Tüm
Türkiye’deki bu fiili durumu SÜ. İlahiyat Fakültesi de yaşar. Kızlar başını örterken
erkek öğrencilerden bazıları da sakal koymaya başlar. Fakülte yönetimi, “Sakal gerekçe
gösterilip başörtüsü tekrar yasaklanabilir” endişesiyle sınıf sınıf dolaşarak sakallı
erkek öğrencilerden sakallarını kesmelerini ister. Sakallar kesilmediği gibi bir
mahalli gazetede “Sakal avcısı dekan yardımcısı” manşetiyle ilahiyatın
dekan yardımcısı hedef gösterilir.
Manşet
olan dekan yardımcısı bu manşetin ardından kendini ve işin vahametini anlatmak için
sınıf sınıf dolaşır: “Sevgili gençler, sizin sünnet olan sakalınız, farz olan
başörtüsünü engellemek için gerekçe gösterilecekse, biz bu sakalları kestireceğiz.
Bugün sakal kesmemede direnen arkadaşlarımız, mezun olduktan sonra öğretmen olmak
için sinekkaydı tıraş olacaklar. Şayet tıraş olmayıp biz sakallı öğretmen olup derse
böyle gireceğiz derlerse onlara destek vermek için ben onların yanında olacağım.
Haklı mücadelelerini destekleyeceğim. Gelin bugün bizi anlayışla karşılayın. Böyle
direnerek başörtüsüne zarar verirsiniz. Sizi gören, biz başörtüsünü serbest bırakırsak,
bak sakal da koyuyorlar diyecekler” şeklinde bir konuşma yapmıştı.
Ardından,
mücadele için uygun zaman ve platformların denemesinde yarar olduğunu, sonuç almaya
yönelik çalışmaların yapılması gerektiğine işaret etti. Öğrencilerin bir kaçından
ne yaptınız bugüne kadar” şeklinde bir itiraz gelince, “12 Eylül ihtilalının
ardından Cumhurbaşkanı Kenan Evrenden randevu alıp görüşmeye giden 6 kişiden biriyim.
Seçmeli olan Din Kültürü dersinin zorunlu olması önerisini götürdük. Bugün Din Kültürü
ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu okutulması gereken tek ders olarak 82 Anayasasında
yer almaktadır” demişti.
İlgili
dekan yardımcısı, sonrasında aynı fakültede dekanlık da yaptı.
İslam
Hukuku profesörü iken yaş haddinden emekli olduktan sonra da ben emekliyim deyip
köşesine çekilmedi. Sanırım bir muharrem ayında belki de aşure günü, Cuma namazı
öncesi Çolak Hoca Camii vaaz kürsüsünde kısa bir konuşmasını dinlemiştim. Tane tane
konuşmasında aşureye yer verdi. Aklımda kaldığı kadarıyla “Aşurenin dini yönünün
olmadığına, bugün için şunlar şunlar oldu şeklindeki rivayetlerin bir varsayım olduğunu,
muharrem ayında pişirilen aşure çorbasının da bir gelenek olduğuna” işaret
etmişti. Hocanın ardından hutbe okuyan imam da “aşurenin önemine, dindeki
yerine, çorbanın fazileti” üzerine tam zıddı bir hutbe okumuştu.
İki
anekdotuna yer verdiğim akademisyen öğretim üyesi hem derslerde hem vaaz kürsülerinde
hamasetten ve hurafeden uzak, ayakları yere basan ve olması gereken bir İslam anlattı. Soğukkanlı,
mütevazı duruşuyla ve beyefendi kişiliğiyle tanıdım onu. Bizlere yaşantısıyla örnek
olan bu akademisyen hoca Mustafa Uzunpostalcı’nın ta kendisiydi.
Bugün
84 yaşında vefat ettiğini öğrenince ardından anekdotlarına yer vererek onu hayırla
yad etmek istedim. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Sevenlerinin başı
sağ olsun. Biz ondan ve yaptıklarından razıydık. Allah da ondan razı olsun.
*31/07/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder