Ana içeriğe atla

Vantilatörüm ve Ben (2)

Akşamında, vantilatörün marka ve modelini alıp İnternetten parçayı araştırdım. Bu arada Fakir marka imiş benim vantilatör. Modeli de 20 VC imiş. Fakirin markası da Fakir olur dedim. İnternetten benzer bir model buldum. Yalnız VC 20S yazıyordu. Yazıyla sordum. Firma, “Etiketi üzerindeki marka, model vs. yazıp gönderirseniz, ellerindeki ayak bağlayıcısının uyup uymadığını söyleyebilecekleri” cevabını verdi.

Ne yapayım ne ederim derken akşamında eve tamir işlerinden anlayan bir misafirim geldi. Bu iş tam sana göre dedim. Aldı eline ayağı. Bir oklava istedi. İçi boş borunun arkasından oklavayı girdirerek kırılıp içinde kalan, bir nevi tıpa görevi gören plastiği çıkardı. Vida istedi. Balkona geçtik. Önüne ne kadar vida varsa döktüm. Uygun iki vidayı kopan plastikten ayak bağlayıcıya vidaladı. Daha önce söktüğüm diğer vidaları da yerine monte etti. Üzerine vantilatörün üst kısmını geçirdik. Oldu ama orijinali gibi olur mu? İki ayak havada kaldı. Vantilatör ise düştü düşecek dercesine yamuk duruyor. Sağa çevirdik, sola çevirdik yamukluğu düzeltemedik. Sonunda yere tam oturan iki ayağın ucundaki plastikleri söktü. Havadaki iki ayak biraz daha yere yaklaştı ama bizim vantilatör iğreti durmaya devam ediyor. Ayaklıkları eğmeye çalıştı, eğilmedi. Hurdacıda falan bulursun bunun altlığını dedi misafirim.

Misafirim ayrılmadan önce kendisine bir gün önce izlediğim bir videoyu anlattım. Yeri geldi bunu da anlatayım: Biri doktor olmuş. Kardeşi ise okumamış. Haylaz mı haylazmış. Babası ağabeyine, oğlum bu çocuk okumaz. İşe de yaramaz. Bunu tamirciye verelim. Sen bunu gör gözet demiş.

Gel zaman git zaman abi doktor, kardeşi de oto tamirci olarak çalışıyorlar. Doktor yıllardır biriktirdiği ile kenardan köşeden bir ev alabilmiş. Bir de Opel Astra’sı var. Tamirci kardeşin ise gözde bir yerde evi, altında da Mercedes arabası olmuş. Ağabey doktor olunca nereye gitse eş, dost, tanıdık kim varsa, kendisine muayene olmuşlar. Hiçbiri de bir kuruş para vermemiş. Her biri sağ ol demiş. Hepsi bu kadar. Tamirci kardeş ise arabamın şurasında şu var, bu var diyenin arabasına bakıp tamirini yapıyor. Her biri bin, iki bin lira para bırakıp gidiyor. Tamirci kardeşteki bu variyeti gören doktor, sonunda kararını verir. Doktorluğu bırakır. Kardeşinin yanında beş sene çalışarak tamir ustası olur. Kısa zamanda araba toplayıp satmaya da başlıyor. “Doktordan araba” deyince müşterisi de bol, satışı da kolay oluyormuş. Paraya para demiyor. Kısa zamanda tamirci kardeşin evinin yakınından bir ev alır, altına da BMV çeker. Bakar ki bu işte iyi para var. Fen lisesinde okuyan çocuğunu da okuldan alır, tamirci yapar. Oğluna da bir araba alır.

Misafirime bunu anlattım. Sağ olasın dedim. O da çayını içip gitti.

Sabahında ne yapayım ne derken gözüme evin köşesinde yamuk bir şekilde duran vantilatör çarptı. Bu vantilatörün yamukluğunu nasıl düzeltirim diye düşünürken ayak boşluğunu dolduracak bir şey koyayım altına dedim. Aradım taradım. Önce yassı bir tahta buldum. Olmadı. Gözüme, buz tedavisi için eczacıların verdiği yassı buzluk ilişti. Bu olur dedim. Ayaklığın altını tam doldurdu. Benim yamuk vantilatör düzeliverdi.

Hasılı geçen sene taşınmamdan beri ne yapayım, nasıl yaparım diye düşündüğüm, düşünmenin ötesine, fiiliyata geçirmediğim vantilatör şimdi hazır ve nazır. Tek yapacağım, vantilatörü odadan odaya taşırken ayağın altındaki buzluğu da gezdireceğim.

Böyle olmaz, bu işe ben bir çözüm bulurum derseniz, kapım sizlere açık. Zira vantilatörüm tamir istiyor. Bunu yaparsanız, belki size tamir parası teklif edemem, para da veremem. Size, herkesi muayene ve tedavinin ardından beş para vermeden doktora sağ ol diyen hasta eş, dost ve tanıdığın dediği gibi temizinden bir sağ olasın derim. Çayımı içirir, ardından sizi yolcu ederim.

Uzattığımı söylediğinizi duyar gibiyim. Niyetim uzatmak falan değildi. Buraya nasıl geldim, bu yazı bu kadar nasıl uzadı, şu anda ben bile farkında değilim. Bunca uğraşıya sebebiyet veren bir taşıma şirketi elemanının başıma açtığı iş bu yazının kahramanı olsun. Temizinden bir sağ olu hak etti zira. Allah onun hayrını versin. Bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz misali, özensiz taşımanın ceremesi beni buldu. Ben de kırk kadar olmasa da kaç eşe, dosta yük sürdüm. (Elemana dediğim sağ ol, doktora denilen sağ ol gibi değil. Taşıma parasını verdim, bahşişlerini de yemeklerini de. Üzerine de helalleştik.)

Burada at mı, deve mi, bir vantilatör değil mi, at yenisini al diyebilirsiniz. Adam tümden kırsa, işe yaramaz deyip çöpe bırakabilir, gidip yenisini alabilirdim. Bir diğer husus, küçük ve basit bir parça yüzünden çalışır vaziyette bir eşyayı dışarıya koymayı da vicdanım el vermez.

Bu kadar uğraşıdan sonra bana vantilatörün en önemli yeri neresi derseniz, hiç düşünmeden “ayak bağlayıcı ara parça” derim.

Son olarak, ister taşımacılık ister başka bir iş, hangi işi yaparsak işimizi düzgün yapmayı bilmek lazım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde