Problemin nereden kaynaklandığı çözdüm ama pek hoşuna gitmedi. Öyle zannediyorum anlayışsız biri olmuşumdur onun nezdinde. Bakalım daha neler göreceğiz. Bütün derdimiz bu olsun. 31/01/2017
31 Ocak 2017 Salı
Problemi dışarıda ararken içeride buldum -I-
Problemin nereden kaynaklandığı çözdüm ama pek hoşuna gitmedi. Öyle zannediyorum anlayışsız biri olmuşumdur onun nezdinde. Bakalım daha neler göreceğiz. Bütün derdimiz bu olsun. 31/01/2017
Karasınır ve Aşağı Çeşme
DESTANI KARASINIR
Karasınır'ı
dolan da gör bey,
Ondaki
her şey boldur ha boldur.
Anlatmak
lazım ruhunda azim,
Bal
gibi üzüm boldur ha boldur.
Târif
gerekmez, gel de bir yol gez,
Köpüklü
pekmez boldur ha boldur.
Güler
varana, söyler sorana,
Türlü
barana boldur ha boldur.
Derviştir
kimi, ustadır tümü,
Ibrık
güğümü boldur ha boldur.
Bembeyaz
unu gel de gör şunu,
Şepit
somunu boldur ha boldur.
Aşıkta
sazı, ekmekte tuzu,
Ördeği
kazı boldur ha boldur.
Avcının
avı, tarlanın tavı,
Bulgur
pilâvı boldur ha boldur.
Arkasında
dağ, ön yanında bağ,
Çömleğinde
yağ boldur ha boldur.
Pilavda
kaşık, eller alışık,
Cepte
günaşık boldur ha boldur,
Avda
tazısı, evde kuzusu,
Çeşmesinde
su boldur ha boldur.
Dümdüz
ovası, hoştur havası,
Demir
kovası boldur ha boldur.
Çeşitli
yemek, hamdolsun demek,
Nohut
mercimek boldur ha boldur.
Bağı
bahçesi, renk renk bohçası,
Buğdayın
hası boldur ha boldur.
Ağıtlı
yollar, Hu diyen kullar,
Kovanda
ballar boldur ha boldur.
Katmerli
börek, yak tandırı çek,
Kesmikle
tezek boldur ha boldur.
Yazın
gölgesi, tatlı su sesi,
Yaren
demesi boldur ha boldur.
Gelince
bahar şenlenir dağlar,
Hoş
geçen çağlar boldur ha boldur.
Cennet
her yeri, yoktur benzeri,
Taştan
evleri boldur ha boldur.
|
ARZIHÂL
Ağam,
beyim hoş geldiniz köyüme,
Şu
dertlerin kervanına bir bakın,
Ziyaretle
gayet memnun olmuşuz,
Gönlümüzün
dermanına bir bakın.
Sıkıntıyı
eleklerden eledik,
Türkü
yakıp beleklere beledik,
Sizi
gördük arz etmeyi diledik,
Arzıhâlin
fermanına bir bakın.
Toprağımız
verimli ya suyu yok,
Sulamaya
bir parecik kuyu yok,
Derdimizle
uğraşacak dayı yok,
Hâlimizin
amanına bir bakın.
Yemez
olduk ürün verir bağımız,
Döne
döne vita olduğu yağımız,
Ağaç
ile dolmak ister dağımız,
Bozkırların
ormanına bir bakın.
Şu
işsizlik günden güne artıyor,
Bizi
bozuk kantarlarda tartıyor,
Darlığımız
donumuzu yırtıyor,
Rezaletin
zamanına bir bakın.
Pahâlılık
cambaz oldu tel gezer,
Boş
düşünce beynimizde bol gezer,
Arpa,
buğday silahlandı kol gezer,
Hele
onun samanına bir bakın.
Kesmik,
tezek yakıtımız ısımaz,
Külü
çıkar duman olur yasımız,
Pilav
dolu sahanımız, tasımız,
Bay
bulgurun harmanına bir bakın.
Bir
söz deyin derdi nasıl tepelim,
Kalkınmaya
nasıl hamle yapalım,
Verin
beyim elinizi öpelim,
Gönlümüzün
lisanına bir bakın.
Biliriz
ki bunlar bizim derdimiz,
Geçinmiyor
koyun ile kurdumuz,
Türk
oğludur, Türkiye'dir yurdumuz,
Mânâsızın
vatanına bir bakın.
Mânâsız Karasınır /1973
|
Seçimle gelenden diktatör olmaz
Risk var diye mevcudu korumak mı lazım. Öyle zannediyorum, mevcuttan memnun olan pek yok gibidir. Mesele ön yargısız bir şekilde incelendiğinde bugünkü anayasamızda da tüm yetkiler Cumhurbaşkanında toplanmıştır. İsterse Cumhurbaşkanı hükümeti çalıştırmaz, kilitler. Nitekim bunun örneklerini bu ülke çok görmüştür. Çoğu zaman devlet krizine sebep olmuştur. Mevcut anayasamıza göre yürütme ile yasama aynı kişilerin elinde zaten. Yargımız ise evlere şenlik. Hiçbir zaman için bağımsız olarak kendi vicdanlarına göre karar vermedi. Ya hükümetle uyum içinde oldu. Ya da hükümetin karşısına geçip çalıştırmamak için uğraştı.
Mevcut anayasaya göre görev ve sorumluluklar kurumlar arasında dağıtılmıştır. Kurumlar devleti yönetenlerle uyum ve eş güdüm içerisinde olduğu zaman devlet sıkıntısız işlemiştir. Maalesef çoğu zaman anayasal kuruluşlar çatışmacı bir yol takip etmişlerdir. İşin garibi siyaset çözmek istemiş kurum ve kuruluşlar ise çözdürmemek için çaba sarf etmişlerdir. Sonuçta vatandaş siyaseti cezalandırma yoluna gitmiştir. Yeni değişiklikle beraber devletin kurumlarında bir uyum olacaktır ümidini taşımaktayım. Farz edelim ki bu yeni değişiklikle tek adamlığa gidilsin. Mevcut anayasada tüm kanun ve anayasalar, üçlü kararname ile atamalar zaten yine tek adam olan mevcut Cumhurbaşkanı tarafından yapılmıyor mu? Eski haliyle hantal bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Yenisiyle beraber devlet daha hızlı hareket alanı bulabilecektir.
Konumuz tek adamdı. Biz Doğu toplumları olarak zaten hep tek adamız, pek istişareye açık değiliz. Partisine hakim olana disiplinli deriz. Hakim olamayana bir partisine bile hakim olamıyor deriz. Ailelerdeki kavgaların temelinde benim sözüm olacak, senin ki olacak kavgası vardır. Kurumlarda hiçbir müdür emri altındakilerden itiraz beklemez. Hiçbir şeyh ve STK'da baştaki tek adamdan başkasının sözü geçmez. Doğu toplumlarında kurumsallaşma maalesef yok. Başarı ve başarısızlık kişilere bağlıdır. Siyasi parti başkanlarının hangi birinin sözü üzerine söz söylenir, söylemeye kalkan hemen partinin disiplin kuruluna verilerek sevk edilerek partiden ihraç edilir.
Hasılı biz zaten tekiz, sözümüzün üzerine söz söyletmeyiz. Dediğim dedikçiyiz. Yalnız şunu söyleyeyim, seçimle gelen seçmene hesap vereceği için diktatör olmaz. Çünkü zirvede kalması halkın teveccühünü kazanmasına bağlıdır. Türkiye'de esas korkulması gereken başarılı olacak bir darbe veya ihtilal sonrası gelecek azınlığın halka zorla tahakkümü söz konusu olabilir. Darbe ile gelen zaten ilk önce yürürlükteki anayasal mevzuatı çöpe atar. Kendi dağ kanunlarını uygular. 31/01/2017
Evet/hayır cephesi **
Evet/hayır cephesi kılıçları çekti bile. Kimi tek adamlığa gidildiği için hayır cephesinde, kimi de güçlü bir Türkiye için evet denmeli şeklinde atışlara başladı. Benim bildiğim siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının işi olması gerekirken bizim vatandaşımız üzerine vazife olmayan işlere girdi bile. Bırakalım siyasi partiler eteklerindeki taşları döksünler, evet ve hayırın gerekçelerini açıklasınlar. Biz de onları dinleyelim. Son sözü sandıkta biz söyleyelim. Sadece slogana dönük evet/hayır ihsaslarının kimseye faydası olmaz. Herhangi biri gerekçeleriyle birlikte eksik ve müspet yönlerini açıklayan bir ihsası reyde bulunursa doğru yanlış emek sarf etmiş, durumu değerlendirmiş derim. Hatta tebrik ve takdir ederim.
Sanal alemde evetçiler ve hayırcılar kutuplaşma seviyesinde basmakalıp sözlerle paylaşımlarda bulunmaya devam etsin. Niyetleri halkı etkilemek olsun. Kusura bakmayın, havanda su döversiniz. Bizde son sözü vatandaş söyler. Sosyal medyayı ve sanal alemi kullanmayan elleri nasırlı Anadolu insanı söyler. Yok ben söyleyeyim diyen olursa ne olur halkın anlayacağı şekilde paylaşımlarda bulunun. Evet paylaşımında bulunan bir çok okumuş ve bir yerde görev yapan kişiler Osmanlı Türkçesi ile evet'i paylaşıyor. Amaçları ne anlayabilmiş değilim. Sizin paylaşımını yaptığınız Osmanlıca'yı bugün halkın ekseriyeti maalesef okuyamıyor. Niyetiniz halka inmek ise onlara anlayacağı dilden yaklaşın. Konuştukları dil ile hitap edin. Osmanlıca paylaşmak, ben Osmanlıca biliyorum, haberiniz olsun demekten başka bir işe yaramaz. Bunu iyi niyetle yapıyorsanız yapmayın, kötü niyetle yapıyorsanız gördük, vazgeçin bu işlerden. Hayır cephesi ise Yedi Kocalı Hürmüz gibi. Sloganların arkasına sığınarak paylaşımlarına devam ediyor. Güya memleketi çok sevdiklerini izhar etmeye getiriyorlar. Mevcudu korumaya çalışmaktan ziyade bir başka amaçları görünmüyor. Ya da bu değişiklik kime yarayacak? Ona yar olacağına olmasın bu değişiklik havasındadır.
Sözün özü, ister hayır, ister evet cephesinde olun. İşimiz yok, paylaşacak bir şey yok, vakit geçiriyoruz diyorsanız sanal alemde kalabalık etmeye devam edin. Bir nebze de egonuzu tatmin etmiş olursunuz. Vatandaş kutuplaşmanın yanında değildir. Okumuşun yanında değildir, sanatçı ve aydınların yanında hiç değildir. Anadolu'nun çilekeş insanı sizden daha fazla bu ülkeyi, ülkenin nereye götürülmek istendiğini cahil(!) haliyle daha iyi biliyor ve inanın gereğini yapacak. Boşu boşuna birbirinizi hırpalamaya çalışmayın. Çünkü hakem ne diyorsa o olur. Siz gölge etmeyin, ihsan istemez. 31/01/2017
** 15/02/2017 tarihinde www.kahta.soz.com'da yayımlanmıştır.
Devlet malı yetim malı olarak görülmeli, deniz değil **
31/01/2017 tarihinde Kahta.soz.com gazetesinde yayımlanmıştır.
Ben bu pazar evden niye çıktım ki?
Ziyaret edeceğim kişilerin kimi hasta, kimi baba dostu, kimi ahbap. Eli boş gidilmez diyerek markete girdim, 5 ayrı hane için çam sakızı çoban armağanı bir hediyemi aldım. 3 haneyi kısa süreli bir ziyaretten sonra ziyaretimize biraz ara vererek bu soğukta davetli olduğum bir düğüne uğramak için düğün salonunu bulmak için epey bir çaba sarf ettim. Nihayet salonu bulduk. Epeydir ara verdiğimiz Konya düğün yemeği için boş bulduğumuz bir masaya oturduk. Oturduk oturmasına ne düğün sahibi ortalarda gözüküyor, ne de servis yapanlar. Nice sonra elinde bir pilav tabağı ile bir genç geldi. "Konya menüsünün sırası mı değişti yoksa" dedik. Görevli: "Hayır değişmedi, yemek kalmadı" dedi. Ardından tasın yarısına kadar katılmış bamyamız geldi, bir pilav daha derken arkası kesildi. Nasibimiz bu kadarmış dedik kalktık. Düğün sahibini nihayet görebildim. Garibim yemek yetmeyince sanırım kuytu bir yere sinmiş olmalı. Yanına vararak hayırlı olsun dedim. Hediye olarak para takdim ettim. "Yemek yemedin mi" dedi. Yedim dedimse de benden önce bir başkası haber vermiş olmalı ki, düğün sahibi "Yok yememişsin" dedi. Nasibimiz kadar yedik, düğün bu. Olur böyle şeyler dedim, vedalaştım.
Salondan aşağıya inerken baktım orada çay servisi yapılan bir yer var. Bu soğukta aç da olsam içimi ısıtır, bir bardak çay içeyim dedim. Çayın da mı bitti dedim. Evet çay da bitti dedi. Vardığım yeri kurutmuştum. Huyum kurusun!
Düğün evinden ayrıldıktan sonra bir büyüğümüzü daha ziyaret ettik. Kısa bir ziyaretten sonra vedalaştık. Düğün yemeği diye getirdiğin çoluk çocuk yemek yiyemediyse ne yapılır? Soluğu lokantada aldık. Hediyesini ödeyip çıktık. Ardından bir hasta ziyareti daha yaptıktan sonra 22.30 sularında evime geri döndüm.
Öğle vakti çıktığım evimden akşama kadar epey bir ziyaret sığdırdım. Ama bu çıkış bana pahalıya patladı. Arabaya yakıt+ ziyaretlere hediye+ düğüne hediye+ düğün yemeği yerine lokanta masrafı...derken soluğu evde aldım. Benim evde yaptığım hesap çarşıya uymadı, kafa dağıtacağım derken para dağıttım. Cebim boşaldı. Siz siz olun, pazarınızı evde geçirin. 30/01/2017
İçi kötülük dolu bir insanı tedavi etmek sevaptır
Eskiden nasıl olurdu, nerede olurdu diye bir soru aklınıza gelebilir. Bilmeyenler için kısa bir açıklama yapalım. Eskiden seminer, kurs vb hizmet içi programlarından merkezi olanları Yalova, Rize, Erzurum, Mersin, Aksaray gibi devlete ait eğitim enstitülerinde yapılırdı. Buralar da beş yıldızlı otelleri aratmaz. Mahalli hizmet içileri ise il merkezindeki herhangi bir okulun konferans ve çok amaçlı salonlarında yapılırdı. Mahalli olanlarında etkinliğe ev sahipliği yapan okul veya kurumun rahatsız olmasından başka bir masrafı olmazdı. Merkezi olanların da ise katılımcıların yol ve iaşe bedelleri devlet tarafından karşılanırdı. Kısa bir süre bakanlık yapan Ömer DİNÇER merkezi hizmet içi programlarının devlete ağır yükler getirdiğini ifade ederek özellikle merkezi hizmet içi programlarını kaldırmıştı.
Ömer DİNÇER'den sonra köprünün altından epey sular aktı. Sonraki gelenler çözüm yolunu buldular. Daha az masraflı olan özel sektöre ait beş yıldızlı oteller, özellikle sahil kenarında bulunanların yegane müşterileri şimdi MEB personeli oldu. Hesap kitap işlerinden pek anlamam. Benim anlayışıma göre devlete ait yerlerde yapılan bu tür etkinlikler daha ucuza, oteller ise daha pahalıya gelir. Hız kesmeden çalıştay adı altında yapılan programların değişmez adresi lüks oteller olduğuna göre demek ki buralar daha ucuz. Her konuda olduğu gibi yine bu konuda da yanılmışım. Benim gibi müspet ilim özürlü birinin yapacağı hesap da ancak bu kadar olur. İçim fitne kaynıyor belli. Nasıl tedavi edeceğim bilmiyorum. Aslında hemen hemen her konuya el atan devletimiz içimdeki kötülüğü tedavi edecek bir yol ve yöntem bulsa fena olmaz sanırım. Çünkü içim içimi kemiriyor, homurdanmaya başlıyorum. Şu içimden geçenlere bir bakın hele. Bir Müslüman bakış açısına yakışıyor mu?
Kamuya ait her türlü etkinlikler, hizmet içi programları devlete ait olan yerlerde yapılmalıdır. Oteller daha pahalıdır. Sanki oteller rezerve edilerek birilerinin cebi dolduruluyor, belki de bedel ödeniyor. Kim bilir işletmeci seçim çalışması öncesinde vekilini, siyasetçisini maddi ve manevi olarak destekledi de şimdi bedel ödeme sırası karşılıksız iyilik görende. Hizmet içi programları, çalıştaylar bir problemi çözmek, çalışanlarına yeni bir ufuk kazandırmak için yapılıyor, yapılması da lazım. Fakat problemler kuş tüyü yataklarda yatarak, yumuşak koltuklarda oturarak giderilemez. Sonra başkası ne der. Buralara ödenen paralarda tüyü bitmemiş yetimin hakkı var, caiz mi? Başkasının ağzını büzemezsin ki. Yetkililer, özellikle dini duyarlılığı olanlar kılı kırk yararcasına yoğurdu üfleyerek yemeli. Devletin malını deniz, yemeyen keriz mantığı içerisinde olmamalı... gibi şeyleri maalesef şeytan-ı aleyhillane hep vesvese veriyor.
Bereket benim gibi içi fitne dolu insanımızın sayısı pek yok. Bu duruma ne kadar şükretsek azdır. Benim gibi kadir ve kıymet bilmeyen, mide bulandıran tipler maalesef hep oluyor. Hoşgörünüze sığınarak beni affedin, idare edin. Beni tedavi edebilirseniz size hep minnettar kalırım. Zira içi kötülük dolu beni tedavi etmek sevaptır. Ayrıca size verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim. Siz yolunuza devam edin. Kafanıza takmayın. ben dişimi gösterir dururum. Korkmayın! ısıracak köpek işini göstermez. 30/01/2017
30 Ocak 2017 Pazartesi
Birbirimizin cahiliyiz. Hem de zır cahili
Doğru-yanlış bilgilerin paylaşım adresi olan bu alem aynı zamanda kutuplaşma, taraftarına mesaj verme, taraftar kazanma ve egoların tatmin edildiği yerdir. Bu aleme karşı değilim. Yeter ki yerinde ve zamanında sadra şifa olacak paylaşımlar olsun.
Burada üzerinde vurgu yapacağım görüş bu alemin kutuplaşma aracı olarak kullanılması. Memleketi ilgilendiren konularda insanların görüşlerini objektif olacak şekilde değerlendirmesini faydalı da görürüm. Fakat oldum olası sloganvari paylaşımlara sıcak bakmam. Faydalı da görmem. Aklın örtüldüğü, duygu ve hislerin düşünce diye paylaşıldığı bu tip paylaşımlar taraftarına mesaj, rakiplerine kulağı kapalı paylaşımlardır. Kör ve sağırlara oynanır. Kimse kimseyi de ikna edemez, germekten başka.
Slogan paylaşımlarında dezenformasyon, bilgi kirliliği, tedhiş ve yıldırma söz konusu. Aşırı fanatikliğin bir ürünü olan bu paylaşımlarda bugüne kadar birbirini ikna eden görülmüş değildir. Çünkü her bir taraftarın diğerine karşı gözü, kulağı, kalbi kapalıdır. Bu aleme girenler cahil olsa derim ki cahilden fazla bir şey beklenmez zaten. Bu alemi kullanan ve milleti kutuplaştıranların ekseriyeti okumuş kesimdir. Maalesef farklı görüşe kapalı okumuşlardır bunlar. Ne genele bir şey verir, ne de alır. Dediğim dedikçidir bunlar. Kendisini akıllı, zeki, fikrini en doğru fikir olarak görür. Farkına varmadan birisinin peşine takılır, kılıçları kuşanır. Aklını birilerine kiraya verdiğini bile düşünemez. Görüşün kendisine değil, söyleyene göre tavır alır. Böylelerine sözün geçmez. Birinin fanatiğidir artık. Bu durumda belki cahile söz geçirirsin, fakat bu tiplere ağzınla kuş tutsan kendini ve fikrini beğendiremezsin. Bu pozisyonuyla cahilden beter bir durumdadır. Böylelerinden mümkün olduğu kadar uzak durmak ve tartışmamak gerek. Hani Gazali'ye ait "Cahillerle tartışmaya girmeyin. Çünkü ben onları hiç yenemedim" sözü zikredilir ya. İşte öyle bir şey. Bu tipler okumuş cahillerdir. Kendi fikrine ve zikrine de aşıktır. Ya şakşakçı, ya muhaliftir. Bunların biri Musa, diğeri İsa'dır. Her ikisi ne de söyleyecek söz zaittir, havanda su döğmedir. Nuh der, peygamber demezler.
Söz, ikisinin arasında kalan, sözü kimin söylemesinden ziyade söze bakan tiplere söylenir. Bunlar Muhammed'dir. Ne İsa'ya, ne de Musa'ya yaranırlar. Doğruya doğru, yanlışa yanlış derler. Sırtlarında yumurta küfesi yoktur. Kimseden bir beklentileri de olmaz. Kimsenin kınamasına aldırmazlar. Bunlar orta yolu tutanlardır. 30.01.2017
Adı altın harflerle yazılacak vekil ***
01/02/2017 tarihinde ladik.biz de yayımlanmıştır.
29 Ocak 2017 Pazar
Hiç sorumluluğu olmayan alan hep muhalif olmaktır
Nasıl olacak bu iş dersen? Çok kolay. Birinci görev ve vazifen her şart ve ortamda iyi-kötü her şeye karşı çıkacaksın. Mesela bir bardakta su var. Bardağın dolu tarafını görmeyeceksin. Taşmasın veya taşınması kolay olsun diye üstünde dudak payı bırakılmıştır. İşte sen o boşluğu göreceksin. Bu konuda yapman gereken tek şey vicdanını bastırmaktır. Vicdanına mağlup olup da bardağın dolu tarafına bakarsan geçmiş olsun, artık senin muhalifliğinden söz edilemez. Cenazenin kılınması gerekir. Çünkü vicdanına söz geçiremeyenin muhalefette işi olamaz.
Bir gün beni başa, sorumlu makama getirirlerse diye fazla üzülme! Çünkü gelemezsin, gelmek istesen de halk getirmez. Bu yüzden için rahat olsun. Bol keseden atıp bol keseden konuşacaksın. Yapman gereken tek şey her şeye karşı çıkmaktır. Bu da zor değildir. Üstelik hiçbir maliyeti de yok.
Bir gün tüm insanlar ittifakla "Bu dünyada senden dürüst kimse yok, herkes denendi, senin ağzından bal damlıyor, gel seni başımıza başkan yapalım" derlerse ona da karşı çık, bu işte bir oyun var diye.
Gördün mü bu yolu izlediğin zaman konuşmanın, bağırıp çağırmanın hiçbir sorumluluğu yok. Tabi bu işi yaparken seni alkışlayacak, sürekli seni motive edecek, şakşakçılık yapacak, egonu tatmin edecek küçük de olsa bir grubun olacak. Öncelikle bunun için çaba sarf etmen gerekecek. Bunu yapmazsan seni kimse alkışlamazsa o zaman muhalefetin beş para etmez.
Muhalefet yaparken sakın ola, yapıcı muhalefet yapmayacaksın. Yol gösteren olmayacaksın. Alternatif yol gösterirsen de makul olmasın. Yapılması muhal olan yol göster. Sözlerine başlarken ben olduğumda diye başla. Zaten sen başa gelmeyeceğin için her söz senin için mubahtır. yani senin muhalefetin hep müzmin muhalefet olacak. haydi göreyim seni!.. 29/01/2017
28 Ocak 2017 Cumartesi
Bil ki istenmiyorsun!
Sormuşlar...
-Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?
Filozof cevap vermiş:
-Ona ulaşmak için eğilmek lazım da ondan...
***
Sokrat ölüme mahkum edildiğinde eşi:
-Haksız yere öldürülüyorsun diye ağlamaya başlayınca,
Sokrat:
-Ne yani, bir de haklı yere mi öldürülseydim?
***
BEŞ İNCELİK
Konfüçyus dedi ki: "Beş inceliği yücelt, dört kötülükten kurtul."
Öğrenci sordu: "Bu beş incelik nedir?"
Konfüçyus dedi ki: İyi insanlar:
. Müsrif olmadan eli açık olurlar;
. Gocunmasız çalışkan olurlar;
. Haris olmadan istek duyarlar;
. Mağrur olmadan rahat davranırlar;
. Ürkütücü olmadan saygın olurlar."
Öğrenci sordu: Dört kötülük nedir?"
Konfüçyus yanıtladı:
. Nasihatsız infaz etmek, bu gaddarlıktır.
. Öğretmeden başarıları ölçmek, bu kabalıktır.
. Yönetimde gevşek olup sınırlar koymak, bu kötü niyettir.
. Başkalarının hakkını verirken cimri davranmak, bu bürokrat olmaktır. 28/01/2015
İncir çekirdeğini doldurmayan toplantılar...
-Ne toplantısı bu durmadan?
-Yöneticilerimizin aklına estikçe...
-Sonuç, var mı bir gelişme. Neyi çözdünüz bugüne kadar?
-İncir çekirdeğini doldurmaya çalışıyoruz.
***
-Osmanlı niçin yıkıldı?
-Dışarıdakilerin emelleri, içerideki uzantıları sayesinde.
-Bizim yöneticiler armut mu topluyordu bu esnada?
-Bizimkiler yoğun bir şekilde çalışıyorlardı.
-Devlet yıkılırken ne işi bu?
-Toplantı üzerine toplantı yapıyorlardı. Birinden çıkıp diğer toplantıya geçiyorlardı.
-Toplantılardan sonuç almışlar mı bari?
-Nerede! Nafile turlarıydı onlarınki. O kadar toplantı sığdırmışlar bir güne. Ama, canım Osmanlı'yı yıkılmaktan kurtaramamışlar. 28/01/2016
Alın turşusunu kurun! *
30/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
27 Ocak 2017 Cuma
Sıkıldım, oyalanacak bir iş arıyorum diyorsan; al sana iş
Hemen bir watsapp grubuna dahil ol. Grupta 100 tane arkadaşın olur. Onlardan biri bir şey paylaşır. Ondan sonra hayret ve şaşkınlıkla izlersin. Çünkü ne iş yaptırır, ne de uyutur.
İşte sana iş. Zaten sen de iş istemiyor muydun? Sen istedin. Artık gruptan da çıkamazsın. Çıksan da seni tekrar eklerler.
Artık ardı arkası kesilmeyen paylaşımları görünce durmadan "Fe sübhanallah, ya sabır" çekersin. Böylece dilin de duaya alışmış olur. 27.01.2016
26 Ocak 2017 Perşembe
Hoşlanmadığımız kötülüklerle niçin başa çıkamayız?
Belki de Bal Yediğimizdendir *
-Çoktan
unuttuk bizler adabımuaşereti-
Eskiden
okulda şu görgü kuralları öğretilirdi:
1.
Şimdi de öğretiliyor ama öğretmeye çalışanlar -belki de kendilerinde
uygulamadıkları için- sözleri tesir etmiyor...
2.
Sınıfa girerken acele ile birbirini itmeyerek sıra beklemek.
3.
Sıralarda gürültü çıkarmadan sessizce oturmak, sınıftan çıkarken öğretmeni
selamlamak.
4.
Verilen vazifeleri günü gününe hazırlamak. "Haberim yoktu, defterim evde,
arkadaşımda kaldı" gibi mazeretler bulmaya çalışmamak.
5.
Önlüklerin temiz, ütülü olması, eteklerin altından başka renkte elbise
görünmemesi.
6.
İskarpinlerin eski de olsa daima boyalı olması.
7.
Saçların kısa kesilmesi veya siyah kurdele ile bağlanarak yahut arkadan sıkıca
toplanarak dağınıklıktan kurtarılması.
8.
Arkadaşlarla görüşürken hitaplara dikkat etmek. Birbirini "hişt" diye
çağırmamak, kolundan dürtmemek.
9.
Kütüphanede ses çıkarmadan, kendi varlığını hissettirmeden yürümek, başkalarını
rahatsız etmeyerek oturup çalışmak.
10.
Eve ait işlerde anaya yardım etmek, evde hizmetçi de olsa bir genç kızın hususi
işlerini kendisinin görmesi.
11.
Fakir olsa da evin, yemek masasının temiz, tertipli olmasına dikkat etmek,
yalnız da olsa temiz tertipli yemek yemek, sofraya hep birden oturmak.
12.
Gece yatısı misafirliğinin vereceği rahatsızlık düşünülerek davet olunmadan
veya ansızın kardeş evine bile gitmemek.
13.
Tevdi edilen bir sırra hürmet etmek.
14.
Hususi hayatımızdan kimseye bahsetmemek.
15.
Değmez yere iddialara girişerek münakaşaları kavga şekline dökmemek.
Not:
YIL 1939. İstanbul Kız Lisesi/Muaşeret Kaideleri kitabından alıntıdır. 16/01/2013
*28/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
İktidar nimetinden faydalanan kesim/ler
Ülkenin değişimine ve gelişmesine hep takoz oldular. Her şeye karşıydılar. Hatta milletin değerlerine bile. Belki de bu yüzden millet onlara bir daha hiç iktidar vermeyerek cezalandırdı. Değişmez muhalefetti onların bu ülkedeki namı diğer adı. Nasıl bir düzen kurdularsa muhalefet olmalarına rağmen devletin kaymağını yine onlar yedi. Onların giyim kuşamı çağdaş idi. İktidar olanlara kök söktürdü, devleti kilitledi. Yine onlar bu vatanın öz evladı idi. Kendilerini birinci sınıf devletin kurucusu olarak görürlerdi. Fikirleri hep iktidardı.
2000'li yıllardan sonra bürokrasideki hakimiyetleri zayıflamaya başladı, fikirleri tartışılır oldu, sözleri pek geçmez oldu. Burjuvazilikleri pek sökmez oldu. İrtica paranoyalarını halk pek yutmaz oldu. Çünkü "Bu halk cahildir güdülmeli...bidon kafalı...karnını kaşıyan adam" diye küçümsedikleri halk taşradan merkeze yürüdü. Artık ne zihniyetleri, ne fikirleri iktidarda idi. Ne de bürokraside varlardı.
Şimdi de bu dönemde iktidarın her türlü icraat ve tasarrufunu acımasızca eleştiren bir kesim var. Fikir ve düşünce olarak iktidardakilerden farklı bir düşünce yapısına sahip değiller. Hükümet atamalarda onları tercih etmesine rağmen ne oy verirler, ne de destek olurlar. Etik olan icraatlarını eleştirdiğin hükümetin özellikle yöneticilik vazifesinde görev almamaktır. Bu konudaki görüşüm belki garip gelebilir, belki isabetli bir görüş olmayabilir ama ben böyle düşünüyorum. 26/01/2017
Anayasa referandumunda ne yapalım? *
28/01/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Yöneticilik formasyonu
Nasrettin Hoca eşeğiyle beraber bir hana misafir olur. Gece istirahatte iken eşeğinin çalındığını sabahleyin han sahibi haber verir. Hoca küplere biner ve hemen eşeğimi bulun der.
Han sahibi hocanın görüntüsünden çok korkar, hemen aramaya koyulur ve nihayet güç bela eşeği bulur. Hocaya: "Hocam eşeği bulamasaydık ne yapacaktınız" diye sorar hancı. Hoca da: "Eşeği bulamasaydınız babamın yaptığını yapacaktım," der. "Baban ne yapmıştı," diye sorar hancı. Hoca: "Yıllar önce babamın da eşeği çalınmıştı, eve kadar yürüyerek gelmişti, eğer siz de eşeğimi bulamasa idiniz eve kadar yaya yürüyecektim cevabı verir. 26.01.2015
25 Ocak 2017 Çarşamba
Bir zamanlar camiasının vicdanı idi
Onu ilk defa 90'lı yıllarda Konya'da Alaaddin Keykubat Salonunda bir konferansta tanımıştım. İki saatten fazla konuşan bu adamı ağzım açık dinledim. Şu anekdotu da ondan dinlemiştim: "Manisa'nın bir köyünde yapılan bir düğünde evlilik ve nikahın önemi hakkında konuşma yapmak üzere yörenin tanınmış bir hocasını davet ederler. Hoca konuşmasını yapar. Konuşmanın bitiminde jandarma gelir hoca efendiyi karakola götürür ve hakkında dava açılır. Çünkü hocadan haz almayan muhtar karakola giderek şikayet eder. Gerekçe de laikliğe aykırı konuşma yapmak. Durumun ciddiyetini anlayan bir kaç avukat, hocaya giderek gönüllü avukatları olmak istediklerini söyledilerse de hoca herhangi bir suç işlemediğini iddia ederek müvekkili olmayı kabul etmez. Güç bela ikna edilir. Dava günü gelir. Zanlı mahkemeye çıkarılır. Hoca: Evliliğin önemine binaen ayet ve hadis okuduğunu söyler. İki tane şahit girer içeriye. Hakim: 'Ne yaptı hoca efendi' diye soru sorar. 'Laikliğe aykırı konuşma yaptı' cevabı verirler. Avukat: 'Sayın hakimim lütfen laikliğin ne olduğunu sorar mısınız' deyince hakim: 'Ne demek oğlum laiklik' der. adam: 'Ne bileyim hakim bey ben. Karakol komutanı, laikliğe aykırı konuşma yaptı' diyeceksin dedi. Ben de onu söyledim' deyince hakim sanığın beraatına karar verir. Hoca efendi de postu deldirmekten gücün kurtulur.”
Gönüllere, kalplere, vicdanlara hitap ediyor, damardan giriyordu. Hani yediğimiz bir şey için tadı damağımızda kaldı denir ya, işte öyle bir şey. Aradan 27 yıl geçmiş, hala o beliğ konuşmasını unutmadım. Kim bu dedim. Bir partinin il başkanı dediler. Sonra milletvekili olarak gördüm onu. Partisinin grup başkan vekili oldu. Ele avuca sığmıyordu. Tutabilene, durdurabilene aşk olsun.
Partisi kapatıldı. Kurdukları yeni partiyle yeniden meclise girdi. 28 Şubat rüzgarı partisini kapatınca ak saçlıları bırakarak yenilikçi hareketin başını çekti. Kendisine tepki gösterenlere 'Tamtamcı gençlik' dedi. Yeni kurdukları partiyle birlikte 3 dönem boyunca partisi iktidar oldu. Bakanlık, hükümet sözcülüğü, meclis başkanlığı ve başbakan yardımcılığı görevlerini yürüttü. Partisinin hep ağır topu oldu. Karar merciinde o oldu, hükümetinin her kararını o savundu. 17-25 Aralık olaylarıyla birlikte hem sorumluluk makamında hem de dokundurmaya başladı. 3 dönem kuralından sonra aktif siyaseti bırakacağını söyledi. Dediği gibi yeniden aday olmadı. Hem partisi adına çalışıyor, diğer taraftan da huzursuzluğunu kah konferanslar vererek, kah basına beyanat vererek, kah TV programlarına çıkarak ihsas ettirmeye çalışıyordu. Ne zaman konuşsa tepki gelince yeni izahlar yaptı. Ben şunu kastettim, özür dilerim dedi. Üzerine gidildiği zaman "Benim bu partide bir özgül ağırlığım var" dedi. Ben FETÖ'yü tanıyamamışım, başbakanımızın bildiğini siz bilseniz az bile söylemiş dersiniz dedi. FETÖ'den dolayı ellerine kelepçe takılanlara cübbesini giyerek avukatlık yapmaya soyundu.
Yaralı bir kurt gibiydi, duygusaldı, duyguları aklının önüne geçmeye başladı. Kritik bir seçim öncesi partisinin ağır kurmayıyla basın önünde ağız dalaşına girdi, partisine de oy kaybettirdi.
"Torun seveceğim bundan sonra" diyerek aktif siyasetten ayrı kaldı. Ama torun sevdiğini gören olmadı bu güne kadar. 15 Temmuz'da meydanlarda görünmedi. Evine de girmedi. Her uzatılan mikrofona konuştu, hep iğneledi bıraktığı camiayı. Şimdilerde konferanslar veriyor. Yıllardır sorumlu olarak görev aldığı ve onurla yürüttüğü geçmişini yok edercesine konuşmaya devam ediyor.
Duygusallığı onu konuşmaya itiyor. Konuştukça tanınmaz oluyor. Sevenleri yanından uzaklaşıyor. Gönüllerdeki yerini yok etmek için uğraşıyor. Ne yapmak istediğini bilen varsa elini öpmek gerek. Bir şeylerde anlaşamadıkları belli. Ya geçmişini inkar etmeli, ya parti kurmalı, ya da susmalı. Susmalı ki, bir zamanlar herkesin ağabey ve partinin vicdanı dediği gibi kalmalı. Öküz ölünce ortaklık bozulmamalı. Partisinin vicdanı maalesef kara vicdanlı olmaya doğru gidiyor. Yazık oldu ona. Yazık oldu büyüklüğüne. Yazık oldu beyefendi, kibar görüntüsüne. Duyguları vicdanının önüne geçmemeli. Kendisini sıfırlamamalı. Ülke bir dar boğazda iken kayıkçı kavgası zamanı değil. Torun sevgisi evlat sevgisi gibi değil derler. Torununu sevmeye zaman ayırmalı. Çünkü torun sevgisi başkadır. Önüne mikrofon geldi mi? Bu ne demeli. Biraz tecahülüarif sanatı yapmalı. Söz ve gönüllerin ustasından da bu beklenir.
Tanıdınız mı bu ağabeyi? Ben ismini unutmaya başladım bile... 25/01/2017