31 Temmuz 2023 Pazartesi

Eğitim ve Öğretim Serüvenimiz

Eğitim ve öğretimin gidişatından hiçbirimizin memnun olmadığı hepimizin malumu. 

Eğitim ve öğretimi birlikte kullansak da Milli Eğitim Bakanlığının isminde eğitim geçse de bugün okullarda eğitim yapılmadığını biliyoruz. 

Yaptığımız öğretimdir. Öğretimi de sınav odaklı yapıyoruz. Varsa yoksa sınav düşünüyoruz. Sınavları da klasikten ziyade çoktan seçmeli teste dönüştürdük. 

Yapılan merkezi sınavlarda başarılı olup iyi bir okul kazanmak, kariyer yapmak ve iyi bir iş bulmak bizdeki öğretimin tek kriteridir.

Başarının gelmesi için de iyi okul iyi muhit iyi öğretmen arayışı içindeyiz. Başarı için de okulu yeterli görmeyenlerdeniz. Mutlaka takviye gerekir. Okullar ders bitimi veya hafta sonları dershane işlevi görür. Etüt, kurs merkezleri ve özel dersler takviye seçenekleri arasındadır. Çocuklarımız ders kitaplarının yanında konu anlatımlı ve soru bankası adıyla çıkarılmış ne kadar test varsa çözmek zorunda. Kısaca çocuklarımız yarış atı gibi sınavlara hazırlanır. Üniversite bittikten sonra da atanmak için yapılan merkezi sınavlara yine hazırlık gerekiyor. Tüm bunlar ve daha fazlası bu ülkenin eğitim ve öğretimin vazgeçilmez olmazsa olmazıdır. Hasılı öğretim yapıyoruz. Bunu da becerebildiğimiz söylenemez.

Eğitim ve öğretim yönünden durumumuz bu. Bir şeylerin yanlış gittiğini ve yapıldığını herkes biliyor. Değişik sistemler uygulanmasına rağmen süreç odaklı bir eğitimden ziyade sınav odaklı eğitim ve öğretime devam ediyoruz. Anasınıfından, fakülte bitirinceye kadar 20-25 yılımızı sınav odaklı öğretime harcarken ne kadar başarılı olduğumuz bir yana, toplum ve sosyal hayattan kopuk yetişmemiz de işin bir başka yönü. 

20-25 yıllık öğretim hayatının ardından iş bulmak bir mesele. Bulduğumuz işi beğenmek ayrı bir dert. Bunca yılı niye okudum ise son pişmanlık.

Belli bölümler haricinde genelde dört duvar arasında geceli gündüzlü bir gelecek inşa etme adına berhava olan 20-25 yıllık öğretim hayatının büyük bir kısmı test çözme ve sınava hazırlanma olarak geçtikten sonra nesilden ahlak ve etik değerleri özümsemesini bekliyoruz. Yani eğitim bekliyoruz.

Ne demek eğitim? "İstenilen yönde davranış değişikliği oluşturma süreci" demektir. 20-25 yıllık öğrenim hayatının ardından, hiç üzerinde durmadığımız olumlu davranış beklemek arpa ektiğimiz tarladan buğday mahsulü beklemeye benzer. Gerçekten bu uzun süreçte eğitim adına ne verdik de büyüklere saygı, işinde düzgünlük, nazik ve kibar vb. davranışları sergilemesini; eşi, dostu ve akrabayı bilmesini bekliyoruz. Toplum içine katmadan hayattan kopuk yetiştirdiğimiz, istediğimiz okulu ve bölümü kazanmanın dışında hiçbir sorumluluk vermediğimiz; ev, okul ve kurs merkezlerine hapsettiğimiz nesil ne bilsin tüm bunları. Biz onlardan, önce ahlaklı ol, sonra bilgili demedik ki. Önce bilgili ol, ahlak sonradan da olur dedik. Bunu isterken de ağaç yaş iken eğilir atasözümüzü kulak ardı ettik. Kusura bakmayalım da ağaç büyüdükten sonra o ağaç ne eğilir ne bükülür. Ayrıca şunu unutmayalım ki küçükler bizim ileri attığımız oklarımızdır. Okun nereye gittiğine kızıp köpüreceğimize o oku oraya atan kendimize kızalım. Kısaca eğitim ve öğretimini beğenmediğimiz o çocuklar biz büyükleri örnek alır. Çünkü herkes özellikle çocuklar gördüklerini uygular.

Kısaca eğitim ve öğretim iki kanatlı kuşa benzer. Nasıl ki kuş tek kanadıyla uçamaz ise bilgi ve davranış diyebileceğimiz eğitim ve öğretim de iki kanatlı bir kuşa benzer. Kuşun uçması için nasıl ki iki kanat gerekiyorsa çocukların istediğimiz şekilde yetişmesi de birini diğerine tercih etmeden ve ihmal etmeden eğitim ve öğretimi birlikte yürütmeliyiz.

Durum bu iken o kadar sistem değişikliğine rağmen bir türlü istediğimiz verimi alamadığımız bu eğitim ve öğretim serüvenimizden bir an evvel kurtulmamız gerekiyor. Bu konudaki önerilerimizi de diğer yazımıza bırakalım.

30 Temmuz 2023 Pazar

Mustafa Uzunpostalcı *

Başörtülü okumanın üniversitelerde yasaklandığı zamanlardı. Bu yasak katı bir şekilde uygulanırken yasak olmasına rağmen ilahiyat fakültelerinde okumakta olan kız öğrenciler başlarını örtmeye devam ediyordu. Bu yasağa bir nevi göz yumuluyordu. Bunda fakülte yönetimlerinin de payı vardı.

Tüm Türkiye’deki bu fiili durumu SÜ. İlahiyat Fakültesi de yaşar. Kızlar başını örterken erkek öğrencilerden bazıları da sakal koymaya başlar. Fakülte yönetimi, “Sakal gerekçe gösterilip başörtüsü tekrar yasaklanabilir” endişesiyle sınıf sınıf dolaşarak sakallı erkek öğrencilerden sakallarını kesmelerini ister. Sakallar kesilmediği gibi bir mahalli gazetede Sakal avcısı dekan yardımcısı” manşetiyle ilahiyatın dekan yardımcısı hedef gösterilir.

Manşet olan dekan yardımcısı bu manşetin ardından kendini ve işin vahametini anlatmak için sınıf sınıf dolaşır: “Sevgili gençler, sizin sünnet olan sakalınız, farz olan başörtüsünü engellemek için gerekçe gösterilecekse, biz bu sakalları kestireceğiz. Bugün sakal kesmemede direnen arkadaşlarımız, mezun olduktan sonra öğretmen olmak için sinekkaydı tıraş olacaklar. Şayet tıraş olmayıp biz sakallı öğretmen olup derse böyle gireceğiz derlerse onlara destek vermek için ben onların yanında olacağım. Haklı mücadelelerini destekleyeceğim. Gelin bugün bizi anlayışla karşılayın. Böyle direnerek başörtüsüne zarar verirsiniz. Sizi gören, biz başörtüsünü serbest bırakırsak, bak sakal da koyuyorlar diyecekler” şeklinde bir konuşma yapmıştı.

Ardından, mücadele için uygun zaman ve platformların denemesinde yarar olduğunu, sonuç almaya yönelik çalışmaların yapılması gerektiğine işaret etti. Öğrencilerin bir kaçından ne yaptınız bugüne kadar” şeklinde bir itiraz gelince, “12 Eylül ihtilalının ardından Cumhurbaşkanı Kenan Evrenden randevu alıp görüşmeye giden 6 kişiden biriyim. Seçmeli olan Din Kültürü dersinin zorunlu olması önerisini götürdük. Bugün Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu okutulması gereken tek ders olarak 82 Anayasasında yer almaktadır” demişti.

İlgili dekan yardımcısı, sonrasında aynı fakültede dekanlık da yaptı.

