Ana içeriğe atla

Sivri Dilli imişim!

Bir ortamda birilerine beni tanıtırlarken sivri dilli şeklinde tanıtıyorlar bazıları. Bu, bir değil, beş değil. Kaç kişi birden böyle tanıttı beni. Konu tanıtım olunca, önceleri bu sivri dilliliği iyi bir şey sandım. Beni methediyorlar diye düşündüm. Öyle ya tanıtımda iyi şeyler söylenir, kişi taltif edilir. Olmasa da.

Bir gün nedir bu sivri dillilik? Şuna bir bakayım da neyle övülüyorum öğreneyim dedim. Baktığıma, bakacağıma pişman oldum. Vara bakmaz olaydım dedim. Çünkü TDK’ye göre sivri dilli olmak, sıfat ve mecaz olarak kullanılıyormuş. İğneleyici ve kırıcı söz söyleyen kimse demekmiş. Ne umdum ne buldum.

Dilim adına bugüne kadar tek bildiğim, farklı zaman ve mekanda diş tedavimi yapan iki diş hekimi, dişimle uğraşırken onca uğrasın arasında “Amma büyük dilin var. Bugüne kadar böyle büyük dil görmedim” demişlerdi. Cevap veremedim. Çünkü ağzım açık ve içinde diş alet ve edevat vardı. Zaten bundan cesaret alarak böyle dediler.

Hasılı iki diş hekiminin beyanı ve şehadetiyle büyük dile sahip biri olduğumu 40’lı yaşlardan sonra öğrenmiştim.

Büyükse büyük. Ne yapayım. Ben mi imal ettim. Mucidi başkası dedim. Hiç üzerime almadım. Üstelik ağzımın içinde. Kim görecek dedim. Büyük dilimin ağırlığını ağzım çekerek bugüne kadar geldim.

60’ıma merdiven dayayınca, kaç kişinin şehadetiyle sivri dilliliğim tescil edildi. Bu kadar kişi bana yalan söyleyecek değil. Çünkü yalan söylemesi mümkün olmayan tevatür derecesinde büyük kalabalık var bana sivri dilli diyen. Böyle diyenlerin yanında söyleyemeyenleri saymıyorum.

Hasılı karşınızda sivri dilli biri var. Akıl sağlığınız ve huzurunuz bakımından uzak durmanızda fayda var. Değilse benden günah gider.

Hoş, beni bilen biliyor. Bilenler tedbirini alıyor. Ya bilmeyenler? Onlar için karşıdan görünecek şekilde alnıma, “Tehlikeli madde. Bana yaklaşmak tehlikelidir“ yazdırmak gerek ama bunu nasıl yapacağım. Zira mümkün değil.

Kendimi değiştireyim diyorum. Zira bu, Allah vergisi değil. En kolayı bu. Yalnız bilirim ki huylu huyundan vazgeçmez. Hele kırkından sonra beni ancak teneşir paklar. 60. merdivenden, son merdivenlere doğru tırmanırken bu huyumdan vazgeçmem, deveye hendek atlatmak gibi bir şey bu.

Bu sivri dilli huyumdan ancak ağaç yaş iken eğilir sözü gereği küçükken vazgeçebilirmişim ama bunu o zaman bana kimse söylemedi. Çünkü bu sivri dil bana küçüklüğümden tevarüs etmiş olmalı. Zira hiçbir insan sonradan bu vasfı kazanamaz. Çünkü bir insan yedisinde ne ise yetmişinde de o olur.

Bu yaştan sonra bu vasfımdan nasıl kurtulayım. En iyisi bunu yazı konusu edineyim ve paylaşayım. Bu yol ile insanları uyarmış olayım. Kendinizi benden koruyun diyeyim. Başka da ne yapabilirim ki. Bu iyiliğimi de kimse unutmasın.

Yine bir uyarı. Dilimden kaçtığınız gibi yazılarımdan da kaçının. Çünkü yazdıklarım da dilimden dökülüyor kağıda. Bakmayın ceremesini ellerimin çektiğine. Her işin başı, her kötülüğün anası dilimdir dilim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde