Ana içeriğe atla

Vekilin Vekili ya da Suyunun Suyu

Bugün vekilin vekili oldum. Ne demek vekilin vekili derseniz, suyunun suyu gibi bir şey. Öyle ya, suyunun suyu olur da vekilin vekili olmaz mı? Dığdığının dığdığı anlayacağınız. İsterseniz vekilin vekili durumuma geçmeden size suyunun suyu fıkrasını bir hatırlatayım:

Nasrettin Hoca’ya biri bir tavşan getirir. Hediyesiyle gelen misafiri Hoca, evinde misafir eder, izzet ve ikramda bulunur.

Haftası geçtikten sonra aynı misafir tekrar gelir ve “Geçen hafta tavşan getiren köylüyüm,” der. Eve buyur eden Hoca, misafirin önüne tavşan suyundan yapılmış bir çorba koyar.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra üç köylü Hoca’nın kapısını çalar. Biz, sana tavşan getiren köylünün komşularıyız, derler. Hoca bunlara da tavşan suyundan yapılmış çorba ikram eder.

Ardından birkaç gün sonra Hoca’nın kapısı yine çalınır. Gelenler “Sana geçen haftalarda tavşan getiren köylünün komşusunun komşularıyız” şeklinde kendilerini tanıtırlar. Misafirleri içeri alan Hoca, önlerine bir tas su koyar. Misafirler bu ne Hocam, diye sorarlar. Hoca da ne olacak? Tavşanın suyunun suyu, cevabını verir.

Fıkranın devamını bilmiyoruz. Herhalde suyunun suyunu gören bu son misafirlerden sonra dığdığının dığdığı bir daha Hoca’nın kapısını çalmamıştır. Hoca da bir daha tavşan getirenin hediyesini kabul etmemiştir.

Şimdi gelelim vekilin vekili durumuma… Asıl müdür izne ayrılınca yerine birini vekil bıraktı. Vekil bıraktığına da ilden resmi bir görev çıkınca kurum boş kalamazdı. Vekil de yerine beni vekil bıraktı. Böylece vekilin vekili oldum. Gördüğünüz gibi iş bu kadar basit ve kolay.

Vekilin vekili durumumu suyunun suyuna benzetsem de arasında farkın olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Bir defa suyunun suyu adı üzerinde tadı, rengi ve kokusu olmayan bildiğiniz sudur. Bu suyu çorba niyetine içerseniz, tatsız, kokusuz ve renksiz bir su içmiş olursunuz. Benim vekilin vekili görevimi siz küçümseseniz de vekil, asıl gibidir sözünde olduğu gibi asıl gibi iş yapar: Sorumluluğu var yetkisi var. Siz buna Süleyman da diyebilirsiniz.  Getirisi yok o kadar. Asıl gelince veya aslın vekil bıraktığı gelince benim Süleymanlığım, tıpkı suyu görünce teyemmümün bozulduğu gibi sona erecekse de bir günlük beylik yine beyliktir. Üstelik bu beyliğim iki gün sürecek.

Sonrası mı? Sonrasını sizin gibi umutla bekleyeceğim. Zira umut benim ekmeğimdir. Nasılsa müdür er veya geç yine izin alacak. Yerine vekil tayin edecek. Onun da işi çıkarsa, bu vekilin vekilliği yine avcumun içinde olacaktır. Ölme eşeğim ölme dediğinizi duyuyor gibiyim. Problem değil. Ben hazır kıta o günleri beklemedeyim. Siz kendi işinize bakın. Daha vekilin vekili bile olamamışsınız, bir de bana burun kıvırıyorsunuz.

Bu arada şunu da antrparantez söyleyeyim. İçinizden vekilin vekili de ne imiş. Vekil olsan haydi neyse dediğinizi duyuyor gibiyim. Burada şunu da hatırlatmak isterim. Daha önce yani vekilin vekili olmadan önce yine böyle iki gün vekil olmuştum. Anlayacağınız, yapmadığım şey değil. Her kademede hem tecrübeleniyor hem de pişiyorum böylece.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde