Ana içeriğe atla

Ekonomimizin Merhemi

Hazine Bakanlığına göz kırptığım eski yıllarda bakın önerilerim nelermiş: 

"Altın sahiplerinin yastık altında tuttukları altın miktarı, 5 bin ton olduğu tahmin ediliyormuş. Bu da 300 milyar dolara tekabül ediyormuş.

Milletin altınını yastık altında tuttuğu nereden biliniyor bilmiyorum.

Açıklandığında göre bu altınlar yastık üstüne çıkarılırsa ekonomimiz rahatlayacakmış.

Altın Garantili TL uygulamasıyla devlet bu altınları bankalara kazandırmaya çalışıyor ama millet yastık altından çıkarmaya pek niyetli değil.

Bu garantiye rağmen millet niçin TL'ye dönmüyor? Sanırım bir güven problemi var. Belki de benim Hazine Bakanı olmamı bekliyor. Çünkü at sahibine göre kişner.

Gözlerindeki ışıltıya rağmen halk altınını mevduat hesabına yatırmıyorsa sen nasıl yapacaksın diyebilirsiniz. Haklısınız. Bunu bakanlık tevdi edildiği zaman açıklayacaktım ama mesele memleketse benim bakanlığım teferruattır.

Uzatmayayım. Bir aya varmadan tüm yastık altındaki altınları ekonomiye kazandırırım. Atma Recep diyebilirsiniz. Atmıyorum. Bir defa benim adım Recep değil. Önce adımı öğreneceksiniz. Sonra beni izleyeceksiniz. Bunun için önce duyuru yapacağım. Şu gün şu saate kadar yastık altındaki altınlarını TL'ye bozdurarak bankaya yatırın. Yatırmazsanız, günah benden gider diyeceğim. Belirlediğim tarihte herkes nefesini tutacak ve bekleyecek. Millet beklerken ben beklemeyeceğim. 

Profesyonellerden oluşan bir hırsız timi kuracağım.  Her hırsıza birer detektör dağıtacağım. Islığımla beraber aynı anda hareket edeceksiniz. Getirdiğiniz her gram altına prim garantisi veriyorum. Benden haber bekleyin, diyeceğim.

Baktım millet sarı liralarını bankaya getirmedi mi. Bir ıslık. Yardımcılarım verdiğim detektörlerle ev ev dolaşacak. Polis arabaları, bulunan altınları arabalara yükleyecek. Bu altınlar hangi evden alınmışsa o kişi adına hesap açılacak. Evde altınlarının alındığını gören vatandaş, soluğu bankalarda alacak. Altınlarını bankaya yatıracak. 

Geldi mi beş bin ton altın bankaya.

Gördüğünüz gibi bu altınları bankaya çekmek benim için çocuk oyuncağı. Bu projede tek sorunum benim ıslık çalmayı bilmemem. Bunu da bakan oluncaya kadar öğrenirim diyorum. Öğrenemesem, yol arkadaşlarımla haberleşmek için başka yol bulacağım.

Burada efendim, hırsızlara prim vermek caiz mi denirse, ki çıkar böyleleri. Ne alaka hırsızlık. Bir defa bunun adı hibedir hibe. Sonra hırsız emek sarf etmiyor mu?

Bu arada hırsızlıkla da mücadele etmeyi hiç ihmal etmeyeceğim. Çünkü inancıma göre hırsızlık haramdır. 31 Aralık 2021

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde