Ana içeriğe atla

Emekliler Ne Yapmalı?

Aklı selim olan, siyasi fanatik olmayan, birazcık empati yapabilen herkes, en düşük emekli maaşı olan 10 bin liranın emeklilere yetmeyeceğini kabul eder. 

Bakmayın bazılarının bu düşük alanlar zaten fazla prim yatırmadılar, çok çalışmadılar, genç yaşta emekli olanlar, çoğunun evi var, çoğu ikinci işte çalışıyor dediğine.

En düşük emekli maaşı alan kesim, ister az prim yatırmış ister az çalışmış ister evi barkı olsun ister ikinci işte çalışsın ister bütçeye büyük yük getirsin, bunlara reva görülen bu rakam büyük haksızlık. Emekliyi açlık ve sefalete terk etmek demektir.

Sayılarının çokluğundan dolayı kaderine terk edilen emeklilerin çokluğu emeklinin problemi değildir. Bu sorunu emekliler oluşturmamıştır. Bu sorunu üç beş oy uğruna seçim ekonomisi uygulayan gelmiş geçmiş hükümetler oluşturmuştur. Erken emeklilik istediler, ben de verdim deyip işin içinden kimse çıkamaz. Bütçe imkanları buna el veriyor. Yukarısını kaldırmaz demek de çözüm değildir. Bu sorunu oluşturanlar bunun çözümünü de bulmak zorundalar. 

Ne yapıp ne edip en düşük emekli maaşını asgari ücret seviyesine çıkarmak lazım. Kimsenin onları yok kabul etmesi düşünülemez. Çalışıp çalışıp da emekliliğinde geçim derdi yaşatma, çoluk çocuğunun avucuna baktırma gibi bir ayıbı bu ülke daha fazla taşıyamaz. Bu yılı emekli yılı yaptım demekle hiç olmaz. 

Burada emeklilere büyük iş düşüyor. Evinin köşesinde, çay ocağında, çarşı pazarda, emekli konağında kendi aralarında maaş azlığından dert yanmakla olmaz. Sosyal medyada şu kadar maaş istiyoruz demekle de iş bitmez. Emekliler ne yapmalı? 

Yüksek veya az emekli maaşı alsın tüm emekliler öncelikle kenetlenmeli, birlik olmalı. Her il ve ilçede örgütlenmeli. Türkiye'nin en büyük STK'sı olmalılar. 

İçlerinden temsilciler seçmeliler. Temsilciler Cumhurbaşkanına, TBMM başkanına, vekillere, siyasi partilere vs. giderek dertlerini anlatmalılar. 

Haftanın bir günü her il ve ilçenin hükümet meydanında toplanarak basın açıklaması, miting, yürüyüş yapmalılar. Bunu sonuç alıncaya kadar rutine bindirmeliler. Gerekirse günün bir saatinde bunu her gün yapmalılar. "Emekliyiz. Hakkımızı söke söke alırız", "Kimse bizi yok kabul edemez", "Bizi yok kabul edeni biz de yok kabul ederiz", "Ulufe değil, hakkımızı istiyoruz" türünden belirlenmiş sloganlar atmalılar. 

Sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmalılar. 

İstek ve dertlerini belirtmek için TV kanallarına çıkmalılar. 

Gerekirse Emekliler Partisi adı altında partileşip seçime girmeliler.

Emekliler olarak sandıkta ne yapacaklarına, oylarının renginin ne olacağına dair açıklama yapmalılar. Gerekirse sandığa gitmeme yolunu bile dillendirmeliler. 

Ankara'ya gitmeyi göze almalılar.

İnsanca yaşayabilecekleri bir maaşa kavuşuncaya kadar pes etmemeliler.

Her bir emekli ağlamayana emme verilmeyeceği bilincinde olmalı... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde