Çarşıda
esnaflık yapan bir arkadaşım var. Birkaç ayda bir gelip geçerken yanına uğrar,
ayaküstü çaylarımızı yudumlarız. Niye ayaküstü? Çünkü dükkan o kadar küçük ki
kendinden başka bir kişinin oturması çok uygun değil. Sıkışıp oturmaya kalksan
bile bir müşteri geldi mi, müşteri rahat alışveriş yapsın diye dükkanı
boşaltmak lazım. Çünkü esnafın velinimetidir müşteri. Üç beş kuruş kazanmak
için sabahtan akşama bu tekkesini bekler.
Bu
dükkana her geldiğimde arkadaşımdan daha yaşlı, yaşını başını almış birini
dükkanın içinde oturur görürüm. Bir gün o değilden, burada çalışan mısın,
dedim. “Yok, ben çalışan değilim, buraya her gün uğrarım” dedi. Ben de hep
burada oturur görünce seni burada çalışıyor sandım dedim.
Sonraki
bir gittiğimde arkadaşım, “Geçen geldiğinde burada mı çalışıyorsun dediğin
kimse vardı ya” dedi. Evet dedim. “İşte o, her gün benim dükkana uğrar. Saatlerce
oturur oturur gider. Bir gün evine tamirci gelecekmiş. ‘Bugün gelemeyeceğim’
diye telefon açtı” dedi. Ben de maşallah ne azimmiş böyle, dükkanın gediklisi olmuş
dedim, gülüştük. Gedikli ne demek
derseniz? “Bir yere sürekli giden, oranın sürekli müşterisi olan, o yere
sürekli gelip giden ya da orada sürekli kalan kimselere” deniyormuş. Bunlara
müdavim de diyebiliriz.
Bir yerin mukimi olmadığı halde yukarıda
anlattığım gibi bir yerin gediklilerinin bu ülkede sayısı ne kadardır,
derseniz, elimde bir istatistiki bilgi yok ama sayıları azımsanamayacak kadar
vardır. Bu tipleri esnaf dükkanlarında, resmi dairelerde görmek mümkün. Yeter
ki çarşıya çıkmış olsunlar.
Ne sakıncası var, demek ki sevip sayıyormuş,
varsın gelsin diyebilirsiniz. Gelmeye gelsinler. Buna sözüm olmaz. Sevip
saydığıyla oturup hasret gidersinler ama bunun sınırını ve dozunu iyi ayarlamak
lazım. Ne zaman geleceğini ne zaman kalkacağını ne konuşacağını ne kadar
kalacağını bilmek lazım. İnsanların özel hayatı vardır. Kendi başına kalması
gerekiyordur. Bir başkası görüşmeye geldiğinde içerinin boş olmasını ister.
Diğer bir husus da ziyaretin kısası makbuldür ve buralar, adı üzerinde esnaf
dükkanı veya resmi dairedir. Boşta kalanı avutacak kahvehane değildir buralar. İnan
öyle kişiler bilirim ki evinden fazla ya esnafın yanında ya da resmi dairede.
Buralarda çalışanlardan tek farkı, buraların kadrolu elemanı olmamaları. Keşke
imkan olsa da esnaf bunlara kardan pay verse, resmi daireler de bunlara maaş
bağlayabilse… Her geldiklerinde de çay içmek farz gibi bir şey. Sanırsın ki
buralar onların tekkesi. Bazı zamanlar olur ki kendilerinin geldikleri
yetmediği gibi arkalarında yolda bulduklarını da getiriyorlar. İçtikleri çaydan geçtim, çay kalmadığı zaman
niye çay yok demeleri yok mu? Yüzsüzlüğün bu kadarına da pes doğrusu dersin. “Yahu
ben buraya her gün geliyorum, sizin çayınızı içiyorum. Alın şu bir paket çay da
benden olsun ya da şuna bir paket çay alın” deseler, bilirim ki kıyametin
kopması yakındır ve etrafımla helalleşmeye başlarım. Hasılı, bu gediklilerden
çekeceğimiz var.
Sözün özü, hem esnaf hem de resmi daireler
ziyaret edilmeli, çay ve kahveleri içilmeli ama suyunu çıkarmamak ve illallah dedirtmemek
lazım. Aralıklı gidip gelmek lazım ki kişinin bir ağırlığı ve saygınlığı olsun.
Taş bile yerinde ağırdır mübarekler! Gidin işinize. İşiniz yoksa kahvehaneciler
ve çay ocakları da Allah Allah diyor. Gidin ki hem esnaf siftah yapsın hem cebinizdeki
akrepleri bir boşaltın hem de yüzünüzü görmeyen esnaf ve resmi daire o günü
bayram ilan etsin.
*23/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder