Ana içeriğe atla

Cer ve Cerre Çıkmak

Cer sözlükte “çekmek, kendine doğru çekmek, celp etmek” anlamına gelir. Cerre çıkmak ise "Osmanlı döneminde medrese talebelerinin üç aylarda halkı aydınlatmak ve dinî hizmetlerde bulunmak için köy, kasabalara ve şehirlere gitmelerine" denir.

Cerre çıkan bu talebeler gittikleri yerleşim yerlerindeki camilerde kürsüye çıkarlar, vaaz verirler, Kur’an okur, halkı irşat eder, sorulan soruları cevaplandırırlar, küçük çocuklara hocalık yapıyorlar.

TDV İslam Ansiklopedisinde cer maddesini yazan Mehmet İpşirli cer uygulamasıyla ilgili şu hususlara yer verir:

Başlangıçta yetişmiş kimselerin şehir, kasaba ve köylere gitmesi olumlu sonuçlar verdiğini, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerdeki dinî ve kültürel gelişmelerin halkın ayağına kadar götürüldüğünü,

Halkın kendilerine dini konularda yardımcı olanlara maddi desteğini esirgemediğini, genellikle fakir öğrencilerin bir yıl zarfında halkın verdiği “cer akçesi” ve “zekât akçesi” ile geçindiğini, 

Cerrin, halkın aydınlanması açısından olduğu kadar medreseliler için de bir uygulama niteliği taşıdığını, 

Bu olumlu yanlarına karşılık cer olayının zaman içinde istismar edildiğini, birkaç ayet ve dua ezberleyen samimiyetsiz ve yeteneksiz bazı kimselerin halkın dinî duygularını kötüye kullanarak kendilerine çıkar sağladıklarını, Özellikle bir tekkeye mensup olsun veya olmasın derviş kılıklı kimselerin köy ve kasabaları dolaşarak halktan cer akçesi topladıklarını, bunun sonucunda medrese mollası yanında bir de “cer mollası” denilen asalak tipin ortaya çıktığını, 

Medreselerin bozulduğu XIX ve XX. yüzyıllara gelindiğinde, ilgisiz ve yeteneksiz pek çok kimsenin medreseye kaydolması sonucunda hoca ve bilhassa talebe seviyesinde önemli bir düşüş olduğunu, bu yüzden ramazanda kasaba ve köylere irşat göreviyle giden mollaların kendilerinden bekleneni veremediğini, bu hususun halkın şikâyetine yol açtığını ve devletin birtakım önlemler alması istendiğini hatta XIX. yüzyıl sonlarında mekteplerin ıslahı sırasında cerre çıkmak usulünün de kaldırılmak istendiğini, Cevdet Efendi'nin (Paşa) dârülmuallimîn müdürlüğü sırasında yaptığı köklü ıslahat sırasında talebe tahsisatını artırıp mektebe kabul ve imtihan usullerini düzenlerken talebenin ders zamanını yarı yarıya azaltan cerre çıkmak usulünü de kaldırdığını, İslâmî bilgileri öğretmek gayesiyle kasaba ve köylere giden bu kişilerin iyi örnek olmaları beklenirken halkı büsbütün dinden soğutacak tutum ve davranışlarda bulunduklarını, bundan dolayı meşihat makamından bu hususta bir düzenleme yapması, sıkı tedbirler alması, hatta mümkünse onur kırıcı sayılabilecek bu âdeti tamamen kaldırmasının istendiğini, 

Cer, Cumhuriyet döneminde de kısmen devam etmiş, ancak okullardan yetişen din görevlilerinin şehir, kasaba ve köylere resmen tayini sonucunda bu uygulamanın tarihe karıştığını belirtmiştir

Kısaca İpşirli, medrese talebelerinin, öğrendikleri teori bilgilerini sahada uygulama imkanı bulduklarını, aynı zamanda halkı dini konularda aydınlattıklarını, yaptıkları bu hizmetin karşılığında para topladıklarını, toplanan bu parayla geçimlerini sağladıklarını, daha sonra ehliyetsiz insanların da cerre çıktığını, bunun da halkın tepkisini çektiğini, kötüye kullananların önüne geçmek amacıyla yasaklamak istendiğini ama bu uygulamanın camilere resmi görevlilerin atanmasına kadar sürdüğünü belirtmeye çalışır. (Cerre çıkanların işi nereye götürdüğüne dair bir anekdota "Cerci Hocadan Bir Kesit" başlığıyla bir başka yazımda yer vereceğim.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde