31 Ocak 2024 Çarşamba

Yunmuş Yıkanmış Bir Fani

Konuştuğu zaman mangalda kül bırakmıyor. Ağzından bal damlıyor mübareğin. 

Öyle konuşuyor ki yaptıklarını bilmez isen dürüstlük abidesi der, 100 puanı yapıştırırsın.

Dünyalık işi yok, derviş gibi yaşıyor dersin. Çünkü iyilik onda, doğruluk onda, bütün iyi olanları toplamış üstünde.

Sanırsın ki dünyada bir iyi o var. Ondan başka iyi yok. 

Çalmayan, çırpmayan biri aynı zamanda.

Her dalda oynamasına, her naneyi yemesine, her dediği kendisinde olmasına rağmen kendinden olmayıp karşı cephede yer alan rakiplerine öyle şeyler söylüyor ki dinlerken küçük ve büyük dilinizi yutarsınız. Bunları ben mi yapıyorum yoksa sen mi neûzü billah dersin.

Kendisi yunmuş yıkanmış olunca haliyle mübarek ağzından başka türlü söz sadır olamaz zaten. 

Dil kalbin aynasıdır dedikleri, 

Ele verir telkini, kendi yutar salkımı dedikleri, 

Şecaat arz ederken merdikıpti sirkatin söyler dedikleri, 

Üzümü çifter çifter yerken muhatabına çifter yiyor dedikleri, 

Söz ve eylem çelişkisi dedikleri, 

"Niye yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz", bu ne yaman çelişki dedikleri, 

Üstüme iyilik sağlık, bir yaşına daha girdim dedikleri, 

Lâ ilâhe illallâh, Muhammed'ün rasûlullâh, ben Allah'tan korkarım dedikleri vs. böyle bir şey olsa gerek. 

Ama niye böyle konuşmasın?

Nasılsa meydan boş.

Kral çıplak diyen yok.

Bu söylediklerinin faili, bilfiil uygulayıcısı sensin diyen yok.

Aynaya bak diyen yok.

Dinlediğini sorgulayan yok.

Dediklerinin karşılığı var ise niye böyle konuşmasın, değil mi? 

Ben olsam ben de aynını yaparım. Ama böyle bir becerim yok.

Kıskançlığım da bundan olsa gerek. 

30 Ocak 2024 Salı

Yeni Bir Yaşa Daha Girmek İstemiyorsanız...

Ortaokulda dersime giren ve bana doğru bilgi öğrettiklerini sandığım sosyal bilgiler öğretmenlerim, beni hayal kırıklığına uğrattılar.

Yazık aldıkları maaşlara... 

Beynimi zehirlemişler maalesef.

O zehirli ve yanlış bilgilerle bu yaşa geldim.

Geldiğim yaş itibariyle yeni bir yaşıma daha girdim.

Şimdi o zehirli bilgilerini nereye koyayım?

Güya Anayasa Mahkemesi;

En son mercii,

En büyük mahkeme,

Verdiği kararlara aykırı hareket edilemez. Karar içimize sinse de sinmese de eleştirilir ama uygulanamamazlık edilemez,

Kararı uygulamamak anayasal suç...

Türünden, bir alay terane anlatıp durmuşlardı.

Koskoca öğretmenler yalan söyleyecek değildi ya. Ben de aval aval dinlemiştim onları ve doğru budur demiştim.

İşin garibi, aynı yanlış anlayış sosyal bilgiler ders kitaplarına da girmişti.

Yeni yaşım itibariyle tıpkı Berlin'de hakimler olduğu gibi yanı başım Ankara'da da hakimlerin olduğunu öğrenmiş bulunmaktayım.

Eski yanlış ezberlerimden hemen kurtulmam mümkün değil ise de artık uygulamada doğru bilginin şu olduğu su götürmez bir gerçektir:

Anayasa Mahkemesi nihai karar veren bir mahkeme olsa da en büyük mahkeme değildir. Büyük mahkemelerden biridir. Anayasa Mahkemesi de bir mahkemedir, Yargıtay da.

Diğer büyük mahkeme olan Yargıtay, Anayasa Mahkemesi'nin kararını ister uygular ister uygulamaz.

Yargıtay, Anayasa Mahkemesi'nin bozma kararına muhalefet edip direnebilir.

Tüm bu olup biten tartışmalar, yıllar önce bir okul müdürünün, okul müdürü mü büyük, okul-aile birliği başkanı mı sorusunu aklıma getirdi. O okul müdürü bu soruyu epey bir sorun etti. Sorunu nasıl çözdü, hala çözüm bekleyen bir sorun olarak mı görüyor, inanın bilmiyorum. Bildiğim, soruyu herkese sorduğuydu. Soruya önce gülüp ardından okul müdürü dedim ise de ona göre okul aile birliği başkanı daha büyüktü. Neyse bu da ayrı bir sorun ama şimdi sırası değil.

Biz gelelim esas sadede. Siz siz olun, her öğretmenin verdiği bilgileri doğru kabul etmeyin. Yoksa benim gibi bir zaman sonra biyolojik yaşınızın yanında yeni bir yaşa daha girmiş olursunuz da bu da sizi daha erken ihtiyarlatmaktan başka bir işe yaramaz. 

29 Ocak 2024 Pazartesi

Tek Seçim Niçin Düşünülmez? *

Beş yılda genel seçimler ve mahalli idareler olmak üzere seçmenin önüne iki sandık konurdu. 

Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmeye başlanmasıyla birlikte sandık sayısı üçe çıkmıştı.

Sistem değişikliğiyle birlikte Cumhurbaşkanı ve TBMM'nin yenilenmesi bir sandıkta yapılmasıyla birlikte üç olan sandık sayısı yeniden ikiye indi.

Biri Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimi diğeri de mahalli idareler olmak üzere halihazırda beş yılda iki defa sandığa gidiyoruz. Sandığı ikiye indirmiş olsak da bu sistemde Cumhurbaşkanı seçimi için sandıktan yüzde elli artı bir çıkmazsa Mayıs 2023 Cumhurbaşkanı seçiminde olduğu gibi bir on beş gün sonra yeniden sandık konuyor seçmenin önüne. Böylece sandık sayısı yeniden üçe çıkmış oldu.

Mayıs 2023 Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçiminin ardından 10 ay sonra Mart 2024 mahalli seçim sandığı konacak önümüze.

Bir on ay sonrası yeniden seçime gitmek hem siyasiye hem seçmene hem ülkeye yazık. Çünkü seçim demek, hükümet olanın çözüm bekleyen meseleleri seçim sonrasına ötelemesi demektir, maliyet demektir, zaman israfı demektir. 

Sandık demokrasinin gereği denebilir. Buna eyvallah ama ne kadar az seçim ne kadar az sandık ülkenin ve insanımızın menfaatine.

Bizde mahalli seçimlerin de genel seçimler havası içerisinde geçtiği göz önünde bulundurulursa hepsini birlikte yapmakta yarar vardır.

Mayıs 2023’te iki defa yaptığımız Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu yana seçmen seçmenin fikir değiştirdiğini sanmıyorum. Belki birkaç şehrin belediye başkanı yer değiştirir, hepsi bu kadar. Bunun için koca bir seçime gitmenin, seçimle yatıp seçimle kalkmanın ne gereği var.

Burada siyasette bir gün bile uzundur sözünü yabana atmıyorum. Değil ki on ay sonrası siyaset birçok şeye gebe olmasın. Böyle de olsa ülke ekonomisi bu kadar seçimi kaldırmaz.

Bu yüzden 2024 mahalli seçimlerini ardından Türkiye ne yapıp ne edip tüm seçimleri tek sandıkta halletmenin yolunu bulması lazım. Bunun yolu da bir Anayasa değişikliğine bağlı. Cumhurbaşkanı, TBMM’nin yenilenmesi ve mahalli idareler seçimleri tek seçimde yeterince sandıkla beş yılda bir, aynı günde yapılır denmelidir.

Böylece Türkiye beş yılda bir defa sandığa gider. Vekilini, belediye başkanını, encümen üyelerini, muhtarlarını, milletvekillerini ve Cumhurbaşkanı’nı beş yıllığına seçer. Bir beş yıl erken seçim hariç seçim düşünmez.

Böyle yapıldığı takdirde ülke kazançlı çıkar. Zaman kaybı olmaz, seçmenler arasında gerilim ve kutuplaşma olmaz. Seçim masrafları asgariye iner. Hükümet olan çözüm bekleyen sorunlara radikal tedbirlerle eğilir, sorunlar ötelenmemiş olur. Ülke seçim ekonomisi uygulamaz.

*02/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

28 Ocak 2024 Pazar

Çalışma Yaşı *

İnsanlar niye emekli olur ki? Bir de çıkarmışlar çalışma yaşı 65 diye. Gerçi 65'i bulmadan emekli olan sayısı çok bu ülkede. 

Tabiatta hangi canlı bir yaşa kadar çalışıp ondan sonra benden bu kadar deyip çalışmayı bırakanı var mı?

Sadece insan neslinde var emeklilik. Diğerleri ölünceye kadar yaşam mücadelesi veriyor. Yani tabiatın doğasında emeklilik yok. 

Sanırım devlette çalışan kamu görevlileri için 65 yaş sınırı var. Devlet bende 65'e kadar çalışabilirsin diyor. Diğer sektörler için böyle bir durum yok. Özel sektör ise patronu ölünceye kadar işin başında iken çalışanını 65 yaşına kadar bekletmiyor. Gerekirse tazminatını vererek işine son veriyor. 

Kimlerde yaş sınırı ve şartı yok? 

Siyasette böyle bir sınır yok. Mezara kadar siyaset yapıyor siyasetçilerin çoğu. İster başarılı olsun ister ağzına yüzüne bulaştırsın.

Başka? 

Serbest çalışanlar. (Eczacı, avukat, işyeri sahipleri vs.) 

65 yaşından sonra niye çalıştırmıyorlar? 

Yaş ilerledikçe efor düşüklüğü ortaya çıkıyor. Efor yoksa yerine daha gençleri varsa yaşlıyı niye çalıştırsın değil mi? 

İşyeri sahiplerini anlarım. Ne de olsa kendi işleri. Özel sektör de daha dinç olanlarla yoluna devam etmek ve daha fazla verim almak istedikleri için daha yaşlı olanlarla çalışmak istememelerini anlarım. Devlet memuru, bürokrat, öğretmen vs. gibi sektörlerde bedenen çalışma ve yorulma söz konusu değil. Nice 65'ini dolduran olmasına rağmen çoğu gençlere taş çıkartanlar var. Verimli olduğu ve kişi istediği müddetçe çalışmasının önünde bir engel olmaması lazım. 

Buna rağmen devlet memurluğunda yaş sınırı var ama siyaset yapmada sınır yok. Siyaset yapmak daha mı kolay? 

Siyaset yapmak kolay değil. Her siyaset için yola çıkan ülke yönetimine talip. Düşünsene, 65 yaşına geldi diye öğretmenden sınıfı, bürokrattan koltuğu, devlet memurundan masayı ve bilgisayarı esirgiyorsun. Ama koca bir ülkeyi 65 yaş sonrası insanlar yönetiyor veya ülke yönetimine talipler. Olacak şey değil. Bu ülke yürümekte zorlanan, merdiven basamaklarını çıkamayan, hastaneden beri gelmeyen siyasiler gördü ama hiçbirine çekil köşene otur denmedi. Çoğu nefesini siyaset yaparken verdi.

Kurallar alt sınıflar için var o zaman.

Yukarı kesim için neredeyse kural yok. Mesela bir devlet memuru siyasete soyunsa, başkan ya da vekilliğe adaylık için müracaat yapsa mevcut görevinden istifa etmesi gerekir. Aday yapılacağı bile belli olmadan kaç ay maaş alamaz. Belediye başkanı, vekil ise istifasına gerek yok. Üzerinde bir görev varsa aynen devam eder, maaşını alır. Aday olduğu yeri kaybetse bile mevcut görevi devam eder.

*31/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

26 Ocak 2024 Cuma

Can ve Ten

Başarı sermayen nedir?

Tek sermayem yoktur. Bende sermaye çoktur. 

Mesela?

Dindir. Yola çıkarken hiç yanımdan ayırmam. Rakiplerimden kim ona dokunursa yanar. Onlar bu yangınla uğraşırken ben kıs kıs güler. Epey yol alırım.

Bitmiyor mu bu sermaye?

Din sermayesi biter mi? Doğal zenginliktir bu. Arabistan kuyularındaki petrol gibidir. Yeter ki çıkarıp satmasını bil.

Başka?

Canım ve tenim. 

Anlamadım. Ayrıca herkeste var bu can ve ten. 

Herkeste vardır ama kullanmıyorlar o can ve teni. Kullanacaklarsa benim gibi kullanacaklar. 

Siz nasıl kullanıyorsunuz? 

Herhangi bir konuda bu can bu tende durduğu müddetçe dedim mi bu iş tamam. Yine ben kazandım demektir. Çünkü rakiplerim ondan sonra beni ikna için etrafımda pervane gibi dönüyor. 

Ama her defasında da o can o ten durduğu halde siz yapmam, yapmayacağım dediğinizi yapıyorsunuz. Bu ne yaman çelişki ve U dönüşü böyle. 

Bakarım burada saklı. O kadar çelişki ve U dönüşüne rağmen kazanıyor muyum. Sen ona bak. Kazan kazan politikası bu.

Doğru, kazanıyorsun. 

Her konuda nasıl ikna edici oluyorsun?

Dişi deve meselesi. Erkek deveyi dişi deve diye pazarlayabiliyorum. Ötesini sen düşün.

Başka sermayen? 

Dedim ya bende sermaye bitmez. Mesela rakiplerim. Allah onlardan razı olsun. Onları bana cennette komşu eylesin. Çünkü onlardan çok memnunum. Sayelerinde hep başardım. Allah'ın sevgili kuluymuşum ki bana hep böylelerini nasip etti. Onlar kendilerine değil hep bana çalıştılar adeta. Yoruldukları da yanlarına kâr kaldı.

Başka?

Elimde hiçbir şey kalmasa terörü devreye sokar. Onları hedef gösteririm. Bunlar teröristlerle işbirliği yapıyor derim.

Başka?

Kah dindar kah milliyetçi kah demokrat olurum. Bazen aslan gibi kükrerim bazen tevauu sahibi olurum. Hepsinin karşılığı var.

Başka?

Çok sıkıştığım zamanlarda gündem saptırırım.

Emekliler biraz zorlayacak gibi.

O iş bende. Bir parmak bal yeter de artar bile.

Terörün dağ kadrosu?

Onlarla benim işim olmaz ama seçimden önce teröre başvurarak benim ekmeğime yağ sürüyorlar. Siyasette tek anlamadığım onlar. Neye, kime hizmet ediyorlar bilmiyorum. Ama belli ki bana çalışıyorlar.

Türkiye'nin Sorunları

Türkiye'nin en büyük sorunu;

Etrafında sorunlu ülkelerle komşu olması mı?

Yıllardır terörle boğuşması mı? 

Göçmen ve sığınmacı meselesi mi? 

Enflasyon ve hayat pahalılığı, işsizlik, ithalat ve ihracat dengesini kuramaması, cari açığı mı?

Enerjide dışa bağımlı olması mı?

Yeraltı ve yerüstü yönünden fakir olması mı?

Nüfusunun fazla olması mı? 

Kendi kendimize yetmeyişimiz mi? 

Nedir sorunumuz? 

Bu sorduğum sorular bir sorun olarak görülebilir. Sorunsuz bir dünya olmayacağına göre sorunsuz ülke de olamaz. Sorun olacak, devletler de bu sorunları çözecek. 

Belirttiğim sorunlar gözle görülür ve bilinen sorunlardır. Esas sorunlar daha derindir. Maalesef bu sorunlar pek konuşulmuyor.

Türkiye'nin;

 Yönetim sorunu var. 

Alternatif sorunu var. 

Planlama ve uzun soluklu düşünememe sorunu var. Her şey seçim ve seçim endekslidir. 

Sandığın her şey kabul edildiği sorunu var. 

Güçler birliği sorunu var. 

Ülkenin geleceği ile şahsi ikballer çatıştığı zaman şahşi ikballerin tercih edilme sorunu var. 

Hesap sorma, hesap verme, şeffaflık sorunu var. Telafisi imkansız zararların bedelini ödememe ve ödetmeme sorunu var. 

Kutuplaşma sorunu var. 

Hiçbir şeyi sağlıklı konuşamama ve tartışamama sorunu var. 

Olgularla ziyade algılar üzerine siyaset yapma sorunu var. 

Seçim ekonomisi uygulanma sorunu var. 

Takım tutar gibi siyaset tutma ve yapma sorunu var.

Lider sultası sorunu var.

Liderlerin mezara kadar siyasete devam sorunu var.

Her şeyin pansuman tedbirlerle çözüm sorunu var.

Sorunların ve problemlerin halı altına süpürülmesi sorunu var.

Çözüm bekleyen sorunun çözümüne yaklaşımda siyasilerin fayda ve zarar hesabı yapma sorunu var.

Siyasilere çelişki ve U dönüşü sorunu var. Bu sorun da meslek haline gelmiştir.

Ekonomik sorunlara dahil en iyi çözümümüz yalancı bahardan ibarettir. Sonrası enflasyon, hayat pahalılığı ve fakirliktir. 

25 Ocak 2024 Perşembe

Emekliler Ordusu

Onca çözülememiş ve kronikleşmiş sorunları arasında Türkiye'yi bekleyen en büyük tehlike, emeklilerdir. 

Bu tehlike şimdiden kendini göstermeye başladı zaten.

Birkaç yıla kadar bu sorun iyice su yüzüne çıkacak.

Bu sorun da diğer sorunlar gibi çözülemeyecek ve pansuman tedbirlerle hep ötelenecek. Bu da hem devletin hem de emeklinin belini bükecek.

Ne demek istediğimi rakamlar üzerinden giderek izah etmeye çalışayım. Halihazırda 16 milyona yakın emeklimiz var. 2024 yıl sonu itibariyle bu emekli sayısına bir 2 milyon emeklinin daha katılması bekleniyor. Böylece 2025 yılına 18 milyon emekliyle gireceğiz.

Bu sayı çoğu ülkenin nüfusundan fazla olduğunu gözümüzün önüne getirirsek meselenin çok büyük olduğu anlaşılır. 

Şimdiden çözüm bulamayıp enflasyonun altında ezilmeye terk ettiğimiz bu emekli ordusuna yeni katılacaklarla beraber çözüm üretmek mümkün görünmüyor. Buna ne bütçe yeter ne de yeni kaynak bulunabilir.

Bugün kucağımızda bulduğumuz bu sorunun oluşmasının müsebbibi devlete yön veren siyaset kurumudur.

Aşağı yukarı her biri, sosyal güvenlik kurumuyla oynayarak ülkenin geleceğini yok etmiştir.

Seçime giderken ülkenin geleceği mi seçim kazanmak mı soruları her daim seçim kazanmak üzerine tercih yapılınca ülkenin geleceği yok edilmiş ve emeklilik yaşı düşürülmüştür.

Kısaca bu sorun geçmişten günümüze kartopu gibi yuvarlanarak geldi. Artık içinden çıkılmaz bir hal aldı. 

Bugünden sonra ülkeyi devralan her hükümet bu sorunu kucağında bulacak ve hiçbiri altından kalkamayacak.

Siyasilerin doğurup ürettiği, çoğaltıp büyüttüğü bu sorunun ceremesini kim çekiyor? Siyasiler mi? Siyasiler asla bedel ödemez. Onlar sadece bedel ödetirler.

Ceremesini emekliler çekiyor ve çekmeye devam edecek. Zira dünyanın en güçlü ekonomisine sahip ülkelerin sosyal güvenliği bile bu kadar emeklinin altından kalkamaz. Değil ki bizim ülke kalkabilsin.

Nitekim 2023 yılı BAĞ-KUR ve SSK emeklileri için açlığa mahkum edildiği bir yıl oldu. 2024’e girdikleri zaman verilen zam ve telaffuz edilen rakam 2023’ü telafi etmediği gibi 2024 de onlar için zor geçecek.

Ne diyelim, siyasilerimiz ülkeyi sevmeye devam etsinler. Acaba Allah rızası için bu ülkeyi sevmeyin dense nasıl olur...

Bulaşık Makinesi Kolaylıkmış!

Çok dertliyim çok. 

Hayırdır? 

Yemek yapmak neyse de ömrüm bulaşık yıkamakla geçti. Yıkarken belim ağrıyor, ayaklarıma kara sular iniyor. Bıkıp usandım. Üstelik yıkarken dünyanın suyu gidiyor. Su da eskisi gibi sudan ucuz değil. Cep yakıyor. 

Ne düşünüyorsun? 

Herkes bulaşık makinesi aldı. Ben de alayım, teknolojiden yararlanayım. Makine yıkarken ben de başka işle uğraşayım diyorum. Üstelik elde yıkamadan daha az su ile tertemiz yıkıyormuş. Böylece sudan da tasarruf etmeyi düşünüyorum. Ayrıca benim için çok büyük kolaylık olacak. Alanlar öve öve bitiremiyor faydasını. Düğmeye basıp o kendi kendine yıkayacak, ben ise keyif çatacağım. 

Alma diyeceğim ama belli ki kafaya koymuşsun. 

Niye ki?

Az su harcıyormuş, kolaylıkmış, temiz yıkıyormuş dediklerine bakma. 

Ya ne? 

Makineyi alacaksın. En iyi deterjanı koyacaksın. Bir defa tabaklar makineye kendisi girmiyor. Onları makineye koymadan önce bir güzel kabasını aldıracaksın. Sonra tek tek uğraşıp bir güzel yerleştireceksin. 

Kabasını anlamadım. Bunu yapıncaya kadar yıkarım zaten. 

Ben de onu diyorum. Musluğu açıp tüm tabakları tek tek elden geçirip musluğun altına tutacaksın. Şarıl şarıl su akacak. Kabasını aldığın tabağın suyunu sağa sola akıtmadan makineye istifleyeceksin. Değilse temiz yıkamaz. Bunu sabah, akşam ne tabak çıktı ise aynı yol ve yöntemi deneyip makineyi dolduracaksın. 

Sonra? 

Makinenin yağını tuzunu koyup düğmeye basacaksın. Yıkamaya başlayacak. 

Ne kadar sürer? 

Ne kadar sürdüğünü bilemem. Bildiğim elde daha çabuk yıkarsın. Makine yıkarken uyur uyanırsın, gezer dolaşırsın. Gelir gider bakarsın. Makine yıkamaya devam eder. Az su gider dediklerine bakma. Sadece sen görmüyorsun. Bunu suyun gittiği atık bilir. Çalışırken giden elektriği söylememe gerek yok. 

Başka? 

Nice sonra makine yıkamayı bitirir. Hemen çıkamayacaksın. Yıkanan kap kacağın suyu akacak. Sonra kapağını açacaksın. Makinenin temiz yıkayıp yıkamadığına bakacaksın. Güzel yıkanmayanları tek tek ayıracaksın. 

Bu ayırdıklarımı ne yapacağım?

Makineden önce yaptığını. 

Ne anladım ben bundan? 

Ama sen istedin. Üstelik daha bitmedi. 

Daha ne yapacağım? 

Makinede yıkanan değişik ebat ve yere ait tabakları çıkarıp körebe oynar gibi elindeki tabakları eski yerine tek tek koyacaksın. Bu şuranın mıydı, buranın mıydı diye beyin jimnastiği yapacaksın. O raftan bu rafa dört döneceksin. Gittiğin rafa bir daha bir daha gideceksin. 

Başka? 

Makineyi boşaltınca oh be dünya varmış diye derin bir oh çekeceksin. 

Elde yıkasam daha iyiymiş. 

Dedim ama dinlemedin. Kendi düşen ağlamaz. 

Bir daha da makineyi çalıştırmam. 

Öyle denir de o makine alındı bir kere. Artık durmadan çalışacak. 

23 Ocak 2024 Salı

Sandıktan Çıkmak

Efendim, yandık!

Nedir yakan? 

Enflasyon. 

Olacak o kadar. 

Ama olur mu? 

Ben sandıktan çıktım. Katlanacaksınız. 

Ama efendim, hayat pahalılığı belimizi büktü. 

Geç onu. Tencere tava sandığa yansımadı. Hayat pahalılığına rağmen seçmen sandıktan beni çıkardı. 

Emeklilik maaşı ile geçinemiyorum. 

İlaveten yılı sizin yılınız ilan ettim. 

Yılın bizim olması karın doyurur mu? Olsa dükkan senin demek bu. 

Ama ben sandıktan çıktım. 

İyi de sandıktan çıkmak demek enflasyonu yükseltmek, hayat pahalılığını azdırmak, emekliyi açlığa mahkum etmek midir? 

Seçtiniz. Katlanacaksınız. 

Ama olur mu? 

Olur. Çünkü ben sandıktan çıktım. 

Sandıktan çıktınız diye biz bu duruma maruz kalmak zorunda mıyız?

Sandık budur. Bir beş yıl bu sandığa saygı duyacaksınız.

Saygıya eyvallah. Çünkü demokrasinin gereği. Yalnız...

Yalnız yalnız. Yeter artık. Beğenmezseniz beş yıl sonra sandıktan bir başkasını çıkarırsınız.

Demokrasi dediğin sadece sandık mıdır?

Evet, sandıktır. Sandıktan çıkan istediğini yapar. Beğenilirse yeniden seçilir, beğenilmez ise değiştirilir, daha iyi yapacak birine verilir. Bu durumda yapılacak iş beş yıl sabretmektir. Bu durumda sandık bir sabır ve tahammüldür.

Paraşüt Adayın Avantaj ve Dezavantajları

Bir metropole, ülke çapında alanında şöhret bulmuş birini, dışarıdan aday olarak göndermek ne demektir?

Bu şehre çok büyük önem veriliyor demektir. 

Karşısındaki adayı çok güçlü görüyor demektir. 

Karşısındaki adaydan çok korkuyor demektir. 

O şehirde adaylığa layık kimseyi bulamamak demektir. 

O şehri dışarıdan gönderdiğim biriyle yöneteceğim demektir. 

O şehri başkasına emanet edemem demektir. 

Bir kez daha kaybetmekten çok korkuyorum demektir. 

O şehri ikinci defa şansa bırakamam demektir. 

Ben sizi paraşütle gönderdiğim adayla yöneteceğim demektir.

Bir deliğe ikinci defa girmek demektir. 

Bu son dediğini anlayamadım.

Daha önce denendi bu yol ve kaybetti. O zaman da şimdikinden daha şöhretli bir ağır topunu göndermişti. Buna rağmen aynı yol yeniden deneniyor. Belki öncekine göre şimdiki aday ve hava daha avantajlı görünüyor.

Şehrin bünyesi niye kabul etmedi bunu?

Şehrin insanı ister tanısın ister tanımasın ama aday içimizden biri olsun. Sokak ve caddelerimizi bilen, şehirle özdeşleşmiş olmalı diyor. Gönderilen aday iyi ve başarılı olabilir ama yabancıya sıcak bakmıyoruz demek istiyor. Çünkü bu, başka bir sınıftan sınıf başkanı göndermek gibidir.

Dışarıdan gelen aday avantajlı ve favori dedin. Biraz açar mısın? Önceki paraşütle gönderilmiş adaydan farkı ne?

Adayın genç  ve daha önce yıpranmamış olması aday yönünden bir avantaj. Diğer avantaj ise metropolü yöneten başkan seçim ittifakıyla kazanmıştı önceki dönemini. Şimdi ise o ittifaktan iz kalmadı. Her biri kendi adayını gösteriyor. Dışarıdan gönderilen aday ise ittifakın ortak adayı olarak seçime hazırlanıyor. Bu da onu avantajlı kılıyor. Şu var ki seçimi ya da maçı her zaman avantajlı olanlar ve favoriler kazanmıyor.

Dışarıdan paraşütle aday gösterilenin şehre yabancı olmasının dışında başka dezavantajı var mı?

Olmaz olur mu?

Nedir?

Bu kimseyi aday yapanın işi adaya bırakmaması. Kendisinin her yönüyle ağırlığını koyması.

Bu avantaj değil mi?

Avantaj görünse de aslında avantaj değildir. Aday geri planda kalır. Seçim de adaylar arasında değil de rakip adayla kendisi arasında olur.

Bedelli Askerlik Niçin Teşvik Edilmez? *

Bedelli askerlik bir zamanların gündemden düşmeyen konusuydu. Askerlik bedelle yapılır mıydı? Yaşı gelen her Türk mutlaka bedenen askerliğini yapmalıydı. 

Ne kadar tartışılsa da olurdu, olmazdı dense de her ekonomik krizde ekonomiyi biraz rahatlatması için bedelli askerliğe yaş sınırı konmak suretiyle zaman zaman geçit verildi. 

2019 yılından itibaren yaş şartı aranmaksızın herkese  bedelli askerlik yapma imkanı verildi. Kimse bundan dolayı tepki koymuyor artık. 

Geçmişe oranla ne değişti? Ordu profesyonelleşti. Askerlik süresi 6 aya indirildi. Başka da değişen bir şey yok. 

Bedelli askerliği, bazı zamanlarda belli yaşı tutan insanlara imkan sunmaktan ziyade bedelli askerlik aslında hep olmalıydı. Parası ve ihtiyaç fazlası olan herkese her daim bedelli askerlik yapma imkanı verilmeliydi. Parası olan bedeliyle, parası olmayan ise bedeniyle askerlik görevini yapmalıydı. Öyle denge kurulmalıydı ki bedelli askerlikten gelen para bedenen askerlik yapanların masrafını ve halen profesyonel askerlik yapanların maaşını karşılamalıydı. Hatta fazlası savunma sanayiinde kullanılmak üzere savunma sanayi bütçesine aktarılmalıydı.

Burada herkes askerliği bedelli yaparsa askerliği kim yapacak denebilir. Hepimiz biliriz ki asker fazlamız var. ASAL, her askerlik yaşına geleni asker fazlalığından dolayı alamıyor. Askerlik süresi inince bu ihtiyaç fazlası daha da arttı. Profesyonel askerliğe geçince altı aylığına herkesi askere almanın bir gereği yok zaten. Gereksiz askere almak, herkese askerlik yaptıracağım demek devlete yükten başka bir şey değil. 

Burada yıllara göre  bedelli askerlik sayısına dair bir istatistiğe yer vermek istiyorum.

Yıl         Yararlanan Sayısı       Kışla Şartı    

2011            69.073                         Yok         

2014            203.824                       Yok

2018            635.582                       21 gün   

2019-2023   402.045                       28 gün

Görüldüğü gibi bedelli askerliğin kalıcı hale getirildiği 2019-2023 yılları arasındaki beş yılın bedelli sayısı, önceki yıllara göre anormal artış göstermediği gibi azalmış. Türkiye asker ihtiyacı yönünden sıkıntı da çekmemiş.

Yaş şartı olmadığı halde bedelli askerliğin düşmesinde, TL’nin döviz karşısında erimesinin etkili olduğunu, bedelli askerlik fiyatının önceki yıllara göre daha da artış gösterdiğini söyleyebiliriz.

Burada bedelli askerliğin bedeline dair bir istatistiğe de yer vermek istiyorum.

         Yıl                    Ortalama Fiyat (dolar      

2019 (1-6.ay, 7-12.ay)         6.000-5.800            

2021  (1-6.ay, 7-12.ay)        5.300-5.000

2020  (1-6.ay, 7-12.ay)        4.500-5.500           

2022  (1-6.ay, 7-12.ay)        4.100-4.800

2023  (1-6.ay, 7-12.ay)        4.100-4.300             

2024   (1-6.ay)                     6.200-

2024 yılında askerliğini bedelli yapacak kimselerin ödemesi gereken miktar, 6.200 doların karşılığı 182.608 liradır. Bu fiyat her ocak ve temmuz ayında memur zam oranına göre güncelleniyor. Bir önceki dönem 122.351 liraya askerlik yapan, gelen 49.25 oranındaki zamla birlikte 182.608 TL yatırması gerekiyor.

Bu oran yani bedelli askerlik bedeli çok yüksek. Böyle yükselmeye devam ederse bedelli askerlik yapanların sayısı zaten düşmüş daha da düşecek. Bu demektir ki bedelli parası yatırıp ardından bir ay askerlik yapan Mehmet Ağa’nın diğer yapmadığı askerliğinin her bir gününün bedeli (182.608/150 =1.217) 1.217 liraya geliyor ki bu para çok yüksek. Bu da bedelli askerliğin önünü kapamak demektir. Çünkü kaç kişi Mehmet Ağa olmak ister bu durumda? Halbuki devlet yetkilileri bu bedelli askerlik fiyatını makul fiyata çekip bedelliliği insanımıza teşvik etmesi gerekir.

Bunun için askeriye her yıl ihtiyaç duyduğu asker sayısını açıklar. İhtiyaç duyduğu kadarını silah altına alır. Geriye kalan asker yükümlülerinin, askerliğini bedelli yapması için teşvik eder. Gerekirse bedelli askerliğin fiyatını düşürür, 28 günlük kışla şartını kaldırır, gerekirse taksit imkanı sunar.

*12/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

22 Ocak 2024 Pazartesi

Çalışanın ve Emeklinin Hayali *

Bir başına, çırılçıplak geliriz bu dünyaya. Bir başkasına özellikle annemize muhtaç olarak büyürüz. Bu muhtaçlık emme, yeme, yedirme, kucakta taşıma, emekleme, düşe kalka yürüme derken bir 10-15 sene sürüyor.

Uzun veya kısa bir okul hayatının ardından ebeveynin ve bizim en büyük hayalimiz bir iş güç sahibi olmak. Kimimizi iş bulur, kimimiz de iş ararız. İş konusunda hepimizin arzusu masa başı iş. Elimiz sıcak sudan soğuk suya değmeyecek. İş garantili işimiz olacak. Maaşımız da iyi olacak.

Kimimiz arzusuna göre işini bulur kimimiz istemediği işte çalışmak zorunda kalır kimimiz uzun süre iş arar kimimiz de bir işte tutamaz. Daldan dala atlar. Sonuçta işimiz kolay da olsa zor da olsa sosyal güvencesi olması hasebiyle mevcut durumumuza razı oluruz.

İş bulduktan sonra en büyük hayalimiz emekliliği hak etmek. Emeklilik ise uzun bir maraton. Biter mi emekliliği hak etmek için o kadar yıl deriz. Ah bir elde edebilsek... Üstelik mezarda emeklilik çıkardılar bir de. 

Sayılı günler ve yıllar çabuk biter. Bir gün o acı ve tatlı günler sona erer. Emeklilik gelir çatar.

80-90-2000'li yıllarda emekliliği gelenler bir gün dahi beklemeden bu emeklilik hayalini gerçekleştirdiler.

Son yıllarda emekliliği gelenler, dün ah bir emekliliğim gelse bir gün dahi beklemem diyenler, emekli olmamak ve son zorunlu emeklilik gününe kadar beklemek zorunda kalıyor. Hatta zorunlu emeklilik yaşı yaklaşanlar emekli olma fobisi yaşamaya başlıyorlar.

Nasıl yaşamasınlar. Çünkü çalışırken aldıkları maaş, emekli olunca kuşa dönecek. Bu yüzden geçim gailesi yaşamamak için kimse emekliliği düşünemiyor. Halbuki her çalışmaya başlayan, gücüm kuvvetim yerinde iken çalışıp didineceğim. Çalışamaz noktaya gelince emekli olup keyif çatacağım hayalini kurmuştu.

Ama hayatın gerçekleri böyle değil. Çalışırken aldığı maaşla, emekli olduktan sonra aldığı maaş arasında uçurumlar olduğunu öğrenince bir hayali daha suya düşüyor. Onca yıl niye çalıştığına hayıflanıyor. Çünkü ne umdu ne buldu.

Çocukken başta anne olmak üzere bir başkasına ihtiyaç duyarak yaşamak çocuğun zoruna gitmez. Babasının harçlığını vermesi hoşuna gider. Ama emekli olduktan sonra bir başkasının eline muhtaç olacak şekilde gelir ve gider dengesi yaşamak, öyle zannediyorum zor mu zor emekli için.

Heyhat ki heyhat... Seslerini duyan bile yok. 

*26/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Zekât Kimlere Verilmeli?

Tövbe süresi 60.ayette zekât verilmesi gerekenler 8 sınıf olarak sınıflandırılır. Bunlar:

1.Fakirler: Çalıştığı halde geliri giderini karşılamayan kesim. 

2.Miskinler: Çalışacak güç ve takati kalmamış ya da çalışmak istediği halde sağlığı el vermeyen kesim. 

3.Zekat toplamakla görevli memurlar: Zekât toplamakla görevlendirilmiş. Tüm zamanını buna harcadığı için çalışmaya fırsatı olmayanlar. 

4.Müellefeyi Kulüp: Müslüman olmadığı halde kalbimi İslam'a ısındırmak suretiyle Müslüman olması umulan kesim. 

5.Köleler: Özgürlüğünü bir şekilde kaybetmiş olanlar. 

6.Borçlular: Borç girdabına girmiş, bir başına bu borcun altından kalkamayacak kişiler. 

7.Allah yolunda olanlar: Tebliğ, irşat, savaş vb. alanda görev yaptığı için kendi işine zaman ayıramayanlar ve öğrenci olanlar.

8.Yolda kalmış olanlar: Memleketine gidecek parası olmayanlar, gurbette parasını kaptıran kesim. 

Zekât ya da yardımın kimlere yapılması gerektiğini bildiren bu sekiz sınıftan müellefe-i kuluba zekât vermeyi Hz Ömer askıya almıştır. Ayetin indiği dönemdeki kölelik bugün yok. Bu durumda an itibariyle zekât verilmesi gereken kesim altıya inmiş durumda ve geçerliliğini korumaktadır. Her ne kadar o günün zekât toplayıcısı anlamında bugün zekât toplama görevlisi diye bir görev olmasa da yardım kuruluşlarında çalışan kişileri -tüm günlerini bu işe hasretmek şartıyla- zekât memurları kapsamında değerlendirebiliriz.

Geçmiş kölelik gibi olmasa da günümüzde hapishaneye düşmüş olanlar içerisinde kefaletle çıkarılmayı bekleyen kişiler için kölelere zekât verme maddesi işletilebilir. Mesela taksirli ölüme sebebiyet verdiği için istenen kan bedelini ödeyemeyenlere zekât verilebilir. Yine işsiz insanları modern köle gibi değerlendirip bunlara da zekât verilebilir. İş bulunabilir ya da iş verilebilir.

Emekli olanlar içerisinde en düşük emekli maaşı aldığı halde yeni iş bulamayan, iş olsa da sağlığı el vermeyen emeklileri de fakir kapsamında değerlendirip zekât verilenler kesimine eklemede fayda olduğunu düşünüyorum. Kimse bunların maaşı var, sosyal güvencesi var dememeli. Çünkü bunların da tıpkı fakirler gibi giderleri gelirlerini karşılamıyor.

Belki de hayatı boyunca hiç zekât almamış en düşük emekli maaşı alan emekliler için zekât alır noktaya gelmek çok zor olacak ama bu durumda elden başka bir şey gelmiyor.

Yutan Eleman Kök Maaş *

Haydi yaşadın. Size ek zamla birlikte  % 42.6 zam yapıldı. Bu demektir ki aldığın 7.500 maaşa 3.195 lira zam gelince maaşın 10.695 lira oldu.

Keşke öyle olsa. 

Başka nasıl olacak. Hesap ortada. Matematik yalan söylemez.

7.500 üzerinden yaptığın hesap doğru. Fakat hesap öyle yapılmıyor.

Ya nasıl yapılıyor?

Gelen zam kök zamma geliyor.

Gelsin. 

Tamam gelsin de kök maaşlarımız o kadar düşük ki yüzde kaç zam gelirse gelsin bizim kök maaş yerinde sayıyor. 2023'de verilen zamlar da kök maaşa geldi. Dip emekli maaşına bile yaklaşamadı. Şimdi de öyle. Gelen 42.6'lık zam yine kök maaşa geldiği için en düşük emekli maaşı alanların çoğu yine 10.000'in gerisinde kalıyor. Sonra 10 bine yükseltiliyor. Kısaca bizim kök maaşlar 2023'de de 7.500 rakamının altında kaldı. Şimdi de 10 binin altında kaldı.

Bu nasıl hesap böyle?

Durum bu. Nazarımızda kök maaş adeta yutan eleman gibidir. Yüzde kaç oran ile çarparsan çarp her defasında en düşük emekli maaşının altında kalıyor. Sonrasında da insanlık bizde kalsın ya da bak biz sizi düşünüyoruz. Maaşınız bu rakam iken biz şu seviyeden veriyoruz deniyor. Bize bu yapılan şuna benzer: Öğrenci sınav kağıdına itiraz eder. Öğretmen kağıdını gösterir. Bak sen şöyle şöyle cevap vermişsin. Normalde cevap bu değil. Ben yine de doğru kabul edip puan vermişim. Gerçek puanını verseydim, bu verdiğimden daha düşük alacaktın diyerek üste çıkmasına benzer. Yani biz kök maaş zedeyiz. Her defasında aldığımızdan daha fazlası bize verilerek daima borçlu kalıyoruz.

Başka ne yapılabilir?

Oranlar kök maaş üzerinden yapılmamalı. En düşük maaş 7.500 iken gelen zam oranı, bu rakam üzerinden hesaplanmalı. Şimdi 10 bine çıktığına göre temmuz zammı da bu rakam üzerinden hesaplanmalı. Kısaca kök maaşın üzerine bir sünger çekilmeli. Değilse bu kök maaş biz emeklilerin köküne kibrit suyu dökmeye devam edecek.

Diyecek bir şey bilemiyorum. Allah size yardım etsin. Zira bu parayla geçinebilmeniz mümkün değil. Bu para sizi geçindirmeye geçindirmez. Belki öldürmez ama reva görülen muamele sizi öldürür.

Madem kök maaş bu şekil bizi mağdur etmeye devam edecekse bari alışverişlerde bize kolaylık sağlansın.

Ne gibi?

Biz de normal çalışanlar gibi KDV ve ÖTV ödemelerinde herkes gibi vergi ödüyoruz. Dolaylı vergi yönünden herkesle aynı şart ve sorumluluklara tabiyiz. Pekala aldığımız maaşa göre dolaylı vergi düzenlemesi yapılabilir. Bunu ayarlamak zor denebilir ama istenirse hiç zor olmaz.

Haklısın, öyle olmalı.

Ama dur, Çalışma Bakanı açıkladı. BAĞ-KUR ve SSK emeklilerine daha zamlı maaş almadan yeni bir zam daha verildi.

Şaka yapıyorsun.

Hiç bile. Sizin 42.6’lık zam doğurdu. Diğer emekli ve çalışanlara verilen 49.25 zam size de verildi.

Güzel ama sevinemedim.

Niçin?

Zam yine kök zamma geldi ise bu demektir ki yine o seviyelerde emekli maaşı alacağız. Dedim ya bizim kök maaş yutan eleman gibidir. Kaç verirlerse adeta yutuyor.

Üzüldüm. Belki en düşük emekli maaşı olarak açıklanan 10 bin lirayı biraz daha yükseltirler.

Çok sadra şifa olacağını sanmıyorum. Yine de bekleyip görelim.

*29/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

21 Ocak 2024 Pazar

Emekliler Ne Yapmalı? *

Aklı selim olan, siyasi fanatik olmayan, birazcık empati yapabilen herkes, en düşük emekli maaşı olan 10 bin liranın emeklilere yetmeyeceğini kabul eder. 

Bakmayın bazılarının bu düşük alanlar zaten fazla prim yatırmadılar, çok çalışmadılar, genç yaşta emekli olanlar, çoğunun evi var, çoğu ikinci işte çalışıyor dediğine.

En düşük emekli maaşı alan kesim, ister az prim yatırmış ister az çalışmış ister evi barkı olsun ister ikinci işte çalışsın ister bütçeye büyük yük getirsin, bunlara reva görülen bu rakam büyük haksızlık. Emekliyi açlık ve sefalete terk etmek demektir.

Sayılarının çokluğundan dolayı kaderine terk edilen emeklilerin çokluğu emeklinin problemi değildir. Bu sorunu emekliler oluşturmamıştır. Bu sorunu üç beş oy uğruna seçim ekonomisi uygulayan gelmiş geçmiş hükümetler oluşturmuştur. Erken emeklilik istediler, ben de verdim deyip işin içinden kimse çıkamaz. Bütçe imkanları buna el veriyor. Yukarısını kaldırmaz demek de çözüm değildir. Bu sorunu oluşturanlar bunun çözümünü de bulmak zorundalar. 

Ne yapıp ne edip en düşük emekli maaşını asgari ücret seviyesine çıkarmak lazım. Kimsenin onları yok kabul etmesi düşünülemez. Çalışıp çalışıp da emekliliğinde geçim derdi yaşatma, çoluk çocuğunun avucuna baktırma gibi bir ayıbı bu ülke daha fazla taşıyamaz. Bu yılı emekli yılı yaptım demekle hiç olmaz. 

Burada emeklilere büyük iş düşüyor. Evinin köşesinde, çay ocağında, çarşı pazarda, emekli konağında kendi aralarında maaş azlığından dert yanmakla olmaz. Sosyal medyada şu kadar maaş istiyoruz demekle de iş bitmez. Emekliler ne yapmalı? 

Yüksek veya az emekli maaşı alsın tüm emekliler öncelikle kenetlenmeli, birlik olmalı. Her il ve ilçede örgütlenmeli. Türkiye'nin en büyük STK'sı olmalılar. 

İçlerinden temsilciler seçmeliler. Temsilciler Cumhurbaşkanına, TBMM başkanına, vekillere, siyasi partilere vs. giderek dertlerini anlatmalılar. 

Haftanın bir günü her il ve ilçenin hükümet meydanında toplanarak basın açıklaması, miting, yürüyüş yapmalılar. Bunu sonuç alıncaya kadar rutine bindirmeliler. Gerekirse günün bir saatinde bunu her gün yapmalılar. "Emekliyiz. Hakkımızı söke söke alırız", "Kimse bizi yok kabul edemez", "Bizi yok kabul edeni biz de yok kabul ederiz", "Ulufe değil, hakkımızı istiyoruz" türünden belirlenmiş sloganlar atmalılar. 

Sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmalılar. 

İstek ve dertlerini belirtmek için TV kanallarına çıkmalılar. 

Gerekirse Emekliler Partisi adı altında partileşip seçime girmeliler.

Emekliler olarak sandıkta ne yapacaklarına, oylarının renginin ne olacağına dair açıklama yapmalılar. Gerekirse sandığa gitmeme yolunu bile dillendirmeliler. 

Ankara'ya gitmeyi göze almalılar.

İnsanca yaşayabilecekleri bir maaşa kavuşuncaya kadar pes etmemeliler.

Her bir emekli ağlamayana emme verilmeyeceği bilincinde olmalı... 

*24/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Ne Ayak!

Bazılarını anlayamıyorum. Daha doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.

Kimden bahsediyorsun?

İsmin ne önemi var. Önemli olan eylem değil mi?

Ne yapıyor da?

Birilerinin icraatını eleştiriyor. Yerden yere vuruyor. Olmaz bu kadar da diyor. Şöyle yapın diyor. Dediklerini video olarak paylaşıyor. 

Eee, ne var bunda? İcraatı beğenmiyorsa eleştirecek elbet.

Eleştirsin eleştirmeye ama eleştirdiğiyle kalmıyor. Sonra bir bakmışsın, yerden yere vurduğu ile seçimde bir araya geliyor. Seçime birlikte giriyor.

Siyaset bu. Girmesinde ne sakınca var? 

Sakıncası, beğenmediği icraatı bu birliktelik sayesinde yeniden zirvede. Aynı eleştirdiği icraatlar hız kesmeden devam ediyor. Bugün eleştirdiklerinde payı var. Çünkü destek oldu. Büyük çelişki bu. Söz ve eylem çelişkisi.

Kazan kazan politikası güdülmüş olmalı. 

Kazan kazan politikasının da bir omurgası olmalı. Siyasi birliktelik asgari müştereklerde bir araya gelme amacıyla yapılır. 

Hazar asgari müştereklerde anlaşmışlardır. 

Sanmıyorum. Seçim birlikteliği için şunları şunları yaparsanız ittifak yapabiliriz dediler. Öne sürdüğü maddelere tamam dendi. İmzalar atıldı. Fakat gel gör ki şartların hiçbiri yerine getirilmemiş. 

Kısaca kandırılmış. 

Aynen öyle. 

Bir daha seçim ittifakı yapmaz o zaman. Çünkü bir delikten ikinci defa girilmez. 

Sen öyle san. Bir taraftan imza attığımız şartlar yerine getirilmedi diye dert yanıyorlar. Biz seçime kendi adaylarımızı çıkaracağız diyorlar. 

Tamam işte. 

Tamam değil. Zira adaylarını açıklamıyorlar. Seçim ittifakı için göz kırpıyorlar. 

Ne gibi? 

Şu büyükşehri, bu büyük ilçeyi bize verirseniz, ittifakta varız diyorlar. 

Pazarlık için kendilerini ağırdan satıyorlar o zaman. 

Aynen öyle. 

Bu sayede bazı kazanımlar elde etmiş olacaklar. 

Kazanabilirler de böyle giderse inandırıcılıklarını kaybederler. 

Niçin? 

Millet demeyecek mi durmadan eleştir, ardından ittifakında yer al. Bu ne iş bu ne ayak bu ne perhiz bu ne lahana turşusu bu ne yaman çelişki diye. Kısaca yanlışa ortak oluyor. Bu da seçmen nezdinde itibar kaybına uğramak demek. Parlamakta olan partisini intihara sürüklemek demektir. 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Kedinin Ciğeri Sevmesi

Falan, bu şehre aşık. Bu aşkını da hep dile getiriyor. Ne dersin?

Bu şehri çok sevdiğini mi söylüyorsun?

Evet. 

Acaba? Nereden biliyorsun? 

İki sözünün biri o şehir. O şehirle yatıp o şehirle kalkıyor. O şehir için çalışıyor. Bugün o şehre kırgın olsa da o şehirden hiç kopamadı. O şehir onu bıraktı ama o, o şehri hiç bırakmadı. 

Niçin kırgın?

İhanete uğradı. O şehir onu yalnız bıraktı. Çünkü sevgisinin ve hizmetinin karşılığını alamadı. 

Anladım. 

Sadece bu kadar mı? Bir şeyler söyle. 

Daha ne söyleyeyim? 

Haksız mıyım? 

Haklı ya da haksızsın diyemem. Ama boş ver birilerinin şehir sevgisini. 

O zaman ne konuşalım?

Bilmem ki. İstersen kedi-ciğer ilişkisini konuşabiliriz. 

Ne alaka? 

Kedi de ciğeri çok severmiş. 

Sevsin. Ne zararı var. Hele sevginin. 

Hatta o kadar severmiş ki olduğu zaman bıkıp usanmadan yermiş. Olmadığı zaman da ciğer hayali kurarmış durmadan. 

İyi de kedi ciğeri seviyormuş. Ne var bunda? Midesi sabah akşam ciğer çekiyorsa varsın yesin. Bunu niye konu edindin?

Ne bileyim, o değilden aklıma geldi. Kedinin ciğeri sevmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bir insan da ciğeri sevebilir, bulduğu zaman yiyebilir. Çünkü ciğer yenmek içindir.

Kıssadan hisse?

Kimsenin sevgisini tartamam. Bir şehri ne kadar sahiden ya da sever görünüyor? O şehre hizmet etmekten ne kadar hoşnut oluyor bilemem. O şehri sahiden seviyorsa o ülke ve o şehir hizmete doyar. Korkum, o şehri kedinin ciğeri sevmesi gibi severse. Ciğer nasıl yenerek yok olursa o şehir de yene yene yok olur. Bu yüzden özden sevgi olsun. Bu sevgi, o şehre ihanete dönüşmesin. O şehir siyasi çekişme ve rantlardan uzak bir şekilde, tarihi ve kültürel yapısıyla elle gösterilen, dünyaya örnek ve yaşanabilir bir şehir olsun. O şehre kedinin ciğere baktığı gibi bakılmasın. Kaybeden değil, kazanan ciğer olsun.

Anlamadım.

Pardon! O şehir olsun.