31 Ağustos 2023 Perşembe

Fakirlikle İlgili Hadisler

Fakirliği Yeren Hadisler:

Fakirlik, iki cihanda da, yüz karasıdır. [R. Nasıhin]

Fakirlik, dünya ve ahiret yoksulluğudur. [Deylemi]

Fakirlik küfre sebep olur. [Beyheki]

Ya Rabbi, fakirlikten sana sığınırım. [Nesai]

Fakirliği öven hadis-i şerifler:

Fakirlik, dünyada mümine hediyedir. [Taberani]

Fakir, Allah’a Teâlâ’nın dostudur. [Deylemi]

Cennet sultanları fakirlerdir. [İbni Mace]

Cennettekilerin çoğu fakirlerdir. Hor görülen fakirler Cennetliktir. [Buhari]

Ya Rabbi, Müslüman fakirlerinin hürmetine zafere kavuşmayı nasip et. [Taberani]

Fakirlerin dua ve namazları ile bu ümmete yardım edilir. [Nesai]
Fakirlerinizin gönlünü alarak bana yaklaşın. [Tirmizi]

Fakirleri hor görmeyin. Onların hürmetine yardım görüyor ve rızıklanıyorsunuz. [Buhari]
Ya Ayşe, bana kavuşmak için fakir yaşa! [Tirmizi]

Fakirleri sevin, onları seveni, Allah’ü Teala sever. [Deylemi]

Allah’ü Teâlâ’nın takdirine razı olan fakirden üstünü yoktur. [İ.Gazali]

Ya Rabbi, fakir yaşayıp, fakir olarak ölmeyi ve fakirlerle haşrolmayı nasip eyle! [Buhari]

Yoksulları doyurun! Çünkü kıyamette onların üstünlüğü olacak, "Dünyada iken, bir hatadan dolayı nasıl birbirinize özür dilediyseniz, şimdi de fakirlerden özür dileyin!" denilecektir. [Ebu Nuaym]

Alıntı yaptığım bu hadisleri “dinimizislam.com” sitesinden aldım. Dikkat ettiyseniz hem fakirliği yeren hem de öven hadislerle karşı karşıyayız. Bu hadisleri görüp okuyan, dinimize göre fakirlik iyi midir, kötü müdür ikilemi yaşaması kaçınılmazdır.

Fakirlik tasvip edilmeyen bir şey ise fakirliği öven hadisleri ne yapacağız? İyi bir şey ise fakirliği yeren hadisleri nereye koyacağız? Dindar ve mütedeyyin insanlar peygamber şunu kastetmiştir, bunu kastetmiştir şeklinde bir izah getirmeye çalışsa da dine mesafeli kişiler, peygamber birbirine zıt sözler söylemiş diyecektir.

Peygamberin bir konuda birbiriyle çelişen şey söylemeyeceğine göre rivayet edilen bu hadislerin ya fakirliği övenlerinde ya da fakirliği yerenlerinde bir sorun var. Sorun derken bu sözlerden bir kısmının peygambere atfen sonradan uydurulmuş olabileceğidir. Bu rivayetlerin bir kısmının sahih hadis kitaplarında geçmesi, bu hadisleri sahih yapmaz. Kişinin kendi kendine yetmemesi diyebileceğimiz fakirlik tasvip edilecek bir durum olmadığına göre fakirliği öven hadislerde bir sorun olduğunu düşünebiliriz.

Ki fakirlik ayıplanacak bir şey değildir. Kişi çalışır ama kazancı kendine yeterli gelmeyebilir. Ayıp olan çalışma imkanı olduğu halde çalışmayıp başkasına muhtaç yaşamaktır. Her fakirde de zengin olma isteği ve hayali vardır. Zengin olma isteği olsa da herkesin zengin olması mümkün değil. Çünkü bu dünya düzeni zengin ve fakir üzerine kurulmuştur. Zengin fakire, fakir de zengine muhtaçtır. Her ikisi de elindeki olanla veya olmayanla imtihan halindedir. Çünkü burası bir imtihan dünyasıdır. (Bir sonraki yazımda da zenginlikle ilgili hadisleri ele alacağım.)

29 Ağustos 2023 Salı

Cerci Hocadan Bir Kesit

Bir önceki yazımda cer ve cerre çıkmanın ne olduğunu, tarihçesini, olumlu ve olumsuz yönlerini ele almıştım. Cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından şu anekdot çok ilginçtir:

Bildiğiniz gibi cerci hocalar cami cami dolaşıp cemaate ateşli vaazlar verirmiş. veren ateşli hocalar varmış. Vaazlarında cemaati ağlatır, coşturur, ardından sergi açılır, toplanan hasılat alınır, sonra başka camilere gidilirmiş. Bu hocalar geçimini bu şekil sağlarmış.

Cerci hocalardan biri, bir cami kürsüsünde vaaza çıkar. Vaaz dinleyen cemaat içerisinde Ahmet b. Hanbel ve Yahya b. Yamer de var. Vaiz o kadar etkili konuşur ki cemaati coşturur. Konuşmanın etkisinden, cemaat hüngür hüngür ağlar.

Vaaz bitiminde adet olduğu üzere para toplanır. Parayı veren cemaat çıkar. Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer yerinden kalkmadan cemaatin boşalmasını bekler. Cami boşalınca, cerci hocayı yanlarına çağırırlar. Yanlarına çağırdıklarına göre bu ikisi daha zengin olmalı, daha fazla para verecekler diye düşünür cerci hoca. Sevinçle koşarak yanlarına gelir. Ahmet b. Hanbel cerci hocaya, “Ahmet b. Hanbel benim. Bu yanımdaki de Yahya b. Yamer. Sen ikimizden hadis rivayet ettin. Halbuki biz böyle bir hadis rivayet etmedik. Niye yalan hadis rivayet ettin. Allah’tan kork” deyince, cerci hoca “Ben ikinizin ahmak olduğunuzu biliyordum ama bu kadar da ahmak olacağınızı bilmiyordum. Çünkü ben sizden başka yedi tane Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer tanıyorum” cevabını verir. ve umduğu parayı alamadan çeker gider.

Bu anekdot Osmanlı zamanında olmadı ama cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından önemli diye düşünüyorum. Kıssadan anladığım, cerci hocalar köy köy dolaşıp vaaz veriyorlar. Kendilerini denetleyen de olmadığı için kürsüde ağzına geleni söylüyorlar, bol keseden atıyorlar, halka aslı astarı olmayan menkıbe ve dinî kıssa anlatıyorlar. Halkı etkilemek için hurafeye başvurmaktan, yalan hadis uydurmaktan geri kalmıyorlar. Halkı o kadar etkilemeliler ki vaazlarının sonunda toplanacak hasılat iyi olsun.

Öyle zannediyorum, Başlangıçta halkı bilgilendirme, halka dini öğretme gibi iyi niyetle başlanan bu cer uygulaması, gerektiği gibi denetim olmadığı için yozlaşmış. İş tamamen para toplamaya dönmüş.

İş para toplamak, birileri yolunu bulmakla kalsa iyi. Uydurma ve menkıbe üzerinden anlatılan yalan, yanlış bilgiler halkın belleğinde yer etmiş. Halk, ayakları yere basmayan bu dini doğru din bu sanmış ve bu din algısı nesilden nesle aktarılmış, günümüze kadar gelmiş ve hala devam ediyor. Kıssa üzerine dayalı çoğu İsrailiyat olan bu tür vaaz anlatımını halkımız çok sever. Ninni gibi dinler. Biraz da mucize ve kerametlerden bahsedilirse bu tür gizemi de çok sever.

Bağırıp çağırmadan, parmak sallamadan, meydan okumadan sakın ve yumuşak bir ses tonuyla, hikaye ve menkıbelere yer vermeden vaaz verilemez mi? Olur, niye olmasın. Zaten olması gereken de budur. Yalnız ses yükseltilmeden, elini masaya vurmadan, birilerine çatmadan yapılan vaazların pek dinleyicisi olmuyor. (Güzel bir üslupla, ayet ve hadise yer vererek anlatılan vaazların pek alıcısının olmadığına ve hangi tür vaazların alıcısının olduğuna diğer yazımda yer vermek istiyorum.)

28 Ağustos 2023 Pazartesi

Emekliler Yaşadı *

Yaklaşık 16 milyon emekli içinde emekli maaşı 7.500 olan 5 milyon emeklimiz varmış. En düşük memur maaşının 22 bin liraya çıkarıldığı zaman emeklilere de yüzde 25 zam verildi. Gelen zam kök maaşa geldiği için bu beş milyon emekliden çoğu yine 7.500 liradan emekli maaşı almaya devam ediyorlar.

Bu yüksek enflasyonda, asgari ücretin çok altında kalan bu emekli maaşı ile geçinmenin mümkün olmadığını, memurlara verilen seyyanen zamdan kendilerinin de faydalandırılması gerektiğini emekliler sosyal medyadan çok dile getirdiler. Bu sese hak veren çok oldu ama bugüne kadar bir iyileştirme olmadı. İyileştirmenin yıl sonunu bulacağı belirtiliyor.

Kısaca yıl sonuna kadar bizden bir şey beklemeyin, başınızın çaresine bakın, sabredin. Yaşarsanız, yeni yılda sizi göreceğiz demektir bunun Türkçesi. 

Günümüzde en düşük maaşa talim eden bu 7.500'lükler, taleplerinde yerden göğe haklılar. Çünkü aldıkları, oturacakları bir kirayı dahi karşılamıyor.

Bu statüdeki emeklilere bu maaş reva değil, büyük haksızlık derken bereket, imdada Cübbeli yetişti. Cübbeli'ye göre "Durumuna sabreden fakirler; namaz kılan, zekatını veren zenginden beş yüz yıl önce cennete girecekler". Bu müjdeyi duyunca, emeklilere 7.500 lirayı reva gören yetkilileri takdir ettim. Ben de bunlar emeklileri gözden çıkardılar, ölmelerini bekliyorlar diye kızıyordum. Meğerse sevdiklerinden emeklileri göz ardı etmişler. Fakirlerin bir an evvel cennete gitmelerini, bu dünyada görmedikleri imkanlara orada kavuşmalarını istiyorlarmış da anlık yaşayan ben bunu düşünememişim. Kim istemez cennete daha önce gitmeyi. Fakirler adına özellikle 7.500 lira gibi günümüzde yaşanması mümkün olmayan bir maaşla geçinmeye çalışan emekliler adına sevindim. Hatta onlara gıpta ettim. Daha doğrusu onları kıskandım.

Bundan sonrasını paraya para demeyen, yediği önünde yemediği arkasında kalan, para derdi çekmeyen, yaşam gailesi yaşamayan, tek derdi para ve zenginlik olan zenginler düşünsün. Dile kolay, fakirlerden 500 yıl sonra cennete girecekler. 

Nasılsa cennete girecekler, 500 yılın lafı mı olur, sonunda girecekler ya demeyin. Toplamda 70-80 yıl variyet içerisinde yaşayan bu zenginler tüm bu mutluluklarının ceremesini bir beş yüz yıl bekleyerek geçirecekler. Zenginler gelene dek fakirler cennette yiyip içecekler, dünyada yaşayamadıkları sahte cenneti hakiki olarak yaşayacaklar. Yaşadıkça iyi ki dünyada fakirlik çekmişiz. Dünyaya yeniden gelsek, yine fakir oluruz diyecekler.

Bu duruma zenginler üzülmeyip de ne yapsınlar? En hafifinden vara zengin olmasaydık, biz de fakirler gibi yiyecek ekmeğe muhtaç olsaydık, aylık 7.500 lira alan emekliler gibi iki ayağımız bir pabuca girseydi de şu cennete bir beş yüz yıl önce girmiş olsaydık pişmanlığını her daim çekecekler. Ama son pişmanlık fayda etmez.

Hasılı, başta 7.500 lira maaşla geçinmeye çalışan emeklilerimiz mevcut durumlarından hiç dert yanmasınlar. Hatta ocak 2024’te maaşlarına yapılacak iyileştirmeyi de istemiyoruz. Biz mevcut halimizden memnunuz. Bir an evvel öbür dünyaya gidip cennete kapağı atalım. Orada felekten bir gün çalalım desinler.

Zenginlerimiz de elde, avuçta neleri varsa kısa yoldan elden çıkarmaya ve fakir olmaya baksınlar.

*01/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

27 Ağustos 2023 Pazar

Hutbelerde Atatürk *

Türkiye, her konuda olduğu gibi Atatürk konusunda da ortadan yarılmış karpuz gibi iki parça. 

Bir kesim için Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk'ün atası, milli mücadelede gösterdiği başarılar ve kazanımlarıyla bize bu ülkeyi bahşeden kişidir. O olmasaydı, bugün ülke olmazdı. Biz de olmazdık.

Diğer bir kesim daha var ki Atatürk, dinle mücadele etmiş, çıkardığı devrim yasalarıyla dini yaşayışa müdahale etmiş, adeta dini yok etmeye çalışmış biridir.

Kimine göre Atatürk dinsizdir ve din düşmanıdır. 

Kimine göre ise dindar biridir. Hutbe okumuşluğu vardır. Diyanet İşleri Başkanlığını da o kurmuştur.

Kısaca bir kesim dinsiz ve din düşmanı göstermeye çalışıyor, diğer kesim ise dindar. 

Bir kesim alabildiğine ve ölümüne Atatürk'ü savunup severken diğer kesim ise Atatürk'e düşman.

Bir kesimin her referansı Atatürk iken diğer kesim için Atatürk'ün esemesi okunmaz.

Türkiye iki kutuplu olarak böyle yoluna devam ederken, son yıllarda hutbelerde belirli gün ve haftalara yer veren Diyanet, Atatürk üzerinden tartışma konusu. Ne zamanki Çanakkale Zaferi, 30 Ağustos, 19 Mayıs gibi milli günler hutbe konusu olsa, bir kesim "Hutbede Atatürk'ün ismine yine yer verilmedi" deyip Diyanet'i topa tutuyor.

Aslında bu tür belirli günlere ait hutbelerde "Bu zaferi milletimize bahşeden şehit ve gazilerimizi minnetle anıyoruz" şeklinde isme yer vermeden bir teşekkür söz konusu. Bir kesim için isme yer vermeden bu şekil teşekkür yeterli gelmiyor ki bu konulara dair her hutbe iradının ardından tartışma söz konusu. 

Milli bayramların işlendiği hutbelerde, Atatürk'ün ismine yer verilmeli mi? İsme yer verilip verilmemesinde bir sakınca yok bana göre. Yalnız cemaatten gelebilecek tepkileri göze almak lazım. Nasıl tepki olur? Hutbede Atatürk'ün ismine yer verildiği takdirde cemaatten bazıları "Şükür bugünleri de gördük. Atatürk hutbelere de girdi" deyip mutluluktan uçacak. Diğer bir kesim ise buna tepki göstererek cuma namazını kılmadan camiyi terk edecek. Bu da birlik ve beraberliğin olması gereken camilerde ikilik çıkması demektir.

Kısaca Atatürk’ün ismine cuma hutbelerinde yer vermek, bitmek tükenmek bilmeyen tarafgir ve bağnazlığımızı körükleyecektir. Bu durum biline biline her milli gün ve haftada bu konuyu kaşımanın bu topluma hiç faydası olmaz.

Bu konunun önüne geçecek olan da Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Diyanet’in kafasını kuma gömüp tartışmaları görmezden gelme ve üç maymuna oynama lüksü yoktur. Diyanet ne yapabilir bu konuda? Pekala hutbelerde belirli gün ve haftalara yer vermeyerek bu konuda ortaya çıkan tartışmalara bir son verebilir. Bu işi ilgili kurum, kuruluş ve STK’lere bıraksın. Diyanet’in görevi, hutbelerde belirli gün ve haftaları takip etmek değildir. Konu sıkıntısı mı çekiyor ki dönüp dönüp her yıl belirgi gün ve haftalara hutbelerde yer veriyor?

*30/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

26 Ağustos 2023 Cumartesi

Yeni Meram Tıp Fakültesi Hastanesi *

Bir zamanlar Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak açılmıştı. Akyokuş onu, o Akyokuş'u seyreder dururdu. Buraya şifa bulmak için gelenler de Akyokuş'u görerek seyir zevkini giderirdi.

Daha sonra burası Meram Tıp Fakültesi Hastanesine dönüştürüldü. 

Zamanla yeni bölümlerin açılmasıyla birlikte ihtiyacı karşılamak için iç içe, yan yana, karşı karşıya yeni binalar yapıldı. Tek bloktan ibaret eskilerin Göğüs Hastanesi diye bildikleri hastane, büyük bir komplekse dönüştü. Bildiğim kadarıyla alfabenin son birkaç harfi dışında tüm harfler A, B, C,...S şeklinde bloklara verilmişti. 

En son gördüğümde onkoloji bölümüne ait bina yapılıyordu. 

Sonra ne olduysa yeni bina arayışına girildi. Selçuklu sınırları içerisinde bugünkü yerine taşındı.

Yazımın bundan sonraki kısmında Meram Tıp Fakültesinin yeni yeri hakkında kanaatlerimi aktarmak isterim:

1. Hastanenin yeni yeri genişlemeye müsait değil. Önü yol, yola paralel kanal, binanın arkasında ise dağ var. Yakın bir zamanda ek binaya ihtiyaç olursa nereye bina yapılacak?

2. Hastanenin bazı bölümleri eski yerinde kaldığına göre yeni bina tüm bölümleri içine alacak şekilde büyük değil. “Hastamız Meram Tıp Fakültesi Hastanesinde” dendiği zaman, vatandaş hangisinde? Eskisinde mi yenisinde mi diye sormak zorunda kalıyor. 

3. Adı Meram Tıp Fakültesi Hastanesi olan hastane Meram ilçesi sınırlarında değil. Selçuklu sınırları içerisinde. Meram’da hastane yapılacak uygun yer bulunamadı mı ki başka ilçe sınırları içine bu bina yapıldı? Bu hastane eski yerine yapılsaydı daha uygun olmaz mıydı? Üstelik eski yer alan bakımından çok müsait.

4. Yeni binanın bulunduğu yerin altından veya yakınından fay hattı geçtiği söyleniyor. Konya’da büyük şiddette deprem olmuyor ama şehir o kadar genişliğine rağmen fay hattı üzerine bina yapmanın bir anlamı olabilir mi?

5. Mevcut park yerleri yeterli değil. Bu bina yapılırken binanın altına yeraltı park niçin düşünülmedi?

6. Diyelim ki eski yeri esintinin bol olduğu havadar ve havası temiz bir yerdeydi. Yeni yeri de öyle. Küçük de olsa burası uygun görüldü. Hastanenin arkasındaki yüksek katlı binalara ne demeli? Bu binaların yapımına niçin izin verildi? Ne zararı var derseniz? Dağın yamaçlarına boydan boya yapılan yüksek katlı binalar, görünen dağları görünmez kılmış. Hastaneye gelen geçen yüksek dağları seyredip seyir zevkini giderseydi daha iyi olmaz mıydı? Dağın yamaçları bu şekil imara açılacaksa, buralar ileride genişlemesi elzem olan hastanenin ek binaları için bekletilmez miydi?

7. Hastane açıldıktan sonra hastaneye giden yolun bir müddet “Özel mülk girilmez” yazısıyla iş makinesiyle kapatılması, hastaneye intikalin bir süre servis yolundan sağlanması da düşündürücü.  

Anlatmak istediğim, Meram Tıp Fakültesi Hastanesinin yeni yeri; kimin aklı, kimin fikri, kimin onayı ile yapılmışsa, kanaatimce isabetli olmamıştır. Hele hastanenin arkasındaki dağların görüntü ve görkemini kapatan binaların yapılmasına izin ve onay verilmesinin bir izahını bulamıyorum.

*28/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

25 Ağustos 2023 Cuma

Değer miydi Zengin Olmaya?

Fakirliğime üzülürdüm hep

Niye fakirim ben derdim

Ne zaman düze çıkacağım 

Bitmeyecek mi benim bu derdim 


Ne zaman ki bir derin hoca çıktı

Dedi zenginden 500 yıl önce

Gireceksin cennete

İşte o zaman içimin yağları eridi


Hemen arkaya yaslandım

İyi ki fakirim dedim

Dile kolay bir 500 yıl

Bekleyemezdim çünkü


Meğerse zenginlik başa belaymış 

Bekleyecekler şimdi 500 yıl

Acımaya başladım şimdiden 

O kelli felli zenginlere. 

Pazar Tüyoları

Pazara gideceğim ama hiç pazar tecrübem yok. Nasıl alışveriş yapılır, kimden alınır, bilmiyorum. 

Tam adamına geldin. Düş peşime. Nasıl ve kimden alışveriş yapacağını sana göstereyim. 

Zahmet olacak. 

Pazara girer girmez hemen alışverişe başlama. Şöyle o değilden pazarı bir dolaş. Hem alacağın ürünleri gör hem de fiyatlarını. Bazı ürünlerin fiyatları yazılıdır. Çoğunda fiyat olmaz. Gözüne kestirdiğin ürünlerin fiyatını sor.

Tezgahın önündeki teşhir ürünüyle yetinme. Gözün tezgahın arkasına da göz gezdirsin. 

Ürün çok iyi görünüyor, albeni diyor, fiyat da diğer tezgahlardan ucuz ise o ürünü tercih etme.

Poşeti uzatıp al kendin seç diyen esnafı tercih et. 

Ürününü seçtireni fazla bulamazsın. Çünkü çoğu  seçtirmez. Kendi doldurur. Böyle birinden almadan önce bir başkasının alışveriş yapmasını izle. Şayet doldurduğu poşeti bağlıyorsa, uzaklaş ondan.

Niye ki?

Çünkü poşet bağlanmışsa, bil ki çürük çarıkları doldurmuştur poşete. 

Başka?

Bağırıp çağıran, kafa şişiren ve sana zorla satmaya çalışan pazarcıdan da alışveriş yapma. Malını tezgahına koymuş, efendice müşteri bekleyeni tercih et.

En ucuz maldan ve çok pahalı olandan alma. Ortasını bulmaya çalış.

Pazarda bir ürün çoğu esnafa yoksa bil ki fiyat fahiştir. O hafta o üründen mahrum olmayı dene.

İlk alışverişini yaptığın zaman beğenmediğin bazı alışverişlerin olacaktır. Bunları da her hafta telafi ederek en iyi ürünü ve satanı bulacaksın. Dikkat edeceğin, hangi ürünü nereden ve kimden aldığın olmalıdır. Sana temizinden veren esnafa git. Zamanla birbirinize aşina olacaksınız ve gözün kapalı alışveriş yapmaya başlayacaksın. Bu esnaftan almaya devam et. Böylece Pazar kabusun sona erer.

Yalnız yine de dikkatli ol. Çünkü bu şekil güvene dayalı ilişkiler bir müddet sonra yozlaşmaya başlar. Böyle durumlar için mutlaka ikinci, üçüncü alternatifin olsun.

23 Ağustos 2023 Çarşamba

Seçme Fıkralar (28)

Ellah Ellah! 

Fakir bir Erzurumlu bir ramazan günü öğle namazını kılmak için abdestini alır, caminin yolunu tutar. 

Namaza daha vakit var. Caminin önündeki banka oturur. Az sonra yanına biri gelir.

Her ikisi de ezanı beklemeye koyulur. 

Sonraki gelen elini cebine atar. Cebinden bir deste dolar çıkarır. Tek tek saydıktan sonra çıkardığı cebine dolarları koyar.

Sonra elini diğer cebine atar. Oradan da çokça avro çıkarır. Bunları da tek tek sayıp diğer cebine koyar.

Sonra elini arka cebine atar. Oradan da Türk lirası çıkartıp saydıkça sayar.

Cebindeki envaiçeşit tüm paraları bu şekilde saydıktan sonra arkaya yaslanır. Eline aldığı tespih ile iki defa Ellah Ellah deyince, tüm bu olup bitenleri izleyen fakir Erzurumlu, eliyle yukarıyı işaret ederek "Ver ver. Daha adını söylemeyi bile bilmiyor" der ve okunmaya başlayan ezanla birlikte namaz kılmak için camiye geçer. Ardından da cebi para dolu Erzurumlu girer.

Fakir Erzurumlu, camiye gelen herkesle beraber cemaatle namazını kılmıştır. Allah kabul etsin. Yalnız garibim Erzurumlu namaza ne derece kendini verebilmiştir? Namazda iken gözünün önüne paralar gelmiş midir? Vay be bu nasıl dünya, adaletin bu mu dünya demiş midir? Acaba ben de Allah yerine Ellah desem, cebim para dolar mı demiş midir bilinmez.

Fakirlik sadece  bu Erzurumlu vatandaşın derdi değil. Bu toplumun çoğunun başının belası. Allah bazılarına yürü ya kulum dese de fakirler analarından doğduğu andan itibaren çalışmaya başlasalar da hep geçim sıkıntısı çekerler, kıt kanaat geçinirler. Adeta sürünürler.

Bu Erzurumlu ve diğer fakirler geçim derdi içinde iken ve ne olacak bizim halimiz böyle derken bereket, imdatlarına Cübbeli yetişti. Cübbeli’ye göre fakirler, bu dünyada yine fakirlik çekecekler ama hiç üzülmesinler, öbür dünyada yaşayacaklar. Müjdeler olsun tüm fakirlere. Çünkü fakirler caminin önünde para sayan zengin dahil tüm diğer zenginlerden beş yüz yıl önce cennete girecekler. Bundan sonrasını fakirlerden 500 yıl sonra cennete girecek zenginler düşünsün.

Cübbeli’nin verdiği bu müjdeyi bu fakir Erzurumlu daha önce bilseydi, yanında para sayan zengine hiç gıpta etmez, ağzının suyunu akıtmazdı. Hatta o para sayarken kıkır kıkır gülerdi. Daha bu gülüşüm ne, son gülen iyi güler, sen say ve ardından Ellah demeye devam et. Sizin paranız ve Ellah’ınız varsa, bizim paramız yok ama Allah’ımız var derdi.

22 Ağustos 2023 Salı

Cer ve Cerre Çıkmak

Cer sözlükte “çekmek, kendine doğru çekmek, celp etmek” anlamına gelir. Cerre çıkmak ise "Osmanlı döneminde medrese talebelerinin üç aylarda halkı aydınlatmak ve dinî hizmetlerde bulunmak için köy, kasabalara ve şehirlere gitmelerine" denir.

Cerre çıkan bu talebeler gittikleri yerleşim yerlerindeki camilerde kürsüye çıkarlar, vaaz verirler, Kur’an okur, halkı irşat eder, sorulan soruları cevaplandırırlar, küçük çocuklara hocalık yapıyorlar.

TDV İslam Ansiklopedisinde cer maddesini yazan Mehmet İpşirli cer uygulamasıyla ilgili şu hususlara yer verir:

Başlangıçta yetişmiş kimselerin şehir, kasaba ve köylere gitmesi olumlu sonuçlar verdiğini, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerdeki dinî ve kültürel gelişmelerin halkın ayağına kadar götürüldüğünü,

Halkın kendilerine dini konularda yardımcı olanlara maddi desteğini esirgemediğini, genellikle fakir öğrencilerin bir yıl zarfında halkın verdiği “cer akçesi” ve “zekât akçesi” ile geçindiğini, 

Cerrin, halkın aydınlanması açısından olduğu kadar medreseliler için de bir uygulama niteliği taşıdığını, 

Bu olumlu yanlarına karşılık cer olayının zaman içinde istismar edildiğini, birkaç ayet ve dua ezberleyen samimiyetsiz ve yeteneksiz bazı kimselerin halkın dinî duygularını kötüye kullanarak kendilerine çıkar sağladıklarını, Özellikle bir tekkeye mensup olsun veya olmasın derviş kılıklı kimselerin köy ve kasabaları dolaşarak halktan cer akçesi topladıklarını, bunun sonucunda medrese mollası yanında bir de “cer mollası” denilen asalak tipin ortaya çıktığını, 

Medreselerin bozulduğu XIX ve XX. yüzyıllara gelindiğinde, ilgisiz ve yeteneksiz pek çok kimsenin medreseye kaydolması sonucunda hoca ve bilhassa talebe seviyesinde önemli bir düşüş olduğunu, bu yüzden ramazanda kasaba ve köylere irşat göreviyle giden mollaların kendilerinden bekleneni veremediğini, bu hususun halkın şikâyetine yol açtığını ve devletin birtakım önlemler alması istendiğini hatta XIX. yüzyıl sonlarında mekteplerin ıslahı sırasında cerre çıkmak usulünün de kaldırılmak istendiğini, Cevdet Efendi'nin (Paşa) dârülmuallimîn müdürlüğü sırasında yaptığı köklü ıslahat sırasında talebe tahsisatını artırıp mektebe kabul ve imtihan usullerini düzenlerken talebenin ders zamanını yarı yarıya azaltan cerre çıkmak usulünü de kaldırdığını, İslâmî bilgileri öğretmek gayesiyle kasaba ve köylere giden bu kişilerin iyi örnek olmaları beklenirken halkı büsbütün dinden soğutacak tutum ve davranışlarda bulunduklarını, bundan dolayı meşihat makamından bu hususta bir düzenleme yapması, sıkı tedbirler alması, hatta mümkünse onur kırıcı sayılabilecek bu âdeti tamamen kaldırmasının istendiğini, 

Cer, Cumhuriyet döneminde de kısmen devam etmiş, ancak okullardan yetişen din görevlilerinin şehir, kasaba ve köylere resmen tayini sonucunda bu uygulamanın tarihe karıştığını belirtmiştir

Kısaca İpşirli, medrese talebelerinin, öğrendikleri teori bilgilerini sahada uygulama imkanı bulduklarını, aynı zamanda halkı dini konularda aydınlattıklarını, yaptıkları bu hizmetin karşılığında para topladıklarını, toplanan bu parayla geçimlerini sağladıklarını, daha sonra ehliyetsiz insanların da cerre çıktığını, bunun da halkın tepkisini çektiğini, kötüye kullananların önüne geçmek amacıyla yasaklamak istendiğini ama bu uygulamanın camilere resmi görevlilerin atanmasına kadar sürdüğünü belirtmeye çalışır. (Cerre çıkanların işi nereye götürdüğüne dair bir anekdota "Cerci Hocadan Bir Kesit" başlığıyla bir başka yazımda yer vereceğim.)

20 Ağustos 2023 Pazar

Sudan Tasarruf Etmişim Dediğimle Kaldım

Temmuz ayında su faturam 461.50 TL gelmişti. Şaşırmıştım bu fiyata. Sair zamanlara göre bu ay ne yaptım diye düşündüm. İlaveten bir şey yapmamıştık. Bu meblağı belediyeden bir tanıdığıma sordum. Bu fiyatlar mı anormal yoksa biz mi dedim. Bu miktar su bedeli normal. Çünkü zam geldi dedi. Normal olduğumuzu duyunca su bedelini unutup sevindim. Zira normale kim sevinmez. Demek ki bundan sonra su faturaları bu şekil katmerli gelecek deyip kapattım konuyu. 
Ağustos ayının su fatura bedeli 277 lira geldi. Bir sevindim bir sevindim. Bir an için boşta bulunup uyguladığım tasarruf tedbirleri işe yaradı. Takip eden ayda 184.50 lira tasarruf sağladım. Demek ki isteyince oluyormuş dedim. Dedim ama bu dediğime kendim bile ikna olmadım. Çünkü bir ay öncesi nasıl su kullanmışsak, bir ay sonrası da aynı şekil ve derece su kullanmıştık. Var bu işte bir şey. Ayrıca ne kadar fazla kullanırsam bir itibardı benim için. İtibardan ise asla taviz vermez, tasarruf etmezdim. O yüzden tasarruf bana yabancı idi. En iyisi mesajla toplamı gelen bu düşük su bedelinin ihbarnamesine bakayım dedim. 
Gittim posta kutusundan ihbarnameyi aldım. Sağa sola bakarak bir ay önceki katmerli faturayı aradım. Yoktu. Daha önce yazı konusu edindiğim bu fatura aklıma geldi. Bloğumu açıp temmuz faturasını indirdim. 
İkisini birden karşılaştırınca Temmuzda niye fazla, ağustosta niye düşük olduğunu öğrenmiş oldum. 
Temmuz ayında 25 metreküp ağustosta ise 16 metreküp su kullanmışım. 
Her iki ayda da 15 ton olan birinci kademe su kullanımını temmuzda 6, ağustosta 1 tonla aşıp ikinci kademeye geçmişim. 
1.kademe suyun tonu, atık su ve Çevre Temizlik Vergisi toplamı 16.32 TL'ye gelirken 2.kademe suyun tonu 32.20 TL'ye tekabül ediyor. Bu demektir ki ikinci kademe su, birinci kademenin iki katı. 
Bu demektir ki 2.kademe su kullandığın zaman kullandığın her ton su seni serinletmediği gibi iki defa yakıyor. 
Aynı sıcakların olduğu birbirini izleyen ayın birinde 25 diğerinde 16 kullanmaya odaklandım. Biri niye fazla, diğeri niçin düşüktü? Okunma tarihlerine baktım. Yüksek faturalı su sarfiyatı 5 haftalık. Yani 37 günlük idi. Son düşük gelen fatura ise 26 günlük idi. Arada 11 günlük fark var. Tüm meselenin yani faturanın yüksek ve düşük gelmesinin sebebinin su okuma tarih aralığından kaynaklandığı ortaya çıktı. Belediye geç okuyor ikinci kademeye daha fazla  giriyorsun. Ay dolmadan okununca ikinci kademeye daha az giriyorsun. Kısaca su faturanızın yüksek veya düşük gelmesi belediye görevlisinin keyfi okumasına bağlı. Bir görevli için ev ev dolaşıp su saatini okumak kolay değildir. Belki bir iki gün sarkabilir ama arada 11 gün okuma farkı normal değil. Görevlinin normal olmayan bu okuma bedelinin ceremesini de maalesef abone sahipleri ödüyor. 
Buradan belediye başkanlarına seslenelim.
Su saatlerinin okunması bir ayı geçmesin. Saatleri okuyanlar buna gereken özeni göstersin. Eğer bir gecikme olursa gecikmeden kaynaklı 2.kademe su kullanımları abone lehine değerlendirilsin. Bunun hesabını yapmak zor olmasa gerek demiştim ki her iki faturaya tekrar baktım. İlkinde 19 metreküp su kullanımı birinci kademeden hesaplanmış. İkinci de ise 15 metreküp birinci kademe olarak hesaplanmış. Bereket son anda dikkatimi çekti. Değilse baltayı taşa vuracaktım. Belediyeyi bu hassasiyetinden dolayı tebrik etmek lazım. Çünkü her şeyi inceden inceye hesaplamış. Demek ki kullanmışım. Kullandığım kadar fatura geliyor. Madem bu kadar yazdım. Bari bir öneride bulunayım. Abonelerden kimse su israfı yapmıyor. Zaten müsrif olma zamanı değil. Üstelik her şeyden tasarruf yapılsa bile sudan tasarruf mümkün değil. Çünkü zorunlu kullanımdır. Ben evde üç kişilik bir aile olarak bu yazın sıcaklarında birinci kademeyi aşıp ikinci kademeye geçiyorsam, kalabalık aileler başta olmak üzere çoğu kimse 2.kademe suya geçer. Her ay olmasa bile en azından yaz aylarında, birinci kademe su miktarı 15 tondan 20 tona çıkarılabilir. Böylece bu hayat pahalılığının belimizi büktüğü günümüzde, insanımız ikinci kademeye geçerek katmerli ödeme yapmamış olur. 

19 Ağustos 2023 Cumartesi

Fikir Zikir Meselesi

Bugün size sosyal medyada dolaşımda olan bazı paylaşımlara yer vereceğim. 

Bu paylaşımı yapanlar, Yahudilerin cumartesi, Hıristiyanların pazar tatilini emsal göstererek bu kadar Müslüman için cuma niye tatil olmasın derdinde. İstek makul ve mantıklı görünüyor. Yalnız dikkate almadıkları bir şey var. Cuma süresinde cuma ayetinin devamındaki ayette "Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın. Allah'ın lütfundan nasip arayın" deniyor. Bu demektir ki namazı ve işi birlikte yürütün. Birini yaparken diğerini ihmal etmeyin denmek isteniyor. İşin özü, cuma tatili bu ayete ters düşüyor. 

Bu paylaşımı yapanlar ise peygambere iftara attıklarının farkında değiller. Çünkü Enam 50.ayette peygamberin ye diliyle Allah "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım" buyuruyor. Bu tür paylaşımları yapanlar bu ayette geçen "Ben gaybı da bilmem" kısmını es geçiyorlar. Biliyorsunuz gayp gelecek bilgisi demektir. Bir peygamber ben geleceği bilmem diyor ama biz ne yapıyoruz? Tümü gelecek bildiren haberleri peygambere söyletiveriyoruz. Tek kelimeyle günahtır, vebaldir. Peygambere bunu yapmamak lazım. 
Bu yandaki paylaşımı yapanlar da başka milletler yüzyıllar öncesi yazılanları okuyabiliyorlar. Biz ise yüz yıl önceki Osmanlıcayı okuyamıyoruz. Bu ihaneti ve kötülüğü bize kim, neden yaptı diyerek Osmanlıcayı okuyamayışımızın suçlusunu arıyorlar. Aslında suçluyu da biliyorlar ama ismini telaffuz edemiyorlar. Tamam, yazı değişmemeliydi. Ama değiştirilmiş. Bugün Osmanlıca okumak ve öğrenmek isteyenlerin önünde hiçbir engel yok. Çoğu okullarda seçmeli ders olarak bile okutuluyor. Bu tür paylaşımları yapanlar umarım Osmanlıcayı öğrenmişlerdir. Öğrenmedilerse, hala suçlu aramak yerine vakit geçirmeden gidip Osmanlıca öğrenmelerinde fayda var. 
Hasılı bugün derdimiz cuma gününün tatil olması değil. Cuma namazı için kolaylık sağlanmıyorsa tepkilerini yüksek perdeden dile getirsinler. Peygamberin diliyle gelecekten haber vererek vay be peygamberimiz ileride olacak şeyleri hep haber vermiş demenin dışında hiçbir faydası olmayan bu tür gaybi haberler de derdimiz değil. Üstelik peygamber gelecekten haber vermez. Yine Osmanlıca bilmemek, okuyamamak ve yazamamak dert değildir. Ülke insanının bugün birinci önceliği hayat pahalılığıdır. İlla bir paylaşım yapacaklarsa ekonomik gidişat üzerine paylaşım yapsınlar. Çünkü Müslümanın derdiyle dertlenmek böyle olur. Ötesi gündem saptırmaktır. Bu tür paylaşımları yapanlar bilerek veya bilmeyerek buna hizmet ediyorlar.

Sonuçları İtibariyle Ben Buyum

Seni herkes biliyor da bir de senden dinleyelim.

Ortadoğu ve Balkanlar benden sorulur. Daha ötesi de var: Dünya lideriyim ben. Bugüne kadar kimse sırtımı yerine getiremedi. Böyle giderse getiremeyecek de. 

Bu senin maharetin mi rakiplerinin beceriksizliği mi? 

Ben maharetliyim. Bende Allah vergisi yetenek var. Yine de rakiplerimin bu konudaki katkısı yadsınamaz. Hepsi beni alt etmek için çalışıyor ama bilerek veya bilmeyerek hepsi bana çalışıyor. 

Bunca yılın ardından yaptıklarını kısaca anlatır mısın? 

İsrail'den çok ekmek yedim. 

Ama İsrail'e en büyük tepkiyi hep siz verdiniz. 

Doğrudur. Ama ben ne kadar tepki göstermişsem, İsrail daha da rahatladı. Sayemde tehlike gördüğü tüm devletleri ekarte etti. 

Mesela? 

Mısır'dan çekinirdi. Bugün Mısır diye bir devlet ha var ha yok. Irak öyle, Suriye öyle. Lübnan ve Ürdün hakeza. Hamas vardı İsrail'e kök söktüren. Bugün o da diğerleri gibi can derdinde. Etrafında devlet kalmayınca İsrail yeniden doğmuş gibi oldu. Kısaca bu konudaki misyonumu yerine getirdim. 

Başka? 

Enflasyonu azdırdım. Hayat pahalılığı aldı başını gidiyor. Paramızı pul ettim. Ne kadar karşı çıktığım, siyasi hayatıma mal olsa da yapmam dediğim ne varsa hepsini yaptım. Faizle uğraştım. Nass var nass dedim. Bir konuda nass varsa bize ne oluyor dedim. Herkes Mersin'e giderken ben tersine yani maceraya yelken açtım. Bankaları paraya boğdum. Kur garantiyi çıkardım. Parası olanlara para kazandırdım. Hala da kazandırmaya devam ediyorum.

Başka?

Hep ilkleri yaşattım. Kiralar ilk defa emekli maaşlarını ve asgari ücreti geçti. 

Millet tepki göstermiştir? 

Ne tepkisi? Tepki göstermedikleri gibi hala da savunmaya devam ediyorlar. Seni kimseye yedirmeyiz diyorlar. 

Kendini değiştirmeyi düşünmüyor musun?

Niye değişeyim ki. Nasılsa ne yaparsam, bir sözüme bakan milyonlar var. Ben kendimi savunmayı bıraksam, onlar beni savunmaya devam ediyorlar. Hasılı iyilik yapsam da kötülük yapsam da durum değişmiyor. Bu durumda kendimi değiştirmemin bir anlamı var mı? Nasılsa hep ben kazanıyorum.

Halılar mı Bizden Çekiyor yoksa Biz mi Halılardan?

Mobilya ve ev rengine uyumlu olanını alırız halının hem de en iyisinden. Alırken de paraya acımayız.

Üzerine bazıları ayakkabı ile bassa da çoğunluk çorabıyla veya çıplak ayakla basar, gezinir. Üzerinde oturur, uzanır yatarız. 

Her misafir gelmeden önce elektrikli süpürgeyi çalıştırır, bastıra bastıra bir güzel temizleriz. Aynı işlemi misafir gittikten sonra da tekrarlarız. 

Her süpürüşte dünya kadar kir çıkar evin hanımına göre. Aslında kir denen tüyüdür. O tüyler rahatsız eder evin içişleri bakanını.

Misafirin gelip gitmesiyle kurtulamaz halı. Haftalık rutin elektrikli süpürge açılır. Bir baştan diğer başa tüm odalar yeniden temizlenir. Üzerindeki tüyler kişinin sakalını çeker gibi makineye çektirilir. 

Haftalık temizliğin yanında bir de yazlık ve kışlık temizlik vardır. 

Temizlemenin dışında, kazara üzerine çay dökülürse, eline geçen ne kadar bez varsa, çayın sarısı geçmesin diye envaiçeşit sabunla yıkanır ve silinir. Sana göre çay sarısı falan kalmasa da evin hanımına göre çayın sarısı çıkmaz. Üstelik diğer taraflara da yayılmıştır çayın sarısı.

Çaresiz yıkamacıya verilecektir. Nasılsa metrekaresini bilmem kaç paraya yıkıyorlar, evinden alıp evine getiriyorlar. 

Çayın döküldüğü halı yıkamacıya verilecekse, diğerleri de kirlenmiştir. Bunlar da yıkamacıya verilmelidir. Metre karesi bilmem kaç liradan halı yıkamacıya bayılırsın.

Daha yeni yıkandı denmez. Yine misafir gelmeden önce misafir gittikten sonra haftalık ve yıllık halılar iyi tüy çekici makineyle aldırılır. Makinen iyi tüy çekici değilse, boynunun borcudur iyi tüy çeken elektrikli süpürgeyi almak.

Gel zaman git zaman süpüre süpüre halının üzerinde tüy kalmaz. Dün tüyden şikayetçi olan evin içişleri bakanı bu sefer halının tüysüzlüğünden şikayetçi olmaya başlar. Öyle ya halı dediğinin tüyü olur, her süpürüşte de dünya kadar tüy çıkıp makinenin torbasını tüyle doldurmalıdır. Tüyü olmayınca halı ne işe yarar. Üstelik rengi de ağarmaya başlamıştır. Çözüm ne dersin o değilden.

Çözüm halıyı değiştirmektir. Olmaz, ne var halıda. Şimdi alışveriş zamanı değil diyerek gürlesen de yağmuru eşin yağdırır. Zira son sözü o söyler. Elin mahkum, çıkarsın şu halıcı senin, bu halıcı benim diyerek halıcıları tek tek gezmeye.

Halıyı değiştirmekle, dünya kadar parayı yer sergisine vermekle iş bitiyor mu? Hayır. Sil baştan halıyı haftalık, misafir öncesi ve misafir sonrası süpürmeye kaldığın yerden devam ediyorsun. Hedef, tek tüy kalmayıncaya kadar bu halılar süpürülecek.

Sonrasını biliyorsunuz. Halının tüyleri bitmişse halıyı yenileyeceksiniz. Bu durum ömür bitinceye kadar devam eder. Sen ölürsün, bu vazifeyi bir başkası üstlenir. Çünkü geride kocaman bir familya bırakıyorsun. Bu da ordu demektir. Bu ordunun görevi halıcıya çalışmaktır, elektrikli ev aleti satanlara çalışmaktır, elektrik idaresine çalışmaktır. Evin hanımının tüm bu firmalarla ortak olduğunu anlarsın ama iş işten geçmiştir.

Geçinsin de Göreyim *

Asgari ücretle çalışan, üç çocuk babası bir akrabam var. Yıllardır üç vardiya olarak bir fabrikada çalıştı. Çoluk çocuğunu kimseye muhtaç etmeden kirasını ödedi ve evini geçindirdi. Ta ki günümüz enflasyonlu hayata gelinceye kadar.

Geçen yıl 900 liraya oturduğu evin kirasını ev sahibi % 25 lira resmi artışı dinlemeden 3000 liraya çıkarır. Bir yıl sonra çıkmasını ister.

Seçim öncesi bir çok uçuk kaçık vaat gibi erken emekli olur. Emekli olduğu fabrikada çalışmaya devam eder. Bu şekil emekli olanlara bir iki ay kadar çift maaşlı dendi.

Altımdaki arabayı satarsam, alacağım avans, biraz da borç bulursam, eski olsun, varsın benim olsun diyerek bir ev satın alma arayışına girer. Nasılsa hem emekli maaşı alacağım hem de çalışmaya devam edeceğim. Evimi de alırım evimi de geçindiririm der. Yalnız evdeki hesabı tutmaz. Çünkü şirket avansını dokuz takside bölünce ev alma hayali de suya düşer.

Bari ev sahibiyle papaz olmayayım, bir kiralık eve çıkayım. "Çocuğunu da evlendirsin" der. Fırsat buldukça kiralık ev arar. Olmadı, izin alıp mahalle mahalle dolaşır, emlakçıları mesken edinir.

Kiralık ev yoktu. Olan da ateş pahası idi. Uygun bulduğu evde kiracı vardı. Kiracı da çıkmam diyordu. 

Sonunda ev sahibi ile telefonda atışır. Ev sahibi hakkını helal etmeyeceğini söyler. İşten gelir gelmez hiç eve uğramadan emlakçıya uğrar. Emlakçıda kirası 14 bin lira olan bir eve el sıkışır.

Akşamında, 14 bin liraya ev tuttuğunu öğrenince şaşırdım. Kardeşim, emekli paran 7.500 lira, asgari ücretin 11.400 lira. Emekli paranı tümden versen, kiranı karşılamaz. Üzerine çalıştığından da vermek zorundasın. Emeklilik, artı işinden toplam 18.900 alıyorsun. 14.000 lirayı kiraya verince sana 4.900 lira kalacak. Bu parayla elektrik mi ödeyeceksin, su mu, doğal gaz mı ödeyeceksin, ne yiyip ne içeceksin dedim. Öyle de mecbur kaldım dedi. 

Evde eve taşımacı ile görüşmüş. Zemin kattan ikinci kata 9 bine taşırız demişler. Taşınacak evlerin mesafesi de bir km anca gelir. Şimdi yana yakıla bir kamyon bulursam, yakıt parasını koyarım, kendim taşırım diye düşünüyor.

Gördüğünüz gibi emekli maaşının tamamını verse bir evini taşıtamıyor. Üzerine 1.500 lira koyması gerekiyor. Buna hamallara ikram edeceği yemek ve vereceği bahşiş dahil değil. Haydi bir defa taşınacak. Olsun bu kadar diyelim. Ev kirasını aylık verecek. Her emekli maaşının üzerine emeklilik sonrası çalışarak aldığı maaştan 6.500 lira ayırıp vermesi gerekecek. İlk ay bir kira kadar da emlakçıya verecek. Gel de bu hesabın içinden çık sen.

Bu demektir ki bu arkadaş çalışıp kazandığını ev kirasına verecek. Geriye kalanla ne yiyip ne içecek, nasıl aylık elektrik, su, doğal gaz ve telefon giderlerini karşılayacak.

Bu arkadaş çift maaş almasına rağmen “Eskiden bir asgari ücretle kiramı veriyor, evimi de geçindiriyordum. Vara çift maaş almasaydım, tek maaşa talim etseydim, keşke maaşıma zam gelmeseydi daha iyiydi diyor.

Anlattığım bu anekdot kurgu falan değil. Birebir yaşanmakta olan hayatın bir gerçeği. Tüm bu olup biten ve yaşanmakta olan da kişiye özgü bir durum değil. Çoğu ev sahibinin kiracıyla, çoğu kiracının da ev sahipleriyle sorunu var. Maalesef kiraların yanına varılmıyor. Tuzu kuru olanlar ve meseleyi soğan ve patatese indirgeyenler bu trajikomik olayı anlamazlar. Onlardan bazıları bu problemi kabul etseler bile suçu ev sahiplerine atmaya devam ediyorlar. Vicdansız ev sahipleri diyorlar. Bunu derken kurdun puslu havayı sevdiğini unutuyorlar veya görmezden geliyorlar. Bu puslu piyasanın oluşmasına zemin hazırlayanlara da bir çift söz söyleseler hiç gam yemeyeceğim.

70, 80, 90’ların enflasyonlu hayatını yaşayan biri olarak söylüyorum. Kiralar sabit gelirlinin çeyrek ya da yarı maaşını gördü de tümü verildiği halde kirayı karşılamayan bugünkü durumu ne duydum ne gördüm. Hasılı normal günlerden geçmiyoruz. Bu anormal durumun da bugünden yarına geçeceğine dair kimsenin bir umudu yok. Kara kara düşünmekten başka kimsenin yapacağı bir şey yok. Yetkililer şunu bilsin ki bu kiralar çok can yakar. 

*23/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Şahlanış Dönemi *

Bir siyasimiz kendi dönemlerini ifade ederken "Çıraklık, kalfalık, ustalığın ardından şahlanış dönemine geçtik.” demişti. Nasıl şahlandığımızı görmek için önce şahlanmak fiilinin anlamına bir bakalım. Üç anlamı varmış.

1. At ön ayaklarını yerden keserek arka ayakları üstünde durmak, şaha kalkmak.

2. Taşkınlık göstermek, coşmak, kükremek (mecazen).

3. Parlamak, ışıldamak (mecazen). 

Öyle zannediyorum, şahlanmak dönemi derken siyasimizin kastının “parlamak, ışıldamak” anlamında kullandığını düşünüyorum. Ortaya konan hedef bu olmakla beraber fiiliyatın “Dört ayak üzerinde durması gereken atın iki ayak üstünde durması” gibi girdiğimiz yolun bir macera ve serüven olduğunu gösteriyor. “Taşkınlık göstermek, kükremek” anlamlarını da bu serüvenin içine dahil etmek gerekir. Sonuçları itibariyle sanki şahlanış dönemiyle kastedilen bu olsa gerek.

Yaşadığımız ve geldiğimiz noktaya örnek vermek gerekirse şahlanış dönemiyle kastedilen şunlar olsa gerek:

Kronik sorunumuz enflasyonun tüm zamanların rekorunu kırmaya doğru ilerlediği,

Hayat pahalılığının her geçen gün orta, dar ve sabit gelirliye hayatı zindan etmeye başladığı,

Bir milletin ve devletin bayrak kadar değerli olması gereken Türk lirasının döviz karşısında pul olduğu,

Ürün etiketlerinin sürekli yukarıya doğru değiştiği,

Kiraların yanına varılamadığı, tarihte ilk defa kiraların asgari ücreti geçtiği,

Yıllık bütçenin yetmediği, ikinci ek bütçenin yapıldığı,

Yılda bir belirlenen asgari ücretin yılda iki kez yapılmaya başlandığı,

Tarihte hiç olmadığı kadar seçimlerde seçim ekonomisinin uygulandığı,

Merkez Bankasının yıl sonu enflasyon ve döviz kuru tahmininin hiç tutmadığı,

Para babalarına her türlü garantinin verildiği, (Kur garantili TL, kamu ortak işbirliği adıyla her türlü garantinin verilmesi...)

Ortodoks politikalar yerine heteradoks politikaların izlendiği,

 Akaryakıt fiyatlarının günaşırı değiştiği,

Verginin vergisi diyebileceğimiz ek vergilerin hayatımıza girdiği,

U dönüşünün hiç olmadığı kadar siyasette rutin hale geldiği,

İçler acısı ekonomik tabloya rağmen harcamalar kısılacağı yerde devletin Lale Devri’ni yaşamaya devam ettiği...

*06/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

17 Ağustos 2023 Perşembe

Camiler ve Cami Kürsüleri *

Camiler;
Müslümanların ibadetgahıdır. 
Allah'ın evidir.
Herkese açık olan yerlerdir. (İster dini hassasiyeti güçlü olsun ister zayıf olsun ister beş vakit namazı buralarda cemaatle kılsın ister arada bir uğrasın ister haftada ister yılda iki defa gelsin ister dine, camiye mesafeli olsun ister günahkar ister inancı zayıf olsun.)
Amme hizmeti gören yerlerdir. 
Kimsenin özel mülkü değildir.
Kimsenin arka bahçesi değildir. 
Kimsenin çiftliği değildir. 
Kimsenin istediği şekilde borusunu öttüreceği yer değildir. 
İsteyenin istediği şekilde konuşacağı yerler değildir. 
Bin düşünüp bir konuşulacak yerlerdir. 
Ayrılığa, ayrımcılığa ve nizaya yer yoktur. 
Edeple girilir, edeple durulur, edeple konuşulur, edeple çıkılır. 
Kürsü ve minberinde kimseye parmak sallanmaz. 
Doğru din anlatılır. 
Hurafeye yer verilmez. 
Gizeme yer yoktur. 
Ayakları yere basan din güzel bir üslupla anlatılır. 
Müslümanların ve insanlığın ortak değerlerine değinilir. 
Bir konuda Müslüman nasıl tavır alacağına dair yol gösterilir. 
İnsanlığın ve Müslümanların derdiyle dertlenilir. 
Oraya siyaset girmez, orada partizanlık yapılmaz. 
Güzel, nazik ve tatlı dil kullanılır.
Kürsülerinde şov yapılmaz, hamaset ve slogana yer yoktur. 
Yerinde ve doğru kıyas yapılır. 
Buralar dilencilik merkezi haline getirilemez. Resmi dilencilik yapılmaz. 
Camiye gelen cemaat müşteri gibi görülmez.
Camide meclisten içeri konuşulur. 
Hutbe ve vaaz konuları belirli gün ve haftalardan ibaret değildir.
*21/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

15 Ağustos 2023 Salı

Daha Beleşe Konmadan

Beleşe bayılırım. Buldum mu beleş, yerleşirim hemen. Ucunda ölüm de olsa boş mezara bile talibim. Beleşin suyu siyah olurmuş. Hiç umurumda değil. Sonu bana pahalıya gelirmiş. Çok da tın. Yeter ki beleş olsun, benim olsun. Benden halihazırda bir şey çıkmasın. Sonrasında torunlarım ödermiş. Çok umurumdaydı sanki. Benden çıkmadıktan sonra varsın ödesin torun. Torun öderken bana gönül koyarmış. Varsın koysun. Dede, yaptığın iş mi dermiş. Varsın desin.

Mesela seçim ekonomilerine bayılırım. Veriyor derim, amma da bonkör derim. İşi biliyor derim. Hem oyumu alır hem de takdir ederim. Seçim ekonomisi ülkeye zararmış. Ne yapalım zararsa. Ülkeye zarar diye beleşten mahrum mu kalayım. Ülkenin temeline dinamit konarmış. Varsın konsun. Beleş, kaşıkla verilenin kepçeyle alınmasıymış. Varsın alınsın. Kaşıkla yemiyor muyuz zaten. Kepçeyle nasıl yiyeceğiz sonra. 

Örneklerle anlatmaya çalıştığım gibi beleş benim işim. Beleş için yaratılmışım. Nerede, ne zaman beleş görsem, mutluluğuma diyecek olmaz. Zaten mutluluk için yaşamıyor muyuz şu dünyada. Yeter ki o anda benden bir şey çıkmasın. 

Yine bir seçim öncesi seçim yatırımı olarak konan, 65 yaş üstüne toplu taşıma bedava hizmeti de beni en çok sevindiren ve heyecanlandıran icraatlardan biri idi. Beni üzen ise hala yaşımın tutmaması idi. Yaşlanmayı pek istemesem de sırf bu hizmetten faydalanmak için yaşlanmayı çok istedim. Bir an evvel yaşlanayım da tüm belediye otobüslerine sabah akşam bineyim. Birinden inip diğerine bineyim. 

Öyle hayal kurmuştum ki her bir hatta ilk durağından son durağına kadar gideyim. Böylece şehri tüm mahalleleriyle birlikte göreyim. Bir hat seferini tamamlayınca diğer hatta bineyim. Bir bakmışsın akşam olmuş. 

Ben 65'ine gelip otobüslere bu şekil beleş hayali kurarken gelen akaryakıt zamlarıyla birlikte bazı illerde 65 yaş üstüne beleş binişin kaldırıldığı ya da kaldırılacağı söylentileri beni derinden etkiledi. Zaten en büyük korkum bu idi. Vah bana vah. İlk çıktığında bu endişemi dile getirmiştim zaten. Ben o yaşa gelinceye kadar kaldırırlar bu hizmeti demiştim. Daha 65'e 5 kala belediyeler bu hizmete yan çizmeye başladı. Hasılı daha dereyi görmeden paçaları sıvama hayalim hiç gerçekleşmeden suya düştü. Doğmamış çocuğa biçtiğim don da boşa gitti. Nerede kaldı hizmet belediyeciliği. Nerede kaldı gönül belediyeciliği. Benim içime sinmeyen, yaratılış amacıma ters, beleş olmayan bu hizmetsizliği ben ne yapayım.

Üzüntüden ne yazdığımı bilmiyorum ama merak ettiğim, belediyeler içinde bulundukları borç batağından 65’lilerden biniş parası alarak mı kurtulacaklar ya da düze çıkacaklar. Kusura bakmasınlar da onları içine düştükleri borç batağından hayatını beleş üzere kuran ben bile kurtaramam. Varsınlar başka yol arasınlar. Esirgemesinler ahir ömrümde benden şu beleş hizmeti.

Ezcümle 65’ine varmadan ve en bu hizmetten bir kez bile faydalanmadan bu hizmet sekteye uğratılırsa bilsinler ki bu beni götürür. Giderken de gözüm açık gider. Ölümümden de bu hizmeti kaldıran, kaldırmaya teşebbüs eden belediyeler sorumludur. Öldükten sonra da ölüm nedenimi belirlemek için boşu boşuna adli tıpa götürüp kafamı, gözümü yardırmayın. Öldüğümü duyan doktor beni incelemeden “Beleşçiliğin kurbanı. Ölümünden, beleş binişi kaldıran belediyeler sorumludur” yazsın ölüm raporuma.

Cenazeme de bu hizmeti sona erdirmeye çalışan belediyelerin hiçbir personeli katılmasın, salıma da yapışmasınlar. Onlardan tek isteğim, ölümümün ardından cenazeme katılmayı düşünen 65 yaş üstüne, toplu taşımanın beleş olmasına imkan vermeleri.

Tahmini Enflasyon ve Memura Önerilen Zam *

Hükümet ile yetkili konfederasyon arasında 2024-2025 yıllarına ait 7.dönem kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri yapılıyor. Çalışma ve Sosyal Bakanı, görüşmelerin 14.gününde yaklaşık 4,5 milyon memur ve 2,5 milyon emekli memur için hükümetin zam teklifini açıkladı:

2024 yılı, ilk 6 ay için % 14, ikinci 6 ay için % 9,

2025 yılı ilk 6 ay için % 6, ikinci 6 ay için % 5

Bu demektir ki memur ve memur emeklisine 2024 yılı için % 23, 2025 yılı için % 11 teklif edilmiş. Adı üzerinde teklif. Karşılıklı görüşmelerde bu oran revize edilir desek, ne kadar yükselir? Olsa olsa 2-3 puan oynar. Teklifi beğenmeyen konfederasyonlar birbiri ardına açıklama yaparak teklifin, beklentilerin altında olduğunu açıklayarak tepki gösterdi. İş bırakacağını söyleyen konfederasyon bile var.

Öyle zannediyorum, taraflar arasında bir anlaşma olmayacak. Bu iş Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna gidecek. Nihai kararı bu Kurul verecek. Kurul da hükümetin teklifini onaylayıp geçecek. Bugüne kadar anlaşmazlıklar sonuçlanan tüm toplu sözleşme görüşme kerimin akıbeti böyle oldu. Çünkü Kamu Görevlileri Hakem Kurulu verdiği görüntüyle hakemlikten ziyade hükümetin lehine taraftır.

Önerilen bu zam oranları azdır, çoktur demeyeceğim. İşin parasında değilim. Burada bir çelişkiye işaret etmek istiyorum. Malumunuz olduğu üzere Merkez Bankasının yeni yönetimi Temmuz ayının son haftasında 2023, 2024 ve 2025 yıl sonu enflasyon tahminini güncellemişti. 

Buna göre enflasyon  yıl sonu tahmini;

2023'de % 58

2024'de % 33

2025'de de % 15 çıkacak. 

Rakamlara boğmak istemiyorum ama hükümetin zam teklifi, güncellenen enflasyon oranlarının altında kalıyor. Çünkü 2024 için teklif edilen zam oranı tahmini yıl sonu enflasyonunun 10 puan, 2025’inkinin 4 puan altında. Uygun olan, Merkez Bankasının tahmini rakamının zam olarak önerilmesiydi. Hükümet bu zam oranını önereceğine, önümüzdeki iki yıl kemer sıkacağız. Hiç zam vermeyeceğim dese, daha anlaşılır olurdu. Zaten bizim vatandaşımız kemer sıkmaya alışkın. 7.500 lira alan emeklilerin geçindiğine inanılıyorsa, memur da halihazırda aldığıyla hayli hayli geçinir. Antrparantez bir kemer sıkma olacaksa, aynı kemer sıkmayı devletin kurumlarından da beklenir.

Hasılı, Merkez Bankasının tahmini enflasyon tahmini ile çelişkili olan bu teklif ciddiyetten uzaktır. Memur ve memur emeklisi ile dalga geçmektir. Vereceğimi seyyanen zamla birlikte verdim. Önümüzdeki iki yıl başınızın çaresine bakın demektir.

Merak ettiğim bir husus da kaç yıldır ek bütçenin yapıldığı, yılda bir belirlenen asgari ücretin altı ayda bir tespit edilmeye başlandığı, yıllık enflasyonun Merkez Bankasının yıllık enflasyon tahmininin çok üstünde çıktığı, memur zammı enflasyonun altında kaldığı için her altı ayda bir refah payıyla birlikte memura enflasyon farkının verildiği bu yıllarda, Merkez Bankasının önümüzdeki iki yılın tahmini tutar mı? Tutmayacağını hepimiz biliyoruz. Hükümetin vereceği zammın enflasyonun altında kalacağı da gün gibi aşikar. Nasılsa alıştı hükümet geriye yönelik altı aylık enflasyon farkını vermeye. Verdiğim zam oranı enflasyonun altında kaldığında nasılsa farkı refah payıyla birlikte alacaksınız diyor. Bir de memur ve işçiyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyiz demeleri yok mu? Bu söylem bile insanımızın aklıyla dalga geçmektir.

Ezcümle altı ay sonrasını kısaca burnunun ucunu göremeyen hükümet, iki yılın zam planlamasını falan yapmasın. Eşit şartlarda yapılmayan bu toplu sözleşme görüşme komedisine de son versin. İşçiyi, memuru ve emeklileri düşünüyorsa, “Bundan sonra maaşlar için iki yıl değil, bir yıl değil, aylık revize yapılacaktır. Her ayın üçünde açıklanan enflasyon oranı kaç ise bir önceki ayın maaşlarına çıkan enflasyon yansıtılır” desin, bu iş bitsin.

*16/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2023 Pazartesi

Vantilatörüm ve Ben (2)

Akşamında, vantilatörün marka ve modelini alıp İnternetten parçayı araştırdım. Bu arada Fakir marka imiş benim vantilatör. Modeli de 20 VC imiş. Fakirin markası da Fakir olur dedim. İnternetten benzer bir model buldum. Yalnız VC 20S yazıyordu. Yazıyla sordum. Firma, “Etiketi üzerindeki marka, model vs. yazıp gönderirseniz, ellerindeki ayak bağlayıcısının uyup uymadığını söyleyebilecekleri” cevabını verdi.

Ne yapayım ne ederim derken akşamında eve tamir işlerinden anlayan bir misafirim geldi. Bu iş tam sana göre dedim. Aldı eline ayağı. Bir oklava istedi. İçi boş borunun arkasından oklavayı girdirerek kırılıp içinde kalan, bir nevi tıpa görevi gören plastiği çıkardı. Vida istedi. Balkona geçtik. Önüne ne kadar vida varsa döktüm. Uygun iki vidayı kopan plastikten ayak bağlayıcıya vidaladı. Daha önce söktüğüm diğer vidaları da yerine monte etti. Üzerine vantilatörün üst kısmını geçirdik. Oldu ama orijinali gibi olur mu? İki ayak havada kaldı. Vantilatör ise düştü düşecek dercesine yamuk duruyor. Sağa çevirdik, sola çevirdik yamukluğu düzeltemedik. Sonunda yere tam oturan iki ayağın ucundaki plastikleri söktü. Havadaki iki ayak biraz daha yere yaklaştı ama bizim vantilatör iğreti durmaya devam ediyor. Ayaklıkları eğmeye çalıştı, eğilmedi. Hurdacıda falan bulursun bunun altlığını dedi misafirim.

Misafirim ayrılmadan önce kendisine bir gün önce izlediğim bir videoyu anlattım. Yeri geldi bunu da anlatayım: Biri doktor olmuş. Kardeşi ise okumamış. Haylaz mı haylazmış. Babası ağabeyine, oğlum bu çocuk okumaz. İşe de yaramaz. Bunu tamirciye verelim. Sen bunu gör gözet demiş.

Gel zaman git zaman abi doktor, kardeşi de oto tamirci olarak çalışıyorlar. Doktor yıllardır biriktirdiği ile kenardan köşeden bir ev alabilmiş. Bir de Opel Astra’sı var. Tamirci kardeşin ise gözde bir yerde evi, altında da Mercedes arabası olmuş. Ağabey doktor olunca nereye gitse eş, dost, tanıdık kim varsa, kendisine muayene olmuşlar. Hiçbiri de bir kuruş para vermemiş. Her biri sağ ol demiş. Hepsi bu kadar. Tamirci kardeş ise arabamın şurasında şu var, bu var diyenin arabasına bakıp tamirini yapıyor. Her biri bin, iki bin lira para bırakıp gidiyor. Tamirci kardeşteki bu variyeti gören doktor, sonunda kararını verir. Doktorluğu bırakır. Kardeşinin yanında beş sene çalışarak tamir ustası olur. Kısa zamanda araba toplayıp satmaya da başlıyor. “Doktordan araba” deyince müşterisi de bol, satışı da kolay oluyormuş. Paraya para demiyor. Kısa zamanda tamirci kardeşin evinin yakınından bir ev alır, altına da BMV çeker. Bakar ki bu işte iyi para var. Fen lisesinde okuyan çocuğunu da okuldan alır, tamirci yapar. Oğluna da bir araba alır.

Misafirime bunu anlattım. Sağ olasın dedim. O da çayını içip gitti.

Sabahında ne yapayım ne derken gözüme evin köşesinde yamuk bir şekilde duran vantilatör çarptı. Bu vantilatörün yamukluğunu nasıl düzeltirim diye düşünürken ayak boşluğunu dolduracak bir şey koyayım altına dedim. Aradım taradım. Önce yassı bir tahta buldum. Olmadı. Gözüme, buz tedavisi için eczacıların verdiği yassı buzluk ilişti. Bu olur dedim. Ayaklığın altını tam doldurdu. Benim yamuk vantilatör düzeliverdi.

Hasılı geçen sene taşınmamdan beri ne yapayım, nasıl yaparım diye düşündüğüm, düşünmenin ötesine, fiiliyata geçirmediğim vantilatör şimdi hazır ve nazır. Tek yapacağım, vantilatörü odadan odaya taşırken ayağın altındaki buzluğu da gezdireceğim.

Böyle olmaz, bu işe ben bir çözüm bulurum derseniz, kapım sizlere açık. Zira vantilatörüm tamir istiyor. Bunu yaparsanız, belki size tamir parası teklif edemem, para da veremem. Size, herkesi muayene ve tedavinin ardından beş para vermeden doktora sağ ol diyen hasta eş, dost ve tanıdığın dediği gibi temizinden bir sağ olasın derim. Çayımı içirir, ardından sizi yolcu ederim.

Uzattığımı söylediğinizi duyar gibiyim. Niyetim uzatmak falan değildi. Buraya nasıl geldim, bu yazı bu kadar nasıl uzadı, şu anda ben bile farkında değilim. Bunca uğraşıya sebebiyet veren bir taşıma şirketi elemanının başıma açtığı iş bu yazının kahramanı olsun. Temizinden bir sağ olu hak etti zira. Allah onun hayrını versin. Bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz misali, özensiz taşımanın ceremesi beni buldu. Ben de kırk kadar olmasa da kaç eşe, dosta yük sürdüm. (Elemana dediğim sağ ol, doktora denilen sağ ol gibi değil. Taşıma parasını verdim, bahşişlerini de yemeklerini de. Üzerine de helalleştik.)

Burada at mı, deve mi, bir vantilatör değil mi, at yenisini al diyebilirsiniz. Adam tümden kırsa, işe yaramaz deyip çöpe bırakabilir, gidip yenisini alabilirdim. Bir diğer husus, küçük ve basit bir parça yüzünden çalışır vaziyette bir eşyayı dışarıya koymayı da vicdanım el vermez.

Bu kadar uğraşıdan sonra bana vantilatörün en önemli yeri neresi derseniz, hiç düşünmeden “ayak bağlayıcı ara parça” derim.

Son olarak, ister taşımacılık ister başka bir iş, hangi işi yaparsak işimizi düzgün yapmayı bilmek lazım.