Ana içeriğe atla

Bir Vatan Nasıl Satılır?

Bir vatanı satmak ithamı gırla gidiyor. Nedir bu? Bir vatan nasıl satılır? Kişi ya da kişiler nasıl vatan satar?

Bilmiyor musun?

Hayır, nereden bileyim?

Doğrusunu istersen ben de bilmiyordum. Tecrübeli büyüklerim sayesinde bir vatan nasıl satılır sorusunun cevabını buldum.

Nasılmış?

En iyisi kendimden hiçbir şey katmadan etkili ve de yetkili bir büyüğümüzün sözüyle cevap vereyim sana.

Lütfen?

Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur."

Yani bir ülkede faizler yüksek olursa

Aynen.

Enflasyon yüksek olursa

Evet.

Kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynakları heba edilirse

Ta kendisi.

Güzel tespitler bunlar. Kim demiş bunu?

İsim ne fark eder. Ha Ali ha Veli. Kısaca büyük lokma yemeyip hep büyük laf eden biri.

Ne zaman demiş bunu?

2015 yılının 27 Şubatında.

Ta o zamandan bu zamana bu sözler nasıl aklında kaldı?

Aklımda kalmasına gerek yok. İnternete yazarsan kim, ne zaman söylemiş görürsün. Çünkü söz uçar, yazı kalır.

O zaman bir ülkeyi yüksek enflasyon ve yüksek faizle ülkeyi kriz üstüne krize sürükleyen her kötü yönetim ülkeyi satmış oluyor. Ülkeyi satmak vatana ihanet değil mi?

Bu konuda yorum yapmayacağım. Kimseye vatanı sattı diyemem ama söylenen söz de ortada.

Peki, bu sözler hatırlatılmıyor mu bir ülkeyi yüksek enflasyon ve yüksek faize maruz bırakanlara?

Kim hatırlatacak?

En azından gazeteciler.

Eskidendi gazetecilerin, “efendim geçmişte şöyle demiştiniz” dediği.

Şimdi?

Cesaret ister. Çünkü kim demeye kalkarsa ekmeği kesilir, çalıştığı gazete ile yolları ayrılır. Ekmeğini herhangi bir gazetede araması da mümkün değil.

Bu durumda?

Bu durumda söylenen söz İnternetin geçmiş arşivlerinde ve insanların kursaklarında kalır. Söz ağza gelir. Ağızda düğümlenir. Sonra bir güzel yutulur.

Afiyet olsun.

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    "...Vatanı satmak, yüksek faizle, yüksek enflasyonla, kötü yönetimle ülkenin ve milletin kaynaklarını heba etmekle olur..."
    Çok doğru. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlık hocam.
    Geriye bir soru daha kalıyor. Hadi doğruyu söyleyen gazeteciler işinden ve hatta canından bile olur. Çünkü geçmişte doğruyu araştırdıkları ve doğruları ortaya çıkardıkları için hunharca suikastlara kurban giden gazetecilerimiz oldu.
    Bu ülkede yanlış giden şeyleri sadece gazeteciler mi dile getirecek? Peki bu ülkenin aynı dertten muzdarip olan vatandaşına, aydın geçinen kesimine ve sivil toplum kuruluşlarına bir görev düşmüyor mu?
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. As. Bu işler sadece gazetecilerin değil, tüm vatandaşların görevi. Eskiden cesur ve kalemimi satmayan gazeteciler vardı. Şimdi ara ki bulasın. Sivil toplum kuruluşları güçten besleniyor. Sesleri çıkmaz maalesef.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde