Salgın
nedeniyle salonlarda düğünler yapılamayınca, düğün salonları derin bir sessizliğe
bürünmüştü. 1 Temmuzdan itibaren yasakların kalkmasıyla birlikte ötelenen düğünler,
bir bir yapılmaya başladı. Böylece düğün salonlarının da yüzü güldü. Kurban
Bayramının hemen akabinde işte böyle düğünlerden birine de ben davetliydim. Düğünün
yapılacağı salon da Hatıp Caddesi üzerinde sağlı sollu salonlardan biri.
Salonu
pek aramadım. Çünkü km’lerce öteden, sesi sonuna kadar açılmış müzikler
kulağına kadar gelince, sesin geldiği tarafa doğru yol alsan, elinle koymuş gibi
salonları bulabiliyorsun. Buralarda tek yapacağın, gideceğin salon solda mı,
sağda mı, iki metre ötede mi, beride mi? Bunu da sağı solu göz gezdirerek
hallediyorsun.
Arabayı
uygun bir yere park ettikten sonra düğün salonunun bahçesine geçtik. Boş
masalardan kenar ve köşede olan birine oturduk.
İcabette
geciktiğim düğün, ben geldikten bir 15 dakika sonra mutlu çiftin yukarıdan
görünmesiyle birlikte yapılan anonsla başladı. Gelinle damat yavaş yavaş
merdivenlerden inerken az önce öylesine çalan müzik değişti, davetlilerden bir
alkış tufanı koptu. Çift, sahneye indikten sonra güvercinler uçuruldu. Bir
şeyler de yandı söndü. Nedir diye sormayın. Zira siz onu bilirsiniz. Bana tecahülüarif
yapmayın. Benim cahilliğimi ise sormayın.
İlk
dansı haliyle gelinle damat yaptı. Ardından davetliler de oynamaya davet
edildi. Çünkü düğün oynamalı. Müziğin ritmine kendini kaptıran sahnede yerini
aldı ve sahne doldu. Bir an için bir ben eksiğim. Zira kambersiz düğün olmaz
dedim ama sahneyi dar gördüm ve bana göre değil diyerek hiç böyle bir şeye
yeltenmedim. Bu arada sahne tecrübem olduğunu söylemek isterim. 1986 yılı olsa
gerek. Cihanbeyli’de bir düğüne katılmıştım. Olmaz, bu iş bana göre değil. Bana
göre olsa da bilmiyorum dedimse de beni zorla halay çekmeye kaldırdılar. Sağlı
sollu araya aldılar beni. Sanki başımdan kaynar sular döküldü. Kırmızı yüzüm
kıpkırmızı oldu. Ama bununla da yetinmediler. Damat bey, ayaklar ayaklar diye
işaret etti durdu. Cehennem azabı bittikten sonra ne diyordun dedim. Meğersem
ayaklarımı yanımdakilere uyduramıyormuşum.
Neyse
biz gelelim taze düğüne. Birileri oynuyor, biz de müzik sesinden ne kadar
konuşulursa kah konuşuyoruz kah sağa sola kim var kim yok diye göz gezdiriyoruz
kah oynayanlara bakıyoruz. Kimi oynadıktan sonra yerine geçti, yerlerine
başkası geçti kimi de sahnenin değişmez as oyuncusuydu. Hanıma, şu oynayan
görümce mi yoksa dedim. Nereden bildin dedi, belli belli dedim. Gülüştük.
Az
sonra akşam namazını kılayım diye salonun arka tarafına dolaştım. Erkek mescidi
yazan kapıyı buldum. Açtım ki mescit diye belirlenen yere sadece bir seccade
sermişler. O kadar. Namazı kıldım ama namazda ne okudun diye sormayın. Zira
benim ağzım kıpırdarken kulağıma fazlasıyla müzik geldi. İyi ki oynamayı bilmiyorum.
Yoksa “günah yazarsan yaz” diyerek kendimi namazda iken oynamaya verebilirdim.
Sayıyla
verilen kuru pastaları yedikten sonra ardından gelen dondurmayı da yedim. Bu
arada takı töreni de başladı. Anonsun biri bitti, diğeri yapıldı. Takıcılar,
sıraya girerek takılarını taktılar. Her takan da gelin ve damatla bir fotoğraf
çektirerek ânı ölümsüzleştirdiler. Bu kalabalıkta takı takıp takmadığımı kim
görecek deyip yerinde oturanlara da burada bir hatırlatmada bulunmak isterim.
Unutmayın ki takı törenindeki kamera objektifine giremediniz ve bunlar düğün
bittikten sonra ağır çekim izlenecek. Kimin taktığı kimin takmadığı kimin ne
taktığı ortaya dökülecek. Benden söylemesi. Takılar nerede derseniz, sanırım
görümce gelmiş, hepsini alıp gitmiş. Düğün sahipleri amma takıldı, sevenimiz
çokmuş meğer diye önce sevinecek ardından bu işler sırayla deyip üzülecek.
Neyse tüm bunları takan, takmayan düşünsün.
Yeme-içme
ve takı için ara verilen oynama arası, kaldığı yerden tekrar başladı. Biz de ne
zaman bitecek bu düğün diye beklemeye devam ettik. Belli oldu ki mescit ararken
arkada karıştırılan kazanlardan da yemek gelmeyecek. Niye bekliyorum ki. Zaten
düğün yemeksizdi. Yine de umut benim ekmeğim. Ha bir sürpriz olur muydu.
Baktım
olmayacak, yürüyüş beni bekliyor, günlük yürüyüşümü yapamadım. Bari beklenirken
ben yürüyüşümün belirli etabını tamamlayayım dedim. Bahçenin dışına kendimi
attım. Önce düğün salonlarının önünden geçtim. Hepsi de açık, hepsinden de
müzik sesi geliyor ve davetlilerin biri giriyor, diğeri çıkıyor. Sol tarafta
yatsı namazını kılıp camiden çıkmakta olan az sayıda musalli gördüm. Sağdan
soldan, önden ve arkadan birbirine karışarak gelen müzik sesiyle nasıl namaz
kıldılar bilmiyorum. Allah kabul etsin.
Ana
caddeden ara sokaklara girdim. Zira oralarda da salonlar var. Bir tempoda
yürüyorum. Bir baktım, insan yoğunluğu kalmamış. Ama kimse yok değil. Zira iki
köpek, gelip geçen arabalara durmadan havlıyor. Kendilerine gelmekte olduğumu
gören bu iki köpek, yollar nasılsa bizim, sabaha kadar buradan arabalar
geçecek, biz de havlayacağız. Biz en iyisi, şu acemi çaylağı bir korkutalım
dercesine dönüp koşarak bana gelmeye başladılar. Baktım şakaları yok. Kaçsam
kaçamam, duvara çıksam, çıkılacak duvar yok, direğe bile tırmanmayı düşündüm.
Gördüğüm her direk beton direk. Kaldım mı bir başıma.
İleriden
koşarak üzerime gelirlerken tek yapabildiğim, durmadan hoşt hoşt hoşt çekmek.
Ne kadar dediğimi hatırlamıyorum. Beni aralarına alıveren köpeklere hoşt
diyorum, bir taraftan da iki elimi birden onlara sallıyorum ama onlar için çok
da tın. Önüme, arkama döndüler durdular. Onlar döndükçe köpeklere arkamı dönmem
uygun olmaz diyerek ben de döndüm. Hasılı az önce müziğin oynatamadığı beni,
onlar bir güzel oynattılar. Korktum mu? Korkulmaz mı? Anlatılmaz ancak yaşanır.
Herhalde korkum tavan yapmıştır. Başka da yapabileceğim bir şey yoktu.
Paçamdan
tutup beni ne zaman altlarına alacak diye beklerken beni üç-beş dakika dans
ettiren köpekler, bu korku buna yeter, bir daha da bizim çöplüğümüze uğramaz,
bizi de unutmaz deyip paçamdan tutmadan çekip gittiler. Sağ olsunlar, bu
iyiliklerini hiç unutmayacağım. Merhamet timsali gibi geldiler bana.
Hasılı,
bana düğünde kimse oynamadı diyemez. Gördüğünüz gibi epey ecel terleri döktüm.
Tek fark, düğünde oynayanlar keyiften dört köşe olurken ben dokuz doğurdum. Bu
arada böyle saldırgan köpeklerin buralarda ne işi var deyip sahiplerini
suçlamayacağım. Burada esas suç, korumasız bir biçimde ve bir başıma sokağa
çıkan bendedir. İnşallah köpeklere hoşt dediğimden dolayı hayvan severler
hakkımda suç duyurusunda bulunmazlar. Bir de mahkemelik olmak hiçten bile
değil. Bundan dolayı hakimin adli kontrol şartıyla serbest bırakacağına da hiç ihtimal
vermiyorum.
Burada,
mübarek düğüne gelmişsin. Otur, ağır azam. Oynayacaksan oyna, oturup
seyredeceksen seyret. Yemek verirlerse ye. Bir de eski köye yeni adet getirme.
Yürümek de neyin nesi, dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, zira rahmetli
babam da “Oğlum, çok dolaşma. Çünkü çok dolaşanın ayağına tavuk pisliği bulaşır
derdi. Köpeklerle dansımı gözümün önüne getirince bana tavuk pisliği daha masum
geldi.
Not:
Bu durumu anlattığım bazıları, öyle zamanlarda yani köpeklerin saldırısına
maruz kaldığında oturacaksın dediler. Bir daha böyle bir olay vuku bulursa ve
korkudan aklıma gelirse söz oturacağım.
*11/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.