80 ihtilalinin ardından birçok il ve ilçedeki okullara
darbenin kudretli komutanının ismi verilirken Güneydoğu illerinden bir ilçe de
bu furyaya katılır. Yeni yapılan bir okula "... Kenan Evren İlköğretim
Okulu" adı konur.
Yeni açılan bu okula hem ilk müdür
hem de kurucu müdür olarak atanan çiçeği burnundaki müdür; acemilik, kalfalık
ve ustalık dönemlerini bu okulda müdürlük yaparak geçirir.
Yirmi yıl civarında aynı okulda
kesintisiz görev yapan müdürün sağlığı el vermez. Haftada üç gün diyalize
gider. Geri kalan iki gününü de okula hasreder.
Okulun tüm işlerini yapan müdür
yardımcısı öğretmen ders programını hazırlarken hem ders programında hem de
nöbet günü tercihinde öğretmenlerin görüşünü sorar. Öğretmenler bilaistisna nöbetlerinin
diyaliz günü olmasını ister. Çünkü üç gün diyalizde olan müdür, okulda olduğu
iki günde öğretmenlerin burnundan getirir. Terör estiriyormuş, orada çalışan bir
öğretmenin anlattığına göre.
Sağlığı el vermeyen müdür
emekliliği gelip geçtiği halde emekli olmayı da düşünmez. Emekli ol diyenlere
de "Emekli olayım olmaya da. Okulu kime bırakacağım. Kimseye güvenmiyorum.
Güvendiğim biri olsa emeklilik dilekçesini bugün vereceğim" dermiş.
Ben 2002 yılında o ilçeden ayrıldığımda bu müdür diyaliz günlerinden
geriye kalan zaman diliminde hala müdürlük yapmaya devam ediyordu. Sonrasında ne
kadar görev yaptı, zorunlu emeklilik yaşına kadar müdürlük yaptı mı, emekli olurken
okulu bırakacak güvenilir birini buldu mu bilmiyorum. Bildiğim vefat ettiği. Allah
kendisine rahmet eylesin.
Öyle ya bu devirde kime, nasıl güvenip de mülkünü teslim edebilirsin.
Yarın biri gelecek o güzelim okulu yönetimiyle berbat edecekti. Mülkü dedim. Normalde
devletin kurumu kimsenin mülkü olamaz. Yalnız şu bir gerçektir ki devlet kurumu
da olsa bir yerde bir koltukta uzun süre duran orayı kendi mülkü gibi görmeye başlıyor.
*
Girdiği tüm rekabeti kaybeden, kaybettiği yarışların toplamı
uzun bir liste oluşturan, tüm kayıpları aynı rakibe karşı kaybeden, ömrü hayatında
oturduğu koltuktan başka başarısı olmayan, bu sefer olacak denen rekabeti de kaybeden
kaybetme şampiyonuna içeriden “Artık çekil, seninle olmuyor, yerini bir başkasına,
yeni bir yüze bırak...” eleştirileri dile getirilmeye başlayınca, tüm ömrünü kaybetmeye
adamış muhterem, “Geçmişi temiz biri olursa koltuğu bırakmaya hazırım” cevabını
verir.
Öyle ya geçmişi kirli birine hangi selef koltuğunu bırakır?
O koltuğa ancak kendisi gibi geçmişi temiz biri oturmalı. Yoksa yok, benden bu kadar
denebilir mi? Böyle bir şey ilmek ilmek işlediği ve rutin haline getirdiği başarısızlığına
ihanet gibi bir şey. Etrafında koltuğunu bırakacak geçmişi temiz biri yoksa bu onun
suçu mu? Temizlik doğuştan gelir. Kişinin mayası temiz olmalı. Hiç şaibesi olmamalı.
Tıpkı kendisi gibi sütten çıkmış ak kaşık olmalı.
Sonra tutturmuşlar bir
başarısızlık diye. Bir defa başarısızlık görecelidir. Başa baş rekabet başarısızlık
değildir. Rakibi önceki rekabetlere göre zorlamak da bir başarıdır. Bir rekabetin
başarısız sayılabilmesi için o rekabetin 60’a 40 şeklinde olması lazım. Gerisi başarısızlık
değildir.
Ayrıca başarı ve başarısızlıkta
bardağa dolu tarafından da bakmayı bilmek lazım. Hep boş tarafından bakmak iyi niyetle
bağdaşmaz. Sorarım size, tüm yarışları kaybettiği halde koltuğunu kaybetmeyen, hala
dimdik ayaktayım diyen ve de yıkılmayan kaç kişi var bu dünyada? Niçin diğer başarısızlıklar
görülürken bu başarı görülmüyor. Dedik ya etrafı geçmişi kirli insanlarla dolu.
Bu rekabetçinin görmek
istemediğimiz bir başarısı daha var: Etrafı ve beraber çalıştığı o kadar kirli insanın
içinde kendisinin temiz kalabilmesi. Var mı dünyada bunun örneği...
O yüzden bırakın herkes kendi işini yapsın. Bu tipler de mülküne son günlerini huzurlu ve mutlu bir şekilde geçirsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder