Ana içeriğe atla

Anayasa referandumunda ne yapalım? *

Mini anayasa referandumunda evet veya hayır demek ülkeyi bölmez. Aba altından sopa göstermek isteyenlere pek itibar etmemek lazım. Bu ülkeyi dış/süper güçlerin içimizdeki taşeron örgütleri olan PKK, DHKP-C, FETÖ, DAEŞ... daha niceleri bölemedi ki bir vatandaşlık hakkı olan evet/hayır bölsün. Bu taşeronların yıllardır ne köklerini kurutabildik, ne de pes edip defolup gittiler. Düşman kardeşler gibiyiz onlarla. Ama şundan emin olalım güçlü bir devletimiz var, içerisi ve dışarısı hainlerle dolu olmasına rağmen dimdik ayaktayız. Acıların çocuğuyuz anlayacağınız.

Sonucuyla birlikte tatlı bir referandum ortamı geçiririz inşallah. Daha referandumun tarihi bile belli değilken ortam hemen gerildi. Evet ve hayır cephesi oluşmaya başladı. Bir cephe güçlü bir Türkiye için sonuç evet olmalı, diğer kesim ise evet tek adamlığa götürür. Kimi ülke bölünür, kimi bölünmez şeklinde görüş belirtmeye başladı bile. Şunu baştan söyleyeyim ben bu milletin feraset ve basiretine inanıyorum. Mutlaka doğruda isabet eder. Bakmayın bazılarının ‘Bidon kafalı’ falan dediklerine. Sosyal ve siyasi olaylarda hiçbir şey tek başına yüzde yüz doğru ya da yanlış olmaz. Mevcut anayasa da bünyesine riskler barındırmakta, yeni gelecek olanın da barındırdığı riskler vardır. Bunun şu tehlikesi var denirse yeni şeylere hiç yelken açmamak gerekir. Hangi anayasa olursa olsun iş kullanıcı da bitmektedir. Kullanıcı iyi ise mevzuat iyi, kötüye kullanırsa kötü olur.

Mevcut anayasa Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı için hazırlanmış ve yetkilerle donatılmış bir anayasa idi. Çoğu başbakan ve cumhurbaşkanı arasında yetki karmaşası olmuş, zaman zaman devlet kilitlenmiştir. Evren-Özal, Özal-Yılmaz, Özal-Demirel, Demirel-Çiller, Sezer-Ecevit, Sezer-Erdoğan, Gül-Erdoğan, Erdoğan-Davutoğlu...çoğu zaman anlaşamamışlardır. Hatta çoğu kendi partilerinden çıkan cumhurbaşkanı olmasına rağmen zaman zaman birbirlerine rest çekmişlerdir. Çünkü bizdeki mevcut anayasada sorumluluk hükümette olmasına rağmen ipler cumhurbaşkanının eline verilmiştir. Gül-Erdoğan uyumlu çalışsalar da tedirginlik gösterdi çoğu zaman. Ecevit’in önerisi ile devlet başkanı seçilen Sezer’in fırlattığı anayasa kitapçığı Cumhuriyet tarihimizin en büyük devalüasyonuna ve ekonomik krize sebebiyet vermiştir. Sezer-Erdoğan döneminde ise Cumhuriyet tarihinde olmadığı kadar çıkarılan kanunlar veto yemiştir. Hem öyle taktikler geliştirmişti ki muhterem, inceleme suresi olan 15 günü de kullanır, sonra geri gönderirdi. Birçok önemli makama üçlü kararname ile bürokrat atanamamıştı, çoğu önemli kurumların başında vekaleten yürütme dönemi yaşanmıştır. Sezer, koalisyonun aralarında anlaşamayarak dışarıdan buldukları adamdı. Yedi sene boyunca çalışmak isteyen hükümete fren olma görevi yapmıştı. Üstelik vatana ihanet dışında hiçbir sorumluluğu yoktu, layüs’eldi. Sezar’ın pardon Sezer’in yaptığı en iyi şey bir yere giderken yol ve caddelerin sadece kendisinin geçmesi için trafik tarafından kesildiği durumlarda boş caddede kırmızı ışıklarda beklemek oldu. Ömrünü böyle geçirdi. Döneminde devletin gelişmesine sebep olacak hiçbir radikal karara imza atılmadı... 7 Haziran seçimlerinde hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemeyince ülke en zor zamanda müstafi hükümetle işi götürdü. Çünkü hiçbiri diğeriyle koalisyon kurmaya yanaşmadı. Abdullah Gül, yapılan değişiklikler önüne gelmeden önce Meclise yön verir, gerekli değişiklikleri aynı anda imzalardı. Anlatmak istediğim mevcut anayasada çift başlılık var, devletin daha ağır işlemesi var. Siyasette bir gün bile çok uzun kabul edildiğine göre bir kanun değişikliğinin 15 gün bekletilmesi devleti iyice hantallaştırır. Yarın Sezer gibilerinin gelmeyeceğine dair bir garantimiz yoktur. Bu tipler, koalisyonlu hükümetlerin aranan elemanıdır.

