Ana içeriğe atla

Adaletten Anladığım

Geldiğim nokta itibariyle herkese hakkını tastamam vermek olan adaletten anladığım;

Güçlünün her daim borusunu öttürdüğü, işini çıkardığı bir şeymiş.

Mülkün temeli değilmiş. 

Güçsüz ve haklı olanın değil, güçlünün mekanizması imiş. 

Ahbap, çavuş ilişkisi imiş. 

Onca adalet sarayları, hakimi, savcısı, kanun ve hukuk hukukun üstünlüğünü değil, yerleşik düzeni devam ettirmek ve gücü ele geçirenin elinde bir sopa imiş.

Piyeslerdeki Hz Ömer imiş. 

Adaletiyle nam salmış Ömer olmaktan ziyade adalet dağıtacak Ömer arayışı imiş.

Ömer olacağım diye yola çıkanların Ömer olmadığı imiş. 

Ömer arayanların Ömer aradığı falan yokmuş. 

Adalete olan aşk, Ömer arayışı, gücü elinde bulunduran mekanizmayı ele geçirmekmiş. 

Fakir, kimsesiz ve haksızlığa uğramış kişiler için denen adalet, bu kesimin mahallesine çok yabancı imiş. 

Adaletten bahsedip malı götürmekmiş. 

Gücün ve güçlünün istediğini vermekmiş.

Hak edeni hakkını vermemekmiş.

Güçlünün elindeki bir aparatmış.

Güç ve güçlüye, hak ve adaletsizliğe karşı çıkana haddini bildirmekmiş.

Dost ve arkadaş sohbetlerine ve meydanlarda adaletle ilgili ayetler okumakmış.

Olmasına karar verilen şeyi kılıfına uydurmakmış.

Hasılı “Şu fani dünyada arayıp da bulamadığımız, erişemediğimiz, elde edemediğimiz, bir türlü bize yönünü dönmeyen ve yine bir türlü bize nasip olmayandır adalet...” (Bir okuyucumun katkısı)

Adalet denen şey geçmişten günümüze hep böyleydi. Yine de güçsüzler bir gün adalet güneşi doğacak ümidini ve hasretini taşıdılar. 

An itibariyle adalet Ömer b. Abdülaziz zamanında hutbelerin sonunda okunan ve adaletten bahseden “Şüphesiz ki Allah adaletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayasızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir.” ayetinde ibaretmiş. Evet, adalet hutbede okunmak için varmış.

Biz yine de okumaya devam edelim. Bakarsınız bir yerde ortaya çıkar.

Korkarım ki bu adalet denen şey, işte aradığınız adalet benim diye bir gün ortaya çıkarsa ilk karşı çıkacaklar adaleti tesis ettiğine inananlar, adalet isteyenler ve gücü elinde bulunduranlar olacaktır. Belki de böyle de olmaz ki bize de bu yapılır mı diyecekler ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da en büyük düşmanımız adalettir diyecekler ve şimdi olduğu gibi adaletle mücadele edeceklerdir.

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Şu fani dünyada arayıp da bulamadığımız, erişemediğimiz, elde edemediğimiz, bir türlü bize yönünü dönmeyen ve yine bir türlü bize nasip olmayandır adalet...
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. Katkın için teşekkürler. Yazıma ekledim sizden izin almadan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle şeyler için izin almaya hiç gerek yoktur sayın hocam.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde