Ana içeriğe atla

Kırk Akıllının Çıkaramadığı Taşın Hikayesi

Çevresi tarafından çok sevilen ve saygı gösterilen ünlü İslam filozofu Behlül, hiç gülmezmiş.

Behlül’ü çok seven dönemin halifesi, bir gün çevresindekilere:

“Kim onun bir kahkaha attığını görür, du­yar; bana gelip haber verirse bir kese altın vereceğim,” der.

Bir kese altın sözünü duyanlar, o günden sonra Behlül’ün yanından hiç ayrılmazlar. Onu güldürmek için olmadık şaklabanlıklar, komiklikler yaparlar ama Behlül’ün yüzünde en küçük bir tebessüm konduramazlar.

Bir gün Behlül ve çevresindekiler ağaçlık bir yolda yürürlerken ileride bir kala­balığın toplanmış olduğunu görürler.

Behlül, merakla o tarafa yönelir.

Kalabalık bir kuyunun başında toplanmış­tır. Ellerinde boş kovalar, eğilip eğilip kuyunun içine doğru bakmaktadırlar.

Behlül de kuyunun başına varıp ötekiler gibi eğilip kuyuya bakar. Ne görsün?

Kuyunun içinde, tam ortasında kocaman bir taş durmuyor mu?

Buna bir anlam veremez. Orada bekleyenlerden birine:

“Ne oluyor burada?” diye sorar.

Adam, elindeki boş kovayı sinirli sinirli sallayarak cevap verir: “Delinin biri bostan kuyusuna kocaman bir taş atmış. Taş da kuyunun ortasında sıkışıp kalmış. Ne itip aşağıya düşürebiliyoruz ne çekip yukarı çıkarabiliyoruz. Haliyle kovamızı sarkıtıp su da ala­mıyoruz. Gördüğün gibi herkes su bekliyor. Şaştık kaldık!”

Adamın söylediklerini hayretle dinleyen Behlül, eğilip kuyuyu tıkayan taşa bir kere daha baktıktan sonra o zamana kadar hiç yap­madığı bir şeyi yapar, kahkahalarla gülmeye başlar.

Behlül’ü gölgesi gibi izleyenler önce şaşkınlıkla birbirlerine ba­kar, sonra da hemen halifeye koşarlar.

O akşam Behlül’ü yemeye çağıran halife, merakla sorar:

“Bugün seni kahkaha atarken görmüşler Behlül Efendi; çok merak ettim, neydi seni bu kadar güldüren?”

Olayı hatırlayınca kendini tutamayıp yeniden kahkahalar atma­ya başlayan Behlül:

“Hemen söyleyeyim efendim,” der.

“Bugün delinin biri, bir ku­yuya büyük bir taş atmış.

Taş da kuyunun ağzında sıkışıp kalmış.

Kuyunun başına kırk elli kişi toplanmıştı ama…

Bir delinin attığı taşı, kırk akıllı çıkaramıyordu.

Buna gülünmez de ne yapılır?” (trakyagozlem.com/Tekin Sönmez)

Alıntı yaptığım hikaye “Bir deli bir kuyuya bir taş atmış. Kırk akıllı çıkaramamış.” sözünün hikayesidir. Delinin herkesin su ihtiyacını giderdiği kuyuya taş atması ve su almayı engellenmesinin makul bir izahı olabilir mi? Olamaz. Çünkü adı üzerinde deli. Ne yapsa yeridir. Başkası da beklenmez zaten. Zira deli için bir şeyin faydalı veya zararlı olması önemli değildir. Çünkü aklı yoktur ve (olmayan) aklına eseni yapar. Bu yaptığından dolayı insanları mağdur etse de insanlar hizmetten mahrum kalsa da delinin cezai ehliyeti yoktur. Çünkü aklı yoktur. Aklı olmayanın da sorumluluğu yoktur.

Bu söz deli üzerinden anlatılsa da kendisini akıllı sanan ve aklına çok güvenen bir kişinin yaptığı akıl almaz ve sonuçları itibariyle onulmaz ve telafisi mümkün olmayan hususlar için söylenir. Çünkü öyle akıllı ve aklına çok güvenen kimseler vardır ki zararı sadece kendisi değil, herkesedir. Hatta kendisinden ziyade başkası çeker. Onun kırıp döktüğünü yüzlerce akıl düzeltmeye çalışır ama nafile. Allah bu tiplerin macerasından herkesi korusun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde