanıyor bilmiyoruz. Bilinen bir gerçek var ki her hafta bu sergiler açıldığına göre haftalık toplanan yardımlar safra şifa olmuyor. Yağmasa da damlasın düşüncesi güdülse gerek.

Çarşı, pazarda bu işi meslek haline getiren dilencileri anlıyorum. Bu işten ekmek yiyorlar. Günlük ne kadar hasılat toplarsak, kısa günün karı deniyor. Öyle zannediyorum, müftülükler ve Diyanet de Allah'ın evini, namazgahı giderleri karşılamak için gelir kapısı görüyor. Bu yönüyle meslek icabı dilenenlerle Diyanet'in yaptığı arasında hiçbir fark yok. Her ikisinin yaptığı da dilenciliktir. Tek farkı, dilencilerin yaptığı kayıt dışı ekonomi ve kendi ceplerine çalışmak, Diyanet'in yaptığı ise resmi dilenciliktir. Dilenci ne verilirse, cebine atar, camide toplananlar ise tutanakla kayıt altına alınır ve kurumlarına tutanakla teslim edilir.

Camilerin namaz sonrası resmi dilencilik merkezi haline getirilmesinden, caminin müdavimlerinin kahir ekseriyeti ve cami görevlilerinin çoğu da hoşnut değil. Hangi tür ihtiyaç olursa olsun, bu ihtiyaçları gidermenin başka yolu yok mu deniyor?

Burada başka çare yok denebilir. Bence başka yolları vardır bunun. Yeter ki dervişin fikri ne ise zikri de odur mantalitesinden vazgeçilsin ve alternatif yollar aransın. Mesela;

Yardım toplanacak yerle ilgi İban numaraları başta camiler olmak üzere tüm resmi kurum ve kuruluşların görünür yerlerine yapıştırılabilir. Dijital ortamda reklam şeklinde yansıtılabilir. İlgili yardım ve İban, görevli tarafından her cuma hutbesinin ardından hatırlatılabilir. Radyo ve televizyonlarda duyurusu yapılabilir. Yardım yapacak kişi, verilen Ibana havale veya EFT yapabilir.

Bu önerime bu iş İban ile olmaz. Kimse göndermiyor denebilir.

Yardım yerlerinde kullanılmak üzere gönüllüler arasından bir üyelik grubu/sitesi kurulabilir.

Yardım yeri için insanlara mesaj gönderilebilir.

Müslümanlara yardım/bağış vergisi adı altında vergi konabilir. Toplanan para devlet eliyle ilgili yardım kuruluşlarına iletilebilir.

Camilerde sergi açmak suretiyle giderlerini karşılayan kurs, cami vb. yerlerin giderlerini sergi açmadan karşılamak için vakıf geçmişimizden yararlanılabilir. Bunun için vakıflar kurulabilir. Kurulan bu vakıflara gelir getiren gayrimenkul bağışı yapılabilir. Hazine arazileri bu vakıflara tahsis edilebilir. Bu gayrimenkullerden elde edilen gelir ilgili kurum ve kuruluşların giderlerinde kullanılır.

Anlatmak istediğim, her ihtiyaç hissedilen kurum, kuruluş, kurs, cami, okul vb. yerlerin, sergi açılmadan kendi yağıyla kavrulmasını sağlamaktır.

Camilerde, doğal afet gibi umulmadık durumlar için çok zaruri durumlarda sergi açma yoluna gidilmelidir. Bu da senede bir veya birkaç olabilir ki böyle seyrek yardım toplamalarda yapılan yardım miktarının çok fazla olacağını düşünüyorum.

Fiyat Değişkenliği ve Bardağın Dolu Tarafı

Kimi görsen, kiminle konuşsan, alışveriş ödemelerinde sıra bekleyenleri görsen, hepsinde bir tedirginlik hepsinde bir serzeniş söz konusu. Hepsinin ortak derdi, ne olacak bu fiyatların hali, böyle böyle nereye kadar gidecek... 

Hak vermekle beraber bu tür serzenişlere katılmıyorum. Tüm bu dertlenmeler bardağın boş tarafından bakmaktır. Herkes bardağın dolu tarafından bakıverse, orta yerde ne sorun kalacak ne de dert. 

Bu insanlar dünyanın sabit kalmayıp sürekli döndüğünü kabul ederler. Nedense fiyatların değişmesine tahammül edemiyorlar. Madem ki dünya dönüyor, her şey hareket halinde. Fiyatlar da bunlara paralel değişecek. 

Fiyatlar değişecek ki insanlar, kendi aralarında ortak nokta bulabilsinler. İki yabancı kırk yıllık arkadaş gibi konuşuyorlar. Bir düşünün, fiyatlar sabit kalsa, iki yabancı birbirine somurtup duracak. 

Fiyatlar değişecek ki insanımız her alışverişe gözü kapalı gitmeyecek, hesap kitap yapacak.

Her değişen etiketi görünce sadece gözü değil, başta beyni olmak üzere tüm vücut harekete geçecek. Kah homurdanacak kah kızacak kah bundan iyisi can sağlığı kah Avrupa'ya göre yine iyiyiz kah evet pahalı ama şu şu artı yönümüz var kah eskiden bunları paramızla bulamıyorduk, başkası gelince daha mı iyi yapacak, inadına istikrar, inadına değişim diyecek. Böylece tüm vücut harekete geçecek. Sabit vücudu harekete geçirerek vücudunun sadakasını vermiş olacak. 

Şaka yapmıyorum, ironi asla. Bunun adı bedenin atıl kalan yönlerini harekete geçirmektir. Düşünmektir, zihni zorlamaktır, zihni açmaktır, dertlenmektir, dert ve sıkıntılara karşı bilenmektir, her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışmaktır. Daha önceki bolluk ve refah adına bugünlere katlanmaktır, ardından iyi günlerin geleceğini umut etmektir, hayattan beklentiyi azaltmaktır. 

Aslında tüm sıkıntıların kaynağı hayattan ve gelecekten çok şey beklemektir. Beklentiyi azalttıkça hatta yok ettikçe, olanla yetindikçe hayat daha bir güzel olacaktır. Deneyelim bu dediklerimi. Geri kalan ömrümüz daha huzurlu geçecektir. 

Devam edelim. Anne karnında dokuz ay on gün kalmayı unutup değişen fiyatlara tahammül edemiyor musun? Bu durumda yapacağın şey, alışverişte fiyat sormayacaksın, terekten alacağını alıp etiketlere bakmayacaksın, alavereni gözün kapalı yapacaksın, kasaya yanaşıp kasiyere ödeme yaparken kartı uzatıp çekmesini söyleyeceksin. Kaç para tuttuğuna bakmayacaksın. Yapacağın tek şey kart şifreni girmek olacak. Bu kadarına da katlan artık. Hatta kartında temassız özelliği varsa, kartı post makinesine dokundurup çekeceksin. Karşılığında alışveriş fişini ve slip almayıp kartı hemen cebine koyacaksın. Arkana bakmadan evin yolunu tutacaksın.

Yine tüm bu olup biten de sorumlu aramayacaksın. Tüm dünyada böyle, başa gelen çekilir hem biz daha iyi durumdayız diyeceksin.

Kaldı mı sorun? Bence sorun yok. Hayata biraz da bardağın böyle dolu tarafından bakalım. Ayrıca meseleleri sorun etmemek de meseleleri yok ettiğini unutmayalım ve geri kalan ömrümüzü huzurla geçirelim. Dünya gailesi ve dünya meşgalesi için üç günlük huzur bozmaya değmez.

Düşünün sene, hayat hep tozpembe olacak, hep gül olacak, dikeni olmayacak. Hep iyi ve güzel şeyler... Çekilir mi bu hayat. Hem her şey güzel olacak da biz yazı konusu olarak ne bulacağız değil mi?

Abdülhamit Kıyası

Her seçim öncesi Abdülhamit kıyası yapılır. Günümüz siyasi iktidarı Abdülhamit ile kıyaslanır. Kıyas yapılırken Elmalı, Sait Nursi, Mehmet Akif gibi İslamcıların Abdülhamit’e karşı çıktıklarını, onu kıyasıya eleştirdiklerini, hal edildikten sonra pişmanlık duyduklarını, yönetim İttihat ve Terakki'ye geçtikten sonra Osmanlı'nın yıkıldığını, aklımızı başımıza almaz isek aynı akıbetin bizi beklediğini anlatıp dururlar.

Kıyasta her iki liderle ilgili ortak noktalar var:

Her ikisi de İslamcıdır. İslamcılığı ağızlarından düşürmezler. Din, iman siyaseti yapmışlardır. Her ikisi de İslam Birliği adına adım atmaktan kaçınmamış fakat başarılı olamamışlardır. İslamcılık ise ülke sınırları içerisinde yürürlükte olan bir geçer akçe olmuştur. 

Her ikisi de güvenlikçi politika izlemektedir.

Şu yönleriyle de benzerlikler var:

Her ikisi de iktidara ilk geldiklerinde demokrasi ve özgürlük vadetmiş, açılım yapmışlardır. Meşrutiyet ilan edilmiş-AB ilkeleri çerçevesinde kanun yapımına hız verilmiştir. Ne var ki bu açılım bazı endişe ve korku endişesiyle yerini güvenlikçi politikaya bırakmıştır. İzlenen bu güvenlikçi politikayla biri otuz üç yıl iktidarda kalmış, diğeri ise 21 yıldır iktidarda.

Her ikisi de dönemlerinde efsane olmuş iki liderdir. Bugünkü siyasi lider Abdülhamit benzetilmektedir. Birinciye sahip çıkamadık, buna da sahip çıkmazsak aynı akıbet bizi bekliyor denmek isteniyor.

Benzerlikler olsa da bu kıyas tam gerçeği yansıtmamaktadır. Bir defa yönetim şekli aynı değildir. Osmanlı’da son yıllarında nispi değişiklik olsa da mutlakiyet yönetimi varken Türkiye’de cumhuriyet yönetimi var. Osmanlı’da meşrutiyetle birlikte Meclisi Mebusan seçimleri yapılırken padişah için herhangi bir seçim söz konusu değildir. Yani vekil seçimlerinde meclis çoğunluğu ne olursa olsun, padişah değişmez. Günümüzde ise hem Cumhurbaşkanlığı hem de Meclis seçimleri beş yılda bir yenilenmektedir. Abdülhamit 33 yıl ülkeyi seçimsiz kesintisiz yönetirken günümüz iktidarı 4-5 yılda bir seçim yapılmasına rağmen her bir seçimi kazanarak 21 yıldır kesintisiz devam ediyor. Abdülhamit alınan fetva ile padişahlıktan hal edilmiştir. Padişahlıktan el çektirilmesi kılıfına uydurulmuş bir darbedir. Yerine yine hanedandan bir başkası getirilmiştir. Yani bir rejim ve sistem değişikliği söz konusu değildir. Sadece padişah değiştirilmiştir. Günümüzde ise Cumhurbaşkanı’nın değişmesi ve değiştirilmesi ancak seçimden seçime olmaktadır. Seçimde yüzde 51’i aldığı takdirde aynı Cumhurbaşkanı ülkeyi yönetmeye devam edecektir. Yeterli çoğunluğu alamadığı takdirde partisi yine Mecliste olacak, ülkeyi bir başka Cumhurbaşkanı yönetecektir. Kısaca yönetimdeki kişi değişmekle beraber ülkede bir rejim ve sistem değişikliği söz konusu değildir. Bir darbe söz konusu değildir. Seçilen kişi padişahlık sisteminde olduğu gibi ölünceye kadar yönetimde kalmayacak. Bir beş yıl sonrasında tekrar sandığa gidecektir. Üstelik günümüz Cumhurbaşkanı’nın yönetmesi iki dönemle yani on yıl ile sınırlıdır.

Cumhurbaşkanı değişikliği ile ülke savaşa girmeyecek, yok olmayacak, ülkemize kem gözle bakanlara ve silah doğrultanlara buyurun bakın ve yok edin denmeyecek, güvenlik ihmal edilmeyecek. Çünkü devlet olmanın gereği budur.

Kısaca bu ülke Cumhuriyet ilan edildikten sonra değişik Cumhurbaşkanları ve başbakanlar tarafından yöneltilmiş, Meclis 27 defa yenilenmiş, şimdi de yeni Cumhurbaşkanı ve Meclisi seçmek için yeniden sandığa gidilecek. Her biri kendi çapında bu ülkeyi yönetmiştir. Hiçbiri ülkeyi bir başkasına peşkeş çekmemiştir.

Kıyas yapalım yapmasına. Benzerliklere vurgu yapalım ama sapla samanı da karıştırmayalım. Demokrasiyi özümseyelim, etrafa korku dağları salmayalım.

26 Nisan 2023 Çarşamba

Yeter ki Baltan Olsun!

Baba, bu da ne?

Kör müsün balta. 

Gördüm de şey... 

Beğenemedin mi?

Beğendim. Güzel görünüyor. 

O zaman mesele ne?

Buna ne gerek vardı şimdi?

Kendi icadım. 

Yüzde yüz mü?

Yüzde yüz sayılır. Sapını ağaçtan kestim. Demirini ise satıcıdan aldım. 

O zaman yüzde elli. 

Bakma sen yüzde elli olduğuna. Bu, yüzde yüz demektir. Bir kedere sap olmak gibi bir şey bu.

Neyse ne?

Baltaya ihtiyaç mı vardı ki aldın o kadar ihtiyaç varken?

İleride doğal gaz kesilirse, ormandan odun kesmek için ya da oduncudan aldığımız odunları bölmek için. Ayrıca eve girmeye kalkan hırsıza karşı bir silah görevi görecek. Yine kurban kesince kemikleri parçalamada ihtiyaç olacak. Ayrıca evin uygun bir yerine koyar, gelip gidene gösteririz. Hatta arabanın arkasına koyarız. Gelip geçen görür. Kısaca bir gün lazım olur. 

İyi de baba. Doğal gazın kesildiği yok. Oduncudan odun almayalı yıllar oldu. Zaten aldığımız zaman da kırılmış aldık. Ormanda kesilecek ağaç mı kaldı. Olan yakılıyor zaten. Haydi kesmeye gittik. Ormancı ne yapar bize. Hırsız biz evde iken girmiyor. Girse de götüreceği bir şey yok. Biz evde iken girdi diyelim, baltayı silah olarak kullanırsak, yargı hırsızı adam yerine koyar, bize bir sürü ceza verir. Adli kontrol şartıyla çıkma imkanımız da olmaz. Bu sene kurban kesebilecek miyiz, dur bakalım. Çünkü et fiyatları yüzünden kaç aydır evimize bir kilo et gitmiyor. Bir kilo alamayan biz nasıl kurban keseceğiz ki kemikleri kırmak için balta alıyoruz? Bir gün lazım olurmuş... Ölme eşeğim ölme. Baltanın neresini teşhir edeceğiz sonra. Balta baltadır.

Baltaya sevineceğini, mutluluktan uçacağını, hatta dedem bile bir balta edinememişti. Aile ilk defa bir balta gördü sayende diyeceğini sanmıştım. Vah yazık...

Malın zararı olmaz. Bir gün kullanırız elbet. Yalnız baltaya varıncaya kadar almamız gereken çok şey var. 

Mesela?

Mesela, yemek pişirecek mutfağa bir şeyler alabilirdin. Çünkü baltadan önce yaşamak için karnımızı doyurmamız lazım. Sonra karın doymadan bu baltayı nasıl kullanacağız? Hasılı balta karın doyurmaz. Sen en iyisi mi bu baltayı satışa koy. Yerine sebze, meyve al.

Nankör seni. Seni farklı sanırdım. Sen de aynı çıktın. Seni karnını doyuracak diye prensiplerimden vazgeçemem.

Şimdi de nankör oldum öyle mi?

Ya ne deseydim? Şu var ki benim gibi büyük düşünemiyorsun. Sen de başkası gibi mide derdindesin. Yani küçük işler peşindesin. Acımdan ölürüm, bu baltadan vazgeçemem. Bu da son sözüm. 

Seçimlerin Görünen Yüzü

Demokrasiye, milletin son sözü söylemesine sözümüz yok. 

Her seçim öncesi vaat ve müjdeler de hoşumuza gidiyor. 

Piyasaya bir canlılık geliyor. Halkın tek ve değişmez bir gündemi oluyor. 

Aylar öncesinden konuşup duruyoruz.

Televizyonlar gündem sıkıntısı çekmiyor. Her akşam ekranların eski yüzleri ve demirbaşlarıyla gündem değerlendiriliyor. 

Kim kazanır heyecanıyla anket şirketlerine daha fazla iş düşüyor. Her biri bazen birden fazlası ekranlarda ulaştığı sonuçları analiz ediyor.

Sokak röportajları hız kesmeden devam ediyor. Vatandaşa mikrofon uzatılıyor. Görüşü soruluyor. Adam yerine konuyor. Kendisine mikrofon uzatılan talihli kendini ekranlarda görüp seyrediyor. Ben neymişim diyor.

Siyasilerimiz onca iş güç arasında zaman ayırıp ayağımıza kadar geliyor. Destek verirsek coşuyor. Tepki gösterirsek, sabır abidesi kesiliyor ve fesuphanallah çekiyor içinden.

Ekran bulan siyasi canlı yayına koşuyor. Kendini anlatıp duruyor. Çoğunlukla da rakiplerini eleştiriyor, tu kaka yapıyor. Aman ha deyip korkutuyor.

Her biri bir dürüstlük abidesi kesiliyor. Dinleyince bir bunlar var doğru. O zaman bu kadar sorun ve kötülük ne diyorum. Belli ki tüm sorun halkta.

Koşuşturmaktan hastalanıyorlar, sesleri kısılıyor.

Kendileri için bir şey isteseler, amaçları ceplerini doldurmak diyeceğim. Gördüğüm kadarıyla tüm çabaları bizim için. Ama görmüyoruz nedense.

Oyumuzu kendilerine yani belirledikleri listeye veriversek, reçete hazır. Ülke olarak düze çıkıp uçacağız.

Tüm bunları görünce moralim yerine geliyor, hastalığım falan kalmıyor. Kendimi hiç olmadığı kadar değerli hissediyorum. Ben neymişim diyorum.

Bu seçim atmosferinde tek moral bozan, partilerin trolleri. Göğsümüzü kabarta kabartma şuna vereceğiz diyemiyoruz. Açık edene ne diyorlar ne diyorlar.

Demokrasi böyle bir şey demek ki. Fanatiklerin yolundan gitsek, onlar neyi savunuyorsa, eyvallah desek, demokrasimizdeki dikenler de bir bir temizlenecek ve huzura kavuşacağız. Çünkü fanatik olduklarına göre var bir bildikleri.

Bu ateşli savunmalarına karşın hala peşlerinden gidilmediğine göre belli ki bir eksiklikleri var. Belki sakalları eksik ya da bir şeyh olsalar, bir bildikleri var denir, peşlerinden gidilir. Bence demokrasiyi hazmeden, başarı ve başarısızlığa tahammül eden bu demokrasi sevenler önerilerimizi dikkate alırlarsa, bu kadar efor sarf etmelerine gerek yok. Yazık, onlar adına üzülüyorum. Yırtınıyorlar. Yine seçim çalışmalarına verdikleri eforu deruhte ettikleri asli görevlerine verseler, ülkenin birçok sorunu kendiliğinden yok olur.

Burada siyasilerimizde de bir eksiklik var belli ki. Tam görevlerini yapsalar, troller işlerini bırakıp siyasi propaganda yapmayacaklar ve işlerine yoğunlaşacaklar.

Siyasilerimiz eksikliğimiz ne ola ki derlerse, lütfen fanatiklerine sorsunlar. Zira onlar her bir şeyi bilirler.

Müjdeler Değişti

Eskiden doğumlar genellikle mahalli ebeler eliyle evlerde olurdu. Haliyle çocuğun cinsiyeti de daha önceden bilinmezdi. Çocuk doğar doğmaz, annenin yanında olan kadınlardan biri veya bir çocuk koşarak babaya "Bir kızın/oğlun oldu" müjdesini verir. Karşılığında da ödülünü alırdı. Şimdilerde böyle bir müjdeye gerek kalmadı. Anne adayı aylık doktor kontrolüne gidiyor. Çocuk doğmadan cinsiyetini aylar öncesinden tüm aile biliyor. 

Oğlu askerden mektup göndermişse "Oğlundan mektup var" haberi verilirdi. Şimdi mektup kalktı. Müjdeye de gerek kalmadı.

Askerden gelirken yine koşarak biri aileye "Oğlun geliyor" müjdesini verirdi. Şimdi telefonlar sayesinde askerin ne zaman geleceği ve terhis olacağı bilindiği için bunda da müjde kalktı.

Eskiden dört gözle karne beklenir, çocuk okuldan gelinceye kadar aile merak ederdi. Sadece aile değil, öğrenci de merak ederdi. E okul çıktı merak da bitti heyecan da stres de.

Eskiden üniversite sınavına girilirken yerleştirme tercihleri de verilirdi. Kimse ne yapacağını bilmeden gözü kapalı tercih yapardı. Sonuç da dört gözle beklenirdi. Hangi bölüm kaç puanla alır, kimse bilmezdi. Şimdi sınavlar yapılıyor. Sonuçlar, başarı sırası ve puan biliniyor. Hangi bölümü kazanacağını tercih yaparken biliyor anne baba ve adaylar.

Hasılı geldiğimiz nokta itibariyle ne sürprize ne meraka ne heyecana ihtiyaç kaldı. Teknolojinin geldiği nokta itibariyle her şey daha önceden veya anında biliniyor. Eskisi gibi müjdeli bir durum da kalmadı.

Şimdi müjde olarak siyasi partilerin seçim zamanı verdikleri müjdeler kaldı. İktidar müjdeyi açıklar açıklamaz uygulamaya koyuyor, iktidar olmak isteyenler de iktidar olursak şunları bunları yapacağız sözü ve vaadi veriyorlar.

Bu müjde ve vaatlere seçmene seçim rüşveti veriyorlar diye kızıyordum. Sonra düşündüm ki geçmiş müjdeler de kalmayınca müjdesiz ne yapacaktık. İyi ki seçimler var da müjde üstüne müjde, vaat üzerine vaat alıyoruz da seviniyoruz. Yağıyor mübarek.

Müjdeler de olmayınca tekdüze bir hayat yaşayıp gidecektik. Böyle de hayat çekilir mi?

Hasılı iyi ki seçimler var da bu müjdeleri alıyoruz. O yüzden seçimlerin ve siyasilerimizin kıymetini bilelim. Değilse yüzümüze bakan olmazdı.

25 Nisan 2023 Salı

Tarikatın Böylesi

"Kenya'da tarikat lideri Paul Makenzie Nthenge, müritlerine açlıktan ölmeleri halinde cennete gidecekleri, İsa ile tanışacakları vaadinde bulunur. Yapılan soruşturma sonucunda sahil kasabası Malindi yakınlarında tarikat üyesi 73 kişinin cesedine ulaşıldığı bildirildi. Ölü sayısının artmasından endişe ediliyor. Cesetlerin içinde çok sayıda çocuk cesedi olduğu da söyleniyor. Adı geçen tarikat liderinin iddiaları kabul etmediği belirtiliyor."

Gazetelere düşen haber böyle. Müritler aç ölürlerse bunun karşılığında hem cenneti kazanacaklar hem de İsa ile tanışmış olacaklar. Bir taşla iki kuş vurmak diye buna derim ben.

Kenya'da geçen bu katliam tarikatlarla ilgili ne ilk öyle zannediyorum, ne de son olacak. ABD'de de siyanür içmek suretiyle canlarına kıyan 900'ün üzerinde bir toplu intihar olmuştu. Bu intiharda da hareketin lideri başrolü oynamıştı. 

Bu ölümleri ve tarikat liderlerinin emirlerini makul görmek mümkün değil. Zira bunu ne akıl ne din kabul eder ama zaman zaman böyle absürt ölümler olabiliyor.

İster İslam ister Hristiyanlık ister Yahudilik ister Budizm hangi din olursa olsun, hiçbir dinin kitabında ölün, aç kalın, acınızdan ölün yazmaz. Peygamberleri veya kurucuları ölün demez, bir ödül için canınıza kıyın demez. Çünkü dinler öldürmeyi değil, yaşatmayı hedefler. Dinlerde olmayan bu ölümü bir tarikatın lideri veya şeyhi müritlerine nasıl önerebilir? Haydi önerdi diyelim, müritler böyle şey mi olur, çatlar mısın diyerek niye itiraz etmezler de söyleneni harfiyen yerine getirmeye kalkarlar. Bu yaptıklarına akılsızlık desen, akılsız olduklarını hiç kabul etmezler. Kabul etmeseler de böylelerine akılsız demede hiçbir sakınca yok. Akıl varsa da kullanıp sorgulamadıkları için nazarımda akılsızdırlar.

Diyelim ki bu hareketler sapık tarikatlar. Normal tarikatlar çok mu tekin. Müritlerini öldürmüyor da ölmekten ve öldürmekten beter yapıyorlar. Burada iyi tarikatlar da var denebilir. Müntesiplerine göre vardır ve kendi tarikatları mükemmeldir. Bugün en masum görülen tarikatların şeyhi şu gerekçeyle ölün dese, kendisini öldürecek mürit çıkar mı çıkar.

Hangi dine alt olursa olsun, tarikatlara bir bakarsak,

Hemen hemen hepsinde aklı kullanma yoktur. Aklı teslim etme vardır.

Sürü psikolojisi ile hareket etme vardır.

Emir ve talimatla yaşarlar.

Sorgu ve sorgulama yoktur.

İtiraz yoktur. Şeksiz şüphesiz itaat ve bağlılık vardır.

Şeyhin her dediği dinlerine aykırı bile olsa müritlerine göre vardır bir hikmeti.

Şeyhe göre mürit gassal önündeki meyyit gibidir...

En iyisi inanın dininize. Kitabınızdaki yazanları yerine getirmeye çalışın. Bir tarikata girmeyin. Girecekseniz de söylenen her şeyi sorgulayın. Sorgularsanız zaten sizi kapı dışarı ederler. Böylece kendinize gelmiş olursunuz.

Bir Kilo Çay Fiyatına Beş Çay

Bugün üç arkadaş rastgele coffee yazan bir kafeye girdik. Kafe de bir iş merkezinin içinde. Sağa sola baksan, dükkanları görüyorsun. Yani manzaralı bir yer değil. Esnaf çay ocaklarının manzarası daha güzel.

Üç kişi toplam beş bardak çay içtik. İçtiğimiz çay da bulaşık suyuna benzer bir çay. Ne demi vardı ne de lezzeti. Belki de sabahtan demlenen çayı öğleden sonra taze taze biz içtik. Tabir yerinde ise bu tür çaylara toplumda “imamın abdest suyu” gibi derler.

Boğazımızı ıslatma ve ağzımızın tadını bozmanın dışında bir işlevi olmayan çayın olumlu yanı, koyu bir sohbet olmasıydı. Muhabbetin dibine vurduk.

Ödemeye yaklaşırken bizim hesap ne kadar demeden kasiyer kızımız borcunuz 75 lira dedi. Sağa sola baktık. Bizden başka kimse yoktu. Belli ki günün belki de ilk müşterisiydik.

Eş dost muhabbetinde ödenen çay parasının lafı olmaz ama bir çayın bedelinin 15 lira olması garip değil mi? Bunca para coffee yazması mıydı acaba? Çayın dışında başka bir şey yenip içilse, piyasa belli. Haliyle pahalı olacak dersin. İçtiğimiz fakirin milli içeceği çay.

Fiyatı ne kadar yükselirse yükselsin, çayın kilosu 70-80 lira arasında. Beş bardağına ödediğimiz para ise tamı tamına bir kilo çay parası. Bir kilo çaydan evde kaç çaydanlık çay demlenir. Burnundan gelinceye kadar içersin hem de taze taze. Coffeenin bardağı mı farklı? Değil. Evimizdeki ve diğer çay ocaklarındaki bardakların ta kendisi. Çayı mı güzeldi? Yukarıda dediğim gibi tadı ve lezzeti olmayan, görüntüsü beni içme diyen bir çay idi. Manzara zaten yoktu. Müşterisi bol cazibeli bir yer olsa ya da zengin bir muhit veya turistik bir yer olsa, eh dersin, buralarda bundan iyisi can sağlığı dersin.

İyi de içtiğimiz Allah’ın çayı, fakiri milli içeceği. Çay dediğimiz rengi ve belediye suyundan ibaret. Maliyet olsa ne olacak. Anlaşılan dükkan kirasını ödemeye yardımcı olduk.

Tamam anladık, fiyatlar astronomik. Girdi maliyetleri yüksek. Artık bu fiyatlar niye böyle demez olduk. 

İthal ürünleri anladık. Ülkeye dövizle giriyor.

Yüzde yüz yerli olan ürünlerdeki anormal yükselişi anlamak zor. Mesela çay yüzde yüz yerli bir ürün.

Bir bardağı 15 lira olan, çaydan başka her şeye benzeyen bu çay esnaf çay ocaklarında 3,5-4 lira, bilemedin beş lira civarı. Üstelik sürekli sirkülasyon olduğu için taze taze içersin. Bu çay ocakları herhalde babasının hayrına vermiyor çayı. Bunlar da kazanıyor, kafeler de. Gördüğünüz gibi kafeler fahişin fahişine satıyor çayı.

Serbest piyasa, isteyen istediğine satar diye çayın bardağında bu kadar büyük fark olmaz. Tek kelimeyle insaf diyeceğim ama ticaretin hele bizim insanımızın insafı yok. Böyle puslu havalarda maliyeti belli ürünlerde alt ve üst limitin belirlenmesinde fayda var. Meslek odaları ortalama bir fiyat da belirlemeyecekse, piyasa esnafın insafına bırakılacaksa, merak ediyorum niçin varlar?

Siz siz olun, çayınızı, kahvenizi kafelerin dışındaki uygun yerlerde için. Hem doyasıya hem taze taze hem de tavşan kanı için. Ne midenize dokunur ne de bütçenize. Bırakın böyle kafeler sinek avlasın. 

24 Nisan 2023 Pazartesi

Kurbanlıklar Cep Yakacak

Ramazanı, bayramını uğurladık. Ufukta 2 ay sonra gelecek kurban bayramı var.

Et fiyatlarının halen 350 lira olduğu göz önünde bulundurulursa, kurbana kadar bu fiyatların 400 liraya yükselmesi kuvvetle muhtemel.

Bu demektir ki kaç yıldır cep yakan kurbanlık fiyatları bu sene bütçeyi epey zorlayacak. Çünkü en küçüğünden büyükbaşa kurban ortağı olan birisi, 10 bin lirayı gözden çıkarması gerekecek. Haydi kesti diyelim, orta ve dar gelirli bir ay boyunca ne yiyip ne içecek?

Orta ve dar gelirlinin kurbanla işi ne? Onlar zaten zengin değil, onlara kurban düşmez diyebilirsiniz. El hak doğru. Bu kesimlere kurban düşmez. Yalnız yıllardır dinen zengin olmamasına rağmen bu ülkenin fakirleri de dişinden, tırnağından artırarak borç harç kurban keserdi. Hem dini vecibe mi yerine getireyim hem de çoluk çocuk başkasının eline bakmasın, et* yüzü görsün derdi. Ama bu bayram zaten hiper enflasyonla birlikte ay sonunu borçla getiren fakir insan kurban kesemez ve kesmemeli de.

Bu demektir ki bu kurban bayramında gerçek zenginler kurban kesecek. Her şeye rağmen kesmeye kalkan da kredi kartına taksit imkanı olan kesim yerlerini tercih edecek.

Görünen o ki yıl boyu kasaba gidip et alamayan ve iştahını kurbana saklayan insanımızın büyük bir çoğunluğu bu bayram kurban kesemeyecek. Bu durumda ne yapılabilir?

Dinen kurban kesmekle yükümlü zenginlerimiz kestikleri kurbanlık tan daha fazla pay ayırarak yakınlarından başlamak suretiyle ihtiyaç sahiplerine dağıtmalıdır.

Birden fazla kurban kesmekle yükümlü zenginlerimizin büyük çoğunluğu bir tanesini kendi kesip bir tanesini de yurt dışına bağışlıyordu. Zenginlerimizin bu seneye mahsus tüm kurbanlarını yurt içinde kesmesinde fayda var. Yani yurt dışına göndermemeli. Öncelikli olarak kendi yakınlarından kurban kesmeyen varsa bir kurbanlığını onlara verip kendi adına kesmesini sağlayabilir ya da kendisi kesip yakınlarına pay edebilir.

Kurban fiyatlarında devlet sübvanse yapabilir. Kurban kesecek orta ve dar gelirli işçi ve memura belirli bir miktar kurban yardımı yapabilir.

Peşin fiyatına taksitli kurbanlık satışları zorunlu kılınabilir.

Yeterli miktarda kurbanlık olup olmadığı hesabını devlet yapmalı. Kurbanlık sayısı yeterli değilse, arz talebe göre tedbir almalı. Hayvancılık yapan esnafı mağdur etmeyecek şekilde gerekirse, kurbanlık ithaline izin vermeli.

Kurbanlık piyasasını suni olarak yükseltmeye çalışanlara karşı devlet yetkili birimlerine denetim yaptırmalı.

Kurbanlık fiyatlarının suni yükselişinin önüne geçmek veya dar ve orta gelirliye destek olmak amacıyla Et ve Süt Kurumu maliyetine taksitli satış yapabilir.

Nasıl bir çözüm yolu bulunur bilmiyorum. Aklıma gelen çözüm önerilerini sundum.

*Mesele sadece kurbanda kurbanlık kesmekten ibaret değil. Dar ve orta gelirli, kestiği kurban etinin büyük çoğunluğunu dolaba koyarak yıl boyu kullanacağı et ihtiyacını yemeklerin içine atarak gideriyordu. Beslenme ve yemeklere lezzet gelmesi için de mutlaka ete ihtiyaç var.

Kokuşmuşluğu Önlemenin Yolu

Herkes evinin önünü süpürürse, sokaklar tertemiz olur deriz. Bu sözü genellikle salt temizlik yönüyle ele alırız. Aslında bu sözü her anlamda kullanabiliriz. Mesela, 

Herkes çocuğuna sahip çıksa, onları güzel şekilde yetiştirse, onları takip etse sağlıklı bir toplum olur.

Çocuğumuz karşı komşunun çocuğuyla kavga etse, onları aralamak için yanlarına vardığımızda, bir ona bir kendi çocuğumuza tokat atacağımızda ilk tokadı kendi çocuğumuza atsak, daha adilane olmaz mı? Haydi tokada karşıyız. Şiddet şiddetle çözülmez. Eyvallah. O zaman ikisine de kızalım ama ilk kızmayı kendi çocuğumuza yapalım. Çünkü herkes kendi evinden sorumlu olursa, sorun büyümeden çözülür.

Çocuğumuz istediğimiz gibi değilse ona önce nasihat ederiz, sonra uyarırız. Olmadı mı eleştirir, kızarız. Çocuğumuza kızmamız, onu sevmediğimiz ve gözden çıkardığımız anlamına gelmez. Daha iyi olması içindir tüm çabamız. 

Çocuğumuz her ne yaparsa, göz yumar, görmezden gelir, her hatasını savunursak, bunun adı çocuğumuzu sevmek değil, aksine ona kötülük yapmaktır.

Kendi çocuğumuz ya da zihniyet yönünden savunduğumuz, sevip saydığımız mahallemizden biri bir suç işlediğinde, onu hiç arkamıza almadan adalete kendi ellerimizle teslim etmek, mahalleyi temizlemek demektir. Suçuna rağmen onu koruyup kollamak ise mahalleyi kirletmek demektir. Yargılandıktan sonra suçsuzluğu ortaya çıkmış ise yanımıza daha güçlü gelir, bizim de yüz akımız olur. Yargıya vermez isek ilanihaye o suç mahallelinin üzerinde kalır.

Aynı zihniyet kafasına sahip olduğumuz biri hakkında infiale sebep olan bir iddia ve şayia ortaya çıkmış ise bu iddianın ne olduğunu bilmeden o kimseyi koruyup kollamak, temize çıkarmaya çalışmaktan ziyade olayı soğukkanlı bir şekilde değerlendirip iddiaları araştırmak, iddialar ciddi ise gereğini yapmak zihniyeti temizler. 

Oy verdiğimiz partinin genel başkanı veya parti yetkililerinden biri bir hata işlemişse, bu hataya sahip çıkmamak ve bu hatayı eleştirmek, partiyi gözden çıkarmak değil, partiyi temize çıkarmaktır. Yine insanlar hatasına rağmen partisini desteklemeye devam edebilir. Çünkü hiçbir insan bir hatası yüzünden çizilip atılmaz. Partimin bu hatasını savunmuyorum demek kişinin partisine düşmanlık yapması değildir. Savunduğu parti hata üzerine hata yapar, pot üzerine pot kırar, günahı sevaplarını geçer, uyarılara rağmen kendine çekidüzen vermez ise bu durumda şeksiz şüphesiz destek o partiye iyilik değil, kötülüktür. Tepki gösterilecek ki parti ve parti adına söz söyleyenler kendilerine çekidüzen versin. 

Hasılı sokakların temizliği için herkes evinin önünü temizlese, herkes kendi çocuğunu yetiştirip sahip çıksa, herkes kavga ve anlaşmazlıklarda ilk tokadı kendi çocuğuna atsa, ilk uyarıyı kendi çocuğuna yapsa, çocuğunun her hatasında ilk uyarı ve eleştiriyi çocuğuna doğrultsa, herkes mahallesinden suç işleyen birini yargıya teslim etse, herkes kendi mahallesinden çıkan şayiayı araştırsa, zihniyetine uygun oy verdiği partisinin hatalarını eleştirse, hatayı ölümüne savunmasa tüm mahalleler temizlediği gibi insanlar da temizlenir, Siyasi partiler de kendilerine çekidüzen verir. Değilse kokuşmuşluk alır başını gider ve bağışıklık yapar, kokuşmuşluktan bile haberimiz olmaz. 

İnsanı Tanıma Kriterleri

İnsanları tanımanın yolları Hz Ömer'e göre komşuluk yapmak, alışveriş yapmak ve yolculuk yapmaktır. Bir nevi gündelik ilişki ve iletişim halinde olmak diyebiliriz buna.

İnsan bir müddet kendini gizlemek için olduğundan farklı görünmek isteyebilir ama komşu uzun süre kendini gizleyemez. Çünkü akşam sabah karşı karşıya veya yan yanasınız. Beraber oturur kalkarsınız. Komşunun yaptığından haberdar olursunuz. Sokakta, mahallede yüz yüze gelirsiniz. Hal ve hareketlerini, mahalleliyle ilişkisini, geçim ehli ve uyumlu olup olmadığını gözlemleyebilirsiniz. Hırlı mı hırsız mı güvenilir biri mi bilirsiniz.

Aynı şekilde tek alışveriş ölçü olmasa da bir kişinin nasıl biri olduğunu birkaç alışverişte test etme imkanına kavuşuruz. 

Bir diğer kriter yolculuktur. Yolculuk esnasında kişi kendisini daha net gösterir. Çünkü gün boyu berabersiniz. Birlikte bir yolculuğa çıkmışsınız. Huyunu, suyunu bir güzel görürsünüz.

Her üç kriterde insan iyi ve güzel şeylerde değil de zor durumda kalındığı durumlarda daha net ortaya çıkar. 

Fark ettiyseniz, bu üç kriterde kişinin düşüncesi, inancı, fikri ve zikri yok. Hz Ömer namaz kılıyor mu, dinden ve imandan bahsediyor mu dememiş, başı örtülü mü, sakallı mı bakmamış. Zor durumda yanında mıdır, taşın altına elini koyuyor mu, seni bir başına bırakıyor mu, iyi gün dostu mudur, ticarette seni kazıklıyor mu, kötü malı iyi diye sana pazarlıyor mu, evini ve eşyanı gözün kapalı teslim ettiğinde gelince yerli yerinde görebiliyor musun? Esas önemli olan bunlar.

Elbette komşuluk, ticaret ve yolculuk esnasında uyumlu, kafadar ve kafa yapına uygun olması belki tercih sebebi olabilir ama temel kriter değil. Çünkü kişinin giyim kuşamı, şekli şemaili, kılık kıyafeti, inancı kendisine aittir. Kişilerin bize insanlığı lazım.

Bizler her ne kadar düşünce yapımıza uygun insanlarla komşuluk, ticaret ve yolculuk yapmayı tercihen de öte bir kriter olarak belirliyorsak da aslında farklı zihniyette insanların birbirlerine karşı kafalarında ki önyargılı yıkabilmesi için komşuluk, ticaret ve yolculuk yapmasında fayda var. Çünkü bu vesileyle insanlar birbirini tanımış, daha önceki peşin hükmün geçersiz olduğunu anlamış olur. Bu vesileyle birbirlerini iyi tanıdıktan sonra birbirlerine karşı “Sen farklısın, bulunduğun camia gibi değilsin” şeklinde itirafta bile bulunurlar. Demek ki bu kesimin içinde böyleleri de varmış dedirtir insana. Bu birliktelik sonrasında sağlam dostluklar kurulmasına sebebiyet verilebilir. Bu vesileyle karşıt kesimler birbirine daha empati ile bakabilir ve aradaki duvarlar kaldırılabilir.

Böyle değil de herkes düşüncesine göre mahalleler oluşturur, gözünü ve gönlünü başka mahalleye kapatırsa, herkes kendi gibi düşüneni iktidarda görmek ister, bir başkası gelirse, ülke ve din, ülke ve laiklik elden gider derse aynı ülke içerisinde bir birimizin yüzüne duvar örmüş oluruz, birbirimizi düşman gibi görürüz. Bugünkü yaşadığımız fiili durum da budur.

En iyisi farklı mahallelere açılmak, onları anlamak onları dinlemek gerekir. Beraberinde asgari müştereklerde buluşmak gelir. Bu da seviyeli birliktelik demektir. Şu da bir gerçek ki aynı zihniyette ki insanların bulunduğu yerde seviyeli birliktelik olmaz, laubalilik gibi şeyler artar. Nasılsa bizden denir, yapılan olumsuz şeylere göz umulur. Bu da ihanet ve kokuşmuşluğu beraberinde getirir.

Kolektif Başarı Neden Olmasın?

Yerli doğal gazı bulmamız ve çıkarmaya başlamamız, ilk yerli arabayı yapıp piyasaya sürmemiz, İHA ve SİHA başta olmak üzere savunma sanayii alanında yerli üretim yapmamız, fazlasını başka ülkelere ihraç eder duruma gelmemiz sevindirici bir durum. Bu alanlardaki gelişmeler göğsümüzü kabartıyor. Yıllardır bunları yapamayan bu ülke bunları yapar duruma gelmişse, bu ülke istese her şeyi yapar. 

Tüm mesele, bunları yapabilecek iradeyi güçlü bir şekilde ortaya koyabilmekti. Bize lazım olan bu irade gösterildi ki bunlar yapılabildi.

Merak ettiğim, aynı irade niçin diğer alanlarda gösterilmiyor? Mesela ekonomide niçin başarısız? Enflasyonla mücadele edecek, hayat pahalılığını durduracak, maliyetleri düşürecek iradeyi niçin gösteremedik de başarısız olduğumuz bu alan yıllar yılı gündemin başında yer alıyor? Niçin bu ülke depremin merkez üssü gibi ekonomik yönden çok etkilendi? İstenseydi, diğer ülkelerin etkilendiği kadar etkilenebilirdik. Bildiğim kadarıyla enflasyon ile mücadele edilmediği gibi bunun için bir irade de ortaya konmadı. 

Niçin bazı gelişmeler göğsümüzü kabartırken ekonomide sınıfta kaldık? Niçin insanımızı geçim girdabına duçar ettik? 

Sanırım ekonomideki bu fiili durum bir tercih meselesi. Siyasi irade, ihracatı artırmak düşüncesiyle paramızın döviz karşısında erimesini özellikle istedi. 

Tamam ihracat artsın. Bu, memnuniyet verici olur. Ama bir şeyi yapacağız derken diğer alanları ihmal etmemek gerekir diye düşünüyorum. Teşbihte hata olmasın, bizim doğal gaz, TOGG ve savunma sanayiindeki başarımız, bazı ortaokul ve liselerin LGS veya YKS’de Türkiye derecesi çıkarmasına benzer. Derece yapmış bir öğrenci okulunun ismini duyurur. Okul reklam üstüne reklam yapar. Biz Türkiye derecesi çıkardık der ve sevinçlerine diyecek olmaz. Anne babanın, çocuğun, okulunun, o ilin bu dereceye sevinmek haklarıdır. Yalnız gösterilen bu başarı bireysel başarıdır. Bize ve okullara düşen kolektif başarıdır. Eğer bir okulda sınava giren öğrencilerin puanları ne kadar yüksek olursa, o okul kolektif başarıyı göstermiş demektir. İstenen başarı türü de budur.

Yerli gaz, yerli araç ve savunma sanayiindeki gelişmeler de bu ülkenin bireysel başarılarıdır. Bunlara da sevinmek hakkımız. Yalnız bu ülkenin tüm ihtiyacı bu başarıdan ibaret değil ki. Bu ülkenin sadece belirli alanlarda değil, hemen hemen her alanda başarı göstermesi en büyük temennimizdir. İsterim ki bireysel başarılarımız kolektif başarılarla taçlansın. Her alanda kendi kendine yeten, ihtiyaç fazlasını satan ülke olalım.

Burada enerjide dışa bağımlıyız, bunu nasıl halledeceğiz, ekonomiyi bu hale getiren enerji diyebiliriz. Doğrudur, enerji bu ülkenin belini büküyor. Yalnız bu ülke enerji açığını pekala başka şeyler üretip ihracat ederek kapatabilir. Bu ülkenin yeraltı ve yer üstü kaynaklarından telafi edebiliriz bunu. Yeter ki istensin. Azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz.

Bireysel başarıdan ziyade kolektif başarıya önem vermek, her alanda başarı göstermek, zayıf yönlerimizi, güçlü yönlerimizle kapatmak, gelir-gider dengesini kurmak, sonrasında cari fazla verir duruma gelmek bu ülkenin gelişmişliğinin ve kalkınmışlığının bir göstergesi olur.