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmeye başlanmasıyla birlikte çift başlılık daha da belirginleşmeye başladı. Bu yüzden başbakanlığın kaldırılarak yetkinin tek elde toplanmasıyla devletin daha hızlı çalışacağına, daha radikal kararlar alabileceğine inanıyorum. Milletvekili seçimi ile birlikte cumhurbaşkanlığı seçiminin aynı anda yapılacak olması bile başlı başına bir öneme haizdir. Ekonominin farklı zamanlarda çok seçimi kaldıracak gücü yoktur. Sık sık karşımıza sandık çıkarsa hiçbir hükümet seçim öncesi önemli kararlara imza atamaz.

İşi uzatmadan bu yeni sistemde Sezer gibi devleti kilitleyenlere ekmek yoktur. Milletin değerleriyle örtüşmeyenlere de ekmek yoktur. Devlet başkanı seçilecek kişide milletin değerleriyle bütünleşmiş, çoğunluğun oyunu alabilecek karizmatik lider özelliği olanlar olacaktır. Bu da ancak siyasetçilerden çıkar. 5 yılda halkın önüne çıkacak hiçbir siyasi, millete rağmen bir şey yapamaz. Tek adamlığa gitmesi söz konusu olamaz. Çünkü 5 yıl sonrasında hesap verme durumundadır. Millet canına okur. Sonra bugünkü sistemde  anayasa ve yasaları yine tek adam onaylamıyor mu? Birçok kişileri mevcut cumhurbaşkanı atamıyor mu? Her şeyden geçtim yıllardır şikayetçi oldukları anayasayı değiştiremeyen bu ve bundan önceki meclislerde  maalesef uzlaşı kültürü kendini göstermedi. Geldim gidiyorum, benim ömrüm anayasayı değiştireceğiz vaatleriyle mi geçecek? Hiç beklenmeyen bir anda -yeterli olmasa da- iktidar-muhalefet iki partinin uzlaşma kültürü adına yaptıkları önemli bir adımdır.

Sonuç ne çıkarsa çıksın ülkenin hayrına olsun. Kimse kimseye vereceği oyda mahalle baskısı uygulamasın. Ben içinden çıktığım bu milletin hakemliğine yürekten inanıyorum. Yazımı bir fıkra ile bitireyim: Birine iki içki şişesi getirmişler hangisinin tadı iyi, bir bak diye. Adam birinciden bir yudum alır, diğerinden içmeden öbürü diye gösterir. Efendim! Daha bundan tatmadan iyi diye karar verdiniz, oldu mu şimdi demişler. Adam: Hiçbir şey bu içtiğimden kötü olmaz cevabı verir. Biz mevcut anayasadan çok içtik. İçimize sinse de sinmese de...

Bereket, anayasa değişikliği hakkında ihsası reyde bulunmadan yazımın sonuna geldim. Hayırlı olsun inşallah! 26/01/2017

28/01/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde