30 Eylül 2023 Cumartesi

Bir Öğretmenin Ardından

İki bin öncesi aynı okulda çalıştığım bir fizik öğretmeniyle, sonrasında hiç karşılaşmadım. Sosyal medya aracılığıyla vefat ettiğini öğrendim. Yakınlarına başsağlığı kendisine rahmet diliyorum. 

Vefatının ardından, birlikte yaşadığımız anekdotlar gözümün önüne geldi. Belki hisse çıkarırız düşüncesiyle bazı anekdotlara ve kendisi hakkında bazı bilgilere yer vereceğim. 

İlginç bir kişilikti. Fikri, zikri farklı biriydi. Çalıştığı okul İHL olmasına rağmen herhangi bir konuda aykırı görüşünü söylemekten kaçınmazdı. Fazla konuşur, her konuda fikrini söylerdi. Hoş sohbet biriydi. 

Kendisiyle boş derslerde ve teneffüs aralarında laflardım. 

Ortaokulu imam hatip ortaokulunda okumuş. Babası, dindar ve mütedeyyin biri olmasına rağmen kendisi mütedeyyin değildi. Açıkça söylemese de edindiğim intiba, inanmayan biriydi.

Yaz tatilinde herkes memleketine giderken sıcak bir iklim olmasına rağmen o, memleketine gitmezdi. Konuşmasından anladığıma göre babasıyla anlaşamıyordu. Zannedersem küs idi. 

Bir gün babasıyla arasında geçen şu anekdotu anlattı. Çocukken belki de İHO'da okurken babası her gün bu arkadaşı sabah namazına kaldırır. Her sabah kalkardın, kalkmazdın atışması yaşarlar. Babası ne kadar uğraşsa da bu arkadaş namaza kalkmaz. Yine bir gün babası onu namaza kaldırdığında babasına, "Sen ben yaşında iken namaz kılıyor muydun, sabah namazına kalkıyor muydun" diye sorar. Kalkmazdım ve kılmazdım cevabını verir babası. "O zaman bana karışma" der. Babası da bir daha karışmaz. Bu arkadaş küçüklüğünde kılmadığı namazı, büyüdüğünde de kılmazdı aynı okulda çalışırken. Cumaya bile gitmezdi.

Hiç içtiğini görmesem de içki içtiğini gizlemezdi. Okula sarhoş geldiğini görmedim. Tüm içki çeşitleri ve tatları hakkında derin bir bilgiye sahipti. Bu bilgisinin bana çok faydası oldu. O zamanlarda günlük bulmaca doldururdum. Gazetelerin günlük bulmacaları yeterli gelmez, kitapçıdan bulmaca kitapları satın alırdım. Bu uğraş sonucunda kelime hazinemi epey geliştirdiğimi düşünüyorum. Bulmacalarda boş kalan yerler içki isimleri idi. Bu konuda Fransız olduğumdan, bu boşlukları doldurmak için bu öğretmenin gelmesini beklerdim. Kapıdan girer girmez, hocam, dört harfli bir içki, beş harfli bir içki ismi söyle derdim, kaç harfli olursa olsun, hepsini söyler, sayesinde boşlukları doldururdum. 

Şu anlattığı da ilginç: “Köy veya kasaba, küçük bir yerleşim yerinde çalışırken okulun din kültürü öğretmeniyle arkadaş olur. Birkaç defa evine davet eder. Din öğretmeni evli olmasına rağmen davete kendisi icap eder. Evde eşiyle birlikte oturup kalkarlar, yemek yerler, çay içerler. Bir defasında da din öğretmeni bu arkadaşı evine çağırır. Öğretmen belirtilen gün ve saatte din öğretmeninin evine gider. Kapıyı çalar. Kapıyı din öğretmeninin hanımı açar. Karşısında bu öğretmeni görünce kapıyı açar ama kapının arkasına kendini gizler. Öğretmen bu duruma şaşırır ama belli etmez. İçeri geçer. İki öğretmen otururlar. Epey bir oturduktan sonra ‘Hocam, eşiniz hasta mı yoksa’ der. Hayır cevabı alınca, ‘Bir manisi mi var” der. Yine hayır cevabı alır. ‘O zaman niye yanımıza gelip oturmuyor. Ayrıca beni görünce niye kaçtı’ sorusunu sorar. ‘Bizde böyle, biz ayrı otururuz’ cevabını verir. Bu cevaba bozulur. ‘Madem böyle. Bize o kadar geldin. Biz seni eşimizle karşıladık. Birlikte oturduk. Bu hassasiyetini niye hiç söylemedin? Ben eşinle oturmam demedin de evinde bunu uyguluyorsun. Bundan sonra arkadaş da olmayalım. Birbirimize gidip gelmeyelim’ diyerek evi terk eder. Bu anekdotun ardından, hocam bu uygulama size garip gelebilir ama bu toplumun çoğunda bu şekil ayrı oturma var. Buna da saygı duymak lazım. Biz de ayrı otururuz dedim ise de ikna olmamıştı.

Anlattığım iki anekdot üzerinde düşünmeye değer. Namazı sevdirmeden, zamana yaymadan, çocuk psikolojisini düşünmeden çocuğu zorlamak, baskı yapmak bu arkadaşta olduğu gibi ters tepebilir. Haremlik-selamlık oturmalarında bu toplumun iki ayrı anlayışı var. Bu konuyu ilişkiyi kesme noktasına getirmeden çözmek gerek. Giyim ve kuşama riayet edildiği, konuşmalara dikkat edildiği takdirde yeri geldiği zaman birlikte oturmada bir sıkıntı olmayacağını düşünüyorum.

Başkasının Gözünde İlahiyatçılar

İnsanın veya herhangi bir meslek grubunun kendisini nasıl ve ne şekilde gördüğünü bilmesi önemli. Çünkü kişinin veya meslek gruplarının kendini bilmesi, kendini okuması demektir. Kendini bilen çevreyi de okur ve bilir. Daha da önemlisi, kişinin veya meslek gruplarının başkalarının nezdinde nasıl göründükleridir ve bunu bilmeleridir. Çünkü kişi veya meslek grupları ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, değer ve kıymetlerini başkalarının gözünde göründükleri kadardır. Olumlu bir imaj varsa, bu imaj itibarlarına itibar katar. İyi bir imajları yoksa itibar kaybına uğrarlar. Bu görüntüyü giderirlerse ne âlâ. Değilse toplum nezdinde itibarları yok olur. Bu kısa ve genel açıklamanın ardından, son yıllarda makam ve mevkilerde daha bir görünür olan ilahiyatçılar, kendilerini nasıl görür bilmiyorum ama günümüz ilahiyatçılarına dair ilahiyatçı olmayan bir yüzün ilahiyatçılar hakkında yazdıklarına yer vermek istiyorum:  

 "Din adına yapılan işlerdeki, söylenen sözlerdeki pespayelikleri gördüğü halde görmezden gelen ilahiyatçılar bu duruma gelinmesinde birinci derecede sorumlu olan kişilerdir.

Kimisi milletvekili olabilmek için kimisi ballı ihale peşinde, kimisi de kendisine veya bir yakınına post kapma kavgasında olduğu için inandıkları dinin paçavraya döndürülmesine ses çıkarmıyorlar. 

Maddi yarar edinmek için iktidarın veya bir tarikatın kapısına kul olan, sesini yükseltmeyen her ilahiyatçı (kendi inanç ölçülerine göre) şeytanın ortağıdırlar.

Dinbazların inandıkları dini yaşamamalarından, riyakarlıklarından en çok şikayetçi olan kesimin de deistler veya ateistler olması ayrı bir ikilem.

Çünkü onlar ikiyüzlülüğe, sahtekarlığa dayanamıyorlar. 

Dinin haram ettiği eylem ve söylemlerde bulundukları da, öte dünyada cayır cayır yanacaklarını bildikleri halde ilahiyatçıların neden bu günahları işlediklerini bir türlü kafam almıyor.

Acaba diyorum bazen; bu ilahiyatçılar meslekleri icabı dinî konuları incelerken dinin bir palavra olduğu sonucuna varıyorlar da ondan mı bu kadar rahat davranıyorlar? İçten içe deist veya ateist oldukları halde bulundukları konum veya çıkarlarını kaybetmemek için mi bunu açıklayamıyorlar?

Ey, şeytanın ortağı olan ilahiyatçılar! Eğer öte dünya hakkında bildiğiniz, bulduğunuz farklı bir gerçek var ise şu gariban, samimi Müslümanlara da açıklayın ki; kaçırdıkları vakit namazı veya tutamadıkları oruç için vicdan azabı duymaktan kurtulsunlar." Nadir Erke

Alıntıya, haklı veya haksız şeklinde bir kanaat belirtmeyeceğim. Şu var ki bu kimse gözünde ilahiyatçıların imajı iyi değil. Yazdıkları da yenilir, yutulur cinsten değil. İlahiyatçılar bu konuda ne der bilmiyorum. Bilinen bir gerçek var ki hiç savunma ve saldırma refleksine girmeden ilahiyatçıların bu yazıdaki alıntıyı irdelemeleri, bir durum tespiti yapmaları, bu imajın nasıl giderileceğine dair kafa yormalarıdır.

Geçmişle Yaşamak

Dünü değerlendirdik veya değerlendiremedik. Dünü değerlendirdik ise bugün meyvelerini yeriz. Şayet değerlendiremedik ise dün geçmiştir. Bugüne bakmak lazım. Bugün neredeyiz desek de bazıları nedense bir türlü geçmişle yaşamayı terk etmiyor. Çünkü geçmişle yaşamaya devam ediyorlar.

Temizlik konusu gelse, niye temiz değiliz desen, Avrupa temizliği bizden gördü denir. Tamam, Avrupa temizliği bizden görmüş olabilir. Bugün temizlik konusunda neredeyiz? 

Bilim, bilimde niye yokuz dersin. Tüm bilimsel gelişmelerin temelinde biz varız. Şunu biz bulduk, bunu biz bulduk. Avrupa bizden aldı denir. İyi de bugün bilim adına ürettiğimiz, patentini aldığımız neyimiz var? 

Avrupa niçin gelişmiş, biz niye gelişemedik dersin. Onların gelişmesinin temelinde, kan, gözyaşı ve sömürgecilik vardır. Bir zamanlar biz de gelişmiş idik. Biz de sömürseydik, bugün ileri olurduk. Biz dünyaya adalet dağıttık denir. İyi de sömürmeden gelişmek mümkün değil mi? Bugün üretimin, katma değer üretmenin neresindeyiz? İslam dünyası bugün tüketici durumunda. Ayrıca adalet dağıttık ise adaletin olduğu yerde huzur olur, güven olur, fitne ve fesat olmaz. O devlet yıkılmaz. Devlet olmanın gereğini yerine getirememişiz, çağı okuyamamışız. Bu yüzden yıkılmışız. Başkalarının gelişmesinin kökeninde sömürme olsa da ayakta durmanın gereğini yerine getirmiş olmalılar ki hala ayaktalar hala güçlüler hala sözleri geçiyor.

Biz niye ahlaki yönden kendimizi geliştirememişiz dersin. Avrupa kanun ve ceza korkusuyla ahlaklı denir. Adamlar ahlakı ve etik değerleri oturtmuş. Bunu kanun ve cezayla sağlamış. Biz de sağlayalım da nasıl sağlarsak sağlayalım diyemiyoruz.

Hayat pahalılığı var, enflasyon yüksek dersin. Bu tespite katılacağımız yerde, efendim, eskiden mal yoktu, kuyruklar vardı. Biz neler gördük neler. Ne var bunda. Pahalı da olsa şimdi alabiliyoruz deriz. Hızımızı alamayız. Şu falan gelse de gör gününü deriz.

Hasılı hep bugünü dünle kıyaslarız. Geçmiş tarihi şahsiyetleri ya överiz ya kötüleriz. Övgü ve sövgü üzerine yaşayıp gidiyoruz. Kısaca bugüne gelmemek için geçmişle yaşıyoruz. Bugünkü eksiklerimizi kapatmak için geçmişe sığınıyoruz. Geçmişe sığınıyor, geçmişle avunuyoruz.

Geçmişle yaşayınca, haliyle günümüze gelemiyoruz ve yerimizde saymaya, gerisin geri gitmeye devam ediyoruz. Geçmişle yaşayınca güne dair ne sözümüz var ne etkimiz ne de yetkimiz.

Geçmişle yaşamak öyle zannediyorum bir psikolojiyi, bir ruh halini ortaya koyuyor. Bugünkü ezikliğimizi geçmişle kapatma hali; bir ego tatmini, bir ezikliği ve bir kompleks halini gizleme olsa gerek.

Geçmiş bizim tarihimizdir. Hatasıyla, sevabıyla bizimdir. Beğensek de beğenmezsek de atacak ve satacak halimiz yok. Yapmamız gereken, geçmişle bağımızı koparmadan geçmişle geçmişte yaşamayı bırakmak, bugüne ve yarına dair yeni şeyler söylemek, yeni şeyler üretmektir. Bu da övgü ve sövgüyle değil, bugünün çağını okumak, çağa uygun yaşamak için kafa yormaktır. Ötesi işin kolaycılığına kaçmaktır.

27 Eylül 2023 Çarşamba

En Kârlı Ticaret *

Dün dündür, bugün de bugün prensibini düstur edinerek sık sık U dönüşü yapacaksın. Bunun için önce kırıp dökeceksin. Meseleyi Filistin-İsrail meselesi haline getireceksin. Büyük söz söyleyeceksin. Can, beden ten ne varsa ortaya koyacaksın. Ben yaşadıkça gelmem, gitmem, gelemez. Çünkü ben haklıyım. Bu iş bitti diyeceksin. Herkes senin ciddiyetini anlayacak. Sonra tamir yoluna gideceksin. Yalnız bu dönüşü burnundan kıl aldırmadan birden yapmamayı, zarardan kısa yoldan dönmemeyi zamana yaymayı badü harabil Basra'ya kadar öteleyeceksin. Tüm bu süreçte zarar görülürmüş, maliyeti ağır olurmuş demeyeceksin. Bir şey olmamış gibi görünüp yoluna devam edeceksin. Ne kadar suçlu olursan ol, her defasında üste çıkmayı bileceksin.

Derviş görünümlü olmayı hiç terk etmeyeceksin. Bir nevi kuzu postuna bürünmüş kurt olacaksın. Tevazu görünümlü kibri hiç elden bırakmayacaksın. Güç zehirlenmesi denilen zehirlenmeyi iliklerine kadar hissedeceksin. 

Allah, din, iman, ahlak, adalet, ehliyet, liyakat, ayet, hadis türünden milli ve manevi değerleri, çağın parlayan yıldızı olan milliyetçiliği hiç dilinden düşürmeyeceksin. Eylemin farklı olsa da bu değerleri daima satışa sunacaksın. Sonuçları itibariyle görevin milli ve dini değerlerin içini boşaltmak olsa da bunların ticaretini yapmaya devam edeceksin. Çünkü dünyanın en kârlı işi din ticaretidir. Tek yapacağın, bir maliyet ve sermaye ihtiyacı olmadan ikna edebilme kabiliyet ve cambazlığını göstermektir. 

İlişkilerde kazan kazan prensibini düstur edineceksin. Bir şeyin veya bir ülkenin en büyük düşmanı olacaksın. Bunu sözle yapacaksın. Sonuçları itibariyle sen de ayakta kalacaksın, düşmanın da. Düşmanı olduğun ülke ve sen kazanırken o ülkeye potansiyel tehlike olan ülkeler yerle yeksan olacak. Bir daha ayağa kalkamayacaklar. Böylece rakip gördüğün, meydanı boş bulurken sen de puan toplayacaksın.

Kazanmak ve zirvede kalmak için her yolu mubah göreceksin. Yola kazanacak kişilerle çıkacaksın. Kazandıktan sonra beklentiyi yüksek tutanları, söz dinlemeyenleri, problem çıkaranları ve artık işe yaramayanları kapının önüne koyacaksın. Sen izin vermeden ayrılanları nankör ve hain bileceksin. Yanından gidenleri suçlayıp hiç suçu üzerine almayacaksın.  Yerlerine yenisini özellikle daha önce düşman bellediklerini monte edip yola devam edeceksin. Yani ekibini sen seçip sen bitireceksin. Kısaca seni hep kazandıracak, katkı sağlayacak kişilerle yola çıkacaksın.

İyi yaptığın işleri ballandıra ballandıra temcit pilavı gibi anlatacaksın. Beceremeyip ağzına yüzüne bulaştırdıklarınla ilgili öyle mazeret ve gerekçe üreteceksin ki dinleyenler küçük dilini yutsun. Suçu daima başkasının üzerine at. Sevdiklerin arayıp da bulamadıkları bu hikmete sarılsın.

Öyle rakiplerin olsun ki evlere şenlik olsun. Senden uzaklaşıp onlara gitmeye kalkan geri gelip sıtmaya razı olsun. Sana rakip olanlar, yaptıkları ve yapmadıklarıyla bilerek veya bilmeyerek sana çalışsınlar. Bu çarkı işleten ayak olsunlar. Böyle olursa, sen daima baş, onlar da seni menziline götüren ayak olurlar. Böylece sen kazanırken onlar da kaybederken birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde muradınıza erersiniz. Sana ve onlara destek olanlar da kerevetine çıksınlar.

Kitabını yazdığın şeylerde, işler umduğun gibi gitmezse, karizmam çizilir diye endişe etme. Çünkü o kadar sevenin var ki düşman çatlatan türden. Bunlar suçu sana değil, iş verdiğin kişilere bulurlar. Adam yok ki bir kendisi var derler. Kısaca kredin bol. Sende bu irade sevenlerinde de bu kredi oldukça seni kim tutar.

Hasılı, her ne yaparsan yap, dini söylemi ve dinî değerleri  dilinden hiç düşürme. O değerleri kullandıkça ayak altına düşse de sen daima zirvede kalırsın. Çünkü bu yolda din ve dinî değerler kadar sihirli bir değnek bulamazsın. Bu sihirli değnek seni zirvede tutarken aynı değnekle rakiplerine sopa atarsın. Bu değneğin sopasını yiyen ise asla iflah olmaz.

*04/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

23 Eylül 2023 Cumartesi

Evliliklerin Sözle Sona Erdirilmesi *

Yıl 2023. Günlerden cuma. Kenar semtlerden bir camide cuma kılıyorum. Görevli Mevlidi Nebi haftasına dair bir hutbe okudu. Bitiminde hutbeden inmeden, üzücü bir konuya değineceğini çünkü mahallemizde çoğaldı iyice dedi. Bir kişi nicedir yanına gelip derdini anlatıyormuş. Yok mu bunun bir çözümü diyormuş. Bu kişi üç defa hanımına boş ol demiş. Bu kişiyi müftülüğe gönderdiğini, derdini onlara anlat dediğini söyledi. Devamında bunun şakası yok. Aynı mekanda ardı arkasına üç defa boş ol denmişse, bu evliliğin bir bağının gidip ikisinin kaldığını, şayet farklı mekanlarda üç defa boş ol denmişse, bu evliliğin sona erdiğini, dikkatli olmak gerektiğini üstüne basa basa birkaç defa tekrarladı.

Namazdan sonra imamın boşanmaya dair sözleri aklına yatmayan bir münevverle lafladık. Böyle bir boşanma olur mu, bu adam hangi kafayı taşıyor dedi. Örfü, kültürü, fi tarihinde oluşturulmuş fıkha dair fetvayı, bugüne dair hiç geliştirmeden din diye anlatırsan bir evliliği böyle bitirirsin dedim. Bu nasıl bir din anlayışı ki evlenirken kadına evlenme beyanını soruyorsun. Evliliği bitirirken kanaatini sormuyorsun. Bir evlilik nasıl başlatılıyorsa, onu sona erdirmek de aynı yol ile olur. Üstelik boşanmalarda iki şahit şartı ayette geçiyor. Anayasa Mahkemesi, içeriğine gitmeden birçok Anayasa maddesini usulden bozar. Böyle bir boşanma geçerli olacaksa iki şahit olmadığı için bu boşanma sözünü usulden bozmak ve evliliği devam ettirmek gerek türünden bir şeyler söyledim.

İmamın hutbe dışında değindiği bu konuyu dinleyince bir arkadaşın bir zaman anlattığı benzer bir anekdot aklıma geldi. Yakın bir akrabası "boş ol, boş ol, boş ol" demiş eşine. Söyler söylemez pişmanlık duymuş. Evliliği nasıl devam ettiririm arayışına düşmüş. Kitapları karıştırmış. Hocalar ve müftülüklere giderek çalmadık kapı bırakmamış. Her biri siz boşandınız. Yeniden evlenebilmeniz için eşinizin herhangi bir baskı olmadan gönül rızasıyla bir başkasıyla evlenmesi, o evlilik sona erdikten sonra isterlerse tekrar nikah kıyabilirler denmiş. Birlikteliğe dinde çözüm bulamayınca ne kadın yeniden evlenmiş ne de erkek. Kadın çocuklarıyla birlikte aynı evde kalmış, koca da bir başka evde. Koca eşinin tüm ihtiyaçlarını ve geçimini günlük ve aylık sağlamış. Her gün evin ihtiyaçlarını kapıya kadar getirmiş, eve girmeden kapının önüne bırakıp gitmiş. Bu durum taraflar ölünceye kadar sürmüş.

Aklımda kaldığı kadarıyla durum böyle. Evliliği devam ettirme irade ve beyanına ve hayat boyu süren bir pişmanlığa rağmen geçmişte oluşturulan fıkıh ve onun yılmaz savunucuları, bir evliliğin devamına geçit vermemiş. Resmen evli olmalarına rağmen dinen boşanmış kabul edildikleri için geri kalan ömürlerini kağıt üzerinde evli ama ayrı geçirmişler.

İmamın değindiği ve arkadaşın akrabası üzerinden anlattığının benzeri bu toplumda kaç kişinin başına gelmiş, ne kadarının evliliği devam etmiş ne kadarı ayrılmak zorunda kalmıştır? Her birinizin çevresinde benzer acılı hikayeler vardır. Başka hikayeye gerek yok. Ama bu konuda şunu söylemek isterim:

Evlilik ve boşanmanın dini ve resmisi olmaz. Evlilik iki adayın bir ömür boyu birlikte yaşama iradesini ortaya koyduğu iki taraflı bir sözleşmedir. Gönül rızasına dayanan bu birlikteliği orta yerde kağıt ve kürek olmadan, söz ve beyana dayalı olarak kızgınlık eseri tek taraflı bitirmek evlilik müessesesinin köküne dinamit koymaktır. Tövbe ve pişmanlık kapısı ardına kadar açık iken tek hatasında bir insanı kapının önüne koymak gibidir bu. Müslümanlar hem evlenme hem de boşanmalarda resmi ve dinî ikilemden kurtulmalıdır. Borçlanmalarda bile Allah Bakara süresinde bir sayfa borçlanmanın  ne şekilde olması gerektiğini anlatıyor. Kısaca yazın, yazdırın, iki şahit bulundurun derken evlilik gibi bir müessesenin sözle başlatılıp söyle bitirilmesi fıkha girse bile Allah’ın murat ettiği olmasa gerek. Çünkü evlilik ve boşanmaya göre çok çok basit kalan bir borçlanmayı bile kayıt altına alan Allah, bir toplumun temel taşı olan aileyi korumak ve devam ettirmek için neler murat etmez. Hele pişmanlık iradesi ortaya koyup evliliğini devam ettirmek isteyen kişilere geçmiş fetvaları gerekçe göstererek tüm kapıları kapatıp evliliğiniz bitmiştir demek ne insanidir ne dinidir ne vicdanidir ne çağı okumadır ne İslam’ı asrın idrakine sunmaktır. Tek kelimeyle zulümdür. İnsanımıza bu kötülüğü yapmayalım.

*27/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

21 Eylül 2023 Perşembe

Oyunu Ağalar Kurar, Marabalar Oynar *

Bin lira borç verir misin?

Ne zaman vereceksin?

Bir yıl sonra bugün.

Bir yıl sonra benden borcu istetmemen ve  verdiğim 1.000 lirayı 1.300 lira vermen şartıyla buyur.

Niye 1.000 lira değil? Tefeciliğe mi soyundun? Bildiğim kadarıyla buna karşısın. Ne değişti? Bu, haram değil mi?

Sümme hâşâ. Tefecilikten ve haram yemekten Allah'a sığınırım.

O zaman?

Nassın gereğini yapıyorum. Halihazırdaki nass yüzde otuz.

Böyle nass mı olur?

Niye olmasın?

O zaman biraz indirim yapabilir misin?

Yapamam.

Niçin?

Zaten en alt sınırı bu. Bu borcu benden MB politika faizini açıklamadan bir gün önce isteseydin, yüzde 25 olacaktı. O zaman 1.250 ödeyecektin. Mayıs-haziran gibi isteseydin yüzde 8,5 olacaktı. O zaman da 1.085 TL ödeyecektin.

MB ile bunun ne alakası var?

Alakası, nassı bugün MB belirliyor.

Bu nass denilen bir iner, bir çıkar mı?

Normalde inip çıkmaz.

O zaman?

Mevzubahis olan bu ülke ise normal.

Nass ülkeye göre değişir mi? Benim bildiğim nass bir ilkedir.

İlke olmaya ilkedir. Yalnız inandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın. Bir şeyi enine boyuna düşünmeden nass nass dersen, dün indirirsin, bugün çıkarırsın. Hoş, dün indirilir bugün çıkarılsaydı en azından Basra bu kadar harap olmazdı. Aylar aylar sürdü iniş.

Böyle oynamanın ceremesini kim çekiyor?

Sen, ben, bizim oğlan. Yani tüketici olan halk. Nass var denerek indirirken de sen çektin, nass buzdolabına kaldırılırken de sen çekeceksin. Ağlarsa, anam ağlar, başkası yalan ağlar misali.

Hani bu faiz hep inecekti, hiç çıkmayacaktı?

Hep inecek, daha da inecek sözü bize pahalıya patladı.

Niçin?

Çünkü enflasyon azdı.

Faizi çıkarınca iyi mi oldu?

İyi olmadı ama çarkı döndürebiliyorsun. Bu durum, hastaya önerilen, yan etkisi ağır ilaç gibi bir şey. Bu ilacı ya içeceksin ya içeceksin.

Önünü arkasını düşünmeden faizle oynayanlar bedel ödemeyecek mi?

Tövbe de.

Niçin?

Çünkü bedeli daima marabalar öder.

Maraba?

Alavere, dalavere. Kürt Memet nöbete misali sen, ben, bizim oğlan. Ötesi yalan. Çünkü kumarı pardon oyunu ağalar kurar, marabalar da oynar. Onlar seyreder, sen de terlersin. Tüm terini versen yine yetmez. Tekrar tekrar hep terleyeceksin. 

*25/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Maydanozgillerden Bir Tür *

Maydanozu severim. Yeter ki yerinde ve kıvamında olsun. Kişinin midesi ve bünyesi götürüyorsa her yemekte maydanoz yemesinde de bir sakınca yok. Yeter ki maydanozu çok yiyorum, ben de oldum bir maydanoz diyerek her şeye maydanoz olmaya kalkmasın.

Maydanoz yiyip yemediğini bilmediğim bir kız öğrencim vardı. Sınıfta her şeye karışırdı. Kızım dur, karışma dediysem de onu her şeye karışmaktan vazgeçiremedim. Hiçbir şeyi beğenmez, her şeye dudak büker, burun kıvırırdı. Sanırsın ki dünyada mükemmel bir kendisi var. Zaman zaman içime, kızım senden başka dünyada iyi biri var mı diye sormak geldiyse de söylemedim. Bir böyle iki böyle. Yine bir şeye karıştığı bir esnada, kızım, maydanozun kıymetini bilmek lazım dedim. Oymuş, sustu. İçine kapandı. Sınıfta ha vardı ha yoktu artık. Çünkü bir daha hiçbir şeye karışmadı. Her şeye karıştığında dersi zehir eden bu kız içine kapanınca, sınıfa bayram havası geldi. Sınıf barış ve huzurun adresi oldu. Öyle zannediyorum, her şeye maydanoz olma sözü onu kendine getirdi. Bu söz okul sonrasında da bir şeye maydanoz olmaya kalkınca, kulağına küpe olarak kalacak. Hep beni hatırlayacak.

İş bu öğrenciyle kalsa iyi. Benim öğrencim olmayan bazılarına, zamanında her şeye maydanoz olma denmemiş olmalı ki onlar büyüyüp serpilmişler. Makam ve mevki sahibi olmuşlar. Bulundukları makamda elan her şeye maydanoz olmaya devam ediyorlar. Haliyle ceremesini de emrinde çalışan amir ve memurlar çekiyor. Halbuki benim bildiğim makam ve mevki sahibi, ben her şeyi iyi bilirim, en iyi yaparım, her şeyden anlarım modunda olmaz. Her bir şeye olur olmaz karışmaz, ağır azam olur. Makamının ağırlığını korur. Oturduğunu, kalktığını bilir. Eksik aramaz, sabırsız olmaz. Herkes gibi dokuz aylık olduğunu hiç aklından çıkarmaz. Dağları ben yarattım demez. Emrindekileri ezmeye kalkmaz. Onlara terör estirmez. 

Günlük, haftalık ve aylık bir planı olur. O plana göre işlerini yürütür. Aksayan yönler olursa, müdahale eder ve sorunu çözer. Sorun olmaz. Çözümün bir parçası olur.

Çözümü parçası veya faktörü olmak isterse, her sabah kalkınca bugün kimi rahatsız edeyim, kimin huzurunu bozayım planı yapmaz. Yapılan planı bozup içine etmez. Gittiği her yere huzur götürür, huzurla döner. Huzuru huzursuzlukta aramaz. İçindeki kavgasını başkasının üzerine boca etmez.

İki kat aşağıda banka oturup ayakkabısını bağlayan birinin kim olduğunu; kimdir, necidir, kimin nesidir diye merak edip git bak gel diye birini göndermez.

Bir araba sesi duyduğu zaman bu arabanın burada ne işi var deyip merakını gidermek için birini göndermez.

Kriterleri belirlenmiş çiçek takdimi yapılacak iki kişiden, kendisinin çiçek vereceğini değiştirmez. Pişmiş aşa su kattığı için çiçek verilecek kişi sayısını üçe çıkarınca, bunu devlet krizi olarak görmez. Eğer bir kriz varsa, krizin kendinden kaynaklandığını bilir.

Makamında, birinin elini hareket ettirmesinden dolayı hal ve hareketlerine dikkat et demez.

Personeline, amirlerinden şikayet etmez. Dedikodu yapmaz. Dedikodusuna destek bulamayınca o personelden nefret etmez. Kin gütmez, intikam peşinde koşmaz.

Kendisine emanet edilen makamı emellerine alet etmez. Üstüne gülücükler dağıtıp astına sopa sallamaz.

Hasılı geldiği yerin hakkını verir. Etkisini ve yetkisini kötüye kullanmaz. Her şeye maydanoz olmaz. Taşıdığı kırmızı etiketin temsil hakkını tam verir. Kısaca kubbede hoş bir seda bırakarak hem kendisine hem atasına rahmet okutur.

*02/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

20 Eylül 2023 Çarşamba

Dupuytren Kontraktürü (2)

Elin Bağ Dokusu bozukluğu demek olan Dupuytren Kontraktürü hastalığı hakkında uzmanlarından alıntı yaparak bir önceki yazımda bilgi vermiştim. Bu yazımda da bu hastalığa maruz kalan biri olarak hastalığım, ameliyat ve tedavi safhasını ele almak istiyorum. Yazıda kendi görsellerime de yer vereceğim.

Sol elimin içinde idi rahatsızlığım. Avuç içim önce büzüştü. Büzüşen yerin alt tabakasında sertlikler oluştu, yer yer de çukurlar.

Çok telefon tuttuğumdan olmalı dedim. Bir ortopedi uzmanına göründüm. Cep telefonu tutmaktan değil. Elin rahatlaması için günde sabah akşam elini sıcak suya koyup çıkaracaksın. Çıkardığın elini yumruk yapıp açacaksın. Bu işlemi suyun içinde 150 defa yapmalısın dedi.

Bu öneriyi bir süre uyguladım. Elim de rahatlayınca bırakıverdim.

Bir yıl sonrasında el ayamda sertlik ve büzüşme arttı. Elim büzüştükçe sol el yüzük parmağımı da içe doğru çekti. Elimi yere paralel  düz tuttuğum zaman yüzük parmağım diğer parmaklarımla aynı hizada saf tutamadı, aşağıda kaldı. El ayamı havaya paralel tuttuğum zaman yüzük parmağım yine diğer parmaklarımla hizalanmadı.

Gündelik rutin işlerimi engellemediği için pek önemsemesem de oğlanın ısrarıyla tekrar doktora gittim. Bu elin çözümü ameliyat. Ameliyatı da parmak içe doğru 45 derece eğilmeden yapmıyoruz. Ağrı, sızı varsa ilaç yazalım. Yoksa bekleyeceğiz dedi.

Bir yıl daha geçti. Oğlan her eve gelişinde parmağın derecesini ölçtü. 45 dereceyi geçti. Tekrar doktora gidelim dedi. Bu sefer aynı doktora gitmedik. Bir özel hastanede çalışan el cerrahına gittik. Eli görür görmez el ameliyatlık dedi. Kararınızı verin yapalım. İster bana ister başkasına yaptırın ama el cerrahına yaptırmanızda fayda var. Çünkü sertleşmiş bağ dokusunu alırken bazen yanlışlıkla sinirleri de aldığımız oluyor dedi. Hemen olmazsak sıkıntı olur mu sorumuza, geciktikçe ameliyat zorlaşır dedi.

Dışarı çıkıp istişare yaptıktan sonra doktorun odasına tekrar gidip ameliyat günü istedik. Haftaya yapalım dedi.

Ameliyat günü geldi çattı. Sol kolum uyuşturuldu. Uyanık olmama rağmen kendime geldiğimde, ameliyat yaptınız mı dedim. Bitirdik bile dendi. 1-1.5 saat sürdü ameliyatım ve elimin alçıya alınıp sarılması. Elimden çıkarılan sertleşmiş bağ dokusunu şişeye koymuşlar, bana gösterdiler. İşte elinden çıkarılan dediler. Kalın ve uzunca bir doku idi gördüğüm.

Başarılı geçen bir ameliyattan sonra elimde koluma kadar yarım atel olduğu halde istirahat etmeden ertesi günü işime devam ettim. Giyim kuşam vb. Her işimi tek elle kendim yaptım.

Her gün evde pansuman yaptık. Pansuman için elim açıldığında Z şeklinde zikzak çizerek yapılmış ve dikiş atılmış elimi görünce, hayret ettim. Bir sanat eseri bu gördüğüm dedim. Doktorun emeğine, cesaretine, bilgi ve birikimine hayran kaldım. Çünkü her insanın harcı değil. Bir elin nereden açılacağını bilmek, o bölgeyi nasıl keseceğini bilmek, her şeyden öte böyle hassas bir bölgedeki ameliyatı yapmak büyük bir cesaret ister. Bunu da herkes yapamaz. Burada antrparantez şunu söylemek isterim. Son yıllarda hekimlere şiddet ve hor görme dolayısıyla cerrahi bölümleri ve hasta ile birebir yüz yüze gelen bölümleri tercih eden doktorlar arasında azalma var. Bugün cerrahi bölümler çok düşük puanla TUS’tan tercih edilir oldu. Böyle giderse, basit ameliyatlar için cerrah bulamayacağız. Allah ellerine düşürmesin, yokluklarını da göstermesin ama kıymetlerini bilmek ve takdir etmek lazım.

Tekrar hastalığa gelirsek, ameliyattan bir hafta sonra kontrole gitmem gerekirken derslerim aksamasın diye 10.gün kontrole gittim. Sargıyı çıkardı doktor. Bundan sonra elini yavaş yavaş açıp kapama çalışması yap. Gündüz bir şey sarmana gerek yok. Gece yatarken şu resimde gördüğünüz aparatı medikalden alıp takın. Başka da bir şeye gerek yok dedi. Ameliyatlı elimi yıkamada bir sakınca var mı soruma, hemen kurularsan yıkayabilirsin dedi. Bu arada ameliyatımı da videoya almışlar. Hatıra olarak onu da aldık.

Oğlan tanıdığı bir medikalciye gece elime takacağım aletin fotoğrafını gönderir. Fiyatını sorar. 2500 lira ama bize bir şey yapabileceğini söyler. Buluşmuşlar. Bu arada aletin adını İnternetten arıyorum. İsmi Termo Plastik Anti Spastisite Ateli imiş. Kısaca el bilek aleti diyelim. Ağzı açık, kullanılmışa benzeyen aleti bize 2000 liraya bırakmış tanıdık medikalci. Bu, kullanılmışa benziyor deyince bizim için yüzünü değiştirebileceğini söylemiş. Hem fiyat hem de aletin görünüşünden işkillenen oğlan bir değerlendirelim deyip aleti almadan çıkar. Başka bir medikalciye gider. Fiyata 750 lira ama 600 olur der. Fiyatın 2500’lerden 600’lere inmesi, aynı ürünün medikalcilerde bu kadar farklılık göstermesi ilginç. Aletin ismini öğrenmek için İnternete girdim. Hem adı hem de fiyatı karşıma çıktı. Kargo dahil 650 lira imiş. Allah her medikalcinin eline düşürmesin. Bu tür ürünlerde gözü kapalı alışveriş yapmamak lazım. En azından fiyat karşılaştırması için bir başkasına sormada fayda var.

Halihazırda aleti takıyorum. Dikişler görünse de elim iyileşme safhasında. Solu her işte kullanmasam da artık iki elim var ve dünya varmış. Allah herkese sağlık ve afiyet versin.

19 Eylül 2023 Salı

Dupuytren Kontraktürü (1)

Bu yazımda “elin bağ dokusu bozukluğu anlama gelen Dupuytren Kontraktürü hakkında bilgi vermek istiyorum:

Dupuytren Kontraktürü, avuç içinin cilt ve cilt altı dokusunun hastalığına denir. Elde, parmak eklemlerinde meydana gelen sertlik ve parmakların açılmaması halidir. Nadir görülen bağ dokusu bozukluğudur.

Avuç içi derisi altında yer alan lifli dokunun kalınlaşması ve kısalması ile sertleşmiş bir nodül oluşur. Akabinde burada çok sertleşmiş bir doku bandı görülür. Dolayısıyla etkilenen parmak birkaç ay veya daha uzun bir süre boyunca avuç içine doğru çekilmeye başlar. Sonra sabit bir pozisyonda kalır ve geri çekilmez. Kalın ve sert bir doku şeklini alan cilt ve cilt altı dokusu, parmakları avuç içine doğru çeker ve elin hareketlerini kısıtlar. Genellikle 4. veya 5. parmaklarda sık görüldüğü gözlemlenmiştir.

Genellikle orta yaş (40 yaş ve üstü) erkeklerde ortaya çıkar. Şeker hastaları, elini çok kullanan ağır işte çalışanlarda daha sık olmakla birlikte bu hastalığın nedeni net olarak bilinmemektedir.

Hastalığın belirtileri:

Parmakların avuç içine doğru çekilmesi, 

Avuçta sert şişlik ve çukurluk, (Avuç içinde oluşan şişkinlik ve sertlik ile bir veya birkaç parmağın açılmaması, hastalığın belirtileri arasındadır.) Ağrı oluşturmayan hastalık, yalnızca kişinin hareket kabiliyetini olumsuz olarak etkiler.

Etkilenen parmağın avuç kısmında kalın kordonlar meydana gelebilir. Bu kordonlar parmakların eğilmesine ve geriye çekilme olmasına neden olur.

Bu hastalık genellikle ağrıyla seyretmez. Hastalar bunu elini zemine koyarken düz bir şekilde koyamaması ile fark eder.  

Kişi parmaklarını rahatlıkla kullanamaz. Örneğin elini cebine sokma, el sıkışma, el yıkamak gibi aktivitelerde zorluklar yaşar.

Hastalığın tanısı; şikayetler ve muayene ile konulur.

Ağrı oluşmadığı için hastalar  genellikle tedavi olmayı erteler ancak bu durum hastalığın daha da ilerlemesine neden olur. 

Tedavisi ameliyattır. Ameliyat genel anestezi veya koldan lokal uyuşturmayla yapılır. Elin damar ve sinirleri korunarak ince şekilde sert ve kalınlaşmış cilt altı ve cilt dokusunun açılması gerekir. Cerrahi tedavi ile hastanın avuç içerisinde oluşmuş olan nodül ve bantlar çıkartılır. İyileşme genellikle 2-3 haftayı bulur. Fizik tedavi uygulamaları ile de el ve parmak kullanımını gerektiren aktivitelere dönüş hızlandırılmıştır.

Dupuytren Kontraktürü (bağ dokusu rahatsızlığı) ile ilgili bilgileri “umutsinaersoy.com.com” ve “mmustafacimen.com.com” sitelerinden alıntı yaptım.

Pek bilinmeyen, çoğu kimsede görülmeyen bu hastalığı ele almamın sebebi böyle bir hastalığa maruz kalmamdır. Bunu da diğer yazımda ele almak istiyorum.

18 Eylül 2023 Pazartesi

Müslümanlığı Namaza İndirgemek *

Sosyal medya bugün hayatın bir parçası. Sanal da olsa insanların fikri, zikri bu mecrada akıyor. Dinin bir umdesi olan namaz da hem gerçek hayatta hem de sanalda sürekli paylaşım yapılan ve önemine dair yazılıp çizilen konuların başında geliyor. Belli başlı insanların hep namaz üzerine yaptığı bu paylaşımları görünce, bunlara Müslümanlığı namaza indirgeyen tipler diyorum.

Benim bu yazımı okuyan bazıları namazı önemli görmediğim anlamını çıkaracak. Hiç problem değil. Ki namaz dinin önemli bir umdesidir. Farz kılınış amacı da kişiyi kötülüklerden arındırmasıdır.

Hayatı ve Müslümanlığı salt namaza indirgeyen bu tipler sadece sosyal medyada değil, gerçek hayatta da aktifler. Örnek vermek gerekirse,

Birilerinin kaç yıldır devam ettirdiği ödüllü sabah namazı etkinlikleri,

Şimdilerde pek duymasak da bir hayırlı iş için oğlan veya kızı komşularına ve tanıdıklarına sorduğumuzda, "Namazında ve niyazında" dendiğini az buçuk duymuşsunuzdur. Bu cevap bile kişinin iyiliği namaza indirgenmiş anlamına gelir.

Başta İHO ve İHL'lerde olmak üzere yine sabah namazı etkinliği yapılıyor. Namazdan sonra çorba ikramı yapılacaktır notu da ihmal edilmiyor.

Ne zaman çocuğun bir okulu kazansa, bu sevinci sosyal medyada paylaşsan, sevincini kursağında bırakan ekip devreye girer: "Oğlunun, kızının namaz kılmadığına üzülmüyor. Mühendis, doktor olmuş, ona seviniyor. Dünya diplomaları ahirette geçmiyor" paylaşımları servis edilir. Gören de herkesin geçiminin kefili bunlar sanır.

Bu tür paylaşım ve etkinlikleri yapanlar, dini tek namaza indirgediklerinin farkında mı acaba? Dinin namazdan başka bizden istediği yok mu? Din demek sadece  namaz demek midir? Dine dair bu tiplerin başka söyleyecekleri yok mu? Bu ülkenin doktora, mühendise ihtiyacı yok mu? İbadet demek sadece namaz kılmaktan mı ibarettir? Dini dar anlamda namaz, oruç gibi ibadetlere hapsedeceğimize, Allah'ın razı olduğu, insanların yararına olan her türlü fiil ve hareketin geniş anlamda ibadet olduğunu ön plana çıkarsak daha faydalı bir iş yapmış olmaz mıyız? 

Çocuğu doktor ve mühendis olduğuna sevinen birinin, çocuğunun namaz kılıp kılmadığına bu paylaşımcılar nereden biliyor? Çocuğu namaz kılmıyorsa, ebeveynin üzülmediğini nereden ve nasıl bilebiliyorlar? Yoksa bunlar aynı zamanda birer niyet okuyucusu mu? Bu tiplerin durumu, namazı bir ben kılıyorum. Siz kılmıyorsunuz anlamına da gelmez mi?

Kişinin namaz kılıp kılmadığını bir güzel okuyup sapla samanı karıştıran bu tiplerin amacı ne acaba? Başka sermayeleri yok mu? Bu tür paylaşımlarla "Adım Hıdır. Elimden gelen budur" mu demek istiyorlar? Amaçları namazın önemini kavratmak ise kusura bakmasınlar da namaza dair bu şekil sosyal medya mücahitliği ile kimse namaza başlamaz. Hazırında antipati kazanırlar. Unutmayın ki din ve Müslümanlık namazdan ibaret değildir. 

Benden söylemesi.

*29/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Teori ile Pratiğin Buluştuğu Okullar *

İnsanlığın hizmetine sunulmuş her meslek kutsaldır ve önemlidir. Ama tüm mesleklerin içerisinde hekimliğin yeri bir başkadır.

Hekim olmak için okunacak okulu kazanmak, kazanılan okulu hazırlık artı 6 yıl okumak, okulu zamanında bitirmek olağanüstü bir çaba ister. 

Teori ile pratiğin birleştiği okullardır tıp fakülteleri. Beşinci sınıfı stajyer doktor, son sınıfı intörn olarak hastanede geçirmek zorunda öğrenciler. Hastanede nöbet tutmaya öğrenci iken başlarlar. 

Gezmeye, dolaşmaya zamanları yoktur. Ders, hastane, nöbet, vakit kalırsa ev üçgeni içerisinde bir koşuşturmayla geçer öğrencilikleri. Vakit bulmak için az uykuya alışmak zorundalar. 

Okul bitince pratisyen doktor olarak bilgisayar kurasıyla atanıp doktor olurlar. Acillerde, toplum sağlığı merkezlerinde çalışmaya başlarlar.

Doktor olsalar da öğrencilikleri bitmez. Öğrenci iken başladıkları tıpta uzmanlık sınavına hazırlanırlar. Bu zor sınavı kazanırlarsa bir eğitim araştırma veya tıp fakültesinde uzmanlık yapmak için yeniden öğrenciliğe başlarlar. Öğrencilikleri hastanede 4-5 sene sürer. Uzmanlığı bitince yeniden zorunlu hizmete gitmek zorundalar. Çoğu bir uzmanlıkla yetinmez. Çünkü bazı bölümler için ikinci yan dalda da uzmanlık gerekiyor. 

Uzmanlık yaparken asistan doktor olarak maaşlarını alsalar da doktorluğun dışında yeri geldiğinde hemşire ve hastabakıcılık da yaparlar. Çoğu asistan, yıllık izninin tamamını bile kullanamaz. Çünkü hocasının verdiği kadar izin kullanırlar. 

Ne bayramları vardır ne geceleri. Bir bakmışsın bayramda nöbetçiler. Bir bakmışsın gece nöbetçiler. 

Vakitlerinin büyük bir çoğunluğunu hastanede geçiren bu meslek grubu, sabahtan akşama dert dinlemek zorunda. Çünkü hastaneye ancak hasta olanlar gelir. Bir başka meslek grubu gibi arazi olma gibi lüksleri de yoktur. Hasta olsalar da işe gelmek zorundalar.

Hasılı, öğrencilik ve çalışma yılları koşuşturmayla geçen hekimler; büyük, önemli, sorumlu ve hata yapma lüksleri olmayan bir görev ifa ediyorlar.

Konu hekimlerden açılmışken kısaca tıp eğitiminden de bahsetmek gerek. Çünkü eğitim ve öğretim bu ülkede yerlerde sürünse de mevcut tıp fakültelerinin yanında çokça tıp fakültesi açılmış olmasına rağmen bu ülkede tıp eğitimi hala ciddi bir şekilde yapılıyor. Ülkemizin tıp eğitimi dünyada da kendini kabul ettirmiş durumda. Bu yönüyle kaliteden ödün vermeyen tıp fakülteleri yönetimlerini tebrik etmek lazım.

Ülkemizin eğitimi sos verirken tıp fakültelerindeki eğitimin kalitesi tesadüf değil. Çünkü tıp fakülteleri teori ile pratiğin birebir uygulandığı yerlerdir. Öğrenilen bilgilerin pratiği hastanelerde tatbik edilince, kalite de kendini gösteriyor. Örnek vermek gerekirse, tıptan mezun olan bir öğrenci doktor olarak bir yere gittiğinde ne yapacağını, hastaya nasıl müdahale edeceğini, ne tür ilaç vereceğini biliyor. Bırakalım hastaneyi, yolda bir trafik kazası gördüklerinde, anında müdahale edip hastaya ilk müdahaleyi yapabiliyor. Herhangi bir hastaneye vardıklarında, bu hastanenin çalışanı değilim demezler, işe girişirler.

Pek kadir ve kıymetini bilmesek de yeri geldiği zaman hekimlere şiddet uygulasak da Allah ne eksikliklerini göstersin ne de ellerine düşürsün doktorların.

Bu ülkede eğitim ve öğretimi belirli bir seviyeye getirmek istiyorsak, tıp eğitimini örnek almamızda, her türlü okul türünde teori ile pratiği birleştirmemizde fayda vardır. Çünkü pratik ve uygulama olmadan teoriden ibaret bilginin, eğitim ve öğretime ve hayata hiç katkısı olamaz.

*09/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Öğretmen Mülakatına Dair *

CumhurbaşkanınınKamuda işe alımlarda mülakatı kaldırıyoruz” vaadine karşılık Milli Eğitim Bakanının “Mülakat devam edecek” açıklaması;

Başlı başına bir çelişkidir. Vaadin yerine getirilmemesidir. Alışkanlık haline getirilen U dönüşüdür. Dün ayıplanan “Dün dündür, bugün bugündür” sözünün ayıplayanlar tarafından sahiplenilip özümsenmesidir. Bu aşamadan sonra bu sözün sahibi günümüz siyasilerimiz eline su dökemez. Biz buna boynuz kulağı geçmiş deriz.

Cumhurbaşkanı ayrı telden, Bakan ayrı telden çaldığına göre iyi polis, kötü polis oynanıyor anlamını çıkarmak da mümkün. Ki bu Bakanın bu konuda yaptığı ilk değil. 2013 şube müdürlüğü sınavına girmiş olanlardan, mülakatta başarılı olanların ataması 2014 yılında yapılmıştı. Bu atama mahkemeye götürüldü. Mahkeme şikayetçileri haklı bularak atamaların iptal edilmesini istedi. Zamanın Bakanı Nabi Avcı, kendisinin açıklaması istemiyle sorulan soruya, Meclis kürsüsünde “Şube müdürlüğü atamaları iptal edilecek. Yazılı ve sözlü ortalamasına göre yeniden atama yapılacak” dedi. Ertesi günü o zaman müsteşar olan Tekin, “Atamalar geçerli. Yeniden atama olmayacak” dedi. İlgili Bakan, kardeşim, sen ne diyorsun demedi ya da diyemedi. O şube müdürlüğü atamaları geçerli olsa da tartışma hiç bitmedi. Hem Bakanın hem de Cumhurbaşkanının sözünün üzerine son sözü söylemek demek olan bu açıklama ve icraatları görünce, acaba bakan mı büyük yoksa müstear mı? Bakan mı büyük Cumhurbaşkanı mı sözü akla geliyor. Öyle ya Bakanın sözünün üzerine müsteşar olarak son sözü söyledi. Cumhurbaşkanının sözü üzerine son sözü söyledi. Müsteşara göre bakan, bakana göre Cumhurbaşkanı daha üstün ve yetkili olduğuna göre öyle zannediyorum, iyi polis, kötü polis oynanmış görünüyor.

Tüm bunların üstüne “Daha önceki mülakatlar öylesine yapıldı. Biz adam gibi mülakat yapacağız” anlamına gelen “Mülakatları mülakat gibi yapacağız“ sözü de işin tuzu-biberi oldu. Bu konuda gelen eleştirilere de Bakan, maksadımı aşan bir ifade oldu diyeceği yerde bu cümleye dair eleştiri yapanları art niyetli olarak değerlendirdi. Merak ettiğim, eleştirilmesi gereken bir şeyi eleştirenler niçin art niyetli olsun? Bence herkes aynaya ve yaptığına ve yaptığının ne şekil anlaşıldığına bakmalı.

Mülakatların üzerinde duruyorum. Çünkü mülakatlar objektif ve ölçülebilir kriterlerden yoksundur. Ayrıca mülakat demek torpil demek, ahbap çavuş ilişkisi demektir. Bakan kayırmacılık olmayacak dese de halkta mülakatın karşılığı budur.

Bakanın yazılı sınavın üzerine mülakatta ısrarcı olmasını, çoğu branşlarda öğretmen adaylarının alan bilgisi sınavlarında başarının yüzde ellinin altında kalmasını gerekçe gösteriyor. Bakanın bu tespiti doğru. Yalnız bunun yolu mülakat değil, bu adayların mezun olduğu fakülteleri masaya yatırmak gerek. Çünkü bu adaylar fakültelerinden öğretmenlik yapabilecek şekilde başarılı olmuştur anlamına gelen diploma alıyor. Bakan, alan bilgisi sınav sonuçlarından memnun değilse, fakülte dekan ve rektörleriyle başarıyı artırıcı önlemler üzerine görüş alışverişinde bulunabilir. Yeterli donanıma sahip olmayanların mezun edilmemesi ve diploma verilmemesi üzerine görüş birliğine varabilir.

Bakanın alan bilgisine dair bu tespiti sadece öğretmen adaylarının değil, ortaokul ve liseden başlayan sınıf geçme sistemiyle ilgili bir sorundur. Bakan bu sorunu, yıllardır devam eden elli ortalamasıyla sınıf geçme sisteminde aramalı. Çünkü öğrencilerimiz 10 sorudan yarısını yapmadan başarılı sayılıyor. Lise boyunca bazı derslerden hep sıfır almasına rağmen öğrenci not ortalaması ile bir üst sınıfa geçip mezun olabiliyor. Bakanın derdi başarı ise işe, ortaokul ve liseden başlamalı. Temeli ve alt yapısı dolu olan öğrenci üniversitede daha başarılı olacaktır. Herkesi liseli ve üniversiteli yapacağız, üniversitelerin boş kontenjanlarını dolduracağız düşüncesiyle tercih şartı 150 ve 180 puanını kaldırmak ne derece başarıyı getirir?

Diyelim ki yazılıda gösterdiği başarıyı bir de sözlü de göstersin mantığıyla mülakatları yapacağız. Unutmayalım ki mülakata çağırdığımız üç katı adaydan üçte ikisini elemek suretiyle onları küstüreceğiz. Bir diğer husus, adayın çektiği konu veya soruya hiç bakmadan nasıl komisyon huzurunda 45 dakika anlatabilecek? Nerede görülmüş, bir konuya hazırlık yapılmadan 45 dakika ders anlatıldığı? Burada heyecan ve hazırlık süreci mutlaka göz önünde bulundurulmalı. Mesele, örnek bir ders anlatımı isteniyorsa, adaya en az iki saatlik bir hazırlanma süreci vermek gerekecek. Yani aday iki saat önce sorusunu çekecek. Uygun bir ortamda konusuna hazırlanıp ardından komisyonun huzuruna çıkarak dersini anlatma imkanı vermeli.

Hasılı, mülakat konusu yüzde elli yazılı, yüzde elli mülakat puanı ve tüm mülakat sürecinin kayıt altına alınmasından ibaret değil. Mülakat yapılacaksa, mülakatın her aşaması masaya yatırılmalı. Tüm mesele başarı kriterini ortaya çıkarmaksa, mülakat yapmadan da bu kriter ortaya konabilir. Mesela, alan bilgisi sınavında yüzde ellinin altında net yapan aday, öğretmen olamaz denebilir.

İşin özü, mülakat çok su götürür ve nice canlar yanmaya devam eder. Bu da insanımızı küstürmek anlamına gelir.

*22/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

17 Eylül 2023 Pazar

Ortadoğululuk Nedir, Bilir misiniz? *

-ÖLÜMÜ YÜCELTİP güzel yaşamayı aşağılamak ORTADOĞULULUKTUR.

-Dini yüceltip bilime kayıtsız kalmak Ortadoğululuktur.

-Lideri yüceltip, iyi sistem kurmayı aşağılamak Ortadoğululuktur.

-İmanı yüceltip aklı aşağılamak Ortadoğululuktur.

-Duyguları yüceltip mantığı küçümsemek Ortadoğululuktur.

-Müteahhitti yüceltip, mühendisi aşağılamak Ortadoğululuktur.

-Üniversiteleriyle değil, camileriyle gurur duymak Ortadoğululuktur.

-“Alnı secde görüyor” diye, ZORBA ve HIRSIZ politikacılara oy vermek Ortadoğululuktur.

-İmamları yüceltip, filozofları aşağılamak Ortadoğululuktur.

-Ev kadınlığını yüceltip, kariyer yapan kadını aşağılamak Ortadoğululuktur.

-Kendi çocuklarını Amerika’da okutup, halk çocuklarını imam hatiplere zorlamak Ortadoğululuktur.

-Sözü yüksek olanı değil, sesi yüksek olanı iyi lider sanmak Ortadoğululuktur.

-Kurumsal çözümler üretmek yerine, karizmatik lidere tapmak Ortadoğululuktur.

-Hatasından ders alıp öğrenmek yerine, hatasıyla duygusal bağ kurup hayatını bataklığa çevirmek Ortadoğululuktur.

-Standart sahibi olmak yerine, DÜŞTÜKÇE “beterin beteri var” diye KENDİNİ AVUTMAK Ortadoğululuktur.

-Başına gelende katkısı olduğunu görmek yerine, hep dış güçleri suçlamak Ortadoğululuk.

-Şeytan taşlamaktan ibadet etmeye zaman bulamamak Ortadoğululuktur.

-Kendi hayatında hiçbir başarısı yokken, sürekli atalarıyla övünmek Ortadoğululuktur.

-Sıkılmış bir yumruğun, açık bir elden daha güçlü olduğuna inanmak Ortadoğululuktur.

Yukarıdaki maddelerin birçoğunun DİNLE İLGİLİ olduğunu görüyorsunuz. NEDEN? 

Çünkü ortalama bir Ortadoğulunun BEYNİNİN %75'İ DİNLE KAPLIDIR. Bu yüzden diğer şeylere çok az yer kalır. Onun zihniyetiyle ilgili söylediğiniz her şeyi, dinine saldırı sayar. 

Dinle ilgili olmayan konularda pek fikri olmadığı için dinini ilgilendirmeyen hiçbir eleştiri yapma şansınız da yoktur! Üstünüzü ıslatmadan, elinizle balık yakalamanın imkansızlığı gibi bir şey. 

İronik bir şekilde, Ortadoğulular ülkelerinin sıkıcılığından kaçıp, nefes almak için turist olarak TÜRKİYE’YE GELİYOR. 

Birkaç yıldır, yılın yarısını yurt dışında geçiriyorum. Yurt dışında, gittiğim en iyi restoranların en iyi yerlerinde hep ARAP ŞEYHLERİNİN ÇOCUKLARI, yanlarında RUS SEVGİLİLERİYLE oturduğunu görüyorum. 

“Kendi ülkelerini modernleştirmek yerine, modern ülkelerde hayatlarını yaşıyor, kendi halklarına da DİN PAZARLIYORLAR. Ama kendileri son derece DÜNYEVİ YAŞIYOR” 

desem, beni o diktatörlerin polislerinden önce, o yoksul insanlar linç eder. Celladına aşık zihniyetteki insanlar için ne yapılabilir ki?

Bu açıklamayı kimseyi ikna etmek için yazmadım. Mantığa inanmayan insanların mantıklı argümanlarla değiştirilemeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Bu hayatta, bazıları akılla öğreniyor, bazıları acıyla. Maalesef bu coğrafya, acıyla öğrenenlerin coğrafyası.

Benimki, sadece geleceğe dönük bir “BEN DEMEMİŞ MİYDİM” notu. 

Bu topraklarda, her şeyin bir gün anlaşıldığını ama hep geç anlaşıldığını biliyorum. Hepsi bir gün neyin ne olduğunu anlarlar, ama hep geç anlarlar!

Az gelişmişlerin kaderi iki kelimede saklıdır: İDRAK GECİKMESİ!

Matbaanın 300 yıl geç geldiği bir topluma, mantık da olması gerekenden 30 yıl sonra geliyor. Neyin en mantıklı çözüm olduğuna karar vermeden önce 30 yıl kavga ediliyor!

"COĞRAFYA KADERDİR" der, İbni Haldun. Bizim kaderimiz de idrak gecikmesi...

Not: Yazı, Mümin Sekman’dan alıntıdır.

*06/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

16 Eylül 2023 Cumartesi

Özlü Sözler (4)

83.Düşünmek kolaydır, yapmak zordur. Dünyada en zor şey de düşünüleni yapmaktır. Goethe

84.Eğer elinizde bir çekiç varsa, herşey gözünüze bir çivi gibi görünmeye başlar. Abraham Muslow

85.En büyük bilgelik kendine egemen olabilmektir. Eurıpıdes

86.Felaketlerin başlıca kaynağı, ölçüsüz arzularımızdır. Diyojen

87.Geçmişi değiştiremezsin ama gelecek daha elinin içindedir. Hugh White

88.Görev büyük şey yapmak değil gerekeni yapmaktır. Dr. A. Carrel

89.Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider. C. Bruna

90.Gözlerin konuştuğu dil, her yerde aynıdır. G. Herbert

91.Güler yüzle söylenen bir yalanı bir anda yuttuğumuz halde, acı gerçeği ancak damla damla yutarız. Diderot

92.Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir. Tolstoy

93.Hayata yapılacak o kadar çok hata var ki aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok. Sartre

94.Hepimiz yaşamın kısalığından söz ederiz de boş geçen zamanlarımızı nasıl kullanacağımızı bilmeyiz. Seneca

95.Her şeyden önce iyi olalım, ondan sonra mutlu oluruz. J. J. Rousseau

96.Hiç kimse başarı merdivenini elleri cebinde tırmanmamıştır. J. Keith Moorhead

97.Hiçbir şey için “Benimdir” deme. Yalnızca “Yanımdadır” de. Çünkü ne altın ne toprak ne sevgili ne yaşam ne ölüm ne huzur ne de keder her zaman seninle kalmaz. D. H. Lawrence

98.İnsan gençliğinde öğrenir, yaşlılığında anlar. Eschenbach

99.İnsan hak ve ahlak unsurlarını kendi tarafına kazandığı zaman, her türlü ayaklanmayı bastırabilir. Aksi takdirde top ve tüfek kullansa bile zaferi kaybeder. F. W. Forester

100.İnsanın yapabileceği en büyük kötülük kendisine olan güvenini kaybetmesidir. Lytton

101.İnsanlar gençliklerinde para kazanmak için sağlıklarını harcıyorlar; yaşlandıklarında ise sağlıklarını kazanmak için biriktirdikleri paraları harcıyorlar.

102.İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman, ayrılmalarına yakın zamandır. Dostoyevski

103.Kadınların ve kitapların cildine bakan yanılır.

104.Kalp denize benzer. Fırtınaları, sakin zamanları ve taşkınlıkları vardır. Bazen de derinliklerinde inciler gizlidir. Heine

105.Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor. J. B. Conont

Not: Alıntıdır.