31 Aralık 2023 Pazar

Ekonomimizin Merhemi

Hazine Bakanlığına göz kırptığım eski yıllarda bakın önerilerim nelermiş: 

"Altın sahiplerinin yastık altında tuttukları altın miktarı, 5 bin ton olduğu tahmin ediliyormuş. Bu da 300 milyar dolara tekabül ediyormuş.

Milletin altınını yastık altında tuttuğu nereden biliniyor bilmiyorum.

Açıklandığında göre bu altınlar yastık üstüne çıkarılırsa ekonomimiz rahatlayacakmış.

Altın Garantili TL uygulamasıyla devlet bu altınları bankalara kazandırmaya çalışıyor ama millet yastık altından çıkarmaya pek niyetli değil.

Bu garantiye rağmen millet niçin TL'ye dönmüyor? Sanırım bir güven problemi var. Belki de benim Hazine Bakanı olmamı bekliyor. Çünkü at sahibine göre kişner.

Gözlerindeki ışıltıya rağmen halk altınını mevduat hesabına yatırmıyorsa sen nasıl yapacaksın diyebilirsiniz. Haklısınız. Bunu bakanlık tevdi edildiği zaman açıklayacaktım ama mesele memleketse benim bakanlığım teferruattır.

Uzatmayayım. Bir aya varmadan tüm yastık altındaki altınları ekonomiye kazandırırım. Atma Recep diyebilirsiniz. Atmıyorum. Bir defa benim adım Recep değil. Önce adımı öğreneceksiniz. Sonra beni izleyeceksiniz. Bunun için önce duyuru yapacağım. Şu gün şu saate kadar yastık altındaki altınlarını TL'ye bozdurarak bankaya yatırın. Yatırmazsanız, günah benden gider diyeceğim. Belirlediğim tarihte herkes nefesini tutacak ve bekleyecek. Millet beklerken ben beklemeyeceğim. 

Profesyonellerden oluşan bir hırsız timi kuracağım.  Her hırsıza birer detektör dağıtacağım. Islığımla beraber aynı anda hareket edeceksiniz. Getirdiğiniz her gram altına prim garantisi veriyorum. Benden haber bekleyin, diyeceğim.

Baktım millet sarı liralarını bankaya getirmedi mi. Bir ıslık. Yardımcılarım verdiğim detektörlerle ev ev dolaşacak. Polis arabaları, bulunan altınları arabalara yükleyecek. Bu altınlar hangi evden alınmışsa o kişi adına hesap açılacak. Evde altınlarının alındığını gören vatandaş, soluğu bankalarda alacak. Altınlarını bankaya yatıracak. 

Geldi mi beş bin ton altın bankaya.

Gördüğünüz gibi bu altınları bankaya çekmek benim için çocuk oyuncağı. Bu projede tek sorunum benim ıslık çalmayı bilmemem. Bunu da bakan oluncaya kadar öğrenirim diyorum. Öğrenemesem, yol arkadaşlarımla haberleşmek için başka yol bulacağım.

Burada efendim, hırsızlara prim vermek caiz mi denirse, ki çıkar böyleleri. Ne alaka hırsızlık. Bir defa bunun adı hibedir hibe. Sonra hırsız emek sarf etmiyor mu?

Bu arada hırsızlıkla da mücadele etmeyi hiç ihmal etmeyeceğim. Çünkü inancıma göre hırsızlık haramdır. 31 Aralık 2021

Sevdiklerinize Zarar Vermek mi İstiyorsunuz?

Sosyal medyayı beğensek de beğenmesek de bir iyiliği daha var. Anılar kısmı. Her gün önceki yılların bu gününde ne paylaştığını önüne seriveriyor. Bu yönüyle Facebook bir nevi arşiv görevi ifa ediyor. İşte iki yıl öncesinin son 31 Aralık gününde yazıp paylaştığım bu yazı da arşiv de kalmış ama güncelliğini kaybetmeyen bir yazım imiş:

2021 yılının son günü 31 Aralıkta yazmışım bunları. Anılar bölümü hatırlattı. Üzerine toz kondurmadığımız sevdiklerimize en büyük zararı;

* Sevdiklerinizin kendisi,

* Onları çok sever görünenler,

* Aşırı sevenler,

* Hatasını görmeyenler,

* Hatasını görmezden gelenler,

*Hatasını bildiği halde sesini çıkarmayanlar,

*Sevdikleri, hata yaptıkları halde hatasını söyleyemeyenler ve bu hatayı savunanlar,

* Sevdiklerinin her yaptığında hikmet arayanlar,

* Sevdiklerini eleştirmeyenler ve eleştiremeyenler,

*Sevdiklerinin hatasını söyleyenleri tu kaka yapanlar,

*Sevdiklerine açık çek verenler, hesap sormayanlar...

Verir.

Sevdiklerinizin daha büyük zarar görmesini istemiyorsanız, onları ilk önce siz eleştirin ki sevdikleriniz hatalarıyla yüzleşsin. Unutmayın ki eleştiri, eleştirdiğiniz kişileri sevmediğiniz anlamına gelmez.

Yeni yıl, sevdiklerimizle ve kendimizle yüzleştiğimiz, hamaset ve sloganın olmadığı, dinin ve dini değerlerin alet edilmediği, ayaklarımızın yere bastığı, feraset ve basiretimizin açılacağı bir yıl olsun. 31 Aralık 2021

30 Aralık 2023 Cumartesi

Sivri Dilli imişim!

Bir ortamda birilerine beni tanıtırlarken sivri dilli şeklinde tanıtıyorlar bazıları. Bu, bir değil, beş değil. Kaç kişi birden böyle tanıttı beni. Konu tanıtım olunca, önceleri bu sivri dilliliği iyi bir şey sandım. Beni methediyorlar diye düşündüm. Öyle ya tanıtımda iyi şeyler söylenir, kişi taltif edilir. Olmasa da.

Bir gün nedir bu sivri dillilik? Şuna bir bakayım da neyle övülüyorum öğreneyim dedim. Baktığıma, bakacağıma pişman oldum. Vara bakmaz olaydım dedim. Çünkü TDK’ye göre sivri dilli olmak, sıfat ve mecaz olarak kullanılıyormuş. İğneleyici ve kırıcı söz söyleyen kimse demekmiş. Ne umdum ne buldum.

Dilim adına bugüne kadar tek bildiğim, farklı zaman ve mekanda diş tedavimi yapan iki diş hekimi, dişimle uğraşırken onca uğrasın arasında “Amma büyük dilin var. Bugüne kadar böyle büyük dil görmedim” demişlerdi. Cevap veremedim. Çünkü ağzım açık ve içinde diş alet ve edevat vardı. Zaten bundan cesaret alarak böyle dediler.

Hasılı iki diş hekiminin beyanı ve şehadetiyle büyük dile sahip biri olduğumu 40’lı yaşlardan sonra öğrenmiştim.

Büyükse büyük. Ne yapayım. Ben mi imal ettim. Mucidi başkası dedim. Hiç üzerime almadım. Üstelik ağzımın içinde. Kim görecek dedim. Büyük dilimin ağırlığını ağzım çekerek bugüne kadar geldim.

60’ıma merdiven dayayınca, kaç kişinin şehadetiyle sivri dilliliğim tescil edildi. Bu kadar kişi bana yalan söyleyecek değil. Çünkü yalan söylemesi mümkün olmayan tevatür derecesinde büyük kalabalık var bana sivri dilli diyen. Böyle diyenlerin yanında söyleyemeyenleri saymıyorum.

Hasılı karşınızda sivri dilli biri var. Akıl sağlığınız ve huzurunuz bakımından uzak durmanızda fayda var. Değilse benden günah gider.

Hoş, beni bilen biliyor. Bilenler tedbirini alıyor. Ya bilmeyenler? Onlar için karşıdan görünecek şekilde alnıma, “Tehlikeli madde. Bana yaklaşmak tehlikelidir“ yazdırmak gerek ama bunu nasıl yapacağım. Zira mümkün değil.

Kendimi değiştireyim diyorum. Zira bu, Allah vergisi değil. En kolayı bu. Yalnız bilirim ki huylu huyundan vazgeçmez. Hele kırkından sonra beni ancak teneşir paklar. 60. merdivenden, son merdivenlere doğru tırmanırken bu huyumdan vazgeçmem, deveye hendek atlatmak gibi bir şey bu.

Bu sivri dilli huyumdan ancak ağaç yaş iken eğilir sözü gereği küçükken vazgeçebilirmişim ama bunu o zaman bana kimse söylemedi. Çünkü bu sivri dil bana küçüklüğümden tevarüs etmiş olmalı. Zira hiçbir insan sonradan bu vasfı kazanamaz. Çünkü bir insan yedisinde ne ise yetmişinde de o olur.

Bu yaştan sonra bu vasfımdan nasıl kurtulayım. En iyisi bunu yazı konusu edineyim ve paylaşayım. Bu yol ile insanları uyarmış olayım. Kendinizi benden koruyun diyeyim. Başka da ne yapabilirim ki. Bu iyiliğimi de kimse unutmasın.

Yine bir uyarı. Dilimden kaçtığınız gibi yazılarımdan da kaçının. Çünkü yazdıklarım da dilimden dökülüyor kağıda. Bakmayın ceremesini ellerimin çektiğine. Her işin başı, her kötülüğün anası dilimdir dilim.

Sivri Dilliyim Sivri Dilli

Dilim dilim, büyük dilim

Sivri dilim, acıtan dilim

İğneleyici dilim, kırıcı dilim

Kırılsanız da ne edeyim ki ben buyum.

 

Dilimden vazgeçemem. Zira benden bir parça

Susamam. Çünkü dilsiz şeytan olmak istemem.

Kesip atamam. Zira emanete ihanet etmiş olurum.

Beni böyle kabul edin. Zira ben buyum.

 

Sevseniz de nefret etseniz de

Dilimden dolayı bunu yapın

Yeter ki başka bir günahım olmasın

Bu da bendeki bir kusur olsun.

 

Çektiğim hep dilimdendir

Bunu bilir, bunu söylerim

Ne ederim ki benden bir parçadır

Atsan atılmaz, satsan satılmaz.

 

Beni bilen böyle bilsin

Beni kabul eden böyle kabul etsin

Yok ben bunu kaldıramam diyen

Kendini benden ırak etsin.

Kabus Bitsin!

Bir mesaj vermeyecek misin?

Ne mesajı?

Yeni yıl için. 

Bu sene mesaj vermeyi düşünmüyorum. 

Niye ki?

Bugüne kadar her yeni yıl için iyi dilek temennisinde bulundum. Yeni yıl huzur getirsin. Dertleri bitirsin. Bir önceki yılı aratmasın dedim. 

Ne güzel. 

Güzel de bugüne kadar iyi niyet temennilerim hiç tutmadı. Çünkü her yaşadığımız yıl kabustu. Yeni yıl bu kabusun kalktığı ve nefes alacağımız bir yıl olsun dedim. Maalesef her gelen yeni yıl bir önceki yılı arattı. Adeta boğdu ve bir önceki yıla rahmet okuttu. 2023, 2022'yi, 2022 de 2021'i. O yüzden yeni yıla bir de temennide bulunmadan gireyim istiyorum. Bakarsınız, 2024, 2023'ü aratmaz. Bu da çıkmazsa seneye yılbaşına çıkarsam bu sefer de 2025 önceki yılları aratsın. Beter olalım diyeceğim. Bakarsınız o zaman da dediğimin tersi çıkar. 

Bu kadar karamsar olmaya ne gerek var. Bakarsın yeni yılda bahtımız açılır.

Karamsarlık yaraşmaz elbet. Yalnız perşembenin gelişi çarşambadan belli değil mi?

Orası öyle.

Yeni yılda terör, doğal afet olmasa bile yine de belimiz bükülecek.

Mesela?

Zamlar hız kesmeden devam edecek.

Hayat pahalılığı hayatı daha da zorlaştıracak.

Vergiler artacak.

Enflasyon azacak.

Kışı daha görmedik. Doğal gaz canımızı yakacak.

Asgari emekli maaşı alan ve 20 binin altında ücret alacak için yıl çekilmez olacak.

Mart seçimlerinden sonra TL’nin döviz karşısında daha da eriyeceğini söylemeye gerek yok. Zaten biliyorsun.

Resesyon dönemine gireceğiz.

İflaslar baş gösterecek.

İnsanımız işini kaybedecek.

Desene yine biz ağlayacağız.

Bize biçilen rol bu. Rolümüz de ağlamak ve dişlerimizi sıkmaktır. Yine de usuldendir. Usule uyalım ve yeni yılın hayırlar getirmesini temenni edelim.

Birileri Milliyetçi Oylara Talip

Ne zamandır şehit haberinin gelmemesine alışmıştık. 

Uzun bir aranın ardından gelen 12 şehit, 12 eve ateş düşürdü.

Tüm millet olarak acımız büyük. Şu var ki ateş düştüğü yeri yakıyor. 

12 şehit haberinin ardından ülke ilginç olaylara gebe gibi. 

Konya'da birer gün arayla gördüğüm terör örgütünü protesto yürüyüşleri öyle zannediyorum, tüm Türkiye'de oluyordur. 

Ardından İstiklal Marşı, bayrak, Atatürk poster ve Atatürk resimli forma ile maça çıkma isteği ve bu istek dolayısıyla süper kupa maçının iptal edilmesi... 

Bu iki olay Türkiye'de bir şeylere gebe. Birileri bir şeyler kaşıyor dedirtiyor insana. 

Bu iki olayın da yaklaşmakta olan mahalli seçimler öncesine denk gelmesi düşündürücü. 

Öyle görünüyor ki mahalli seçimlerin galibini, 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinde olduğu gibi milliyetçi oylar belirleyecek. 

Birileri yine milliyetçi oylara ihtiyaç duyuyor olmalı ki 12 şehitle Türk-Kürt kutuplaşmasını, Riyad'da yapılmasına karar verilen ve FB ve GS arasındaki süper kupa maçının iptal edilmesiyle, Türk-Arap kutuplaşmasını körüklemek istiyor. Zaten kutuplaşma gelince oylar çantada keklik oluyor. 

Bu konuda bu ülkede potansiyel var mı? Var. 

Bu konuyu yazmaya bir çay ocağında başladım. Karşımda oturan üç kişiden biri, maçın iptal edildiğinden bahsetti. Diğeri sebebini sordu. Ne olacak dedi uzman olanı. Araplar bizi sevmez diyerek devam ettirdi konuşmasını. Hasılı oturduğum çay ocağında üç kişilik bir potansiyel var şimdiden. Belli ki Türk-Arap düşmanlığı seçim öncesi zirve yapacak. 

Tarihi geçmişe dayalı Türk-Arap düşmanlığı, 2011 yılından beri bu ülkenin bir ferdi olan Suriyeliler dolayısıyla zaten yeniden depreşmişti. Maçın iptali de bu fitilin ateşleneceğine işaret. Yarın zaten bu Araplar bizi arkadan vuran değil miydi diye başlarız. 

Suriyelilerin ülkemizde olmasından, terör örgütü üzerinden günah keçisi gördüğümüz Kürtler rahat bir nefes almıştı. Bunu birkaç gün önce mütedeyyin bir Kürt eğitimcide gördüm. 

Kapının önünde iki müdür yardımcısı ile tüttürüyorum. Karşımızda iki katlı bir evde üç hanımlı bir Suriyeli oturuyor. O kadar gelip geçerken ve kapının önünde dururken o iki katlı evde kaç çocuk olduğunu hiçbirimiz tespit edemedi. Çünkü bahçeye bir iniyorlar. Karınca gibiler. Birbirleriyle aynı yaşıt çocuğu say say bitmez. Tam şu kadar derken sağdan, soldan çocuk çıkıyor. Biri sordu. Bunlarda kaç çocuk var diye. Bir ara ben on saydım dedim. Bir başkası daha fazla dedi. İçeri geçerken Kürt eğitimci, "Hocam, bunların bu ülkeye gelmesi en çok bizi rahatlattı. İyi ki geldiler" dedi gülerek. "Çünkü bunları görünce biz unutulduk. Eskisi gibi bize tepki yok" dedi. Ben de gülmesine karşın "Siz bunlara göre baya Sünni imişsiniz" dedim. Katıla katıla güldü. 

Anlattığım bu anekdot, şaka yollu bir konuşma olsa da her şakada bir gerçeklik var sözünü düşündüğümüz zaman içinde önemli bir tespiti barındırıyor. Gerçekten Suriyeli Araplardan sonra Kürtler suçlanma yönünden biraz geri plana itildi.

Abartmıyorum. Temenni etmiyorum ama bugünden bir sorun görünmese de Suriyeliler üzerinden Türkiye, Türk-Arap sorunu yaşayacak.

Hasılı bu seçim 12 şehit üzerinden Türk-Kürt oylarını dizayn edecek. Türk oyları Türk milliyetçilerine, Kürt oyları da Kürt milliyetçilerine gitsin isteniyor. Aynı şekilde maçın iptaliyle Türk-Arap milliyetçiliği tetiklenerek Türk milliyetçiliği oyları birleştirilecek.

Din Görevlisi Olmak

Üniversiteyi bitirdim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Daha doğrusu yapacağım iş konusunda karar veremedim.

Ne seçenekler var elinde?

Aslına bakarsan fazla seçenek de yok. Öğretmen olabilirim. Yalnız KPSS puanım fazla yüksek değil. Diyanette görev alabilirim. İmamlık gibi. Bunu yapmada da kararsızım. Elimde de bundan başka seçenek yok. 

Görevini yapar, işini seversen aslında imamlık güzel. 

Ama bu yaptığımı herkes yapar. 

Herkes yapamaz. Yapsa da öylesine yapmış olur. 

İmamlıkta karar kılarsam ne yapmalıyım?

Bir defa bu görevi sevmelisin. Sevdin mi arkası gelir. 

Başka? 

Başlıca görevinin beş vakit namazda camide olman gerektiğini zaten biliyorsun. Yalnız iş bununla sınırlı değil. Camiye bir defa cemaat gibi gelip gitmeyeceksin. Orayı kendi evin bileceksin. 

Tamam. 

Görevine caminin dışından başlayacaksın.

Nasıl? 

İkinci görevin, cami ve müştemilatını tertemiz tutacaksın. Tuvaletini, şadırvanını, bahçesini, cami girişini, arka cemaat mahfilini, camiyi vs. 

Temizlik benim işim mi? 

Gücün yetiyorsa başkasına yaptır. Böyle bir imkan yoksa gerekirse kendin temizleyeceksin. Namazdan önce bunu düşüneceksin. Caminin tuvaletini ve şadırvanını herkesten fazla sen kullanacaksın. Çoğu görevlinin yaptığı gibi abdest ve tuvaleti evinden halletmeyeceksin. Kim kullanırsa ne hali varsa görsün demeyeceksin. Kullanmasan da günde birkaç defa özellikle her namaz öncesi kontrol etmelisin. Nahoş görüntüleri yok edeceksin. Gelen, içine sinerek o tuvaleti ve şadırvanını kullanabilmeli. Caminin iç dizaynını ve temizliğini gören namaz kılmak için can atmalı. Alnına, ayağına; toz, toprak vs. döküntü gelmesin. Adam daha camiye girmeden, ayakkabılıkta bu camide tertip, düzen ve temizlik var desin. Cami ve müştemilatının temizliğine bakmayacaksan, bana ne diyeceksen hiç imam olma. Çünkü hutbede temizlik imandandır, imanın yarısıdır, İslam temizliğe önem verir diyeceksin, şekil A da göründüğü gibi cami ve müştemilatını bilmem ne götürecek. Bu olmaz. 

Başka? 

Cemaat, çevre, mahalle ve muhitin ile iyi ilişkiler kur. Hoşsohbet biri ol. Cemaatine ev ziyaretleri yap özellikle. 

Başka? 

Tartışmalı konulardan uzak dur. Kürsüde siyaset yapma. 

Başka? 

Bol oku, çok oku. Bol ve çok okuman seni dolu gösterecek. Cemaat için dopdolu aranan hoca olmalısın. 

Başka? 

Camiye ait lojman varsa bu lojmanda kalacaksan elin cebine gitsin. Kira istemeseler bile kiranı ver. Bu senin başını daima dik tutacaktır. Bir de imamlık dışında para getirecek ikinci bir iş yapmayacaksın. Çünkü ikinci iş yapan asli işini ihmal eder. Tüm bu dediklerimi yapmayacaksan uzak dur imamlıktan.

Bu dediklerini değerlendireceğim. Çok teşekkür ederim. 

FB ve GS Yerimiz Dar Dedi

Suudi yetkililer, GS ve FB'li futbolcuların sahaya çıkarken ısınmak için Atatürk posterleri ve Atatürk resimli formalarla çıkmak istemesini kabul etmedi. 

Bunun üzerine takımlar sahaya çıkmadı ve yanlış hesap bu sefer Bağdat'tan değil, Suudi Arabistan'dan döndü. 

Hasılı gittiğimiz gibi maç yapmadan geri döndük. 

Bu aşamadan sonra maçın oynanmasına dair günah keçisi aramanın bir gereği yok. Bir defa Süper kupanın Suudi Arabistan'da oynanması yanlıştı. Fikir babası dahil karar merciinde kimler varsa birinci derece suçlu onlar. 

Normal ve orta zekaya sahip birine bu süper kupa nerede oynansın dense saydığı onca seçenek arasında maçın Suudi Arabistan'da oynanmasını saymaz. Çünkü Suudi Arabistan dendi mi akla hac ve umre için gitme gelir. Futbol hiç gelmez. Bu iki seçenek dışında Suudi Arabistan'ın hiçbir cazip yönü yok. Futbolun beşiği de değil. 

Kısaca macera arayan takımlarımız ve bağlı bulundukları futbol federasyonu bu maçı yapmak için Avrupa, Asya, Afrika'yı düşünebilirdi ama Suud hiç düşünülmemeliydi. Bu maçı illa İstanbul dışında oynamayı düşündülerse İzmir, Bursa, Kayseri, Konya gibi şehirlerimizde bu maç oynanabilirdi. 

Maçın zamanlaması da yanlış. Geçen sezonun kupası bu zamana kalmamalıydı. Çünkü her iki takımın çoğu futbolcusu yabancı. İnanç yönünden çoğu Hristiyan. Bu inanca sahip kişiler için aralığın son haftası ile ocağın ilk haftası Noel, yılbaşı gibi anlamlar ifade eder. Maç oynasaydı bile akılları Noel’de kalacaktı. Ayrıca iki takım birkaç gün önce lig maçı yaptı ve yenişemedi. Aynı iki takımın başka maç yapmadan tekrar karşı karşıya gelmesinin bir anlamı yok. Tüm bunlar göz önüne alındığında zamanlama ve yer seçimi olmayacak iş. Ancak ben yaptım oldu denir diyeceğim. Bu da denmez. Çünkü bir maçı ağızlarına ve yüzlerine bulaştırdılar. 

Diyelim ki her yönüyle yanlık yaparak bir karar aldılar. Bu aşamadan sonra bu maç her ne olursa olsun oynanmalıydı.

Görünen o ki takımlarımız Suudi Arabistan’a oynamak için gitmemişler. Açıkçası şov yapmaya gitmişler. İstiklal Marşı, bayrak, Atatürk poster ve forması olsa da öyle zannediyorum bu işin gerisinde iki takımın da arkasına sığındığı bir bahane oldu Atatürk.

Bu bahaneyi üretmelerinde, maçın Suudi Arabistan’da oynanmasına kamuoyundan gelen büyük tepkinin neden olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkes para için gittiniz dedi. Öyle zannediyorum bu yanlıştan nasıl döneriz de işi kotarırız, çizilen karizmamızı düzeltiriz hesabı yapmışlar.

Takımlarımıza sormak gerek. Madem Cumhuriyetin yüzüncü yılından mütevellit maça Atatürk posteri ve formasıyla çıkacaktınız. Atatürk’ü ne kadar sevdiğinizi göstermek istediniz. Maçın yerini belirledikten sonra maça dair protokol hazırlanırken Atatürk posterini ve Atatürk baskılı formalarla çıkarız maddesini ekletmeniz gerekmez miydi. Ev sahibi olmaz böyle bir şey derse protokol hazırlanmadan bu iş başlamadan biterdi. Başka seçenekler değerlendirilir. Suudi Arabistan’a da gidilmez, masraf edilmezdi. Olması gerek buydu. Ama böyle yapsalardı, gündem olmazlar, şov yapamazlardı. Lütfen bayrağı, İstiklal Marşını ve Atatürk’ü emellerimize alet etmeyelim.

Protokolde olsa da olmasa da Suudi Arabistan’ın yerinde olsaydım takımların her istediğine tamam derdim. Ama bildiğim Suud böyle yapmaz. Çünkü onların kendi doğruları vardır. Ayrıca onların her şeyi krallarıdır. O ne derse kanun odur. Bu yönüyle bakılırsa orada çöl kanunları geçerli diyebiliriz.

Tekrar takımlarımıza dönersek Suud’un yaptığını tasvip etmemekle beraber takımlarımız bu ülkeye misafir gittiler. Misafir ev sahibine tabidir. Yedirdiğini yiyecek, giydirdiğini giyecekler. Çünkü misafir ev sahibinin danasıdır. Beğensen de beğenmesen de durum budur.

Hasılı takımlarımız, federasyon, Suudi yetkililer bir krizi yönetmeyi beceremediler.

Bu aşamadan sonra 2022-2023 sezonunun süper kupasını oynamanın bir gereği yok. Sezonun süper kupasını bir önceki derbiden hareketle her iki takımı da eşitler arasında birinci kabul edip kupayı her ikisine de verelim. Arşivlere 2022-2023 sezonunun süper kupası GS ve FB arasında paylaşılmıştır şeklinde geçsin. Olmadı kura çekin. Olmadı. Son derbi FB sahasında yapıldı. FB sahasında rakibini yenemedi. Kupa GS’ın deyin. Daha olmadı. Geçen sezonun kupası sahipsiz kalsın ve bu iş bitsin. Her ne yaparsanız yapın ama yeniden kupa maçı yapmayın.

29 Aralık 2023 Cuma

Sizden Çıkacak

Bir ilçede çalışırken birlikte oturduğumuz 8-10 arkadaş, okullardaki ihtiyaç sahibi öğrencileri belirleyelim. Onlara ayakkabı alalım istedik. Öğrencileri ve giyecekleri ayakkabı numaralarıyla birlikte tespit ettik. Hangisi uygun verir diye birkaç esnafı dolaştık. Çeşidi bol olan bir esnafa karar kıldık. Esnaf da bizim öğretmenlerimizin düşünmediğini siz bizim çocuklar için düşünmüşsünüz. Biraz ikram da ben yapayım dedi. Belirlediğimiz ayakkabıları alıp ilgili öğrencilere ulaştırdık.

Gel zaman git zaman bu esnafla ilişkiyi geliştirdik. Kendi çocuklarımızın ayakkabı ihtiyacını karşılamak için de aynı esnaftan alışveriş yapmaya başladık. Her alışverişte ayakkabı kolay hocam, oturun biraz muhabbet edelim, bir şeyler ikram edeyim derdi. Hoşsohbet biriydi aynı zamanda. İçerdik, içmezdik derken milli içeceğimiz çayda karar kılardık. Sıcakta çay gitmez hocam. Başka bir şeyler için, soğukluk falan derdi. Biz de size daha fazla külfet vermeyelim derdik. Ne külfeti hocam. İkramı ben yapıyorum ama parası sizden çıkacak dedi bir gün. O zaman çaya talibiz dedik. Çünkü ne kadar fiyatı düşük içersek, o kadar düşük öderiz dedik, gülüştük.

Gülsek de esnafın dediği hayatın bir gerçeği olsa da biraz zorumuza gitti. Elbette esnaf sattığından kazanacak ama ikramın eklenmesi üstelik bunun bize söylenmesi garip. Tamam dobra olsun ama bu kadar da olmasın. Sonrasında bu esnafa gidip gelmeyi ve alışverişi kestik. Başka esnaflara yönelik. En azından onlarla fazla teşriki mesaimiz olmadığı için şehir teklifi bir şey içer misiniz ikramlarını nazikçe geri çevirdik. Alışverişimize eklenecek ikram da bu şekilde cebimizde kaldı. 

Tanıdığım esnafın bu yaptığı sadece bu esnafa mı has? Keşke esnafla sınırlı kalsaydı en azından ikramımızı kendimiz yapmış olurduk. Ülke yönetimi dediğimiz siyaset kurumu daha beterini yapıyor. Özellikle seçim öncesi siyasilerimiz karşılığı olsun veya olmasın, vaat üzerine vaat veriyor, daha önce olmaz dediklerini hayata geçiriyor. Bu yaptığımız ülkenin yararına mı denmiyor. Verdikçe veriyor. Biz de verdi, şunu yaptı diye seviniyoruz. Bu verilenler nereden çıkacak, hani bunun karşılığı diyenlere de kızıyoruz. Çünkü anlık yaşıyoruz. Bu karşılığı olmadan verilen bizim cebimizden çıkacak demeyiz. Esnafın ikramlıktan aldığı kadarı cebimizden çıksa eyvallah. Katmerli çıkıyor hem de. Vergileri artırıyor. Ürünlere zam üstüne zam geliyor. Bu da enflasyon ve hayat pahalılığını tetikliyor.

Alınan vergi ve konan zamlar işe yarasa bari. Toplanan vergi de zamlar da daha önce alınan borçların faizini ödemeye gidiyor. 

O yüzden hükümetlerin seçim önceleri yağdırdığı ikramlık ve bonkörlüğünden pek korkarım. Yine bir yerde karşılıksız bedava hizmet gördüm mü hep şüpheyle bakarım ve acaba derim. Öyle ya bu devirde kim kime bir şeyi bedava verir. Verilen her bedava hizmet bir şekilde vatandaşın cebinden çıkıyor. Böyle bir verip beş alacaksa varsın verilmesin.

Hükümetlerin veya hükümet alternatifi olacakların üç beş oy uğruna, karşılığı olmadan kaşıkla verip kepçeyle alacağı her türlü müjde ve ikramına vatandaşın topyekûn karşı çıkmasında fayda var. İstemeyiz, kalsın denmeli. Değilse ceremesini hep olduğu gibi yine çekmeye devam ederiz.

28 Aralık 2023 Perşembe

Getirisi Bol Yatırım *

Gayrimenkul işiyle uğraşan bir emlakçı ile karşılaştım. Ayaküstü ne var ne yok, işler nasıl dedim. Sorma. Ev alım satım işleri tamamen durdu. Yaprak kıpırdamıyor dedi. Millet de para mı yok ya da gayrimenkul çok pahalı olduğu için millet yanaşmıyor mu dedim. Parası olan fakat dini duyarlılığı olmayan herkes parasını mevduata yatırıyor. Çünkü mevduat faizleri çok yüksek. Bankalar deli para veriyor. Adam niye ev bark işiyle uğraşsın dedi.

Birkaç ay önce idi bu arkadaşla görüşmemiz. O zamanlar politika faizleri 30 olsa gerek. 

Bu konuyu yazı konusu edineyim diye elime telefonu aldım. Mevduat faizi ne kadar yazdım. Yüzde 51 imiş. Politika faizi 42,5 olduğuna göre bankaların mudilerine verdiği oran çok normal.

Yüzde elli bir faiz oranı, günümüz enflasyon oranının altında bir oran olsa da nakiti olup herhangi bir alanda değerlendirmeyenler için iyi bir getiri. Yüz liran bir bakmışsın 151 lira oluvermiş. Dünyanın neresinde var bu oranı verecek ülke veya banka.

Parası olan ve faiz duyarlılığı olmayan için bugün bankalar getirisi bol bir gelir kapısı. Parasını dövize yatırsa döviz bu kadar kazandırmaz. Altına yatırsa yine bu kadar kazandırmaz. Borsaya girse borsa da bu  kadar kazandırmaz. Ticaret yapsa veya üretime yönelse riski var. Geriye bankalar kalıyor. Hem parası güvende hem faizi yüksek hem de riski yok. Banka batsa bile nasılsa devlet garantisi var. Yattığı yerden para kazanmak varken parasını niye riske atsın, öyle değil mi?

Bu şekil paradan para kazananların yani parasını faizde değerlendirenlerin sayısı da az değil. Faiz oranlarının bu kadar yüksek olmadığı bir zaman diliminde bir devlet bankasında sıramı beklerken önümdeki yaşlı amca yüklü miktardaki parasını çekmek istediğini söyledi banka görevlisine. Diğer şubenizdekini de çekeceğim dedi. Görevli verelim amca da niye çekmek istediğini söyler misin dedi. Amca, siz fazla faiz vermiyorsunuz. Başka bankalar daha çok veriyor. Gidip oraya yatıracağım demişti.

Burada bankaların verdiği faizin faiz olup olmadığı konusuna girmeyeceğim. İçimizden bazıları faiz değil. Kur’an’ın yasakladığı ribadır. Bu da tefeci faizi demektir diyebilir. Yalnız şu bir gerçek ki toplumun kahir ekseriyeti bankaların verdiği faizin dinin yasakladığı faiz olduğu konusunda hemfikir.

İsteyen parasını mevduatta değerlendirebilir. Bu konuda kimseyi kınayacak değişim. Yalnız şu bir gerçek ki faizlerin bu derece yüksek olmasının, dövizin fırlamasının, enflasyonun canavarlaşmasının ve hayat pahalılığının artmasının baş sorumlusu, başka saikler olsa da ekonominin iyi yönetilmemesi ve gelmekte olan krizlere karşı zamanında tedbir alınmamasıdır. Kaç yıldır ekonomide macera üstüne macera yaşadık. Bugünkü içine düştüğümüz bu acı tablonun, girdiğimiz maceraların bir sonucudur.

Tekrar parasını mevduatta değerlendirenlerin çokluğuna gelirsek, milleti bu faiz girdabına duçar eden zihniyet, güya faize karşı duyarlı. Nedense bu duyarlılık ve faizle mücadele ters tepti ve milletin çoğunluğu faizi oldu. Hem de İslamcı bir zihniyet zamanında.

Bakmayın bu zihniyetin faize karşıyız demesine. Bugünkü yüksek faiz İslamcıların eseridir. Eserleriyle ne kadar gurur duysalar azdır.

Aslında faizler her ay Çin işkencesi gibi peyderpey indirilirken murat edilen amaç, bankaları daha fazla kar ettirmekten başka bir işe yaramamıştır.

Anlatmak istediğim, bugünkü yüksek faiz oranları yanlış ve inat politikaların bir sonucudur.

*03/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Mesleği Yalan ve U Dönüşü Olanlara Gelsin

Bir çocukluk arkadaşım vardı. Üç yıl kadar aynı sınıf ortamında okuduk. Çocukluğundan lise bitirinceye kadar adeta yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi.

Beğenmediğim bir yönü vardı. Her ne yaparsa gizli yapar, hesap sorulduğunda da yalanlardı. Doğru diye de yemin billah ederdi. Ömrü yalanla geçti dense hayatını yalan üzerine kurdu dense yeridir. 

Özünde temiz biri olmasına rağmen hayatını yalan üzerine kurmasında dedesinin payı büyük. Çünkü her ne yaparsa, dedesi onu sığaya çekerdi. Bundandır ki dedesinden çok korkardı. 

Büyüdü, çoluk ve çocuk sahibi oldu. İşini kurdu. Ama küçüklüğünde, baskıdan dolayı başvurduğu yalan onun yakasını hiç bırakmadı. Adeta kendisinden ve kişiliğinden bir parça oldu. Konuşurken de avukat gibi konuşur, hiç teklemeden muhatabını ikna ve etkileme özelliğine sahiptir. 

Okul hayatı boyunca hem birinci hem de ikinci dönem zayıfı olmasına rağmen karnesini kimse görmemiştir. Sorana da teşekkürüm var, takdirim var derdi. Yazın bütünlemeye gider. Ailesine de şu işim var diye söylerdi. Sinemaya gider, başka bir yerden geldiğini söylerdi ailesine. 

Çoluk çocuğa kavuştuktan sonra bir gün annesi ile karşılaştım. Hoşbeş ve hal hatırdan sonra nereden çıktıysa "Oğlumun Allah bir dediğinden başkasına inanmam" dedi bana. Üzüldüm doğrusu, arkadaşın annesine verdiği bu imajdan dolayı. 

Hasılı yalan kadar kötü bir şey yok ama maalesef hayatın bir parçası. Dediğim gibi yalan söylemeyi alışkanlık haline getirenin çocukluğuna inmek gerek. Sorumluları da başta ailelerimiz olmak üzere üzerimizdeki baskılar.

Yalandan U dönüşüne geçmek istiyorum. Yalanla U dönüşü aynı mı bilmiyorum. Yalanla bunun ne alakası var diyebilirsiniz. Yalnız yalanda gerçeğin hilafına konuşarak insanları kandırma yönü var ise U dönüşünde de önceki tavır ve hareketin, söz ve eylemin birbirine hilafı var.

Ömrünü, siyasetini ve hayat felsefesini U dönüşü üzerine kuranlar da önceki söylediklerinden dönerek birilerini kandırmaya çalışıyor ve bunda da baya başarılı.

Burada her insanın hayatında, önceki görüşünü değiştirmek suretiyle dönüşler vardır. Elbette önceki düşüncesi yanlış ise değiştirecek. Yalnız bunu değiştirirken yani U dönüşü yaparken geçmiş hatasını itiraf etmesi gerekir. Aynı zamanda bu U dönüşünü meslek haline getirmemelidir.

Açıkçası yaşını, başını almış, çoluk çocuğa karışmış, yaşı kırkı geçmiş bazı insanların meslek haline getirdiği U dönüşünü takip etmekten ben haya eder oldum. Bu kadar da olmaz diyorum. Çünkü benim midem, bünyem, kişiliğim, sorumluluğum bunu kaldırmıyor. Bazılarında ve her sözüne kulak verenlerde nasıl mide varsa artık.

Yaptığı U dönüşleriyle hakkında ciltler dolusu kitap yazılabilecek bu tipler için bu aşamadan sonra tıpkı yalanı meslek haline getiren arkadaşımın annesi, oğlunun Allah bir dediğinden başkasına inanmıyorsa ben de mevki ve statüsü ne olursa olsun U dönüşünü meslek haline getirenlerin ve bunu yaparken gözünün içine baka baka yapanların Allah bir dediğinden başkasına inanmıyorum. Nicedir bu görüşteyim. Aynı yol üzereyim.

Ayakları Yere Basmayan Zümre

Gözde bir okulun müdürü sosyal medyada tefsir dersi sınavında meslek dersleri öğretmenlerinin zümre olarak hazırladıkları sınav kağıdı içeriğinin bir kısmını paylaşmış. Böyle sorular hazırladıkları için öğretmenlerini tebrik ediyor. 

Ders tefsir olduğuna göre zümrenin, Kureyş ve Fil surelerinin anlamını öğrencilerinden istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu yönüyle öğretmenleri ben de tebrik ediyorum. 

Burada sorun, Fil ve Kureyş surelerinin anlamlarını istenmesi değil. Sorun, Fil suresinin anlamından hareketle, Kabe'yi yıkmaya cüret ederek haddi aşan Ebrehe'nin Allah'ın orduları tarafından nasıl yok edildiğinin ve bunu bugünkü Filistin'deki hadiselerle yorumlanmasının istenmesi. Kureyş suresinin sorulması da öyle zannediyorum, İsrail ile alakalı. İsrail de Filistinlilere zulmederek tıpkı Ebu Lehep gibi haddi aştı. Ebu Lehep'in başına gelen İsrail'in de başına gelmesini istiyor. Öğrenciler sınavda ne yorum yaparlar, bunu bilemiyorum.

Yeniden 5.soruya gelirsek, belli ki öğretmen, Kabe'yi yıkmaya gelen Ebrehe nasıl ki haddi aştığı için cezalandırıldı ise İsrail de Filistinlilere uyguladığı zulüm ve katliam dolayısıyla cami duvarına çoktan işedi. Bu yaptıkları yanlarına kâr kalmamalı. Tıpkı Ebrehe ordusu gibi İsrail de kahrı perişan edilmeli. Bunun için Allah'ın ordularını göreve çağırıyor. Allah Fil olayında olduğu gibi yardım eder mi, İsrail'i yok eder mi bilmiyorum. Zira bu, Allah'ın işi. 

Açıkçası öğretmen zümresinden, "Ey îmân edenler! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları (savaş araçları) hazırlayın ki bununla hem Allah'ın, hem de sizin düşmanınız olan kimseleri ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği kimseleri (korkutup, size karşı savaştan) caydırabilesiniz." (Enfal, 60) ayetini sınavda sormasını ve bu ayetin yorumlanmasını sormasını isterdim. Çünkü bu ayet Müslümanların ayaklarının yere basmasını istiyor. Allah bu ayetle Müslümanlara caydırıcı olması bakımından düşmanlarına karşı ne yapmaları gerektiğine dair bir ev ödevi veriyor. Açıkçası Allah, “Ayaklarınızı yere basın ve görevinizi yapın. Düşmanın hakkından ancak böyle gelirsiniz” demek istiyor. Başta öğretmen zümresi olmak üzere Müslümanlar ne yapıyor? Fil suresinden hareketle Allah’ı göreve çağırıyor. Yani “Ya Rabbi, bu iş sende” demek suretiyle Allah’a görevini hatırlatıyor ve görev veriyor.

Neyse, her zaman olduğu gibi bizim bu zümre ve Müslümanlar işin kolayına kaçıyor ve kaçak güreşiyor. Ayıptır, tek kelimeyle günahtır. Acizliğimizin faturasını bunu öde demek suretiyle Allah’a hatırlatıyor ve “Düşmanın silahıyla silahlınınız” sözünü de bu vesileyle es geçiyorlar.

Bunu da geçelim. Diyelim ki beşinci soruda öğrenciler Fil suresiyle İsrail’i sorgularken içlerinden bir tanesi şöyle yorum yapsın: Öğretmenim, iyi, hoş diyorsun. Bu yol benim de hoşuma gidiyor. Allah İsrail’i bu vesile kahretsin. Yalnız kafama şu soru takıldı. Ebrehe daha Kâbe’yi yıkmadan, Kabe’yi yıkmaya teşebbüsten başına bu geldi. Fakat hafız, dini bütün, koltuğunda Kur’an’ı eksik etmeyen ve gece boyunca Kur’an okuyan, Kur’an’ın hareke ve noktalamasına katkıda bulunan Haccac-ı Zalim, halifelik iddiasında bulunan, üstelik 10 yıl kadar Mekke ve Medine’nin halifeliğini yapan Abdullah b. Zübeyr’i yok etmek için hac mevsiminde Kâbe’yi mancınıkla yıkmıştır. Adam öldürmenin yasak olduğu harem bölgesinde nice canları yok etmiştir. Hızını alamayarak Kâbe’nin içine sığınan Abdullah b. Zübeyr’i Kabe’nin içinde öldürmüştür. Kabe, zalimliği ile nam salmış biri tarafından yıkılırken, emin beldede insanlar hunharca öldürülürken, niçin Fil olayındaki olayın bir benzeri burada gerçekleşmemiştir. Yoksa kötülüğü yapan bizden ise ona ceza yok mudur? Onlar ne yaparsa mubah mıdır? Ya da Fil olayını başka mı anlamamız lazım? Sizin bu sorduğunuz sorudan benim aklıma bunlar geldi. Benim bu yazdıklarıma puan vermeseniz de olur ama siz sınavdan sonraki dersimizde bize bunu açıklar mısın?” dese öğretmen ne cevap verir acaba?

Yorum sizin.

2024 Asgari Ücreti *

Halihazırda 11.400 lira olan asgari ücret, yeni tespitle birlikte 2024 yılında net 17.002 TL oldu. Bu miktar % 49 bir orana tekabül ediyor. 

Verilen bu oran, yıl ortasında yeni bir düzenleme yapılmayacak olması işçiyi kara kara düşündürüyor. Çünkü 2024 yılı boyunca bu emekçiler bu enflasyonlu dönemde bu ücrete talim edecekler. 

İşçiyi ve işçi temsilcisini memnun etmeyen bu zam oranı, kendileri asgari ücretli olmayan tuzu kurulara göre rekor bir artış. Asgari ücretin açıklanmasıyla birlikte işçi daha zamlı ücretini almadan verilen asgari ücretin dolar bazında 578 dolar yaptığını yazarak "Asgari ücret rekor tazeledi" paylaşımları yapmaya başladılar. Sanki Ocak 2024 yılında dolar yerinde sayacakmış gibi. Daha önce asgari ücretin kaç dolar yaptığını yıllara göre listeleyip kamuoyuna servis ediyorlar. Milatları da 2002 yılından bu yana. Sanırsın ki bu ülkenin 2002 öncesi yok. Akılları sıra işçiyi biz düşünürüz mesajı vermeye çalışıyorlar. Paylaştıkları listede, 2023 Ocak ayındaki asgari ücretin karşılığı 455 dolar paylaşımı dikkat çekti. Nedense Temmuz 2023'de asgari ücretliye verilen 11.400 liranın, Aralık 2023 itibariyle 380 dolara gerilediğini yazmamışlar. Belli ki işlerine gelmiyor. Çünkü işleri güçleri gerçeklerin üstünü örtüp algılarla bu işi götürmeye çalışıyorlar. 

Şu bir gerçek ki yüzde 49'lık bir zam oranı çok yüksek bir artış. Zaten kimse zam oranına bir şey demiyor. Piyasa yerinde dursa enflasyon azmasa döviz bugünkü durduğu yerde dursa kimsenin bu zamma diyecek sözü olmaz. Hatta asgari ücretli enflasyona ezdirilmeyecek bile denir. Herkes biliyor ki ürünlere zam gelmeye devam edecek, kira artışları yerinde durmayacak, Mart 2024 mahalli seçimlerinden sonra döviz rekor üstüne rekor tazeleyecek, hayat pahalılığı dar gelirlinin belini bükecek. Bu dediklerim maalesef Türkiye'nin bir gerçeği. 

Ülkenin bu gerçeğini ancak yaşayanlar bilir. Çünkü yeni zamma, daha zam asgari ücretlinin cebine girmeden ve piyasayı hesaba katmadan rekor artış demek, doğmamış çocuğa don biçmek gibidir. Asgari ücretlinin bu zamla yılı nasıl geçirdiği yıl sonunda belli olur. Biz ise daha yaşamadan onlara haydi iyisiniz, rekor zam aldınız. Şu kadar dolara yükseldiniz diyoruz.

Bugün yeni asgari ücretin dolar bazında 578 dolar yaptığını yazıp çizenlerin Eylül 2024 yılında dolar karşısında asgari ücretin kaç dolara tekabül ettiğini yazarlarsa kendilerini objektif adamlarmış ilan edeceğim.

Dövizin tutulamadığı, enflasyonun kontrol altına alınamadığı bu ülkede bordro mahkumlarına verilen yüksek zamların bir anlamı yok. Üstelik verilen her yüksek zam enflasyonu tetikler. Keşke fiyatlar yerinde dursa paramız enflasyon ve döviz karşısında pul olmasa da varsın hiçbir ücretliye zam yapılmasın. Çünkü her yüksek artış, ekonomide çalan tehlike çanlarının giderek arttığına işarettir.

Türkiye ne yapıp ne edip asgari ücret statüsünde çalışanların insanca yaşayabileceği bir ücreti takdir etmesi gerekiyor. En azından enflasyon kontrol altına alınıncaya kadar asgari ücretlinin bir nebze nefes alması için altı ayda bir yeni ücret tespitinde yarar var. Nasıl ki çalışan ve emekli işçi ve memurun maaşları altı ayda bir düzenleniyorsa ve verilen zam oranı enflasyonun altında kaldığı takdirde geriye dönük enflasyon farkı alıyorsa aynı yöntem asgari ücretli için de düşünülmelidir. 

Hoş, asgari ücretliye rahmet okutan bir başka bordro mahkumları daha var. Esas acınası onlar. Hani şu 2023 yılında 7.500 liraya talim ettirdiğimiz emekli sınıfı. Gerçekten asgarinin asgarisi bile denmeyecek bu rakamla bu insanlar koca bir yılı geçirdiler. Geçinsinler, güle güle harcasınlar diye bir 5.000 lira verdik. Bir daha da hatırlamadık onları.

Öyle zannediyorum, kimsenin beğenmediği asgari ücreti bu 7500'lük kesim havada kapar. Vah ki vah...

Yeni yılınız dünü ve bugünümüzü aratmasın. 

*01/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

26 Aralık 2023 Salı

Terörü Kınamamak

Terör Türkiye'nin başının belası.

Az bedel ödemedi bu uğurda.

Nice canlarını bu uğurda verdi.

Nice ocaklara ateş düştü.

Bugüne kadar teröre kurban gidenlerin sayısı say say bitmez.

Okullarımızın isimleri şehit asker isimleriyle müsemma.

Bitti bitiyor, kökü kazındı derken bir bakmışsın, kış uykusuna yatmış terör yeniden hortlayıveriyor.

Kanaatimce kaç yıldır sessizliğe bürünen ve Türkiye içinde teröre kalkışmayan terör örgütü, tüm gücünü Suriye’de yeni bir yapılanmaya verdi. Yani hedefi büyüttü. Belki de birkaç yıl içinde Suriye içinde önce özerklik, ardından bağımsız bir devlet olma mücadelesi verecek.

Terör örgütü bunu kendi başına yapmıyor. Dün Türkiye içinde teröre izin veren güç bugün Suriye’de farklı bir yapılanmanın içinde.

Biz de perde gerisini düşünmeden Türkiye’de terör olmuyor, terörün kökü kazındı diye sevinip duruyoruz.

Hoş, terör örgütünü anlamak zor. Belli ki başka güçler adına vekalet savaşı veriyor. Bu gücü kesmeden, ülke içinde ve dışında terörü yok etmek mümkün değil.

Tüm gücünü Suriye’ye kaydıran terör örgütüne yeni bir görev verilmiş olmalı ki birinci gün altı, ikinci gün altı olmak üzere 12 askerimize kıydı.

Terör örgütünün zamanlaması manidar. Zira her seçim sathı mailine girdiğimiz zaman yapıyor bunu. Çünkü her terör milleti kenetler, milliyetçi oyları artırır. Bu da terör örgütünün misyon ve varlık nedeninin ipuçlarını veriyor bize.

Terörün amacı bir tarafa. Zira bu bizi aşar. Biz gelelim verdiğimiz 12 şehide. Meclis terörü kınamak için ortak bildiri hazırladı. Metne grubu bulunan dört parti imza koyarken iki parti imza koymadı. İmza koymayan bu iki parti tek kelimeyle ayıp ediyor. Her terör eylemine bugüne kadar imza veren partinin, genel başkanı değiştikten sonra kınamaya imza atmaması düşündürücü.

Burada kınamak çözüm mü? Sanki terör bitecek mi denebilir. Terör bitmeye bitmez ama teröre karşı Meclisin kenetlenmesi önemli ve sembolik değeri var. En azından tarafını seçiyorsun.

Hiçbir terör eylemine bugüne kadar imza atmayan ve terörle bağını gizlemeyen partiye gelince, bu parti böyle yapmaya devam ettikçe belli dar bölgenin partisi olmanın ötesine geçemeyecek ve Türkiye partisi olamayacak. Belli ki küçük olsun, bizim olsun amacı güdüyorlar. Belki de misyonları bu.

Terörden medet bekleyen, oy devşirmeye çalışan, terörden ekmek yiyen, teröre ses etmeyen, kenetlenip kınama bile yapamayanlara yazıklar olsun.

Birileri adına vekalet savaşı verip bu ülkeyi kan gölüne çevirenlere de lanet olsun.

Şehit verdiğimiz 12 askerimize Allah’tan rahmet, ateşin düştüğü ocaklara başsağlığı diliyorum.

25 Aralık 2023 Pazartesi

Adaletten Anladığım *

Geldiğim nokta itibariyle herkese hakkını tastamam vermek olan adaletten anladığım;

Güçlünün her daim borusunu öttürdüğü, işini çıkardığı bir şeymiş.

Mülkün temeli değilmiş. 

Güçsüz ve haklı olanın değil, güçlünün mekanizması imiş. 

Ahbap, çavuş ilişkisi imiş. 

Onca adalet sarayları, hakimi, savcısı, kanun ve hukuk hukukun üstünlüğünü değil, yerleşik düzeni devam ettirmek ve gücü ele geçirenin elinde bir sopa imiş.

Piyeslerdeki Hz Ömer imiş. 

Adaletiyle nam salmış Ömer olmaktan ziyade adalet dağıtacak Ömer arayışı imiş.

Ömer olacağım diye yola çıkanların Ömer olmadığı imiş. 

Ömer arayanların Ömer aradığı falan yokmuş. 

Adalete olan aşk, Ömer arayışı, gücü elinde bulunduran mekanizmayı ele geçirmekmiş. 

Fakir, kimsesiz ve haksızlığa uğramış kişiler için denen adalet, bu kesimin mahallesine çok yabancı imiş. 

Adaletten bahsedip malı götürmekmiş. 

Gücün ve güçlünün istediğini vermekmiş.

Hak edeni hakkını vermemekmiş.

Güçlünün elindeki bir aparatmış.

Güç ve güçlüye, hak ve adaletsizliğe karşı çıkana haddini bildirmekmiş.

Dost ve arkadaş sohbetlerine ve meydanlarda adaletle ilgili ayetler okumakmış.

Olmasına karar verilen şeyi kılıfına uydurmakmış.

Hasılı “Şu fani dünyada arayıp da bulamadığımız, erişemediğimiz, elde edemediğimiz, bir türlü bize yönünü dönmeyen ve yine bir türlü bize nasip olmayandır adalet...” (Bir okuyucumun katkısı)

Adalet denen şey geçmişten günümüze hep böyleydi. Yine de güçsüzler bir gün adalet güneşi doğacak ümidini ve hasretini taşıdılar. 

An itibariyle adalet Ömer b. Abdülaziz zamanında hutbelerin sonunda okunan ve adaletten bahseden “Şüphesiz ki Allah adaletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayasızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir.” ayetinde ibaretmiş. Evet, adalet hutbede okunmak için varmış.

Biz yine de okumaya devam edelim. Bakarsınız bir yerde ortaya çıkar.

Korkarım ki bu adalet denen şey, işte aradığınız adalet benim diye bir gün ortaya çıkarsa ilk karşı çıkacaklar adaleti tesis ettiğine inananlar, adalet isteyenler ve gücü elinde bulunduranlar olacaktır. Belki de böyle de olmaz ki bize de bu yapılır mı diyecekler ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da en büyük düşmanımız adalettir diyecekler ve şimdi olduğu gibi adaletle mücadele edeceklerdir.

*08/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Bu Gocunma Niye? *

Ne gündemi takip ederim ne haberleri dinlerim ne de dizi izlerim. 

İşimden arta kalan zamanlarda, önemli bir havadis var mı diye İnternetten bir siteyi o değilden karıştırırım. Bir de gündemde ne var diye sosyal medyaya göz gezdiririm. 

Yürüyüş yaparken YouTube'dan bazı videolar dinlerim. 

Nefeslenmek ve çay ihtiyacımı gidermek için bir çay ocağına oturduğumda -eğer yalnız isem- bir şeyler yazar çizerim. 

Pazar günü, elimde telefon yürüyüş yaparken seçtiğim bir videoyu dinlemeye başladım. Pazar ihtiyacımı göreyim diye bir markete yöneldim. Sebze ve meyve alırken dinlemeye devam edeyim diye cep telefonunu cebime koydum. Alışveriş yaparken başladığım video bitti. Reklamın ardından sıradaki video başladı. Bir dizi analizi idi konu. İki hanımefendiden biri soru soruyor, diğeri cevaplar veriyordu. Kızıl Goncalar dizisiymiş konuştukları. Diziyi de ilk defa duydum. 

Konuşmadan anladığım kadarıyla bugünlerde gündem buymuş. Kaç gündür bir tartışmadır gidiyormuş. Dizide tarikat ve cemaatler konu ediniliyormuş. Dizi birilerinin bam teline basmış olmalı ki dizi yasaklansın diye RTÜK'e şikayet bile edilmiş. Gelen tepkiler üzerine dizi hakkında RTÜK inceleme başlatmış. Hasılı dizinin yayından kaldırılma durumu söz konusuymuş. Hatta dizi çekimi için bazı mekanlara dair daha önce alınan izinler bile iptal edilmiş. 

Konuşmayı tam dinlemeden eve girdim. Bu dizi neyin nesi, nerede yayımlanıyor? Tartışma ve tepkiler olduğuna göre bu dizi hakkında bilgi sahibi olmalıyım dedim.

Az bir istirahatten sonra diziyi buldum. Daha ilk bölümü imiş dizinin. Baştan sona izledim. Dizi sürükleyici idi. Çünkü sonu belli olan bildik dizilerden değildi. Farklı bir konu ele alınıyordu. Dizinin başında hayal ürünü dese de hayatın içinden bir tarikat ve cemaat hayatı ile seküler tipli kişilerin hayatı işleniyor.

Dizide, işini düzgün yapmaya çalışan cemaat mensubu Meryem’in, cemaatine mensup bir börekçide tereyağı yerine adı belli olmayan başka bir yağın kullanılmasına karşı çıkması dolayısıyla ilk günden işini kaybetmesi, kızını okutmak istemesi ama eşinden çekinmesi,

Kızı Zeynep’in cemaate mensup kurs yerine orta ve lisede okumak özlemi,

Babanın kızını hafız yapma isteği,

Cemaatin önemli kişisi Cüneyt’in gizemli kişiliği,

Şeyh efendi adına işleri takip eden, ikinci adam rolündeki Sadi, tatlı diliyle çok tekin olmayan işlerin adamı olduğu,

Doktorluğunu düzgünce yapmaya çalışan Levent’in karşılaştığı zorluklar ve kızını yarış atı gibi sınava hazırlaması,

Doktorluğunu yurtdışında yapmak isteyen bir doktorun hikayesi,

Kursta dayak atan bir kurs görevlisi,

Tarikatın, hastane ve savcılık ilişkisi gibi konular...

 Dizi yasaklanmadığı takdirde ileri bölümlerde çok şeye gebe olduğunun, seyirciyi ekrana kilitleyeceğinin ipuçlarını ilk bölümde veriyor.

Açıkçası dizi bir Türkiye gerçeğini ele alıyor. Senarist, hayatın içinden girmiş konuya. Oyuncular yabancısı oldukları alanda sahici bir rol üstlenmişler. Dizi ilk bölümüyle benden tam not aldı.

Şikayet edenleri ve tepki gösterenleri anlayamadım. Neyin kavgasını ve mücadelesini veriyorlar? Dizide işlenen konu ve roller Türkiye’nin acınası bir gerçeği değilse gülüp geçin gidin. Yok, dizi cemaat ve tarikatlarda bazı yanlışlıklara işaret ediyorsa demek ki böyle bir görünümüz var. Biz kendimizi düzeltelim denmesi gerek. Açıkçası tepkileri “Bizde böyle durumlar var. Ama bunlar konu olarak işlenmemeli” şeklinde anlıyorum.

Sahi, bu konuda bir yaranız yoksa bu gocunma niye?

*27/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

23 Aralık 2023 Cumartesi

Bir Vatan Nasıl Satılır?

Bir vatanı satmak ithamı gırla gidiyor. Nedir bu? Bir vatan nasıl satılır? Kişi ya da kişiler nasıl vatan satar?

Bilmiyor musun?

Hayır, nereden bileyim?

Doğrusunu istersen ben de bilmiyordum. Tecrübeli büyüklerim sayesinde bir vatan nasıl satılır sorusunun cevabını buldum.

Nasılmış?

En iyisi kendimden hiçbir şey katmadan etkili ve de yetkili bir büyüğümüzün sözüyle cevap vereyim sana.

Lütfen?

Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur."

Yani bir ülkede faizler yüksek olursa

Aynen.

Enflasyon yüksek olursa

Evet.

Kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynakları heba edilirse

Ta kendisi.

Güzel tespitler bunlar. Kim demiş bunu?

İsim ne fark eder. Ha Ali ha Veli. Kısaca büyük lokma yemeyip hep büyük laf eden biri.

Ne zaman demiş bunu?

2015 yılının 27 Şubatında.

Ta o zamandan bu zamana bu sözler nasıl aklında kaldı?

Aklımda kalmasına gerek yok. İnternete yazarsan kim, ne zaman söylemiş görürsün. Çünkü söz uçar, yazı kalır.

O zaman bir ülkeyi yüksek enflasyon ve yüksek faizle ülkeyi kriz üstüne krize sürükleyen her kötü yönetim ülkeyi satmış oluyor. Ülkeyi satmak vatana ihanet değil mi?

Bu konuda yorum yapmayacağım. Kimseye vatanı sattı diyemem ama söylenen söz de ortada.

Peki, bu sözler hatırlatılmıyor mu bir ülkeyi yüksek enflasyon ve yüksek faize maruz bırakanlara?

Kim hatırlatacak?

En azından gazeteciler.

Eskidendi gazetecilerin, “efendim geçmişte şöyle demiştiniz” dediği.

Şimdi?

Cesaret ister. Çünkü kim demeye kalkarsa ekmeği kesilir, çalıştığı gazete ile yolları ayrılır. Ekmeğini herhangi bir gazetede araması da mümkün değil.

Bu durumda?

Bu durumda söylenen söz İnternetin geçmiş arşivlerinde ve insanların kursaklarında kalır. Söz ağza gelir. Ağızda düğümlenir. Sonra bir güzel yutulur.

Afiyet olsun.