İslam Hukuku profesörü iken yaş haddinden emekli olduktan sonra da ben emekliyim deyip köşesine çekilmedi. Sanırım bir muharrem ayında belki de aşure günü, Cuma namazı öncesi Çolak Hoca Camii vaaz kürsüsünde kısa bir konuşmasını dinlemiştim. Tane tane konuşmasında aşureye yer verdi. Aklımda kaldığı kadarıyla “Aşurenin dini yönünün olmadığına, bugün için şunlar şunlar oldu şeklindeki rivayetlerin bir varsayım olduğunu, muharrem ayında pişirilen aşure çorbasının da bir gelenek olduğuna” işaret etmişti. Hocanın ardından hutbe okuyan imam da “aşurenin önemine, dindeki yerine, çorbanın fazileti” üzerine tam zıddı bir hutbe okumuştu.

İki anekdotuna yer verdiğim akademisyen öğretim üyesi hem derslerde hem vaaz kürsülerinde hamasetten ve hurafeden uzak, ayakları yere basan ve olması gereken bir İslam anlattı. Soğukkanlı, mütevazı duruşuyla ve beyefendi kişiliğiyle tanıdım onu. Bizlere yaşantısıyla örnek olan bu akademisyen hoca Mustafa Uzunpostalcı’nın ta kendisiydi.

Bugün 84 yaşında vefat ettiğini öğrenince ardından anekdotlarına yer vererek onu hayırla yad etmek istedim. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Sevenlerinin başı sağ olsun. Biz ondan ve yaptıklarından razıydık. Allah da ondan razı olsun.

*31/07/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Böyle mi Verecektin Ömrünü? *

Değiştin hemen birden.

Ne yaptım?

Bizi sattın.

Hakkımı aradım.

Hak böyle mi aranır? Basın toplantısı da neyin nesi? Gelip bize söyleseydin ya. Sonra hak dediğin nedir senin? Neyin eksik sonra? O kadar iyiliğin ardından başkalarının ağzı gibi konuşmak yakıştı mı sana?

Ne yaptınız bana?

Meclis üyesi yaptık. Sendika başkanı yaptık.

Ama ben seçildim.

Sen buna kendim seçildim mi diyorsun? Biz olmasaydık sen bir hiçtin. Kim tanırdı seni?

Ne yaptım bu kadar? Ben sizin için su şişesi fırlattım. Ceza aldım.

Yaptıysan yaptın. Artık gözümüzden düştün.

Fırsat verirseniz tekrar gözünüze girerim. Bu konuda maharetliyim.

Geçti artık. Bu aşamadan sonra bize maharetin değil, sadakatin lazım. Maalesef samimiyet sınavını geçemedin. Bizde bu sınavı geçemeyenin üstü kalın çizgilerle çizilir.

İçime mi girdiniz? Samimiyetimi nasıl sorgularsınız?

İçini okumaya gerek yok. Çünkü dışa sızmış. Dün “Benim ömrümden al, ona ver lütfen” diyordun. Bugün ise “Yandık, bittik, kül olduk... “diyorsun. Hangisinin sen? Sen değil misin ömrümün geri kalan kısmını bize veren. Ne oldu da bundan vazgeçtin? Ömür vermek böyle mi olur halbuki. Bir bedel ister değil mi? Görüyoruz ki sıkıya gelmiyorsun. Ömrümü vereyim derken bol keseden atmışsın. Unutma ki lafla bedel ödenmez.

İyi de efendim. Çok sıkıntı çekmeye başladık. Başkasının çektiğini ben çekmeyecektim sanmıştım. Halbuki şimdi öyle mi?

Ne varmış halimizde? Abartıyorsun. Hele sabrımız taştı ne demek? Cürmün kadar yer yakarsın.

Ama efendim, kırk altı gündür geriye dönük alacaklarımızı alamadık. Alacağımız bu enflasyonist ortamda pula döndü. Ekmeğimiz küçüldü.

Yeter, kes artık. Biz ne zaman enflasyona ezdirdik sizi? Her daim üzerine refah payını da verdik. Hem ömrümü verip ömre ömür eklemeye kalkıyorsun hem de bu dünyada yiyeyim içeyim, hiç sıkıntı çekmeyelim diyorsun. Konuşma bitmiştir. Bizim sabrımızı taşırma. Şayet bizim sabrımız taşarsa, senin sabrının taşımasına benzemez. Artık bu aşamadan sonra bulunduğun yerde duramazsın. Hemen affını iste. Yoksa biz ne yapacağımızı biliyoruz.

Af derken istifa etmemi mi istiyorsunuz?

O kelimeyi söyletme bize. Zira hoşlanmadığımız için tedavülden kaldırdık. Biz af dilemeyi tercih ediyoruz. Af dile ki af edelim.

Af edilince yine her şey eskisi gibi mi olacak?

Bu aşamadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Biz seni yokluğa terk edeceğiz. Zira bizim için yok hükmündesin. Bize bugüne kadar muhalefet edenlerden hiçbir farkın yok. Onlar neyse, sen de osun artık. Bizim senin gibi ekmek yediği çanağa isleyen nankörlerle işimiz olmaz.

Son sözünüz bu mu?

Budur. Az daha durursan, ne yapacağımızı biz bile kestiremiyoruz.

*02/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Meram Dere Yürüyüşümden

5 Temmuzda gidiş dönüş yürüyerek 4 saat süren Meram Dere yolculuğumdan sizler için seçtiklerim:

1.Ferhat ile Şirin, Aslı ile Kerem misali kendilerini dağlara veren, dağın yamacındaki kayalara yazarak aşklarını ölümsüzleştiren aşıkların ölümsüz aşklarına şahit olacaksınız. İstedim ki bu aşk sadece oralarda kalmasın. Gözü kesip buralara gelemeyen sizler, aşkın ne olduğunu görün. 

2.Aşkları ferman dinlememiş, çıkıp buralara kadar gelmişler. Buralar aşkın ilk ilan edildiği yerler mi yoksa aşkın zirvesini yaşadıkları anlar mı kestiremedim. Zirveye çıktıklarına göre aşkın zirvesi olmalı. Tarih yazmadıkları için bu duygular ne zaman dile gelip yazıya döküldü bilemiyorum. Belki de mutlu son evlilikle bitmiştir. Ara ara gelip isimlerine bakıyorlardır.

3. Aşıklardan birinin adı "Meramlı Murat" diye yazılmış. Sanırım Karataylı, Selçuklu Murat da olmalı. Hangisi belli olsun diye "Meramlı" denmiş. Zira aşk belirsizliğe gelmez.

4. Zamanında siz de yazdınız mı aşkınızı böyle dağlara derseniz, yazdık elbet; dağa, taşa her yere. "Hak/Tek yol İslam yazacağız" yazdık ve kalpten gelircesine dilimizle de terennüm ettik. Bizim aşkımız umutsuz bir aşk idi. Hala gerçekleşmedi. Bu gençlerin aşkı nasıl bir şeydir, yenir mi, içilir mi bilmeyiz. Ama içimizden bazılarının aşkı, dönüşerek mutlu sona ulaştı. Hak yol İslam gelmese de birer müteahhit oldular.

5. Benim aşkım elli yedisinden sonra bu yolun sonunu bulmaktı. Kaç dağ geçtim; uzun, ince ve dar yollardan. Ha şimdi bitecek derken iki saat bir yolculuktan sonra karşılaştığım bir tanıdığımın "Bu yol bitmez. Bu yol Altınapa Barajına gider" deyince yürüme aşkım yolun sonunu bulmadan söndü ve illa bulacağım deyip inatlaşmadım ve iki saatin ardından bir tevazu örneği göstererek geldiğim gibi geri dönmeyi bildim.

6.Bu arada dağlardaki deseni görmüş olmalısınız. İnsan eliyle yontulmuş gibi sanki.

7.Sol tarafımda dereden akan suyun şırıltısıyla yürüyerek yolculuk yapmanın zevki de bir başka.

8.Güzegahın tek dezavantajı, yolun dar olması, yolun

kenarında kaldırım ve yaya yolunun olmaması, karşılıklı iki araç geçince araçlara yol vermek için ot, diken vb. yerlere basılması. 

Şiddetle öneririm. 30.07.2020

29 Temmuz 2023 Cumartesi

Şansın Güldüğü Anadolu Takımları

Ankaragücü, Malatyaspor ve Kayserispor hiç terlemeden Süper Lige çıktı. Takımlarımızı tebrik ediyorum. Dört gün önce Süper Ligden düştüler. Ne olduklarını anlamadan tekrar çıktılar. Ben buna şans derim.

Lig başlamadan kural konur benim bildiğim.

Oyun ortasında kural değişikliğine alışmıştık da oyun bitiminde kural değişikliğine ilk defa şahit oluyorum.

Madem böyle olacaktı. Bunu Konyaspor'a da söyleseydiniz de bitime üç kala atağa kalkmayıp yatmaya devam etseydi. 

Bu yeni kurala göre 2020-2021 sezonu 21 takımla oynanacak. Umarım bu kural, her yıl uygulanan bir defaya mahsusa dönüşmez. Çünkü yerlerde sürünen ligimiz komaya girer. 

Anlamadığım, seneye 6 takım mı küme düşecek yoksa bundan sonra lig 21 takım olarak mı devam edecek? 

Oldu olacak. Madem kural değişikliğine gidildi. "Liglerde düşme ve yükselme uygulanmayacak" deyip PTT 1. Liginden de takımlar Süper Lige yükselmeseydi.

Hatta Federasyon adından çok söz ettirmek istiyorsa ligi ilk üçte tamamlayan takımlar hiç itiraza mahal bırakmadan küme düşer, kuralı da getirebilirdi.

Hatta hızını alamayıp daha önce Süper Ligde oynamış, her ne sebeple düşmüş ne kadar takımımız varsa hepsini Süper Lige çıkarabilirdi.

Hızını alamayıp her il en az bir takım ile Süper Ligde temsil edilir de diyebilirdi. Tüm bunlara kim, ne diyebilir ki...

Dua edelim, ben istediğim takımı indirir, istediğimi çıkarırım denmediğine. Ki dense de yakışırdı. 29 Temmuz 2020

Not: Sosyal medyada yazıp paylaştığım bu yazıma bazı okuyucular yorum yazarak yazıma katkı sundular. Merakımı da giderdiler. 2020-2021 sezonunda dört takım düşecek, üç takım çıkacakmış. Süper Lig de 20 takımla devam edecekmiş.

7.500 Liranın Anlamı

Bazıları savunmacı refleksle işi sulandırmaya, görmezden gelmeye veya küçümsese de ülke olarak büyük bir ekonomik buhrandan geçtiğimiz bir gerçektir. Pahalılık tüm dünyada var dense de ülkemiz bu pahalılığın deprem merkez üssü gibidir.

Durdurulamayan hayat pahalılığından dolayı daha önceki yıllarda yılda bir defa tespit edilen asgari ücret, altı ayda bir düzenlenir oldu. İşçi ve memur maaşlarında da iyileştirmeler yapıldı. Nedense bu iyileştirmelerden emekliler yeterince faydalandırılmadı.

Yapılan yüzde 25 zamma rağmen emeklilerden bir kısmının 7.500 lira almaya devam edecekleri yazılıp çiziliyor. Emekliler seslerini duyurabilmek için sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanıyor. Seyyanen zam istiyorlar. Gel gör ki emeklilerin bu sesine kulak veren yok. Hatta en düşük emeklinin asgari ücret seviyesine çıkarılması teklifi bile Mecliste reddedildi.

Emekliler fazla bir şey istemiyor. İyi zam alalım demiyor. Asgari ücret kadar alalım diyor. Ne demek asgari ücret? Geçimin en asgarisi. Bundan aşağısı geçim için kurtarmaz demek. Asgari ücretlininki can da emeklininki patlıcan mı? Ki bu şartlarda bugün yüksek gibi görünen asgari ücretle bile geçinmek mümkün değilken her kesime yapılan bu iyileştirme emekliden niçin esirgeniyor? Bunu aklım almıyor. 

Bu kadar gündem olmalarına, seslerini duyurmalarına ve ücret yönünden mağdur edildikleri herkes tarafından kabul edilmesine rağmen herkese şapur şupur emekliye ya Rabbi şükür denmesi, iyileştirme için bu yılın sonunun işaret edilmesi adalet ve sosyal devlet anlayışına sığmaz. 

Her kesime iyileştirme yapılırken 7.500 lira alan emekliye iyileştirme yapılmaması, belli ki bu düşük maaşı alan emekli sayısının çokluğundan olsa gerek. Öyle zannediyorum, sayıları beş milyon civarında. Devlet de bu kadar sayının altından kalkamayacağı için şimdilik es geçti. İyi de eşleriyle birlikte on milyon kişi bu maaşla ay sonunu getirecek. Getirebilir mi? Birikimleri olmadan, sağdan ve soldan destek almadan ay sonunu getirmeleri mümkün değil. Durum bu iken enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz açıklamaları emeklinin aklıyla dalga geçmektir.

Kimse kusura bakmasın, bu ekonomik buhranda, beş milyon kişinin asgari ücretin altında bir ücrete mahkum edilmesi, onların açlığa terk edilmesi demektir. Bizden bu kadar, başınızın çaresine bakın demektir. Üzerimize yüksünüz, bir an evvel ölün amma vadenizle amma açlıkla demektir. Biz sizi istemiyoruz demektir. Yok böyle bir şey. Karnından konuşma diyebilirsiniz. Elbette ne devlet ne de vatandaş böyle söyler ama emeklinin bir başına bırakılması aklıma başka bir şey getirmiyor.

Tamam, devlette likidite sorunu var. Devlete yardımcı olmak vatandaşlık görevi. Ama bu konuda fedakarlık yapılacaksa özellikle tuzu kuru olan kesim yapsın, herkes yapsın. Fedakarlık sadece emekliden beklenmesin.

Ne zaman emeklilerin aldığı bu düşük maaş gündeme gelse, yine bazıları, “Bu düşük alanlar fazla çalışmadan emekli oldular. Maaşları bundan düşük” gerekçesini öne sürüyor. Madem az çalıştılar. Ne diye bunları biz emekli ettik demez mi birileri. Devlet dediğin kişileri emekli etmeden önce etraflıca düşünür, ona göre planlar. Maalesef iyi planlama yapamıyoruz. Erken emeklilik gibi oportünist yaklaşımları bir türlü bırakamadık. Emeklilik yaşıyla geçmişten günümüze bu kadar oynamanın sonucu olarak bugün birçok ülkenin nüfusundan çok 15 milyondan fazla emeklimiz var. Emekliler parti kursa, öyle zannediyorum, Mecliste çok vekille temsil edilir, Meclis aritmetiğini değiştirir.

Lütfen, ne yapıp ne edelim yıl sonunu beklemeden ölüme terk ettiğimiz bu insanlara ivedilikle bir çözüm bulalım.

28 Temmuz 2023 Cuma

000.000 (6 Sıfır)

Bir öngörü ile paramızdan

İyi ki altı sıfır atılmış zamanında

Değilse, bugün ne yapar ne ederdik

Bir dolar almak için 27 milyonu bayılacaktık


Sıfırları atmakla iyi yaptık

Dolara altı gol birden attık

Biz muradımıza erdik

Dolar çıkamayacak kerevetine


İbret almazsa şayet dolar

Yükselmeye devam ederse böyle

Yakındır bir altı sıfır daha atmamız

O zaman dolar kendini kurtarsın da göreyim

Simit Zammı

Sağlık ocağı, kan verme 

Koşuşturmasının ardından

Bir baktım ki içim bilinmiş

Dedim bir simit alayım


Yürürken Zafer'de aheste aheste

Gözüm de sağda solda simitçi aradı

Dedim içim bilinip duracağına

Paraya kıyıp bir simit almalıyım 


Telefonuma geldi bir son dakika

Yedi olan simit çıkmış dokuza

Ayaklarım simit aramaktan vazgeçti

Yönümü döndürdüm eve doğru


Nicedir yememiştim simit

Mideme bayram ettirecektim

Zamcılar beni bekliyormuş 

Koyuvermiş iki lira birden


Üzerime aldım bu zammı

Simit diye tutturmasaydım

Belki bu zam gelmeyecekti

Millet de bayram edecekti


Zamlardan simit de nasibini aldı

Bundan sonra memur kebabı yemek

Herkese özellikle memura hayal olur

Kazara alan olursa da midesine oturur 

27 Temmuz 2023 Perşembe

Kırk Akıllının Çıkaramadığı Taşın Hikayesi

Çevresi tarafından çok sevilen ve saygı gösterilen ünlü İslam filozofu Behlül, hiç gülmezmiş.

Behlül’ü çok seven dönemin halifesi, bir gün çevresindekilere:

“Kim onun bir kahkaha attığını görür, du­yar; bana gelip haber verirse bir kese altın vereceğim,” der.

Bir kese altın sözünü duyanlar, o günden sonra Behlül’ün yanından hiç ayrılmazlar. Onu güldürmek için olmadık şaklabanlıklar, komiklikler yaparlar ama Behlül’ün yüzünde en küçük bir tebessüm konduramazlar.

Bir gün Behlül ve çevresindekiler ağaçlık bir yolda yürürlerken ileride bir kala­balığın toplanmış olduğunu görürler.

Behlül, merakla o tarafa yönelir.

Kalabalık bir kuyunun başında toplanmış­tır. Ellerinde boş kovalar, eğilip eğilip kuyunun içine doğru bakmaktadırlar.

Behlül de kuyunun başına varıp ötekiler gibi eğilip kuyuya bakar. Ne görsün?

Kuyunun içinde, tam ortasında kocaman bir taş durmuyor mu?

Buna bir anlam veremez. Orada bekleyenlerden birine:

“Ne oluyor burada?” diye sorar.

Adam, elindeki boş kovayı sinirli sinirli sallayarak cevap verir: “Delinin biri bostan kuyusuna kocaman bir taş atmış. Taş da kuyunun ortasında sıkışıp kalmış. Ne itip aşağıya düşürebiliyoruz ne çekip yukarı çıkarabiliyoruz. Haliyle kovamızı sarkıtıp su da ala­mıyoruz. Gördüğün gibi herkes su bekliyor. Şaştık kaldık!”

Adamın söylediklerini hayretle dinleyen Behlül, eğilip kuyuyu tıkayan taşa bir kere daha baktıktan sonra o zamana kadar hiç yap­madığı bir şeyi yapar, kahkahalarla gülmeye başlar.

Behlül’ü gölgesi gibi izleyenler önce şaşkınlıkla birbirlerine ba­kar, sonra da hemen halifeye koşarlar.

O akşam Behlül’ü yemeye çağıran halife, merakla sorar:

“Bugün seni kahkaha atarken görmüşler Behlül Efendi; çok merak ettim, neydi seni bu kadar güldüren?”

Olayı hatırlayınca kendini tutamayıp yeniden kahkahalar atma­ya başlayan Behlül:

“Hemen söyleyeyim efendim,” der.

“Bugün delinin biri, bir ku­yuya büyük bir taş atmış.

Taş da kuyunun ağzında sıkışıp kalmış.

Kuyunun başına kırk elli kişi toplanmıştı ama…

Bir delinin attığı taşı, kırk akıllı çıkaramıyordu.

Buna gülünmez de ne yapılır?” (trakyagozlem.com/Tekin Sönmez)

Alıntı yaptığım hikaye “Bir deli bir kuyuya bir taş atmış. Kırk akıllı çıkaramamış.” sözünün hikayesidir. Delinin herkesin su ihtiyacını giderdiği kuyuya taş atması ve su almayı engellenmesinin makul bir izahı olabilir mi? Olamaz. Çünkü adı üzerinde deli. Ne yapsa yeridir. Başkası da beklenmez zaten. Zira deli için bir şeyin faydalı veya zararlı olması önemli değildir. Çünkü aklı yoktur ve (olmayan) aklına eseni yapar. Bu yaptığından dolayı insanları mağdur etse de insanlar hizmetten mahrum kalsa da delinin cezai ehliyeti yoktur. Çünkü aklı yoktur. Aklı olmayanın da sorumluluğu yoktur.

Bu söz deli üzerinden anlatılsa da kendisini akıllı sanan ve aklına çok güvenen bir kişinin yaptığı akıl almaz ve sonuçları itibariyle onulmaz ve telafisi mümkün olmayan hususlar için söylenir. Çünkü öyle akıllı ve aklına çok güvenen kimseler vardır ki zararı sadece kendisi değil, herkesedir. Hatta kendisinden ziyade başkası çeker. Onun kırıp döktüğünü yüzlerce akıl düzeltmeye çalışır ama nafile. Allah bu tiplerin macerasından herkesi korusun. 

Nass ve Nas

Kah nassa dönerim kah nasa

Zaten arada bir s fazlalığı var

Nass desem de yüzüm nasa dönük

Çünkü oyu onlardan alıyorum ben


Zor durumda kalınca nassa sığınırım

Zira Yaratanın kapısı her daim açık 

Açık kapıdan girer, kullanırım

İşin bitince de rafa kaldırırım. 


Bir elime alırım Kuran'ı,

Ondan okur, dilime dolarım. 

Onunla olan işim bitince de

Diğer elimdeki şaraba dönerim


Bir helal bir haram işim

Yapılır mı bu demeyin

Helal de benim haram da

Macera böyle bir şeydir işte


Severim macerayı 

Nass mı yoksa nas mı

Bir tercih yap dense

Nasa dönük yaşarım 

Mesele Soğan, Patates Değilmiş

Halkın gündeminde ne var?

Sorduğun soruya bak. Halkın tek ve değişmez gündemi bugünlerde aslına bakılırsa bu yıllarda hep ekonomidir. 

Ne diyor?

Demiyor. 

Ya ne yapıyor? 

Bakıyor sadece. 

Neye? 

Dolara bakıyor, gözü avroya kayıyor. Türk lirasının her gün değer kaybedişini görüyor. Market ve alışveriş yerine girince etiketlere bakıyor, akar yakıta günaşırı gelen zamma bakıyor, gelen ÖTV zammını düşünüyor, KDV'nin yüzde yirmiye yükselmesini görüyor, fahiş kiraları duyuyor. 7.500 lira emekli maaşı alanlar kara kara düşünüyor. Asgari ücretli bu maaşla ne yer ne içerim, nasıl kira veririm. Evi nasıl geçindiririm derdinde.

Tepkili mi?

Tepki gösteren de var ama çoğunluk sessiz. Yüzlerde bir tedirginlik hali var. Ne olacak, bu gidişatın sonu ne olacak tedirginliği sanırım.

Çoğunluk niye sessiz?

Çoğunluğun çoğunluğu, birileri gidişattan, hayat pahalılığından dert yandıkça soğan, patatese ülkeyi satmayız diyenler.

Birileri soğan ve patatese ülke mi sattı?

Satan yoktu da kim pahalılıktan bahsetmişse, sesi gür çıkan bu büyük koro, meseleyi soğan ve patatese indirgemişti. Kim ağzına pahalılığı almışsa ayıplamış, lafı ağza tıkamıştı. Gelmekte olanı görmedi daha doğrusu görmek istemedi. Demek ki mesele soğan, patates değilmiş.

Şimdi gördüler mi?

Çok görmüşe benzemiyorlar. Şunlar bunlar yapıldı, şunlar verildi. Deprem oldu. Ne olmuş yani vergilere biraz dokunulmuşsa diyorlar. Hep verecek, hiç almayacak mı diyorlar? İnan vergiyi koyup yürürlüğe koyan bunlar kadar rahat değil. Bunlardaki rahatlık bir başka ve tarifi yapılmaz bir rahatlık.

Bu tiplerin tuzu kuru olmalı.

Var içlerinde tuzu kuru olanlar ama hepsinin tuzu kuru değil. Tuzu kuru olanları anlarım da tuzu kuru olmayanların sessizliği ve olup biteni normal görmesi, olsa olsa savunma psikolojisi olur. Mazeret ve gerekçe üretmeleri de bundan. Hiç konuşmayıp sessiz kalsalar daha iyi olur. Hele bazılarının bu ekonomik buhranı depreme indirgemesi, zam ve vergileri deprem kaynaklı görmesi ayrı bir garabet.

Deprem oldu ama ve maliyeti de yüksek.

Depreme ve maliyetine amenna. Ama tüm bu zam ve vergiler deprem olduğu anda konsa bir anlamı olurdu. Depremin ardından beş ay geçtikten sonra deprem olmuştu denmesi ne kadar inandırıcı olur. İzlenen oportünist politikanın acı sonu deseler, eyvallah dersin.

Bu işin sonu nereye gider?

Bu zam ve vergilerle bu ekonomi döndürülür duruma gelse herkes bağrına taş basar, sonuca katlanır. Bilelim ki bu işin sonu felaket. Çünkü yaşadığımız ekonomik kriz falan değil, bir ekonomik buhrandır. Kriz gibi bugünden yarına çekip gitmeyecek bir buhran. Yıllar yılı sürer. Şimdi toplanan vergilerle kasım, aralığa kadar bütçeyi biraz doldururuz. Ocaktan itibaren marta kadar yine oportünist politika izleriz. Mahalli seçimler geçtikten sonra bu ekonomik buhranla baş başa kalacağız. Temenni ederim ki altından kalkarız, Sosyal patlamalara sebebiyet vermez.

Mal ve Mülk Bırakmada Aranan Kriterler

80 ihtilalinin ardından birçok il ve ilçedeki okullara darbenin kudretli komutanının ismi verilirken Güneydoğu illerinden bir ilçe de bu furyaya katılır. Yeni yapılan bir okula "... Kenan Evren İlköğretim Okulu" adı konur. 

Yeni açılan bu okula hem ilk müdür hem de kurucu müdür olarak atanan çiçeği burnundaki müdür; acemilik, kalfalık ve ustalık dönemlerini bu okulda müdürlük yaparak geçirir. 

Yirmi yıl civarında aynı okulda kesintisiz görev yapan müdürün sağlığı el vermez. Haftada üç gün diyalize gider. Geri kalan iki gününü de okula hasreder.

Okulun tüm işlerini yapan müdür yardımcısı öğretmen ders programını hazırlarken hem ders programında hem de nöbet günü tercihinde öğretmenlerin görüşünü sorar. Öğretmenler bilaistisna nöbetlerinin diyaliz günü olmasını ister. Çünkü üç gün diyalizde olan müdür, okulda olduğu iki günde öğretmenlerin burnundan getirir. Terör estiriyormuş, orada çalışan bir öğretmenin anlattığına göre.

Sağlığı el vermeyen müdür emekliliği gelip geçtiği halde emekli olmayı da düşünmez. Emekli ol diyenlere de "Emekli olayım olmaya da. Okulu kime bırakacağım. Kimseye güvenmiyorum. Güvendiğim biri olsa emeklilik dilekçesini bugün vereceğim" dermiş. 

Ben 2002 yılında o ilçeden ayrıldığımda bu müdür diyaliz günlerinden geriye kalan zaman diliminde hala müdürlük yapmaya devam ediyordu. Sonrasında ne kadar görev yaptı, zorunlu emeklilik yaşına kadar müdürlük yaptı mı, emekli olurken okulu bırakacak güvenilir birini buldu mu bilmiyorum. Bildiğim vefat ettiği. Allah kendisine rahmet eylesin.

Öyle ya bu devirde kime, nasıl güvenip de mülkünü teslim edebilirsin. Yarın biri gelecek o güzelim okulu yönetimiyle berbat edecekti. Mülkü dedim. Normalde devletin kurumu kimsenin mülkü olamaz. Yalnız şu bir gerçektir ki devlet kurumu da olsa bir yerde bir koltukta uzun süre duran orayı kendi mülkü gibi görmeye başlıyor.

*

Girdiği tüm rekabeti kaybeden, kaybettiği yarışların toplamı uzun bir liste oluşturan, tüm kayıpları aynı rakibe karşı kaybeden, ömrü hayatında oturduğu koltuktan başka başarısı olmayan, bu sefer olacak denen rekabeti de kaybeden kaybetme şampiyonuna içeriden “Artık çekil, seninle olmuyor, yerini bir başkasına, yeni bir yüze bırak...” eleştirileri dile getirilmeye başlayınca, tüm ömrünü kaybetmeye adamış muhterem, “Geçmişi temiz biri olursa koltuğu bırakmaya hazırım” cevabını verir.

Öyle ya geçmişi kirli birine hangi selef koltuğunu bırakır? O koltuğa ancak kendisi gibi geçmişi temiz biri oturmalı. Yoksa yok, benden bu kadar denebilir mi? Böyle bir şey ilmek ilmek işlediği ve rutin haline getirdiği başarısızlığına ihanet gibi bir şey. Etrafında koltuğunu bırakacak geçmişi temiz biri yoksa bu onun suçu mu? Temizlik doğuştan gelir. Kişinin mayası temiz olmalı. Hiç şaibesi olmamalı. Tıpkı kendisi gibi sütten çıkmış ak kaşık olmalı.

Sonra tutturmuşlar bir başarısızlık diye. Bir defa başarısızlık görecelidir. Başa baş rekabet başarısızlık değildir. Rakibi önceki rekabetlere göre zorlamak da bir başarıdır. Bir rekabetin başarısız sayılabilmesi için o rekabetin 60’a 40 şeklinde olması lazım. Gerisi başarısızlık değildir.

Ayrıca başarı ve başarısızlıkta bardağa dolu tarafından da bakmayı bilmek lazım. Hep boş tarafından bakmak iyi niyetle bağdaşmaz. Sorarım size, tüm yarışları kaybettiği halde koltuğunu kaybetmeyen, hala dimdik ayaktayım diyen ve de yıkılmayan kaç kişi var bu dünyada? Niçin diğer başarısızlıklar görülürken bu başarı görülmüyor. Dedik ya etrafı geçmişi kirli insanlarla dolu.

Bu rekabetçinin görmek istemediğimiz bir başarısı daha var: Etrafı ve beraber çalıştığı o kadar kirli insanın içinde kendisinin temiz kalabilmesi. Var mı dünyada bunun örneği...

O yüzden bırakın herkes kendi işini yapsın. Bu tipler de mülküne son günlerini huzurlu ve mutlu bir şekilde geçirsin.

26 Temmuz 2023 Çarşamba

Anlamını Yitiren Deyimlerimiz

Sudan Ucuz

Bir şeyin fiyatının bedava denecek kadar ucuz olduğunu ifade etmek için sudan ucuz deyimi kullanılır. Daha doğrusu bir zamanlar böyle kullanılırdı. Ucuzluğun su ile ifade edilmesi, suyun da fazla pahalı olmadığı anlamına gelir. Yani su ucuzdur. Bu ise sudan da ucuz demektir.

Daha önce görülmemiş, görüldü ise de bu kadar uzun sürmemiş, devam eden, be kadar süreceği belirsiz olan bu hayat pahalılığından sonra sudan ucuz ürün kalmadı. Ki su da ucuz değil artık. Zira evlere gelen şebeke suyu da katmerli geliyor ve cep yakıyor.

Bir zamanların sudan ucuz deyimiyle mukayese edilen su da pahalanınca artık sudan ucuz deyiminin bir anlamı kalmadı. Bu aşamadan sonra bu deyim, Türk Dil Kurumu sözlüğünde, kullanılmayan sözcük ve deyimler arasındaki yerini alacaktır ama kullanılmayacaktır.

Senden Ne Köy Olur Ne de Kasaba

Senden ne köy olur ne de kasaba derken senden bir cacık olmaz, hiçbir işe yaramazsın kastediliyor olsa gerek.

Otuz büyükşehirde köy ve kasabalar kaldırılıp tüm köy ve beldeler mahalle olduğuna göre bu büyük şehirlerde yaşayanlar için de senden ne köy olur ne de kasaba sözünün bir anlamı kalmasa gerek.

Senden bir şey olmaz anlamında kullanılsa da bu büyükşehirlerde büyüyen yeni nesil için köy ve kasabanın bir anlamı kalmadı. Ancak büyükşehir yasasından önce köy ve kasabada yaşayan ya da köy ve kasabanın ne olduğunu bilenler için köy ve kasaba yerleşim yerleri bir anlam ifade eder.

Bu deyim diğer illerde yaşayanlar için kullanılmaya devam etse de otuz büyükşehir için senden bir şey olmaz anlamında köy ve kasaba yerine başka sözcükler bulmak gerekecek.

Gavur Parasıyla Beş Para Etmez

Bir zamanlar büyüklerimiz çok değersiz olan şeyler için bu deyimi kullanırdı. Kullanırdı diyorum. Çünkü şimdilerde bu deyim kullanılmıyor. Kullanmaya kalkan olursa gülünç duruma düşer. Çünkü gavur parası değerli.

Bugün gavur parası olan 1 dolar almak için 6 sıfır atılmış paramızdan 27 lira saymak gerek. Aynı şekilde gavur parası avro almak için 30 lira vermek gerekiyor. Kısaca bizim 27 lira 1 dolara eşit.

Bu yüzden gavur parasıyla beş para etmez deyimi de bugün için bir anlam ifade etmiyor. Bu söz olsa olsa Türk parasıyla beş para etmez şeklinde söylenirse bir anlamı olur.

25 Temmuz 2023 Salı

Hastalanma Zamanı Değil

İlaçlara yüzde otuz zam gelmiş

Bazı ilaçlar ödemeden çıkarılmış

Zamlı ve cepten ödemeden geç

İlacı bulduğuna şükret


Bu zamanda hasta olma diyemem

Zira bunu demek çok kolay

Vücudu zayıf buldu mu virüs

Hasta olmaman elde değil


Hastaneye para vermedim diye sevinme

Eczaneye gitmeyince

Hasta katılım, ilaç bedeli vs. ödeyince

Sağlık bedava değilmiş diyeceksin


Bil ki hastalığın şakası yok

Ne hastaneye git ne de eczaneye

Okursan ilaçların yan etkisini

Ölümü görüp sıtmaya rıza gösterirsin

Bir İnsanı Yoldan Çıkarmanın Yolları

Çok seveceksiniz ve sevdiğinizi belli edeceksiniz.

Ardından ve yüzüne karşı hep öveceksiniz. İyi de yapsa öveceksiniz, yanlış yapsa da. Ak dese de kara dese de U dönüşü yapsa da kırıp dökse de... Övmeyi görev bileceksiniz. Bu yol üzere giderken yeri geldiği zaman doğruya doğru, yanlışa yanlış derim demeyi de ihmal etmeyeceksiniz. 

Sen bir Allah vergisisin. Allah'ın bize gönderdiği bir nimetisin diyeceksiniz. 

Her yaptığına bir hikmeti var gözüyle bakacaksınız. Var bir bildiği diyeceksiniz. Benim ömrümden al, ona ver diyeceksiniz.

Her ne yapıyorsa, yakışıyor diyeceksiniz. 

Hata ve yanlışlarını da savunacaksınız. Desteğinizi hiç çekmeyeceksiniz. Desteğini çekmeye yeltenenlere tehlike anında gemiyi ilk terk eden farelerdir demek suretiyle onları fareye kendinizi ise iyi günde, kötü günde davanın yılmaz savunucusu göreceksiniz. 

Kırıp dökse dahi destek vermeye devam edeceksiniz. Buna, destek verdiğiniz bile ona "Vay be ben neymişim" şaşkınlığını yaşatacaksınız. Bir müridin uçmayan ve uçamayan şeyhini uçurduğu gibi siz de onu uçuracaksınız. Ele avuca sığdıramayacaksınız. Akşam sabah zikir çeker ve ibadet eder gibi ondan bahsedeceksiniz. Yemeniz o olacak, içmeniz o olacak.

Eleştirmeye kalkanların lafı ağzına tıkayacaksınız. Nankör, hain diyeceksiniz. Onları düşman bekleyeceksiniz. Öbürü gelsin de gör gününü diyeceksiniz.

Size göre yoktur da şayet yanlışı olursa, bir şeyler ters giderse, asla acaba yapamayacak mı demeyin. Ne kadar gerekçe, bahane varsa arka arkaya sıralayın. Şunlar şunlar oldu deyin. Daha olmadı, bunu yapmayan mı var, herkes yapıyor deyin. Daha olmadı, sorumluluğu ve yetkisi olmayan biri için niçin ona bir şey demiyorsunuz deyin.

Hatasını görmeyeceksiniz. Görmezden geleceksiniz.

Yanında olmayı Uhut tepesine benzeteceksiniz. Seni kimseye yedirmeyeceğiz diyeceksiniz.

Piyasadan dert yananlara soğan, patates edebiyatı yapacaksınız. Yaşanan buhranı önemsemeyeceksiniz. Dünyada böyle. Sadece biz değil, biz yine iyiyiz diyeceksiniz.

O bir şeyi savunuyorsa savunacaksınız. Savunduğunu terk ettiği zaman terk edeceksiniz. Size menüden günlük ne sunulursa, onu yiyeceksiniz.

Tüm yetkiyi vereceksiniz. Yaptıklarından dolayı asla hesap sormayacaksınız. Neden böyle yaptın demeyeceksiniz.

Tüm bunları ve daha fazlasını yapın. En düzgün insanı bozarsınız. Bozamayız diye hiç endişe etmeyin. Bu konuda size garanti veriyorum. Görün bak. Ele avuca sığdıramazsınız. Sonra da bizim eserimiz diye gururla sağda solda caka satar durursunuz. Unutmayın ki bir insanın eserinin olması kadar önemli bir şey yoktur bu dünyada. 

24 Temmuz 2023 Pazartesi

Kurumlaşamayan ve Marka Değeri Olmayan Marketler

Şehrin yerel zincir marketlerinden biri evime yakın. Fiyatları da diğer marketlerle ya aynı olur ya da az düşük. Hem yakınlığı hem de emsallerine göre makul bulduğum için alışverişlerimi ağırlıklı olarak buradan yaparım.

Bayram öncesi çocuk sever diye beşer kiloluk ahududu ve vişne suyu içeceği aldım. Birkaç gün sonra içmek için açtığımızda içeceğin ekşimiş olduğunu tespit ettik. Evden, bu ürün bozulmuş, geri ver dense de hem açıldı hem de fişini attım. Değiştirim olmaz. Zaten ben de götürmem. En iyisi dökün dedim.

Birkaç gün sonra aynı marketten alışveriş yaptım. Ödeme yaparken de daha önce aldığım içeceklerin terekte olup olmadığını kontrol ettim. Bolca vardı ve satışta idi. Ödeme yaptığım kasiyere, arkamda sıra bekleyen olmayınca başkası duymayacak şekilde kasiyere, kızım, geçen hafta şu marka ahududu içeceği almıştım. Ekşimiş. İçemedik. Başka şikayet geldi mi? Vişneli olanını daha açmadık. O nasıl bilmiyorum. Geri alma durumunuz var mı? Fişini isterseniz, elimde fiş yok dedim. Hemen daha sorumlu ilgili kişiye gitti. Durumu anlattı. Daha yetkili olan yanıma geldi. "Fişiniz olmayınca, değiştiremiyoruz. Çünkü biz de geri iade ederken firmaya fişi göstermemiz gerekecek" dedi. Fişi olmayınca, değiştirmeyebilirsiniz. Yalnız ürün ortada. Getirip tadabilirsiniz. Bu şehirde bu marka bu ürünü sizin marketler dışında satan yok. Aynı ürünü satıyorsunuz. Yarın bir başkası da aynı şikayetle gelebilir dedim ise de "Maalesef değiştiremiyoruz. Çünkü fişiniz yok" dedi. Eyvallah, hakkınız var. Bu yüzden bir şey diyemiyorum. Vaktinizi aldım. Kusura bakmayın deyip çıktım.

*

Bugünlerde gündüzleri sıcak mı sıcak. Gündüz yaptığım yürüyüşleri akşamın serininde yapıyorum. Yürüyüşü bitirip eve dönerken birkaç kalem ihtiyacı da alayım diye akşam 22.00 suları markete girdim. Alacağımı aldım. Başka ne alayım derken oğlanın sevdiği çikolatadan alayım dedim. Ürünün fiyatına baktım. Daha önceki aldığım fiyatta duruyor. Zamlardan daha nasibini almamış, bu vesileyle oğlanı sevindireyim dedim. Yanlış okumayayım deyip etikete tekrar baktım. Kasaya yanaştım. Kızımız barkotlardan okuyarak ödemeyi temassız kart ile yaptım. Kızım, fiyat kafamdaki hesaba göre biraz fazla geldi deyince, fişe bakarak amca, şunları şunları almışsın diyerek aldığım kalemleri fiyatlarını okumadan saydı. Ne aldığımı biliyorum. Fiyatlara bir bakayım dedim. Aldıklarımı poşete koymadan kenara çekilip fişe baktım. Benim terekte 54.95 diye gördüğüm 700 gramlık çikolatanın fiyatı, 69.95 TL idi. Kasa boştu zaten. Kızım, şu ürün terekte şu fiyat, kasada bu fiyat. Bunu geri iade edeceğim dedim. Kız fişi alıp tereğe gitmeye kalkınca girişteki güvenlik görevlisi, sen dur, ben bakıp geleyim dedi. Hep beraber görevlinin gelmesini bekliyoruz. Çocuğu işe gönderiyorsun, sonra da ardından sen gidiyorsun misali beklerken ağaç olduk. Gidip geleceği yer on adımlık yer halbuki. Bu süre zarfında çikolata yeniden imal edilebilirdi. Sonra ardından bir başkası gitti. Biraz da son gideni bekledik. Nice sonra muhteşem ikili birlikte kasaya doğru teşrif ettiler. 

Beyefendi, yanlış bakmışsınız. Terekte de 69.95 yazıyor. Bak, sistemde de öyle dediler.

Durun bir de ben bakıp geleyim dedim. Gitmemle gelmem bir oldu. Çünkü dedikleri doğruydu. Yanlış görmüş olabilirim diyeceğim ama bu ürünün altında 69.95 yazmıyordu. Ne ara bu etiket kondu buraya. Çok aklım almadı. Siz en iyisi bu ürünü geri iade alın dedim.

Kasiyer kız, niye geri iade ediyorsun dedi onca olup biten gözünün önünde cereyan etmesine rağmen. Yoğunluk olsa, araya bir başkası girse eh diyeceğim. 

Fiyattan dolayı dedim. 

Tamam, nakit mi vereyim yoksa karta mı geçeyim dedi. Fark etmez ama kartla ödeme yaptım. İsterseniz, karta geçirin dedim. Kız, parayı sayıp 70 lira hazırlamıştı ki diğer kasiyerler, güvenlik, o anki baş sorumlu üşüştü oraya. Kız kartı alıp karta geçirmeye çalıştı. Beceremedi. Dedi oradan biri, ödemeyi şifreli mi yaptınız yoksa şifresiz mi? Şifresiz deyince o zaman temassız ödemelerde geri ödeme yapılmıyor dedi. Şifreli, şifresiz ne fark eder? O zaman nakit verin dedim. Nakit alışveriş yapmadığınız için nakit ödeme yapamıyoruz dediler. Az önce nakit hazırlamıştınız ama dedim. Olsun, ödenmiyor dediler. Ne yapacağız dedim. Siz en iyisi 70 liralık başka bir ürün alın dediler. Başka bir ürün almayacağım. İade alın dedim. Dur müdürü bir arayayım dedi baş sorumlu. Telefonda müdür ne dediyse, iadesi olmuyor, siz başka bir ürün beğenin dedi baş sorumlu. Belki de müdürü aramadı. Çünkü telefonu kulağına götürmesiyle bana yönelmesi bir oldu. Aynı hızı terekteki ürünün fiyatına gidenlerden de beklerdim. Beyefendi, almayacağım. Lütfen bu işi uzatmayın. Yoksa tüm aldıklarımı geri iade edeceğim. Mesele üründeki on dört liralık fark değil. Tavrınız ilginç dedim. Benim bu restimi gören başka bir kasiyer, ben temassız ödemeleri geri iade alırım dedi. Geçti kasanın başına. Kartı istedi benden. Sonra slipi istedi. Kartı posta tutarak önce önceki ödemeyi iptal etti. Ardından çikolata dışındaki ödeme miktarını girdi. Kartı tekrar okuttu. İşleminiz tamam beyefendi dedi. Tüm bunları bir iki dakika içinde yaptı. Buradaki hızı tereğe yeni fiyatı yapıştıranlardan da beklerdim. Teşekkür ederim kızım. Sizi uğraştırdım dedim. Estağfurullah, siz kusura bakmayın dediler.

Aldıklarımı poşete koyup evin yolunu tuttum. 

Tepkimi ve inadım aşırı bulabilirsiniz. İnsanlık hali olabilir diyebilirsiniz. Ne belli senin yanlış görmediğin deyin de olsun bitsin. Yalnız bu marketin bu yaptığı ilk değil. Nazarımda sicilli. Bunu zaman zaman yapıyor. Belki de hep yapıyor. Benim gibi bir cins fişi kontrol edince ortaya çıkıyor. Normal müşteriler, kasadan ne çıkmışsa ödeyip gidiyor. Çoğu fiş de almıyor zaten.

Aynı markette daha önce de terekteki ürünün fiyatı ile kasadaki farklı başka bir üründe başıma geldi. Farkına varıp söylediğimde, beyefendi, etiketi değiştirmemişiz. Kasadaki fiyat geçerli demişlerdi. O zaman sessiz kalmıştım. Çünkü insanlık hali, unutulabilir. Durumunu izah edene ne diyebilirsin. Bu sefer tepkimi bu şekil göstermiş oldum.

Bu market belli ki marketçilik yapıyor. Üstelik tek yerde değil. Şehrin belirli bölgelerinde şubeleri var. Şubesi çok, bu işi yıllardır yapıyor ama belli ki kurumsallaşmasını tamamlayamamış. Böyle giderse emsal marketlere göre hesaplı vermesi kendilerini kurtarmayabilir (Hesaplı diyorum. Emsallerine göre. Zira ürünlerde hesaplı ve makul dönemi bitti). Çünkü bu şehir kurumsallaşamayan ve marka olamayan nice yerel zincir marketlere mezar oldu. Boş harç devrettiler. Üreticiden aldıkları ürünlerin fiyatını bile ödemeden kaybolup gittiler. Unutmayalım ki bu şehirde ve her şehirde güven veren, kurumsallaşan işletmeler ayakta kalır.

Kurumsallaşmış ve Marka Değeri Olan Marketler

Meram Yaka'da otururken bakkal büyüklüğünde bir mini market vardı. Hala da var. Fiyatları diğer büyük marketlere göre uygundu. Şimdilerde o bölgede çoğu kapansa da o kadar büyük marketlerin içinde arı gibi müşterisi vardı bu marketin. Bazı ürünleri buradan alırdım. Beş kg'lık tereyağı da aldığım ürünlerdendi.

Yine bir gün 5 kg'lık aynı marka bir tereyağı aldım. Önceki tereyağlarını beğenen eşim bu tereyağını beğenmedi. Var bu yağda bir sorun. Bunu geri ver, bozuk dedi. Fişini attım. Üstelik bir kaşık da olsa kullandın. Nasıl geri iade edebilirim. Sana da yağ beğendiremedim. Aynı ürün aynı marka. Ya böyle kullan ya da çöpe atalım. Zaten geri iade hiç hoşlanmadığım bir şeydir. Esnafın da hoşuna gitmez dedim. (Son sözü evde hep ben söylediğim için hanım sessiz kaldı... Yazılarımı okumadığı için böyle rahat yazdığımı söylememe gerek var mı?) 

Market günlük gelip geçtiğim yol üzeri olmasına rağmen markete girip tereyağında bir sorun var diyemedim. Çünkü esnafın malını beğenmemek gibi olur, utanır sıkılırım. Bir de müşterisi bol küçük bir işletme olunca, o kadar sıra bekleyen ve alışveriş yapan müşterinin içinde malında sorun var demek kötü reklam olurdu. 

Bir hafta sonra cadde üzerinde olan o marketin önünden başka bir yere giderken çoğu zaman kasada duran birini dışarıda bir başına telefonla görüşme yaparken gördüm. Uzağında durdum. Telefonu bitirmesini bekledim. Konuşma bittikten sonra tüm cesaretimi toplayarak kardeş, bir şey soracağım. Geçen haftaki şu marka tereyağlarınızla ilgili bir şikayet geldi mi dedim. Evet geldi. Siz de almış mıydınız dedi. Evet aldım. Geri iade alır mısınız dedim. Ne demek alır mısınız? Elbette getireceksiniz dedi. Ama fişini attım dedim. Fark etmez alırız dedi. Ama yağı açıp üzerinden bir kaşık alıp kullandık dedim. Açıp kullanmadan, tadına bakmadan yağın bozuk olup olmadığını nereden bileceksiniz. Elbette kullanacaksınız. Lütfen getirin. İster yenisini ister parasını verelim dedi. 

Küçük bir işletme de olsa gönlü büyük bu esnafın bu konuşması hoşuma gitti. Onca büyük marketlerin içerisinde niye o kadar müşteri çektiğini ve ayakta durduğunu daha iyi anladım. İnşallah bu küçük marketten zincir marketlere büyürler dedim içimden. Çünkü birçok küçük esnafın yaptığı gibi daha işin başında alışveriş yapmadan, girişte herkesin göreceği şekilde "Satılan mal geri alınmaz", "Değişim ve iade yoktur", "Satılan mal geri alınmaz, gün içerisinde değiştirilir", "Para iadesi yoktur" demedi. Dükkanında da böyle yazı yoktu. Pekala “Hiç şikayet gelmedi. Ürünümüzde sorun yok” diyebilirdi. Yine fişin yok, iade alamayız da diyebilir, buna da bir şey diyemezdim. Haklı da olurdu. Ama müşteri memnuniyetini esas alınca ipe un serme, kırk dereden su getirme gereksinimi duymadı. Kurumsallaşma böyle olmalı.

Ertesi günü yağı getirip aynı marka yeni ürünle değiştirdim. Hiç tepki gösterilmedi. Surat asılmadı. Tartıp kullanılanı düşmedi. Getirdiğimi kovanın içini açmadan alıp bir kenara koydurdu. Başıma vurur gibi atmadı. Hem girerken hem çıkarken kusura bakmayın dememe, ne kusuru, asıl siz kusura bakmayın dedi.

O bölgede oturduğum müddetçe de gözüm kapalı alışveriş yaptım buradan.

*

Geçen güm üç harfli zincir bir marketten birkaç kalem alışveriş yaptım. Listemde olmamasına rağmen 41,50 TL olan ürünün üzeri çizilmiş, altına 24,5 TL yazılı bir ürünü görünce, nasılsa kullandığım bir ürün. Akarı kokarı da olmaz diye aldım. Üstelik indirime de bayılırım. Yeter ki üzeri çizilmiş büyük rakamın altına düşük fiyat yazılsın.

Ödemeyi yaptıktan sonra alışveriş fişini alıp cebime atsam da zaman zaman bir kenara çekilir, fişe üstünkörü bakarım. O gün de öyle oldu. Kasadan ayrılmadan fişe baktım. Benim indirimli diye aldığım ürünün bedeli 41,50 TL idi. Kasiyere, şu ürün terekte 24,50 yazıyor. Bakar mısınız dedim. Bir başkasına işaret ederek yanına geldi. Fişi eline verdi. Terekteki ürünün fiyatına baktırdı. Bakan görevli yanıma geldi. “Beyefendi, bizim hatamız. Terekteki ürünü biz güncellememişiz. Özür dileriz. Nasıl yapalım” dedi. Bu fiyata alamam. Ya iade alın ya da sizce sakıncası yoksa terek fiyatından alabilirim dedim. Hesap makinesini aldı. 41,50 TLden, 24,50 TL’yi çıkardı. Çıkan parayı daha önce kredi kartı ile temassız ödememe rağmen nakit olarak verdi. Kusura bakmayın dedim ise de ne kusuru. Bizim hatamız. Tekrar özür dileriz dedi.

Müşteri memnuniyetini esas alan bu zincir marketin her bir köşede mantar biter gibi şube açtığını daha iyi anladım. Demek ki böyle böyle büyüyor. Kurumsallaşma dediğin böyle olmalı. Her bir firma büyük de olsa beceremiyor bunu.

23 Temmuz 2023 Pazar

Sıtmaya Razı Edilen Toplumların Özellikleri

Demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla işlemez.

Halkın denetim, tepki gösterme ve hesap sorma kültürü yoktur. Ya haline şükreder ya hikmet arar ya da kendi kendine homurdanır durur.

Güçten Allah'tan korkar gibi korkar. İş başa düşerse ikinci fili ister. 

Aidiyet duygusunu kutuplaştırmadan alır. Kimliğini böyle elde eder. 

Halk yönetenlerin kölesi mesabesindedir. İster gönüllü ister gönülsüz kölelik yapar. 

Halkın seçimde görevi; gösterilen aday, liste ve partilere oy vermekten ibarettir. Her partinin adanmış ruhları vardır. Ölümüne partilerini savunurlar. Prensipli değil, kişicidirler.

Siyaset, seçimden önce varsa da verir, yoksa da. Seçim sonrasında ise verdiklerinden fazlasını fitil fitil burnundan getirir.

Siyaset halk için yapılır ama siyaset halkçı değildir. Konuşurlarken ağızlarından bal damlar ama icraat olarak zehir zerk ederler.

Seçimlerde yalana dolana prim verilir. Algılar oluşturulur. Ortama korku siyaseti hakim olur. İşte bu korku siyasetinin adı halkın yola ve hizaya getirilmesinin yoludur. Adeta ölüm gösterilir, sıtmaya razı edilir. Ölümü görüp sıtmaya kim razı olmaz.

Sıtmaya razı edilen halk ağlayıp sızlasa da halinden memnundur. Haline sonsuz şükreder. Halini geçmişle kıyaslar. Ne var bugünlerde der. Başkası gelsin de gör gününü demek suretiyle kendisini ve karşısındakini ikna etmeye çalışır. İkna olmuyorsa da susturmayı marifet bilir.

Halktan bu sonsuz memnuniyeti gören siyaset, doğru yoldayım. Az bile yapıyorum demek suretiyle yoluna doludizgin devam eder.

Siyaset, yaptıklarından dolayı asla bedel ödemez. Bedeli daima halk öder.

Siyaset aldığı oyun karşılığı olarak yönetimi devralır. Bir eli yağda diğeri balda keyif çatar. Halk da verdiği desteğin karşılığını hayat pahalılığı, enflasyon, devalüasyon, zam ve vergi olarak görür.

Bu ülkelerde siyaset böyle uyarlanmıştır.

Siyaset böyle de dini hayat nasıldır? Dini hayat da siyasetin ta kendisidir. Kişilerle ve güçle halk nasıl güdülüyorsa, din de öyledir. Tarikat, cemaat, vakıf, dernek ve cemaatlerle de dini hayat kontrol edilir. Her müntesip bağlı olduğu yere aklını kiraya verir. O dinin ve dinî anlayışın dışına çıkamaz. Siyaset cemaatlerle kazan kazan prensibi gereği görüşür ve anlaşır. Cemaat ise oyları oluk oluk anlaştığı partiye akıtır.

Cemaat ve tarikatlar da tıpkı siyaset gibi halkı kurtarmak için yapılır. Cemaat ve tarikatlar halkın dinini kurtarmak için vardır, siyaset de ülkeyi kurtarmak için vardır. Hem siyaseten hem de dinen kendi kendini güdemeyen halka sunulan reçete budur. Buna siz ister demokrasi deyin ister başka bir ad koyun. Ölümün gösterilip sıtmaya razı edildiği halkın bu yaşantısına yaşama denirse, bırakın varsın böyle yaşamaya devam etsinler.