Ana içeriğe atla

Karasınır ve Aşağı Çeşme


Her yerin, her bölgenin, her muhitin adı anıldığı zaman ilk başta akla gelen  yerleri vardır. Karasınır dendi mi? Aşağı Çeşme akla gelirdi. Yeni nesil bilmez. Şimdilerde tarih oldu,

Bugün orta yaş seviyesindeki herkesin mutlaka gittiği, kana kana suyunu içtiği, hemen altındaki söğüt ağaçlarının gölgesinde soluklandığı, anısının olduğu bir yer... Büyük-küçük herkesin buluşma yeri idi. Nereden geliyorsun/nereye gidiyorsun sorularına verilen klasik cevap 'Aşağı Çeşme' olurdu.

Aşağı Çeşme dendi mi hemen akla dokuz gözünden sürekli akan çeşmesi akla gelir. Önünde hayvanlar içsin diye uzun uzadıya ulanmış yalakları var idi. Çok amaçlı kullanılırdı bu çeşme ve yalakları. Hem insanlara hem de hayvanlara hitap ederdi. Hayvanlar yayılmadan gelince susuzluğunu yalaklardan giderirdi, gençler ve çocuklar ise bu yalaklardan yıkanırlardı. Gündüz bekçisi pek izin vermez, iştahlarını akşamın kararmasına saklarlardı. Kimi yüzmeyi bu yalaklardan öğrendi. Deniz ve göl vardı da gençler burayı mı tercih etti. Elde olan bu idi. Kimi yüzme, serinleme amaçlı, kimi de yıkanma/gusül ihtiyacını gidermek için atlardı bu yalaklara. İçindeki yosunlarına aldırmadan.

Su demek hayat demekti bizde. Bir bardak su verene "Su gibi aziz ol" denir bizim kültürümüzde. Su olur da gaz ve ördekler olmaz mı? Resimde de gördüğünüz gibi suyla hayat bulan tüm canlıların cirit attığı yer idi burası. Kimi eşeklerle, kimi de yürüyerek, kimi sırtına aldığı ıbrık, güğüm vb kap kacağı doldurmak için bu çeşmeye gelirdi. Çünkü beldenin tek suyu idi. Sonralarda her evin/hayatın önüne getirilen şebeke suyundan başka alternatifi olmayan tek suyumuz idi. Evin önündeki sular kesildi mi bu çeşmenin önünde alırdı herkes soluğu. Akar suyun fazlası ile beldenin bahçeleri sulanırdı. Yine şimdilerde mahalle pazarı olarak kurulan yerde tüm Karasınır halkına ait çızı adı verilen sebze ekilen küçük küçük yerler vardı. 9 gözlü Çeşme adı verilen bu sudan sulanırdı burası da. Bostan, salatalık, hıyar ne derseniz işte burada bol yetişirdi.

Bu çeşme ne zaman, kim tarafından yapıldı bilmiyorum. Resimde gördüğüm kadarıyla yapım yılı olarak 1970 yılı yazmakta. Daha önceki yıllara da ait olabilir. Kim bilir nasıl yapıldı? Büyük bir ihtimalle bu suyun beldeye getirilmesinde imece usulü çalışılmıştır. Her ne sebeple kim sebep olmuşsa, kimin dahli ve emeği varsa Allah kendilerinden razı olsun! Tarihini bilmesem de size birazcık işlevinden bahsetmiş oldum.

1990'lı yıllar belde ve kaza yapıldığı dönem idi. Siyasilerin seçim yatırımı idi bir yeri şehir yapmak. Nerede bir ev gördülerse burayı belde yapalım, bir kaç ev gördülerse ‘Burası ilçe olmaya layık’ diye seçim vaadinde bulundular. Karasınır da bu seçim vaadinden nasibini alan yerlerden biri idi. Hemen yanımızda bize üç km mesafede Güneybağ da ilçe sözü verilen yerlerden idi. Karasınır ve Güneybağ da -seçim vaadinin bir gereği olarak- iktidar partisinden belediye başkanlığını kazanınca iki beldenin birleştirilerek birinin Güney'i, diğerinin Sınır'ı alınarak Güneysınır adında bir ilçe ortaya çıktı. Bugün Karasınır ve Güneybağ isimleri mahalle olarak hayatiyetine devam etmektedirler. Doğal olarak şehir merkezi iki beldenin tam ortasına yapıldı. Verimli arazilere, üzüm bağlarına ve yeşilliğine aldırmadan.

Beldelerin ilçe yapılarak mahalleye dönüşmesinden sonra hemen hemen herkesin anısının olduğu dokuz gözlü çeşmemiz de bu yenilikten nasibini aldı. Bulunduğu yere park ve çay bahçesi yapıldı. Belediyelerin istisnasız tek başarılı olduğu alan park ve bahçe idi. Bizim tarihi çeşmemiz de bu şekilde tarih oldu. Ne çeşmemiz, ne çeşmeden faydalanılarak sulanan meyve bahçeleri, ne de resimde gördüğünüz üzüm bağları olan yeşil hüyüğümüz kaldı. Şehirciliğin girdiği her yer gibi bizim çeşmemiz  ve yeşilliklerimiz de güzel ve tatlı bir anı olarak tarihteki yerini aldı. 

Şimdi sizi bizim yöremizi -1970'li yılları- anlatan  iki şiirle baş başa bırakmak istiyorum. Şiirler, İlkokul öğretmenim Mustafa VAREL'a ait. Kendisi o yıllarda Karasınır İlkokulunda görev yapmaktaydı. Öğrencisi olmak şerefine nail oldum. Hep hayırla yâd ederim.  Kendisine ulaşıp şiiri istedim. 600 kadar şiiri olmuş. Yakında inşallah kitap olarak görürüz. Kulakları çınlasın. 
DESTANI KARASINIR
Karasınır'ı dolan da gör bey,
Ondaki her şey boldur ha boldur.
Anlatmak lazım ruhunda azim,
Bal gibi üzüm boldur ha boldur.
Târif gerekmez, gel de bir yol gez,
Köpüklü pekmez boldur ha boldur.
Güler varana, söyler sorana,
Türlü barana boldur ha boldur.
Derviştir kimi, ustadır tümü,
Ibrık güğümü boldur ha boldur.
Bembeyaz unu gel de gör şunu,
Şepit somunu boldur ha boldur.
Aşıkta sazı, ekmekte tuzu,
Ördeği kazı boldur ha boldur.
Avcının avı, tarlanın tavı,
Bulgur pilâvı boldur ha boldur.
Arkasında dağ, ön yanında bağ,
Çömleğinde yağ boldur ha boldur.
Pilavda kaşık, eller alışık,
Cepte günaşık boldur ha boldur,
Avda tazısı,  evde kuzusu,
Çeşmesinde su boldur ha boldur.
Dümdüz ovası, hoştur havası,
Demir kovası boldur ha boldur.
Çeşitli yemek, hamdolsun demek,
Nohut mercimek boldur ha boldur.
Bağı bahçesi, renk renk bohçası,
Buğdayın hası boldur ha boldur.
Ağıtlı yollar, Hu diyen kullar,
Kovanda ballar boldur ha boldur.
Katmerli börek, yak tandırı çek,
Kesmikle tezek boldur ha boldur.
Yazın gölgesi, tatlı su sesi,
Yaren demesi boldur ha boldur.
Gelince bahar şenlenir dağlar,
Hoş geçen çağlar boldur ha boldur.
Cennet her yeri, yoktur benzeri,
Taştan evleri boldur ha boldur.
                    ARZIHÂL
Ağam, beyim hoş geldiniz köyüme,
Şu dertlerin kervanına bir bakın,
Ziyaretle gayet memnun olmuşuz,
Gönlümüzün dermanına bir bakın.

Sıkıntıyı eleklerden eledik,
Türkü yakıp beleklere beledik,
Sizi gördük arz etmeyi diledik,
Arzıhâlin fermanına bir bakın.

Toprağımız verimli ya suyu yok,
Sulamaya bir parecik kuyu yok,
Derdimizle uğraşacak dayı yok,
Hâlimizin amanına bir bakın.

Yemez olduk ürün verir bağımız,
Döne döne vita olduğu yağımız,
Ağaç ile dolmak ister dağımız,
Bozkırların ormanına bir bakın.

Şu işsizlik günden güne artıyor,
Bizi bozuk kantarlarda tartıyor,
Darlığımız donumuzu yırtıyor,
Rezaletin zamanına bir bakın.

Pahâlılık cambaz oldu tel gezer,
Boş düşünce beynimizde bol gezer,
Arpa, buğday silahlandı kol gezer,
Hele onun samanına bir bakın.

Kesmik, tezek yakıtımız ısımaz,
Külü çıkar duman olur yasımız,
Pilav dolu sahanımız, tasımız,
Bay bulgurun harmanına bir bakın.

Bir söz deyin derdi nasıl tepelim,
Kalkınmaya nasıl hamle yapalım,
Verin beyim elinizi öpelim,
Gönlümüzün lisanına bir bakın.

Biliriz ki bunlar bizim derdimiz,
Geçinmiyor koyun ile kurdumuz,
Türk oğludur, Türkiye'dir yurdumuz,
Mânâsızın vatanına bir bakın.
 Mânâsız Karasınır /1973

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde