Ana içeriğe atla

Geçinsin de Göreyim

Asgari ücretle çalışan, üç çocuk babası bir akrabam var. Yıllardır üç vardiya olarak bir fabrikada çalıştı. Çoluk çocuğunu kimseye muhtaç etmeden kirasını ödedi ve evini geçindirdi. Ta ki günümüz enflasyonlu hayata gelinceye kadar.

Geçen yıl 900 liraya oturduğu evin kirasını ev sahibi % 25 lira resmi artışı dinlemeden 3000 liraya çıkarır. Bir yıl sonra çıkmasını ister.

Seçim öncesi bir çok uçuk kaçık vaat gibi erken emekli olur. Emekli olduğu fabrikada çalışmaya devam eder. Bu şekil emekli olanlara bir iki ay kadar çift maaşlı dendi.

Altımdaki arabayı satarsam, alacağım avans, biraz da borç bulursam, eski olsun, varsın benim olsun diyerek bir ev satın alma arayışına girer. Nasılsa hem emekli maaşı alacağım hem de çalışmaya devam edeceğim. Evimi de alırım evimi de geçindiririm der. Yalnız evdeki hesabı tutmaz. Çünkü şirket avansını dokuz takside bölünce ev alma hayali de suya düşer.

Bari ev sahibiyle papaz olmayayım, bir kiralık eve çıkayım. "Çocuğunu da evlendirsin" der. Fırsat buldukça kiralık ev arar. Olmadı, izin alıp mahalle mahalle dolaşır, emlakçıları mesken edinir.

Kiralık ev yoktu. Olan da ateş pahası idi. Uygun bulduğu evde kiracı vardı. Kiracı da çıkmam diyordu. 

Sonunda ev sahibi ile telefonda atışır. Ev sahibi hakkını helal etmeyeceğini söyler. İşten gelir gelmez hiç eve uğramadan emlakçıya uğrar. Emlakçıda kirası 14 bin lira olan bir eve el sıkışır.

Akşamında, 14 bin liraya ev tuttuğunu öğrenince şaşırdım. Kardeşim, emekli paran 7.500 lira, asgari ücretin 11.400 lira. Emekli paranı tümden versen, kiranı karşılamaz. Üzerine çalıştığından da vermek zorundasın. Emeklilik, artı işinden toplam 18.900 alıyorsun. 14.000 lirayı kiraya verince sana 4.900 lira kalacak. Bu parayla elektrik mi ödeyeceksin, su mu, doğal gaz mı ödeyeceksin, ne yiyip ne içeceksin dedim. Öyle de mecbur kaldım dedi. 

Evde eve taşımacı ile görüşmüş. Zemin kattan ikinci kata 9 bine taşırız demişler. Taşınacak evlerin mesafesi de bir km anca gelir. Şimdi yana yakıla bir kamyon bulursam, yakıt parasını koyarım, kendim taşırım diye düşünüyor.

Gördüğünüz gibi emekli maaşının tamamını verse bir evini taşıtamıyor. Üzerine 1.500 lira koyması gerekiyor. Buna hamallara ikram edeceği yemek ve vereceği bahşiş dahil değil. Haydi bir defa taşınacak. Olsun bu kadar diyelim. Ev kirasını aylık verecek. Her emekli maaşının üzerine emeklilik sonrası çalışarak aldığı maaştan 6.500 lira ayırıp vermesi gerekecek. İlk ay bir kira kadar da emlakçıya verecek. Gel de bu hesabın içinden çık sen.

Bu demektir ki bu arkadaş çalışıp kazandığını ev kirasına verecek. Geriye kalanla ne yiyip ne içecek, nasıl aylık elektrik, su, doğal gaz ve telefon giderlerini karşılayacak.

Bu arkadaş çift maaş almasına rağmen “Eskiden bir asgari ücretle kiramı veriyor, evimi de geçindiriyordum. Vara çift maaş almasaydım, tek maaşa talim etseydim, keşke maaşıma zam gelmeseydi daha iyiydi diyor.

Anlattığım bu anekdot kurgu falan değil. Birebir yaşanmakta olan hayatın bir gerçeği. Tüm bu olup biten ve yaşanmakta olan da kişiye özgü bir durum değil. Çoğu ev sahibinin kiracıyla, çoğu kiracının da ev sahipleriyle sorunu var. Maalesef kiraların yanına varılmıyor. Tuzu kuru olanlar ve meseleyi soğan ve patatese indirgeyenler bu trajikomik olayı anlamazlar. Onlardan bazıları bu problemi kabul etseler bile suçu ev sahiplerine atmaya devam ediyorlar. Vicdansız ev sahipleri diyorlar. Bunu derken kurdun puslu havayı sevdiğini unutuyorlar veya görmezden geliyorlar. Bu puslu piyasanın oluşmasına zemin hazırlayanlara da bir çift söz söyleseler hiç gam yemeyeceğim.

70, 80, 90’ların enflasyonlu hayatını yaşayan biri olarak söylüyorum. Kiralar sabit gelirlinin çeyrek ya da yarı maaşını gördü de tümü verildiği halde kirayı karşılamayan bugünkü durumu ne duydum ne gördüm. Hasılı normal günlerden geçmiyoruz. Bu anormal durumun da bugünden yarına geçeceğine dair kimsenin bir umudu yok. Kara kara düşünmekten başka kimsenin yapacağı bir şey yok. Yetkililer şunu bilsin ki bu kiralar çok can yakar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde