28 Haziran 2022 Salı

Olmasalardı Ne Yapardık *

Mesleğin nedir?

Muhtarım.

Mesleğini sordum. Zira muhtarlık meslek değil.

Ticaretle uğraşıyorum.

Tamam, şimdi oldu.

İki iş bir arada zor olmuyor mu?

Esas işimi yapıyorum. Muhtarlığı ise ek gelir ve itibar olarak yapıyorum.

Ticaretinde sana helalinden bol kazançlar.

İtibar derken?

Herkes bana muhtarım diyor. Muhtarlığı kaybetsek bile adımız eski muhtar kalıyor. Ayrıca tanışmalarda hep muhtarımız diye tanıtılıyorum. Ne de olsa seçilmiş kişiyiz.

Muhtar olarak ne yapıyorsun?

İşi çok muhtarlığın. Yapılacak iş değil.

Hem işin hem muhtarlık, iki ayrı yerde nasıl bulunabiliyorsun?

Benim ticarethanem aynı zamanda muhtarlık. İkisini aynı yerde götürüyorum.

Muhtarlık ofisin var mı?

Var ama oraya pek uğramıyorum. Zaman zaman öylesine açıp kapatıyorum.

İşi çok dedin muhtarlığın. Ne iş yapıyorsun?

Tüm yük üzerimizde.

Mesela?

Vatandaşı evinde bulamayan kargo ve benzeri yazışmaları firmalar bize bırakır. Vatandaş bizden alır. Sokak lambaları patlamışsa elektrik dairesine telefon açarım. Kaza ihtimali olan sokak ve caddelere ışık koyması için belediyeye giderim. Kasisler yaptırırım. Yollarda çukur oluşmuşsa bunları haber veririm. Mahallenin fakir fukarasını tespit ederim. Bayram vb. törenlere katılmak için protokoldeki yerimi alırım. Okulundaki etkinliğe katılmayan müdürleri kaymakama şikayet ederim.

İkametgah belgesi veriyor musun?

Hayır, e devletten alıyor vatandaş.

Adres kaydı yapıyor musun?

Hayır, e devletten alınıyor.

Başka ne iş yaparsın?

Ay çiçeği yağı stoku yapan bakkal varsa onları yetkililere haber veriyorum.

Başka?

Okulların kermeslerine ve diğer toplantılara katılırım.

Başka?

Zaman zaman kaymakam, vali ve belediye başkanları toplantıya çağırırlar. Burada görüşümü sorarlar. Mahallemin isteklerini dile getiririm.

Başka?

Seçim zamanı adaylık pusulası bastırır, seçmen kağıdıyla birlikte ev ev dolaşırım.

Başka?

Nerede bir açılış varsa ben oradayım.

Başka?

Beştepe’deki muhtarlar toplantısına katılırım.

Başka?

Belediyeler muhtarları değişik illere gezmeye götürürler. Bunlara katılırım.

Ödeneğin var mı?

Hayır.

Ekibin var mı?

Hayır, bir başınayım ve tüm yük üzerimde.

Yükün ağır gerçekten. Bir başına tüm bunların altından iyi kalkıyorsun. Pes doğrusu!

Son bir soru daha soracağım. Bu ülkede muhtarlığa gerek var mı?

Olmaz olur mu? Muhtarlıklar kalkarsa tüm bu işleri kim yapacak?

Haklısın. İyi ki varsınız. Zira siz olmasaydınız bu işleri kim yapacaktı…

*26/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Haspaya Yakışıyor *

—Hayırdır, canın sıkkın?

—Niye sıkılmasın. Bu insanları anlamak zor. Anlamıyorlar bir türlü. Nankör mü nankörler. Akıl, feraset yok. Gözleri de görmüyor üstelik.

—Neyi görmüyorlar, niye nankörler?

—Enflasyon var diyorlar. Tamam var ama dünyada da var.

Hayat pahalı diyorlar. Evet var ama dünyada da böyle.

Akaryakıt fiyatlarına sürekli zam geliyormuş. Her ülkede zam geliyor. Sonra bizim petrol kuyularımız yok ki. Buna rağmen zammı en az yansıtan ülkeyiz. Bizdeki yakıt fiyatını EURO’ya vur bakalım. Bizde ne kadar ucuz olduğunu görürsün.

Enerjide dışa bağımlıyız. Buna rağmen biz yine iyi altından kalkıyoruz. Üstelik devlet doğalgazda süspansiyon yapıyor. Başka ülkeler gibi hepsini yansıtsa o zaman ne yaparız. O yüzden halimize şükretmek lazım.

Kiralar yüksekmiş. Dünyada böyle değil mi sanki.

Bu devirde ev alınamazmış. Tamam alınamaz ama dünyada da böyle.

—Nereye gelmek istiyorsun verdiğin bu örneklerle?

—Tamam, zor durumdayız ama dünya böyle.

—Anladığım kadarıyla haspaya yakışıyor diyorsun.

—Anlamadım.

—Meşhur fıkrayı bilmiyor musun?

—Anlat da bilelim.

—Hani hocanın biri kürsüde açıklık ve saçıklık üzerine vaaz veriyormuş. Kılık kıyafetine dikkat etmeyen kadınlara vermiş veriştirmiş. Cemaatten biri hoca efendinin yanına yavaşça yanaşıp "Sizin kerimenin durumu ne olacak? Zira sizin kızınız da öyle giyiniyor demiş. Hoca efendi bu hatırlatma üzerine lafı fazla evirip çevirmeden "Yakışıyor da haspaya" diye kestirip atmış.

—Ne demek istiyorsun?

—Daha ne söyleyeyim. Fıkra açık değil mi? Bizde olan tüm bu olumsuzluklar başka ülkelerde de olduğuna göre bu demektir ki tüm bu olumsuzluklar bize de yakışıyor. Başkasında varsa bizde niye olmasın, bizim neyimiz eksik onlardan diyorsun.

—Tamam ama tüm bunlara rağmen bizim ülkemiz diğer ülkelere göre çok daha iyi. Çünkü başka ülkeler ürün bile bulamıyor. Allah’ın tuzuna bile hasretler. Pahalı ama bizler en azından bulabiliyoruz. Eleştirelim ama tüm bunları göz önünde bulunduralım.

*25/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

27 Haziran 2022 Pazartesi

Başarı Belgesinde Toptancı Anlayış *

Diğer bakanlıklar ne yaptı ne etti bilmem. Bildiğim, Milli Eğitim Bakanı’nın 2021-2022 öğretim yılının her bir döneminde tüm çalışanlarına başarı belgesi verdiği. Böylece bir öğretim yılında bir personel disiplin cezası ile tecziye edilmemişse iki başarı belgesi almış oldu. Bir de kaymakamlık veya valilik vermiş ise bir yıl içerisinde üstün başarı belgesi almaya hak kazandı. Bazıları da önceki yıllardan bir belge almışsa, bunlar da üstün başarı belgesi alabilecekler. 

Başarı belgesi hangi hallerde verilir, kriterlere bir bakalım:

"Olağanüstü gayret ve çalışmaları ile emsallerine göre başarılı görev yapmak suretiyle;

*kamu kaynağında önemli ölçüde tasarruf sağlanmasında, 

*kamu zararının oluşmasının önlenmesinde ve önlenemez kamu zararlarının önemli ölçüde azaltılmasında, 

*kamusal fayda ve gelirlerin beklenenin üzerinde artırılmasında veya sunulan hizmetlerin etkililik ve kalitesinin yükseltilmesinde somut olaylara ve verilere dayalı olarak katkı sağladıkları tespit edilenlere" verilir. 

Kriterlere baktığımız zaman bu belgeyi almak çok zor. Adeta kişinin ağzıyla kuş tutması, uçup kaçması gerekiyor. Bu demektir ki bu belgeyi alacak kişi sayısı kurumlarda bir elin parmağını geçmez. Almayı hak edecekler de azami gayret sarf etmek suretiyle kurumlarına olumlu yönde katkı sağlayan ve katma değer üreten vazgeçilmez kişiler olmalı. 

Durum bu iken çalışıp çalışmadıklarına, olumlu katkı verip vermediklerine, bir katma değer üretip üretmediklerine bakılmaksızın MEB'deki tüm çalışanların hepsine birden başarı belgesi verilmesinin izahı ne olabilir? 

Sanırım Bakan, salgın riskine rağmen okullar açık tutuldu. Personel işine devam etti, çok çalıştı ve olağanüstü işler yaptı. Bundan dolayı tüm personel bu belgeyi almaya hak kazandı şeklinde düşünmüş olmalı.

Takdirini personeline ödül verme yönünde kullanan Bakan’ın bu tasarrufuna saygı duymakla beraber bu düşüncesine katılmadığımı ifade etmek isterim. Niçin? Çünkü bu anlayış toptancı bir anlayıştır. Toptancı anlayışlarda ise maalesef sapla saman karıştırılmaktadır. Çalışanla çalışmayan aynı kefeye konmaktadır. Bu da bir kurumda çok verimli olan çalışanların çalışma azmini olumsuz yönde etkiler. Her şeyden önce çalışanın hakkını korumak lazım. Zira böyle birinin “nasılsa çalışsam da çalışmasam da başarı belgesi garanti. Baksana falan arkadaşımız aldı. Ben de onun gibi olursam, kendimi yormamış olurum” düşüncesine kapılması olasıdır. Biz bunu 90’lı yıllardan beri öğrenciyi sınıfta bırakmama adına yıllardır yapıyoruz. Sınıfta rahat durmayan, dersin ahengini bozan, dersleri zayıf öğrencileri bir üst sınıfa geçirmek suretiyle çalışan öğrencileri heba ettik. Çünkü çalışkan öğrenci baktı ki arkadaşı yatarak sınıf geçti. Benim de çalışmama gerek yok dedi. Böyle kaybettiğimiz nice başarılı öğrenci olmuştur. Hasılı ne öğrencinin hepsi birdir ne de personelin. Hepsini durumlarına göre değerlendirmek lazım. Kimi kalmalı, kimi geçmeli; kimi başarı belgesi almalı kimi de almamalı. Adalet de bunu gerektirir. Zira toptancı anlayışta adalet olmaz.

Bir diğer husus, herkesin başarı belgesi aldığı bir yerde başarı belgesinin öneminden bahsedilemez. Bu yüzden başarı ve başarısızlıkta ölçüyü kaçırmamak ve bu işin cılkını çıkarmamak lazım.

*06/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

26 Haziran 2022 Pazar

Hepsi Oturduğum Yerden *

Ev değiştirdim bugünlerde. Ev değiştirdin mi elektrik, doğal gaz ve su aboneliği de değişecek. Eski evin abonelikleri kapatılacak, yeni evinkiler açtırılacak. İnternetin varsa nakil başvurusunda bulunacaksın. 

Yeni taşınacağım evi temizlerken oğlan geldi. Baba, abonelikler e devletten yapılıyormuş, haydi müracaat yapalım dedi. Oturup boşaltacağım evin aboneliklerini e devletten feshettim. 

Sıra geldi yeni evin aboneliğine. Eski oturanın abonelikleri fesih edilmeyince abone olamadım. Hangisi fesih olduysa eşyam taşınırken bir çırpıda abone oldum. 

Eski evin abonelikleri kapandıkça "Suyunuz kapatılmıştır, elektriğiniz kesilmiştir, doğal aboneliğiniz sona erdirilmiştir" mesajları geldi cebime. 

Aboneliği açılan elektrik ve sudan açıldı mesajı geldi. Sadece doğal gaz firması şu gün şu saat kontrol için gelinecek mesajı gönderdi. Belirlenen gün ve saatte görevli geldi. Kontrolünü yaptı. Gazınız açılmıştır dedi gitti. 

Suyun açılması gün içerisinde biraz zamanımı aldı. Bu su niye kesik dedim durdum. Nice sonra öğrendim ki suyum açılmış ama “tedbir amaçlı vananız kapalı tutulmaktadır” mesajını okumadığım için akşama kadar suyum açık olduğu halde susuzluk çektim. 

İnternet nakli için ilgili firmayı 444'lü bir numaradan pazartesi aradım. En erken çarşamba günü için randevu oluşturuldu. Evi temizlerken firmanın elemanı aynı gün içerisinde nakli yapıp gitti. 

Elektrik, su ve doğal gaz daha açılmadan İnternetin jet hızıyla bağlanması, eşimin dikkatini çekmiş. Elektriğimiz yok, suyumuz yok, doğal gazımız yok ama İnternetimiz var dedi. 

Başka nakil ve aboneliğim kaldı mı derken adres değişikliği geldi aklıma. Bunu da alışverişten sonra nüfusa gidip sıcağı sıcağına halledeyim. Hem böylece yürüyüşümü de yapmış olurum dedim. Dönüşte yolum üzerinde muhtarlık ofisini gördüm. Muhtara adres kaydı için aynı ilçenin nüfusuna mı gitmem gerekiyor dedim. Gitmene gerek yok, e devletten yapabilirsin dedi. Eve geldikten sonra kendim ve hane halkımın adres değişikliğini de e devletten hallettim. 

Hasılı herhangi bir firma ve kuruma gitmeden e devletten yaptığım fesih ve abonelikler makul sürede feshedildi ve bağlandı. Adres değişikliği hakeza. Sadece İnternet naklini telefonla çözdüm. Hepsi oturduğum yerden oldu. Kısaca her işim e devlette başladı, e devlette bitti.

Oh be dünya varmış, ağır hasar bırakan salgının belki de tek faydası bu dedim. Bu durumu, ister istemez eskiyle kıyasladım. Çünkü eskiden fesih ve abonelik işlemleri bir nevi işkence idi. Her gün bir tane fesih ve abonelik yapsan gemisini kurtaran kaptan idin. Aboneliğe giderken yanında ev sahibi olduğuna dair belge, kiracı isen kira kontratı, abone numarası, adres, elektrik-su ve doğal gaz faturası, son endeksin kaç olduğu, abone olacağın evin ödenmemiş eski borcu varsa öncelikle bunun kapatılması gerektiği, DASK numarası vs. evrak veya bilgiler istenirdi. Bunlardan biri eksik ise tamamlamak için geri giderdin. Dönüşte yeniden sıra alman gerekirdi. Öndeki sıranın sana gelmesini beklerdin. Sıra beklerken sık sık saatine bakardın. Ön ve arkandaki ile laflardın. Devlet yıkıp devlet kurar, görevlilere kızardın ve durmadan homurdanırdın. Görevli yazıp çizer. İstediği parayı verirdin. Sana upuzun bir sözleşme uzatılır, okumadan imzalardın vs. Tüm bunlar bittikten sonra aboneliklerin ne zaman kapanıp ne zaman açılacağını hacı yolu bekler gibi beklerdin. Daha az beklemek için firma ya da kurumun içinden bir tanıdığını bulma yoluna giderdin. Firmalardan ayrılıp eve geldiğinde ayakta dura dura ayaklarına kara sular indiğini oturunca anlar, yattığın yeri beğenirdin. 

Evet, üç aşağı beş yukarı durum böyle idi fesih ve abonelikler. Nereden nereye. Dün dolaşmaktan, mesai içinde işini halletmek için oradan oraya koşturup tüm günü firma önlerinde tüketmekten; şimdi terlemeden, kimseyle muhatap olmadan, herhangi bir belge ibraz etmeden oturduğun yerden e devlet sayesinde hallediyorsun bunları. Bu vesileyle e devletin işlevini ve önemini kavradım. Kim sebep olmuş, kim düşünmüş, kim yürürlüğe koymuş, kim bu işleri kolaylaştırmış ise helal olsun. 

Her şeyi bir çırpıda hallettikten sonra geriye kalan zamanda ben ne iş yapacağım? Beni tek düşündüren de bu.  Kendimi bir an için boşlukta hissettim ve aklıma bir Çin fıkrası geldi. Çin'in bir şehrinden diğerine tren yolu döşemek için görevliler fizibilite çalışması yapıyormuş. Hummalı çalışmayı gören köylüler, burada ne iş yapıyorsunuz diye sormuşlar. Yetkililer, tren yolu döşeyeceğiz demişler. Köylü bu. Ne işe yarayacak demiş. Yetkililer de bu tren yolu sayesinde 40 günde gidip geldiğiniz falan şehre 4 günde gidip geleceksiniz müjdesini vermiş. Köylüler bu duruma sevineceği yerde, iyi de geriye kalan 36 günde biz ne iş yapacağız demişler. 

Benimki de o hesap. Tüm abonelikleri az bir süre içerisinde e devlet marifetiyle halledince, geriye kalan zamanda ben ne iş yapacağım diye düşünmeden edemedim. 

*29/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Birileri Dünyaya Yeniden Gelse *

—Babacığım, Kur'an'da geçen Ashabı Kehf konusunu bir türlü anlamadım. Yedi kişi nasıl olur da üç yüz yıldan fazla uyur, sonra uyanır, alışverişe giderler, paraları geçmez vs. 

—Anlamayacak ne var evlat. Allah onları uyutmuş veya vadeleri gelince vefat ettirmiş. Sonra onları yeniden diriltmiş. Tüm bunlar Allah için kolaydır. 

—Hikmeti ne ola ki? 

—Hikmetlerinden bir tanesi de yeniden dirilmeyi anlatır. İnsanların ahiret inancının pekişmesine yardımcı olur. 

—Başka? 

—Devirlerin değişmesiyle her şeyin değiştiğine bir örnektir. 

—Mesela?

—Giyim-kuşam değişir, yönetimler değişir; kötüler gider, iyiler gelir; iyiler gider, kötüler gelir; inançlar artar, azalır veya değişir; insanların yaşantısı değişir, paralar vs. değişir. 

—Paralar nasıl değişir? 

—Aynı topraklar üzerinde bir devlet yıkılır, yerine başka bir devlet kurulur. Yeni devletin ilk yaptığı şeylerden biri de parayı değiştirmek olur. Bazen para değişmez. Paranın alım gücü azalır veya artar. 

—Enflasyon ve hayat pahalılığı demek istiyorsun. 

—Aynen öyle. Mesela 2018 ve öncesi ölen biri Yedi Uyurlar gibi mezarından uyandırılsa ve dünyaya yeniden gönderilse, bu kişi evine gelip alışveriş için çarşı pazara çıksa ne der bu duruma? 

—Ne der? 

—Parasının alım gücüne bir bakacak. Her şeyin ateş pahası olduğunu, bıraktığı parasının değerinin düştüğünü görecek ve yanlış yere geldim diyecek. Tıpkı Ashabı Kehf gibi. Ayakları yere basınca da ne olmuş bu piyasaya, bu kadar kısa zamanda şu dünyanın geldiği hale bak, bu dünyayı yalnız bırakmaya gelmez diyecek. Belki de yaşanmaz bu dünya, yerin altı buradan iyi diyecek. 

—Sanki Ashabı Kehf’i biraz anlamaya başladım gibi. Tek fark, Ashabı Kehf’i yüzyıllar sonra dirilten, onları şaşırtan ve görenlere ibret mesajı veren Allah, 2018'den itibaren enflasyon ve hayat pahalılığına sebep olan ve piyasanın altını üstüne getiren ise yönetimlerdir. 

*29/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Eleştiride Ben

—Üstadım, eleştiri konusunda ne dersin? 

—Severim eleştiriyi. O kadar kötülüğün ve kötülerin olduğu yerde eleştiri mutlaka olmalı. Zira hata ve yanlışları birileri söylemeli ki insanlar kendilerine çekidüzen verebilsin. Değilse yapanın yanına kar kalır ve bu dünya yaşanmaz olur. 

—Aklın yolu bir. Zira ben de aynı düşünüyorum. Peki, eleştiri sana yapılırsa da mı böyle düşünürsün? 

—Ne münasebet! Benim hata ve yanlışım mı var ki eleştirileceğim. Buna asla gelemem ve duymamış olayım. Zira hakaret kabul ederim. 

—Farz edelim ki tasarruflarını biri beğenmedi ve sizi eleştirdi. Bu durumda ne yaparsın? 

—Bunu şimdiden kestirmem mümkün değil. Ama hoşlanmayacağıma kalıbımı basarım. 

—Sadece bu kadar mı? 

—Ağzının payını veririm. Bununla da yetinmem. Hakaret davası açarım. Sevenlerimi tahrik eder, onun üzerine salarım. Onun hata ve yanlışlarını gündeme getirir ve her türlü hakareti ona yaparım. Kısaca düşman bellerim. 

— Adam seni eleştirmiş. Gerçi sen bunu hakaret kabul ediyorsun ya neyse. Senin de ona hakaret etmen doğru mu? 

—Benimki hakaret değil, hepsi birer tespittir. Ağzının payını böylece veriyorum. 

—Seninki şiddete karşı olan ama her işini şiddetle çözenlere benziyor. 

—Olsun, beni karşısına almayacaktı. 

—Bu kadarla yetinirsin herhalde. 

—Ne yetinmesi! Daha bu başlangıç. 

—Başka ne yapabilirsin ki? 

—Neler yapmam. Bugüne kadar yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır. 

—Mesela? 

—Pozisyonuna göre değişir. Anasından doğduğuna pişman ederim. İtibar suikastına maruz bırakırım. Etrafını boşaltır, onu yalnızlaştırırım. Gazetede yazıyorsa yazmasına zaten gazete engel olur. TV'lere çıkmasına sahibi izin vermez. 

—İzin verirse ne olur? 

—Bunu onlar iyi bilir. Onlara verdiğim reklamı keserim. Reklamı kesilen, ilan ve destek vermediğim hiçbir gazete ve TV ayakta kalamaz. 

—Şuna kısaca ekmeğini keserim desene. 

—İyi bildin. Tüm bunları yaparım. 

—O zaman aykırı ses olmaz ve tek seslilik olur. 

—Benim de istediğim bu zaten. Herkes benim dediğimi paylaşacak. Her nerede isem, bana canlı bağlanacak. Herkes beni konuşacak. 

—Konuşacak derken içine sinmeyeni de mi? 

—Lehimde tabi. Aleyhimde konuşan kendi arasında veya karnından konuşacak. Buna bir mani yok. Kalabalıklar içerisine girdiğinde ve basın karşısına çıktığında her şeyi güllük gülistanlık gösterecek. İnan çok şey istemiyorum. Tek istediğim bu. 

—Sen, insanlardan ikili davranmasını istiyorsun.

—Öyle de denebilir.

—Ama münafıklık pek tasvip edilmez.

—Olsun, ben böyle istiyorum. Kimse lafımın üzerine laf söyleyemez.

—Bende mi?

—Evet, sende.

—Çok sağ olun efendim. İyi ki varsınız. 

Zühri Ahir Nere Gitti? *

4'ü ilk sünnet, 2'si farz, 4'ü de son sünnet olan cuma namazlarını, kendimi bildim bileli son yıllara gelinceye kadar 4 rekat zühri ahir, 2 rekat da vaktin sünnetini ilave etmek suretiyle 16 rekat kıldım. Hep kafama takılmıştır, cuma namazına bu ilave niye diye. Öğrenciliğimde büyük ağabeylere ve bazı öğretmenlerime cuma namazı kaç rekat diye sordum. Gülüp geçtiler. Kimi de nasıl bilmezsin, bu da mı sorulur dercesine manidar manidar baktı. 

Kafa karışıklığı yaşadığım rekat sayısı konusunda yalnız olduğumu düşünmüyorum. Sorduğum bazı kişiler 6 rekat, bazısı da 16 dedi. 6 diyenlerin çoğu, geriye kalan 10 rekatı öğle namazı zannetti ve ilk dört sünnetin ardından kıldığı 2 rekat farz sonrası nasılsa vakit namazlarını kılmıyorum, cuma bana yeter deyip çekip gitti. 

Kafamdaki karışıklığı giderdikten sonra zühri ahir ve vaktin sünnetini terk ederek cuma namazlarını 10 rekat olarak kılmaya başladım.  Çünkü zühri ahir diye kıldığımız namaz bildiğim kadarıyla İslam'ın neşvünema bulduğu yıllarda yoktu. Bir meskun mahalde birden fazla camide cuma kılınmasıyla birlikte acaba cuma olur mu ikilemi ortaya çıkmış. Zamanın alimleri öğle namazı yerine geçecek zühri ahir görüşünü ortaya koymuş. O zamandan salgın dönemine kadar da çoğu illerimizde kılınmıştır. Kıldığımız bu zühri ahir "Ya Rabbi, cumamı kabul etmezsen, öğleyi kabul et" anlamına gelir. Fıkıhçıların ihtiyaten ortaya koyduğu bu görüş bence sakat bir görüştü. Çünkü ibadetlerde şüpheye mahal yoktur. Bir namaz ya vardır ya yoktur. İbadet de kabul olsun diye yapılır. Ben bu durumu zühri ahiri kıldığım zamanlarda da dile getirir, böyle bir namaza gerek yok derdim. Birileri fazla namaz kılmanın ne sakıncası var dedi durdu. 

Covid-19 küresel salgınla beraber birçok yasakla tanıştık. Camilerde beş vakit namaz ve cuma namazı kılamama da bunlardan biri idi. Camilerin cemaate açılmasıyla birlikte Diyanet, farzın dışındaki sünnetlerin camilerde kılınmamasını istedi. Zühri ahir de camilerde kılınmasına ara verilen namazlardan idi. Daha sonraları namaz vakitlerinin sünnetleri, farzlarla birlikte camilerde kılınmaya başlamasına rağmen zühri ahir ve vaktin sünneti bugün camilerde kılınmıyor. Cumanın son sünneti ile birlikte tespihata geçiliyor. Yok, ben kılacağım deyip evine gidince bu namazları kılan varsa bilmiyorum. Hasılı cuma namazının ardından kılınan zühri ahir ve vaktin sünneti kalkmış oldu. 

Hayat normale dönmesine rağmen bu zühri ahir nere gitti, niye kılmıyoruz şeklinde bir tepkiye de rastlamadım. Zamanında fazla namazın ne sakıncası var diyenden de ses seda yok. Gördüğüm kadarıyla herkes bu gidişattan memnun. Bu vesileyle cuma namazındaki şüphe de giderilmiş oldu. 

Salgın olmasaydı, bugün hala bu ülkede zühri ahir kılınmaya devam edecekti. Çünkü Diyanet’in, gelmesi muhtemel tepkilerden dolayı böyle bir karar veremediğini düşünüyorum. Gecikmiş bir karar olsa da bu cesaretinden dolayı Diyanet'i tebrik etmek lazım. 

Vatandaş makul olan bu karara tepki göstermediğine göre şimdi sırada başka tartışmalı dini konularda Diyanet'in inisiyatif alması gerekir. Bunlardan bir tanesi de imsak vaktidir. Bildiğiniz gibi her ramazan geldiğinde Diyanet'in imsakiyesinin dışında Abdülaziz Bayındır tarafından ikinci bir imsakiye daha servis ediliyor. Mevsime göre değişiklik gösterse de iki imsakiye arasında imsak vaktinde bir saatten fazla bir zaman dilimi söz konusu. Zühri ahirde olduğu gibi yine bazıları gerekirse bir saat fazla oruç tutarız dese de mesele sadece fazla oruç tutmaktan ibaret değil. Burada sabah namazının vaktinin girip girmediği ile ilgili bir durum söz konusu. Çünkü Bayındır'a göre Diyanet fecri kazip dediğimiz bir vakitte sabah ezanını okutup oruca başlatıyor. Ezan okunduğuna göre namaz da kılınabilir görüşü, namaz vakti girmeden sabah namazının kılınma tehlikesini beraberinde getiriyor. Demem odur ki her ramazan bu ikilem yaşanacağına göre Diyanet’in astronomi ve uzay bilim insanlarından görüş almak suretiyle "Şu vakte kadar sahur yapılabilir" fetvası vermelidir. Bu kararı alırken oruç ayetinde geçen siyah iplik beyaz iplikten ayırt edilinceye kadar ifadesine uygun karar almalıdır ve bu tartışmayı bitirmelidir. Bunu da bir güzel izah ederse tıpkı zühri ahirin kaldırılmasıyla bir tepki ile karşılaşılmamışsa imsak vakti ile ilgili de bir tepki gelmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü makul izaha vatandaş tepki göstermez. Hoş, tepki verilse de bu mesele artık vuzuha kavuşmalıdır. 

*01/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

19 Haziran 2022 Pazar

Güle Oynaya Camiye Gel Kampanyası

Konya Büyükşehir Belediyesi, Konya ve ilçelerinde ikamet eden 9-10 yaş grubundaki çocuklar için Güle Oynaya Camiye Gel kampanyası başlattı. 25 Hazirana kadar başvuru yapılabilecek. 1 Temmuz ila 31 Ağustos arası 40 gün boyunca sabah namazına gelecek çocuklara bisiklet hediye edilecek. 

Burada amaç küçük yaşta bu çocuklara namaz alışkanlığı kazandırmak olduğu aşikar. Bu kampanyaya imza atan ve geçit verenlerin de bu amaca hizmet etmeyi murat ettiklerini düşünüyorum. Niyet hayır, akıbetin de hayır olmasını dilerim.

Bisiklet kampanyası hakkında verdiğim bu kısa açıklamanın ardından, izninizle bu kampanyayı masaya yatırmak isterim:

1. Belediye başkanı olsam, ben böyle bir kampanyaya imza atmazdım. Hele bisiklet hiç vermezdim. Belediye olarak kültürel etkinlikler çerçevesinde böyle bir harcama kalemi olsa da bu bütçeyi bu şekil harcamazdım. Belediyenin birikmiş ve yapılacak diğer işlerine bakardım. Milletin çocuğuna bisiklet vermek, onları namaza alıştırmak belediyenin işi değil. İlla yapacaksam, kimin çocuğu sabah namazına gelirse, hediyesini ailesinden alırdım. Ahmet amca, çocuğunu namaza başlatacağım. Haydi pamuk eller cebe. Kampanya benden, para senden derdim. Bırakalım da aileler karşılasın masrafı. Çocuğunu namaza başlatacak ailenin kendisi değişik yollar da deneyebilir. 

2. Niçin sabah namazı? Niye diğer vakitler değil? Çünkü en zor namaz sabah namazıdır. Küçük büyük, kim olursa en çok fireyi sabah namazında verir. Herkes uykusunu alıp kalkamaz. Farkında iseniz, kampanya tarihleri yaz dönemi. Yani gecelerin kısa ve insanların uykusunu almada zorlandığı mevsim. Büyükler bile zorlanırken küçük çocuk nasıl sabah namazına gidebilsin. Gitse de nasıl güle oynaya gidebilsin. Sabah uyku semesi uykudan kalkacak, uykulu uykulu camiye gidecek. Giderken de kimsecikler olmadığı o karanlıkta gülüp oynayacak. Gören ne der? Bir düşünün. Madem bu işe koyuldunuz. Niçin kolayından başlamıyorsunuz? Amaç zorlaştırmak ve gelenle gelmeyen belli olsun mu isteniyor? Bence sabah namazı kriteri hiç pedagojik değildir. Bu iş yapılacaksa öğle, ikindi ve akşam namazları şartı koşulabilirdi. Çünkü parkta, bahçede arkadaşlarıyla oynayan çocuklar bu vakitlere güle oynaya ve bir başına gidebilir. O zaman bu kampanya, adına uygun olur. Bakın siz bir vakit dediniz. Ben size üç vakit öneriyorum. Amaç, çocukları namaza alıştırmak ise bu önerim daha makul.

3. Kampanyalardan maksat, sonuç alabilmektir. Bildiğim kadarıyla belediye çocuklar için bu hizmeti önceki yıllarda da uyguladı. Geçmiş yıllarda bisiklet veya bir başka ödül dolayısıyla camileri dolduran kaç çocuk kampanya bittikten yani hediyeye konduktan sonra sabah namazına gelmeye ve namaza devam etti? Görüntü, kimsenin kalmadığıdır. Çünkü amaç bisiklet idi. Maksat hasıl olunca niye camiye gidilsin. Durum bu iken yani kampanyalardan istenilen sonuç alınamamışken niçin bu kampanyalara devam edilir, niçin masraf yapılır? Belediyenin kasası dolu, hiç borcu yok, harcayacak yer arıyorsa içime sinmese de sözüm olmaz. Ama biliriz ki belediyeler borç sarmalında. Önce borcunu ödemeli. Borcu varken ağalık işimiz olmamalı. Belediye illa bu parayı harcayacaksa, umumun faydalanacağı yerlerde harcamalı. Mesela su fiyatlarını indirebilir, emlak vergisinin asgarisini alabilir. 

4. İbadete ödül olur mu? Bence olmaz. Olacaksa da sembolik olmalı. Biliyoruz ki ibadetlerin ödülü Allah'tandır. Karşılığı da ondan beklenmelidir. İlmihal kitaplarında, ibadetin Allah Allah olduğu için Allah emrettiği için Allah rızası için cennet ve cehennem korkusuyla yapıldığı yazarken cennet karşılığında yapılması pek tasvip edilmez. Bugün bisiklet isteyen, yarın motosiklet sonrasında da taksi ister. En azından bir beklenti içerisine girer. O yüzden ödülleri abartmamak lazım.

Hasılı, belediye belediyeliğini, çocuk çocukluğunu, anne babalar anne ve babalığını bilsin ve gereğini yapsın. Birinin yapması gereken işi üzerimize vazife edinmeyelim. Hele kamu sırtından ağalık ve babalık hiç yapmayalım.

Biliyorum, bu yazıdan birileri hoşlanmayacak. Problem değil. Ben buyum işte. Ayrıca hoşa gidecek yazı yazacağıma ne zaman söz vermiştim ki şimdi yerine getireyim. Neyi dert ediniyorsam onu demiştim bu işe başlarken. İşte bu da onlardan biri. 

18 Haziran 2022 Cumartesi

TYP’den Niçin Vazgeçildi? *

İlk, orta ve lise düzeyindeki okulların en büyük problemi okulu açıp kapatacak, okulun kaloriferini yakacak, temizliğini yapacak bir yardımcı personelden mahrum olmasıdır. Çünkü kadrolu çalışan sayısı ya yoktur ya da yeterli değildir. Kadrolu olanların çoğunluğu da devletin yurtlarında yetişmiş kişilerden oluşur. Bunların içerisinde az sayıda istisna olanları çıkarırsak büyük çoğunluğu kendisiyle ve çevresiyle barışık değil. Kendilerinden yeterince verim alınamıyor.

Okullar, okullarının temizlik işlerini gidermek için geçmişte değişik yollara başvurmuştur. İmkanı olan okullar okul-aile birliği aracılığıyla temizlikçi çalıştırmış. Bazı okullar velilerden para toplama yoluna gitmiş, bazıları velilere nöbetleşe temizletmiş, bazıları da sigorta yapmadan sadece maaşını vermek suretiyle geçici eleman çalıştırma yoluna gitmiştir. Herhangi bir şikayet söz konusu olduğu zaman sigortasız görevli çalıştıran çoğu okul müdürü SGK’den ceza yemek zorunda kalmıştır ya da para toplandığı için müdürler soruşturma geçirmiştir.

Okulların müstahdem meselesi 2008’den itibaren TYP ile çözüldü. TYP: “İşsizliğin yoğun olduğu dönemlerde veya yerlerde doğrudan veya yüklenici eli ile toplum yararına bir iş ya da hizmetin gerçekleştirilmesi yoluyla özellikle istihdamında zorluk çekilen işsizlerin çalışma alışkanlık ve disiplininden uzaklaşmalarını engelleyerek işgücü piyasasına uyumlarını gerçekleştirmek ve bunlara geçici gelir desteği sağlamak amacıyla İŞKUR tarafından uygulanan programlardır” (İŞKUR). Toplum yararına program demektir.

10 aylık geçici olarak istihdam edilen bu TYP çalışanları sayesinde okullarımız daha temiz ve bakımlı oldu. Sigortasız işçi çalıştırmadan dolayı birçok okul müdürü cezadan kurtuldu. TYP çalışanlarından azami derecede istifade edildi. Ki bunlar kadrolu çalışanlardan daha verimli oldular. Asgari ücrete ibadet aşkıyla çalıştılar. Okulların hizmetli sorunu bu yol ile çözmüşken nedense Ocak 2022’de gönderilen bir yazı ile olağanüstü durumlar hariç TYP yoluyla geçici istihdama son verildi. Bu demektir ki devlet bu kararını gözden geçirmezse veya yerine başka bir program uygulamazsa 2022-2023 öğretim yılından itibaren okullarımız hizmetli ihtiyacı ile karşı karşıya kalacaklar. Bu da eskiye dönüş demektir. Hangi sakıncasından dolayı devlet bu uygulamadan vazgeçti. İnanın, buna akıl sır ermez.

Devletin ne yapıp ne edip TYP uygulamasına devam etmesi gerek. Bu programda sakıncalar ortaya çıkmışsa, sakıncalar giderilmeli ya da başka bir uygulamaya geçilmelidir. Devlet hiçbir şey yapmayacaksa, okulun büyüklüğü ve öğrenci sayısına göre okullara hizmetli normu vermelidir. Bu norma göre ödenek gönderilir. Okullar da gelen bu ödenekle bir veya birkaç kişiyi sigortalı olarak çalıştırma yoluna gider. Bu aşamada yapılacak olan en güzel uygulama budur. Hatta bu, TYP’den daha verimli olabilir. Çünkü TYP’den gelen bir kişi 10 ay görev yaptıktan sonra bir daha TYP kanalıyla çalışamıyor. Bu da kalifiye eleman kaybı demektir. Gelen ödenek marifetiyle çalıştırılan kişiden, okul memnunsa aynı kişi her yıl aynı okulda 10 ay çalışabilir. Verim alınamayan kişi ile de yollar ayrılır, bir başkasına bakılır.

Hülasa, 2021-2022 öğretim yılı sona erdi. TYP çalışanları 17 Hazirandan itibaren çalıştığı okullarından ayrıldılar. 2022-2023 öğretim yılı başlamadan hükümet okulların hizmetli ihtiyacını bir şekilde çözmelidir.

*24/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hayaller de Hayal Oldu *

Başka ülke insanını bilmem ama bu ülke insanını az buçuk bilirim. Her anne babanın ve sorumluluğunu almış her gencin hayalinde iş-güç sahibi olmak, dişinden-tırnağından artırdığını kenara atmak, başını sokacak ev-bark sahibi olmak suretiyle kiradan kurtulmak, at-araba almak, çocuğuna en iyi imkanları sunmak, onları okutmak ve baş-göz etmek vs. ideal ve hayali vardır. Bunları elde edince insanın isteği veya derdi biter mi? Bitmez bitmeye de en azından bir mesafe kat etmiş olur. Bu çaba ve uğraşı içerisinde düşe kalka ve borçlanarak çokları muradına erer. Asli ihtiyaçlarını karşılaması tek başına huzur getirmese de tüm çaba, namerde muhtaç olmama ve daha iyi imkanlarda yaşama çabasıdır. 

Günümüzde durum nedir? Yani plan, program, idealler ve hedefler ne alemde? Dün olmaz denilenler er veya geç olurken yarınını göremediğimiz bugünlerde ise ev sahibi olmak hayal olduğu gibi kirada oturmak da hayal oldu. Çünkü ev fiyatları uçtuğu gibi kiralar da uçtu. Doğru dürüst ne satılacak ev bulunabiliyor ne de kiralık ev. Yeni evlenecekler ya da evden çıkması gerekenler akşam sabah günlerce kiralık ev arıyor. 5 bin liranın telaffuz edildiği kiralık evleri tek maaşlı ve asgari ücretli bir aile nasıl tutabilir ve oturabilir.

Şöyle modellisinden bir araç sahibi olmak da hayal oldu. Aracı olanların çoğu da nasıl binerim diyerek yakıt hesabı yapıyor. Hız bile yapamaz oldu araç sahipleri.

Ailelerin belini büken bir başka husus da evlilik çağına gelmiş çocuklarını baş göz etme çabasıdır. Bugün gelir durumu iyi olmayan aileler düğün masraflarının altından nasıl kalkabilsin. Düğüne kalktı diyelim, kaç düğün sahibi yemek verebiliyor. Yemek vermezsek olmaz, en azından yakınlara verelim hesabı yapanlar ya yemekli veya yemeksiz iki ayrı kart bastırıyor ya da davetiyede yemek yazmamasına rağmen yemeğe çağıracağı kişileri sözlü çağırıyor. Düğünden sonra ayrılma, yemeğimiz var deniyor. Davetlilerin yemekli-yemeksiz şeklinde ayrılması hoş olmasa da düğün sahibinin eli mahkum. Başka türlü altından kalkamıyor. Çünkü bir kişinin yemek maliyeti 60-80 lira arasında dolaşıyor. Bazılarının yemeğe çağrılması düğünde veya düğün sonrasında yemek söylenmeyenler tarafından duyuluyor. Bu da kırgınlığa sebebiyet verebiliyor.

Örnekleri çoğaltabiliriz ama gerek yok. Anlatmak istediğim, halihazırda yaşamış olduğumuz ekonomik kriz bugünden yarına geçeceğe benzemiyor. Bu da geçmişte her ailenin güç bela gerçekleştirebileceği ev ve araba sahibi olmayı, düğün yapabilmeyi zora sokacaktır. En azından önünü görünceye kadar öteleyecek ve bir başka bahara denecektir. Fazla abartılmazsa düğünler belki yapılabilir, son model olmasa da belki araba da alınabilir ama ev almak hayalden öte oldu. Zira ev alacak bir serveti gözden çıkarması gerekir. Buna da bu toplumda kaç kişi nail olabilir. Bu yüzden buna ben hayaller de hayal oldu diyorum.

*27/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Haziran 2022 Cuma

Jim Collins’in Yönetim Felsefesi Kitabından *

1.Başarıdan Doğan Hubris. Yunan mitolojisine ait bir kavram olan Hubris, “Tanrı pozu takınmak” demektir. Türkçeye “Küçük dağları yaratmak” şeklinde çevrilebilir belki. Collins’in kısa açıklaması şu: Başarı, büyük işletmeleri ortamdan yalıtır; yöneticileri mağrur ve duyarsız hale getirir. Liderler kendilerini başarıya götüren faktörleri unutuverir ve her şeyi kendi güçlerine hamlederler. Akıl ve kabiliyetlerinin etkisini abartırlar.

 

2.Disiplinsiz Daha Yok mu Arayışı. Başarının yol açtığı gurur, yöneticileri “girecekleri her işi mutlaka başaracakları yanılgısına” sürükler. Böylece esasta anlamadıkları ve başaramayacakları alanlara disiplinsiz dalışlar yaparlar. “Bir organizasyon, anahtar koltuklarını doğru insanlarla doldurma kabiliyetinin ötesinde büyüdüğü zaman, uçurumun eşiğine gelmiştir. Devlerin düşüşünü en iyi özetleyen kelime, hadsiz genişlemedir. (overreaching).”

 

3.Risk ve Felaketin İnkarı. İşletmeler bu evreye girdiklerini çoğu zaman fark etmez, ortaya çıkan sorunları “geçici”, “o kadar da kötü değil”, “çevrimsel (bütün dünya yaşıyor)” ve en kötüsü “temelde yanlış olan bir şey yok” gibi ifadelerle geçiştirirler. Liderler olumsuz verileri hafifser, olumlu birkaç veriyi şişirir ve “sorumluluğu üstlenmek yerine dış güçleri suçlarlar”.

 

4.Kurtuluş İpine Sarılmak. Üçüncü aşamadaki sorunların geçici değil de ciddi olduğu kısa zamanda görülmeye başlar. “Bu aşamada kritik soru şudur: Yöneticiler kısa vadeli hızlı çözüm peşine mi düşecek; yoksa onları başarıya götürmüş olan disiplinlere mi dönecekler?” Kısa yolu tercih edenler karizmatik liderlere, oyunun kurallarını değiştirebilecek büyük çaplı bir alım ve ittifaklara veya bunlara benzer sihirli değneklere bel bağlar. Ancak hiçbir kalıcı başarı sağlayamazlar.

 

5.Eller Yukarı (Çaptan Düşüş yahut Ölüme Teslim Olmak). Şirket dördüncü evrede ne kadar uzun süre kalır ve şipşak sonuç vereceği sanılan sihirli değnekleri denerse, aşağı düşüşü o kadar şiddetli olur. "Pahalı yanlış girişimler hem finans hem de moral gücünü o kadar aşındırır ki yöneticiler geleceğe dair bütün umutlarını yitirirler." 

*18/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

15 Haziran 2022 Çarşamba

Çocuğunuz Yazın Ne Yapacak? *

İlk, orta ve lise öğrencileri uzun bir yaz tatiline hazırlanıyor. Çocuklar oh be okul bitiyor, uzun bir tatil beni bekliyor diye sevine dursun. Anne ve babalar şimdiden çocuğuna yer ve iş arayışına girdi. Çoğu da çocuğu için yerini ayarladı bile.

Aile yapısına göre ve bölgeler arasında değişiklik göstermekle beraber genelde aileler, çocuğum yazı boş geçirmesin istiyor. Bunun için kimi Kur’an öğrensin diye Diyanet’e bağlı kurslara kimi vakıf ve cemaat kurslarına yazdırıyor. Kimi de yüzme başta olmak üzere diğer sportif faaliyetlere yazdırıyor. LGS veya YKS’ye hazırlanmak için etüt merkezlerine ve kurs merkezlerine yazdırılanlar da var. Pek azı da biraz zanaat öğrensin diye sanayiye veriliyor. Bir kısmı da açılsın, biraz görgü öğrensin diye bir esnafın yanında getir götür işlerine veya tezgahtarlık gibi işlerde değerlendiriliyor. Kimi de hiçbir yere gitmeyip şu sokak senin, bu sokak benim diyerek üç beş arkadaş mahalleyi arşınlıyor. Özellikle yazı evinde geçiren çocuklarla annelerin pek anlaşabildiğini düşünmüyorum. Çocuk her eve geldiğinde anneden; hep geziyorsun, hiçbir iş yapmıyorsun, derslerine bakmıyorsun, kitap okumuyorsun gibi lafları aşağı yukarı her gün işitir.

Anne babalar yazı değerlendirsin diye her ne yapıyorlarsa çocuğunun iyiliği için yapıyorlar. Bunda şüphe yok. Çocuk kendilerinin. Her neye karar verirlerse kendileri bilir. Çocuk da tüm bir yaz dönemini başıboş geçirmesin. Dozajını ayarlamak suretiyle vaktini bir şeylerle değerlendirsin. Yalnız tüm bunları yaparken çocuğun psikolojisini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. İzninizle bu konuda yazmak isterim.

Eğitim ve öğretimi beğenelim veya beğenmeyelim, çocuğumuz 8-9 ay boyunca her gün okula gitti geldi. Akşam eve gelince zaman zaman ödevini yaptı, okul sınavlarına çalıştı. Okul derslerini değerlendirdi veya değerlendirmedi. Bilelim ki sabahtan akşama sınıf ortamında ders dinlemek zihin yorgunluğuna sebebiyet verir. Bu zihnin yeni bilgi alması için boşalması gerekiyor. Bunun yolu da tatil ve istirahattir. Yani çocuğunuzun iyi bir dinlenmeye ihtiyacı vardır. Okullarımızda zaten eğitim yapılmıyor, yapılan da öğretimden ibaret. Bunu da çok iyi yapamıyoruz. Eğitim ve öğretim sezonunda bilgi, yazın bilgi, dolu beynin üzerine bilgi yüklemek gibidir. Nasıl ki tok insan, tokluğun üzerine yediği zaman yediğinden içtiğinden haz almıyorsa dolu beyin de bilgi almada zorlanır. Çünkü boş ya da boşalan beyin de aç mide gibidir. Bırakalım çocuğumuz gezerek, dolaşarak, sportif faaliyetlere giderek zihnini biraz boşaltsın. Hele ilkokul ve ortaokulun ilk iki sınıf seviyesi çocuklar için oyun dönemidir. Bu yaştaki çocukların bilgiden ziyade oyun oynamaya ihtiyacı vardır. Çocuk oyunla büyüsün, oyuna doysun. Gerekli ve gereksiz bilgilerle çocuklarımıza küçük yaşta iken gücünün üzerinde yük yüklemeyelim. Bugünün dünyasının en büyük eksiği bilgi değildir. Aynı zamanda bilgiye ulaşım eskisi gibi zor da değildir. Çocuk ne zaman ihtiyaç hissederse bilgi eksikliğini giderir.

Küçük yaştaki çocuklara özellikle anasınıfı, ilkokul ve ortaokul seviyesindeki çocuklara bu yaş seviyelerinde verilebilecek en güzel sorumluluk davranış olmalıdır. Onlara bu yaşta iken akranlarıyla birlikte yaşamayı, paylaşmayı, çevreyi kirletmemeyi, çevreye ve eşyalara zarar vermemeyi, arkadaşlarıyla iyi geçinmeyi, nazik konuşmayı, görgü kurallarını vs. bilincini aşılamak lazım. Ağaç yaş iken eğilir sözü de bunu açıklıyor. Lütfen öğrenime verdiğimiz önemin daha fazlasını davranışa verelim.

*17/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Nasıl Anmam Anamı Şimdi *

Halen kaldığım evde oda çok. O odadan bu odaya girip çıkıyorum. Kah terastayım kah oturma odasında kah mutfakta, üç katın arasında dolaşıp duruyorum. Aşağıya inmişim, üçüncü katta bir şey unutmuşum, çık yukarı. Yukarı çıkmışım, aşağıda bir şeyim kalmıştır, in aşağı. Bol merdivenli bir ev anlayacağınız. Bir ara kaç basamak var diye saymıştım. Sayısını unuttum. İki yıldır bilfiil günübirlik yürüyen benim için inip çıkmak zor gelmiyor. Bir nevi antrenman oluyor. 

Uzağı gösteren bir de gözlüğüm var. Bir zamanlar sabah kalkar kalkmaz gözümde idi. Onsuz bir yere çıkmazdım. Yaş 45’i bulduğundan itibaren uzak gözlüğe pek ihtiyaç duymuyorum. Sadece dışarı çıkacağımda ve uzağa bakacağımda lazım oluyor. Yakın gözlüğü lazım ama uzak için kullandığım gözlüğü çıkarınca kitabımı okuyabiliyor, telefonuma bakabiliyorum. Bundandır ki bir yere oturup göze ihtiyaç duyan bir işle meşgul olduğumda ilk işim, gözümdeki gözlüğü çıkarmak oluyor. Önceleri saçlar varken başımın üstüne yerleştirirdim gözlüğü. Saçların kısalması ve dökülmesiyle birlikte kafada gözlük durmaz oldu. Sağıma, soluma, önüme, arkama, masaya vs. yerlere rastgele koyuyorum. Bir yerde oturup kalmıyorum. Lavabo, mutfak, oturma odası, yatak odası dolaşıyorum.

Ardından dışarı çıkmam gerektiğinde elimi gözüme bir atıyorum. Gözlük yok. Benim işim bundan sonra başlıyor. Tüm girip çıktığım yerleri bir hızla kontrol ediyorum. Baktığım yere bir daha bakıyorum. Yok bir yerde. Uçup gitmiş sanki. Eskiden böyle miydi halbuki. Neyi nereye koyduğumu bilir, hiç aramadan koyduğum yerden alırdım. Bazen de nereye koyduğumu, gittiğim ve oturduğum yeri zihnimden geçirerek bulurdum. Yaşın ilerlemesinden midir, şimdi gözlük arıyorum durmadan. Bazen de gözümde gözlük varken gözlüğü aradığımda olur.

Gözlük aramama birkaç defa annem de şahit oldu. Ne aran kuzum dedi. Gözlüğümü arıyorum dedim. Nereden söylediysem, oğlum sende tansiyon var da ondan aran dedi. Ne tansiyonu ana? Yapma Allah aşkına. Tansiyon kim, ben kim. Kan vereceğimde tansiyonumu ölçerler, hep 12-8 çıkar. Yani tam kıvamında tansiyonum dedim. Ben dedim ama anam durur mu, ne zaman bir şeyler arandığımı hissetsin. Lafı yapıştırdı, sende tansiyon var diye. Oymuş, bir daha gözlük aradığımı belli etmemeye çalıştım. Yeter ki odasına girmiş olayım. Ne aran diyor ama söyler miyim? Yok, bir şey diyorum.

Gel zaman git zaman, sabah baş ağrısı ile uyanmaya başladım. Elimi yüzümü bir güzel soğuk su ile ovuyor, başımı ıslatıyorum. Nedense eski tedavi yöntemlerim baş ağrısını gidermeye yetmedi. Ağrı kesici ile işim olmaz zaten. Duş aldım, gezip dolaştım, yürüyüşümü yaptım, yine olmadı. Şimdi geçer, az sonra geçer derken çoğu zaman akşamı yaptım baş ağrısı ile. Ağrının yanında kafamda bir yük taşıyor gibiyim. Gözlerim kararıyor, eskisi gibi net göremiyorum.

Sonunda acaba bende tansiyon olabilir mi, gidip bir ölçtüreyim dedim. 15-9 çıktı. Bir hafta bir ölçelim dendi. Her gün ölçtürüyorum: 14-9, 13-9, 14-9 şeklinde bir sonuç çıkıyor. Dört gündür bu aralıklarda gezindiğine göre belli ki geçici ve aniden yükselen bir tansiyon değil bendeki tansiyon. Öyle zannediyorum, bu hastalık kalıcı olacak.

Bu durumu hanımla paylaştım. Çocuklara söyleyeyim mi dedi. Hayır dememe rağmen bu bilgi çocuklara yetiştirilmiş. Baba, tansiyon var da niye söylemedin diyecek gibi oldular, bir hafta ölçüm sonucunda bir hastaneye gidelim dediler. Bakarız dedim ama ardından oğlum, babaanneniz 90’ına merdiven dayamış, ilkokul yüzü görmemiş, okur yazarlığı bile yok. Siz ise okudunuz, bu işin öğrenimini gördünüz. Sizin farkına varmadığınız tansiyonumu anam bildi dedim, gülüştük.

Hasılı dostlar, bir tansiyon hastasıyım. Bu hastalık ise strese gelmezmiş, maazallah tansiyonu fırlatırmış. Sizden istediğim, tansiyonumu yükseltecek moral bozucu şeylerden uzak durmanız.

*25/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

12 Haziran 2022 Pazar

Kiralık Katil mi, Kiralık Akıl mı? *

Çocukluğumuz ve gençliğimiz Yeşilçam’da çevrilen Türk filmlerini seyretmekle geçti. İzlediğimiz filmlerin başrolünde yer alan oyuncular ve filmlerin isimleri farklı olsa da konuları genelde birbirinin kopyası şeklinde idi. Ağırlıklı olarak ya kan davası ya aşk konusu ya tecavüz sahneleri ya da parasızlık ve geçim derdi vs. konusu işlenirdi.

Fazla olmamakla beraber bazı Türk filmlerinde de kiralık katile yer verilirdi. Kiralık katil için kötüler başroldeki oyuncuyu seçerler. Çünkü hem işini temiz yapar, gözü pek biridir hem de mecburdur kiralık katil olmaya. Zira oğlu, kızı veya hanımı ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Tedavisi ülkede yapılamadığı için yurtdışına gitmesi gerekir. Bunun için de çok para gerekir. Katil olmaya zorlamak için bazen de çocuğu kaçırılır. Başroldeki oyuncu kiralık katil olma teklifini duyar duymaz beyninden vurulmuşa döner. Teklifi reddettiği gibi kapıyı pencereyi yumruklar, gelenleri kapı dışarı eder. Oyuncumuz eşinden, dostundan, çevreden borç para ister ama bulamaz. Sonunda naçar kalır, kiralık katil olma teklifini kabul eder.

Başroldeki oyuncu işi beklendiği gibi bitirir. Önerilen parayı alır. Çoluk çocuğunu tedaviye gönderir. Bu tedavi de işe yaramaz. Çünkü çocuk ölmüştür. Kendisi de içeri girer. Ya aftan yararlanır çıkar ya da cezasını çeker çıkar. Cezasını çekse de tövbekar olsa da herkes onu katil bilir, kimse iş vermez, aşık olduğu kız kiralık katil olduğunu öğrenince yüzünü çevirir. Bazen de vadedilen para verilmeyince ve sözler tutulmayınca hapis sonrası oyuncumuz elini kana bulayanlara döndürür tüm okları. Film genelde bu minval üzere devam eder.

Kiralık katillik başta başrol oyuncu olmak üzere toplum tarafından tasvip edilmez. Buna rağmen bu fiil işlenmiştir. Çünkü oyuncu maddi sıkıntıdan veya başka sebeplerden dolayı buna mecbur kalmıştır. Oyuncumuz her ne kadar katil olmaya mecbur kalsa da burada sorgulanması gereken, kişinin aklını kullanmadığıdır. Ama bir hakkı teslim edelim, kiralık katil de olsa bu eylemi yaptıktan sonra pişmanlık duyar, uykudan kabus görerek uyanır ve vicdanını rahatlatmak için öldürdüğü kişinin ailesine yardım etmeyi, onları koruyup kollamayı kendine vazife bilir... Gel gör ki son pişmanlık fayda vermez. Zira olan olmuştur. Ama şu var ki hayatının geri kalan kısmını zevksiz ve tatsız geçirir, pek huzur bulmaz. 

Aklını kullanmayanlar sadece kiralık katil olanlar mıdır? Keşke bununla sınırlı kalsaydı. Piyasada öyle aklını kullanmayanlar vardır ki say say bitmez. Adına parti disiplini derler. Vekili de belediye başkanı da içine sinse de sinmese de siyasi parti liderinin dediğini yerine getirir. Meclis buna en güzel örnektir. İçeriğini bilmese bile vekil grup başkan vekilinin tavrına göre hareket eder. O parmak kaldırırsa kaldırır, karşı çıkarsa karşı çıkar. Aynı şekilde bir cemaat veya tarikata bağlı biri de cemaat liderinin her yaptığını, her söylediğini hikmet olarak görür. Yine toplumda çokları, siyasi ve dini bir konuda veya sosyal bir konuda nasıl tavır alınacağını sevip saydığı siyasi lidere göre belirler. Olay ilk vuku bulduğunda; gözü kulağı, sevip saydığının ne söyleyeceğindedir. Çünkü onun için tek doğru onun söylediğidir. Hatta bazıları bir olayın ardından bir görüş belirtse bile liderinin tavrına göre görüşünü yeniler. O ne dediyse doğru odur, yanlış da odur. Kimilerine göre doğru ve yanlışın ne olduğu, sözü kimin söylediği ile orantılıdır. Sevdiği söylediyse yanlış da olsa doğrudur. Nefret ettiği söylediyse, doğru da olsa yanlıştır. 

Kiralık katil ile aklını kiraya verenlerin ortak noktası her ikisinin de aklını kullanmaması. Farkları ise;

Kiralık katil aklını kullandırdığını biliyor, diğerleri ise gönüllü oldukları için aklını kullandırdığını bilmiyor. 

Kiralık katil bundan dolayı pişmanlık duyuyor ve üzülüyor. Diğerleri ise hayatlarından memnun. Hatta dört köşeler. Niye böyle olmasınlar? Nasılsa düşünme, analiz, kafa yorma, acaba gibi dertleri yok. 

Kiralık katil bu duruma mecburiyetten girmiş. Diğerleri ise gönüllü fedai. Bu fedailik sayesinde aidiyet duyguları tavan yapıyor ve bu sayede kişilik kazanmış oluyorlar. Başkasının aklıyla hareket ediyorsun desen bunu kabul etmezler. Bu benim görüşüm derler. 

Kiralık katil bedel öder. Diğerleri ise bedel ödemezler. Bedeli tüm millete ödetirler...

*22/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Pazar Notlarım *

Bugünün yürüyüşü için 12.30'da dışarı çıktım. Ne tarafa gideyim derken rampa çıkmak damdı içime. Tam Akyokuş tarafına meyledeyim derken baktım hava yağışlı. Yağmura yakalanmayayım ve yağmur yağınca sote bir yer bulurum düşüncesiyle Evliya Çelebi parkuruna yöneldim. Yolda ilerlerken bir dostumun çay içelim mesajına, 13.30'da buluşmak üzere kavilleştik.

Çay muhabbetine kadar 1 saat yürüdüm parkta. Evliya Çelebi gibi dünyayı dolaşamasam da adına yapılan parkta turladım durdum. Güzel de oldu. Güzelliği bozan şeyler, parkurda yürüyüş adabını bilmeyenler. Ya tersinden yürüyüş yapanlar çıkıyor ya da yolu düzgün seçip yürüyeyim mi yürümeyeyim mi diyenler eksik olmuyor. Maşallah, zıt veya doğru yoldan yürüdükleri halde önden veya arkadan bir tempoda gelenleri engelliyor muyuz diye zerrece bir düşünceleri yok. Mecburen parkur dışına çıkıp çimlerin üzerine basarak sollamak zorunda kalıyorsun. Böyleleri niçin kaldırımları ya da mesire yerleri seçmezler, anlamak zor. Bir de karşıdan karşıya geçenler oluyor. Tam sen geçerken aradan önüne geçiyor. Tüm maksatları hızını kesmek. Bunda da başarılı oluyorlar. Tebrik etmek lazım bunları. 

Çay saatine ramak kala, günlük yürüyüş adımımı bitirdim. Elimi, yüzümü yıkamak için caminin şadırvanına girdim. Çıkarken bir baktım ki bir telefon. Etrafta da kimsecikler yok. Aldım elime, parktaki kafeteryaya götürdüm. Bunu birileri alır götürür. Sizin buraya koyalım. Sahibi kimse az sonra aramaya gelir dedim ama çalışan, camiye bırak, burası olmaz dedi. Namaz vakti olsa gidip imama vereceğim ama gitsem camide görevli de bulamam. Ne yapayım derken tekrar şadırvana geldim. Dışarıdan gelip geçenlere, burada telefonunu unutan var mı diye birkaç defa seslendim. Benim diyen çıkmadı.

Elimde telefon bekleyemezdim. Çünkü randevulaştığım arkadaşlar da Tavus Baba da oturalım diye telefon açtılar. Çaresiz telefonu aldığım yere bıraktım. Tam çıkarken 14-15 yaşlarında bir çocuk, yandım Allah dercesine koşarak geliyor. Telefon senin mi yoksa dedim. Evet amca. Camiye girmiştim. Orada aklıma geldi dedi. Çocuk adına sevindim. Çünkü gelip bulamayabilirdi telefonunu.

Meram Yeni Yol'a çıkarak sözleştiğimiz iki arkadaşa katıldım. Tavus Baba'ya çıktık. Boş bir masa bulup oturduk. Arkadaşlar, hazırlıklı gelmiş bu arada. Evden çay demlemişler, simit ve çekirdek almışlar. İkram sahibine, hocam, maşallah iyisin. Bu devirde simit ve bagajında Ayçiçek yağı gördüm dedim gülüştük. Yağın fiyatını sordum. Fiyatı yüksekti ama gördüğüm etiketlere göre bu fiyat makul geldi. Dönüşte kalırsa ben de almak isterim dedim. Termos çayını bolca afiyetle içtik, simitleri yedik. Ayçiçeğinden çitledik. Muhabbetimizi yaptık. Ortaya çıkan çöpleri giderken götürmek için çöp poşetine koyduk. Keselerine bereket. 

Muhabbeti bozan görüntüler de eksik değildi. Çimin üzerinde mangal yakanın, rüzgarla birlikte bize kadar ulaşan dumanından ve kokusundan nasibimizi aldık. Yukarı doğru inip çıkan araçlardan kulakları patlatırcasına gelen çeşit çeşit müzikler de aha bir görgüsüz daha dercesine onlara bakmamıza sebep oldu. Zira biz geçiyoruz. Bu da bizim imzamız derler gibiydi. Sağımızdan-solumuzdan, sarmaş dolaş olmuş gelip geçen gençleri görünce, gençliğimde böyle enstantaneler yaşayamadığıma hayıflandım. Tepeye özellikle aşk bahçesine çıksaydım, hayıflanmam biraz daha artacaktı. Bu da beni bitirirdi. Bereket zirvenin yamacında kalmışız. Aniden inen yağmur daha fazla hayıflanmamın önüne geçti. Arabaya attık kendimizi. Bundan sonrasını, yasak bölgede mangal yakarak bizi kokusundan ve dumanından mahrum etmeyen komşumuz düşünsün. Çünkü yerken yağmura yakalanmış olmalılar. 

Yağmurla birlikte Meram Yeni Yol, Meram Yaka ışıklarında durduk. Yeşil yandı. Önden bir araç geçebildi. Biz dahil diğerleri yeniden kırmızıya yakalandı. Çünkü solumuzdaki araç bozulduğu için yerinden kalkamadı. Arkasındaki araç da bizim önümüze kırdı. Ne bizi geçirdi ne arkadakileri ne de kendisini. Kendisine Müslüman derim böylelerine. 

Yol arkadaşlarım, evimin güzergahından geçerek beni evime bıraktılar. Onların ardından eve girmeden, yağın alındığı markete girdim. Yağ alıp çıkacağım. Yağa hanım da çok sevinecek. Çünkü kaç yıldır eve Ayçiçek yağı girmemişti. Birkaç defa istemişti benden. Aklının ucundan bile geçirme. Zira yağların yanına varılmıyor demiştim. 

Bir beşlik aldım. Baktım sınırlama yok. Haydi bir daha alayım dedim. İkiledim tenekeyi. Garibime giden, ikindiden sonra olmasına rağmen paketinden açıldığı gibi duruyor yağlar. Yağ almak için gelen de yok. Millet istihbaratı aldı. Ya yağlar düşecek ya da zamanında bol bol alındı. İhtiyaçları yok. Açıp açıp kullanıyorlar. Yağın fiyatı düşerse, bilin ki bu beni bitirir. Hoş, varsın ben biteyim de milletin yüzü gülsün. 

Yağı aldım. Giderken çaylara baktım. En son gördüğüm marketteki çay fiyatına göre üç lira daha düşük. Burada da bir tane ile sınırlı uyarısı göremeyince dört paket birden aldım. Ucuz gördüm mü kaçırmam bilirsiniz. Bu arada benden başka da çay alan yoktu yine...

Boynumun borcu yürüyüşümü yapmışım. Bir çocuğun telefonunu bulmasına dolaylı da olsa katkıda bulunmuşum. Nicedir çay muhabbeti yapmadığım dostlarımla çayın ve muhabbetin dibine vurmuşum. Zamlı tarife dolayısıyla el sürmediğim memur kebabını yemişim. Milli meselemiz yağı alabilmişim, milli içeceğimiz çaydan dört paket kapmışım. Daha ne isterim. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla kasaya doğru giderken, markete girerken önümden giren karı kocayı peynir reyonunda gördüm. Buraya da bakmak istedim ama tapulu malları gibi bırakıvermediler. Etiketlere bakıp durdular. Yanlarından geçip giderken bir şey almadan peşim sıra gelmeye başladılar. O bölümde bir ben varım bir de muhteşem ikili. Az sonra sessizliği bana duyuracak şekilde koca bozdu: "Şu fiyatlara bak. Memleketin içine ettiler. Millet de iş yok, ses yok" şeklinde söylenip durdu. Sanırım umudu bendim. Benden de umduğunu bulamayınca çekip gittiler. Daha çok beklerler. Zira sözün ve her şeyin bittiği yerdeyiz. 

Kasaya yanaştım. Poşet dahil, 4 paket çaya ve iki teneke ayçiçeği yağına 502 papel sayıp evimin yolunu tuttum. 

*15/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Biz Bu Haltı Niye İşledik? *

Üstadım, bir ekonomik sıkıntıdan geçtiğimiz malum. Sebepleri arasında güvensizlik, yönetim yanlışları, inatçılık, iç ve dış güçler, yanı başımızdaki savaş, salgın, emtia sıkıntısı, israf, kur garantili TL, cari açık, zamlar; köprü, yol ve hastanelere geçiş garantisinin verilmesi vs. sayılabilir. Bunların üzerinde durmayacağım.

Nereye gelmek istiyorsun?

En büyük sorunlardan biri dövizin ateşinin söndürülememesi yani TL’nin döviz karşısında erimesi.

—Kur Garantili TL ile tedbir aldılar. Üzerinde köpük varmış. 

—İyi de tekrar aynı seviyeye yaklaştı. Yakında Aralık 2021'deki seviyeyi geçecek. Madem kısa zamanda eski hamam eski tas olacak idiyse, biz bu kur garantisini niye verdik? Şimdi bir de dövizini bozdurup TL'ye yatıranlara ilave para verilecek. Bu yük de bize binecek. Akıl var, mantık var, bizim olmayan paraya garanti verilir mi hiç?  

—Sana önce bir anekdot anlatayım:

“Bir borsacı yanına yetiştirmek üzere yeni bir çırak alır. Borsanın inceliklerini anlatır çırağına. Arlarında şu konuşma geçer:
—Bak evladım, borsayı iyi değerlendireceksin. Fırsatları lehine çevirmeyi bileceksin. Ayağına gelen fırsatı asla geri tepmeyeceksin.

Çırağı da hocasını can kulağıyla dinler. Yürürken bir parka girerler. Borsa ustası yerde bir köpek pisliği görür ve talebesine,
—İşte fırsat ayağına geldi. Şu köpek pisliğini yala. Al bir milyarı benden.
—Ustam olur mu öyle şey, pislik yalanır mı hiç?
—Borsa fırsatları değerlendirme yeridir. İşte fırsat.
Çırak, çaresiz köpek pisliğini yalar. Karşılığında ustasının uzattığı bir milyarı cebine koyar. Ağzı batsa da iş yapmadan kazandığı para hoşuna gider.
Yürürlerken parkın çıkışına gelirler. Yerde bir köpek pisliği daha. Çırak ustasına seslenir.
—Ustam, aha bir köpek pisliği daha. Madem borsacı olacağız. Haydi yala, al bir milyarı benden.
Ustası da pisliği yalar. Çırak az önce ustasının kendisine verdiği bir milyarı geri verir. Az daha yürürler. Çırak şaşkınlıkla:
—Ustam, senin bir milyar sen de benim bir milyar da bende. İşin garibi ağzımızdaki köpek pisliği de işin çabası. Biz ne anladık ve ne kazandık bu işten?
—Öyle deme. Borsaya biz bu şekilde iki milyarlık işlem hacmi gerçekleştirdik”.

—İyi de burada herkesin parası yine cebinde kalmış. Sadece ağızlarına pislik ilave olmuş. Bu da ağızdan nasıl çıkar, ayrı bir konu. 

—Aynı şey değil elbet. Bu borsa anekdotunda ustanın da çırağın da paraları cebinde kalmış. TL'nin döviz karşısında erimesi sonucunda başta akaryakıt ve enerji olmak üzere tekrar tekrar zamlar yapılacak. Hoş, kur garanti dolayısıyla yerinde sayarken de zamlar yapıldı. Bu da orta, dar gelirlinin ve sabit gelirlinin alım gücünü iyice yok edecek. Halkın alım gücü azalırken döviz ve enflasyon belasıyla fakirin parası birilerinin cebine girecek. Üstüne üstlük kur garantisinden dolayı mevduat sahiplerine ilave paralar ödenecek. Kuru dizginleyemeyecek idiysek, piyasanın ateşini söndüremeyecek idiysek, zamlara dur diyemeyecek idiysek, millet hala önünü göremeyecek idiyse biz bu kur garantili TL mevduatı niçin verdik? Gerçekten biz bu haltı niye işledik? 

*02/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.