Ana içeriğe atla

En Kârlı Ticaret

Dün dündür, bugün de bugün prensibini düstur edinerek sık sık U dönüşü yapacaksın. Bunun için önce kırıp dökeceksin. Meseleyi Filistin-İsrail meselesi haline getireceksin. Büyük söz söyleyeceksin. Can, beden ten ne varsa ortaya koyacaksın. Ben yaşadıkça gelmem, gitmem, gelemez. Çünkü ben haklıyım. Bu iş bitti diyeceksin. Herkes senin ciddiyetini anlayacak. Sonra tamir yoluna gideceksin. Yalnız bu dönüşü burnundan kıl aldırmadan birden yapmamayı, zarardan kısa yoldan dönmemeyi zamana yaymayı badü harabil Basra'ya kadar öteleyeceksin. Tüm bu süreçte zarar görülürmüş, maliyeti ağır olurmuş demeyeceksin. Bir şey olmamış gibi görünüp yoluna devam edeceksin. Ne kadar suçlu olursan ol, her defasında üste çıkmayı bileceksin.

Derviş görünümlü olmayı hiç terk etmeyeceksin. Bir nevi kuzu postuna bürünmüş kurt olacaksın. Tevazu görünümlü kibri hiç elden bırakmayacaksın. Güç zehirlenmesi denilen zehirlenmeyi iliklerine kadar hissedeceksin. 

Allah, din, iman, ahlak, adalet, ehliyet, liyakat, ayet, hadis türünden milli ve manevi değerleri, çağın parlayan yıldızı olan milliyetçiliği hiç dilinden düşürmeyeceksin. Eylemin farklı olsa da bu değerleri daima satışa sunacaksın. Sonuçları itibariyle görevin milli ve dini değerlerin içini boşaltmak olsa da bunların ticaretini yapmaya devam edeceksin. Çünkü dünyanın en kârlı işi din ticaretidir. Tek yapacağın, bir maliyet ve sermaye ihtiyacı olmadan ikna edebilme kabiliyet ve cambazlığını göstermektir. 

İlişkilerde kazan kazan prensibini düstur edineceksin. Bir şeyin veya bir ülkenin en büyük düşmanı olacaksın. Bunu sözle yapacaksın. Sonuçları itibariyle sen de ayakta kalacaksın, düşmanın da. Düşmanı olduğun ülke ve sen kazanırken o ülkeye potansiyel tehlike olan ülkeler yerle yeksan olacak. Bir daha ayağa kalkamayacaklar. Böylece rakip gördüğün, meydanı boş bulurken sen de puan toplayacaksın.

Kazanmak ve zirvede kalmak için her yolu mubah göreceksin. Yola kazanacak kişilerle çıkacaksın. Kazandıktan sonra beklentiyi yüksek tutanları, söz dinlemeyenleri, problem çıkaranları ve artık işe yaramayanları kapının önüne koyacaksın. Sen izin vermeden ayrılanları nankör ve hain bileceksin. Yanından gidenleri suçlayıp hiç suçu üzerine almayacaksın.  Yerlerine yenisini özellikle daha önce düşman bellediklerini monte edip yola devam edeceksin. Yani ekibini sen seçip sen bitireceksin. Kısaca seni hep kazandıracak, katkı sağlayacak kişilerle yola çıkacaksın.

İyi yaptığın işleri ballandıra ballandıra temcit pilavı gibi anlatacaksın. Beceremeyip ağzına yüzüne bulaştırdıklarınla ilgili öyle mazeret ve gerekçe üreteceksin ki dinleyenler küçük dilini yutsun. Suçu daima başkasının üzerine at. Sevdiklerin arayıp da bulamadıkları bu hikmete sarılsın.

Öyle rakiplerin olsun ki evlere şenlik olsun. Senden uzaklaşıp onlara gitmeye kalkan geri gelip sıtmaya razı olsun. Sana rakip olanlar, yaptıkları ve yapmadıklarıyla bilerek veya bilmeyerek sana çalışsınlar. Bu çarkı işleten ayak olsunlar. Böyle olursa, sen daima baş, onlar da seni menziline götüren ayak olurlar. Böylece sen kazanırken onlar da kaybederken birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde muradınıza erersiniz. Sana ve onlara destek olanlar da kerevetine çıksınlar.

Kitabını yazdığın şeylerde, işler umduğun gibi gitmezse, karizmam çizilir diye endişe etme. Çünkü o kadar sevenin var ki düşman çatlatan türden. Bunlar suçu sana değil, iş verdiğin kişilere bulurlar. Adam yok ki bir kendisi var derler. Kısaca kredin bol. Sende bu irade sevenlerinde de bu kredi oldukça seni kim tutar.

Hasılı, her ne yaparsan yap, dini söylemi ve dinî değerleri  dilinden hiç düşürme. O değerleri kullandıkça ayak altına düşse de sen daima zirvede kalırsın. Çünkü bu yolda din ve dinî değerler kadar sihirli bir değnek bulamazsın. Bu sihirli değnek seni zirvede tutarken aynı değnekle rakiplerine sopa atarsın. Bu değneğin sopasını yiyen ise asla iflah olmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde