Bugünün yürüyüşü için 12.30'da
dışarı çıktım. Ne tarafa gideyim derken rampa çıkmak damdı içime. Tam Akyokuş
tarafına meyledeyim derken baktım hava yağışlı. Yağmura yakalanmayayım ve
yağmur yağınca sote bir yer bulurum düşüncesiyle Evliya Çelebi parkuruna
yöneldim. Yolda ilerlerken bir dostumun çay içelim mesajına, 13.30'da buluşmak
üzere kavilleştik.
Çay muhabbetine kadar 1
saat yürüdüm parkta. Evliya Çelebi gibi dünyayı dolaşamasam da adına yapılan
parkta turladım durdum. Güzel de oldu. Güzelliği bozan şeyler, parkurda yürüyüş
adabını bilmeyenler. Ya tersinden yürüyüş yapanlar çıkıyor ya da yolu düzgün
seçip yürüyeyim mi yürümeyeyim mi diyenler eksik olmuyor. Maşallah, zıt veya
doğru yoldan yürüdükleri halde önden veya arkadan bir tempoda gelenleri engelliyor
muyuz diye zerrece bir düşünceleri yok. Mecburen parkur dışına çıkıp çimlerin
üzerine basarak sollamak zorunda kalıyorsun. Böyleleri niçin kaldırımları ya da
mesire yerleri seçmezler, anlamak zor. Bir de karşıdan karşıya geçenler oluyor.
Tam sen geçerken aradan önüne geçiyor. Tüm maksatları hızını kesmek. Bunda da
başarılı oluyorlar. Tebrik etmek lazım bunları.
Çay saatine ramak kala,
günlük yürüyüş adımımı bitirdim. Elimi, yüzümü yıkamak için caminin şadırvanına
girdim. Çıkarken bir baktım ki bir telefon. Etrafta da kimsecikler yok. Aldım
elime, parktaki kafeteryaya götürdüm. Bunu birileri alır götürür. Sizin buraya
koyalım. Sahibi kimse az sonra aramaya gelir dedim ama çalışan, camiye bırak,
burası olmaz dedi. Namaz vakti olsa gidip imama vereceğim ama gitsem camide
görevli de bulamam. Ne yapayım derken tekrar şadırvana geldim. Dışarıdan gelip
geçenlere, burada telefonunu unutan var mı diye birkaç defa seslendim. Benim
diyen çıkmadı.
Elimde telefon
bekleyemezdim. Çünkü randevulaştığım arkadaşlar da Tavus Baba da oturalım diye
telefon açtılar. Çaresiz telefonu aldığım yere bıraktım. Tam çıkarken 14-15
yaşlarında bir çocuk, yandım Allah dercesine koşarak geliyor. Telefon senin mi
yoksa dedim. Evet amca. Camiye girmiştim. Orada aklıma geldi dedi. Çocuk adına
sevindim. Çünkü gelip bulamayabilirdi telefonunu.
Meram Yeni Yol'a çıkarak
sözleştiğimiz iki arkadaşa katıldım. Tavus Baba'ya çıktık. Boş bir masa bulup
oturduk. Arkadaşlar, hazırlıklı gelmiş bu arada. Evden çay demlemişler, simit
ve çekirdek almışlar. İkram sahibine, hocam, maşallah iyisin. Bu devirde simit
ve bagajında Ayçiçek yağı gördüm dedim gülüştük. Yağın fiyatını sordum. Fiyatı
yüksekti ama gördüğüm etiketlere göre bu fiyat makul geldi. Dönüşte kalırsa ben
de almak isterim dedim. Termos çayını bolca afiyetle içtik, simitleri yedik.
Ayçiçeğinden çitledik. Muhabbetimizi yaptık. Ortaya çıkan çöpleri giderken
götürmek için çöp poşetine koyduk. Keselerine bereket.
Muhabbeti bozan
görüntüler de eksik değildi. Çimin üzerinde mangal yakanın, rüzgarla birlikte
bize kadar ulaşan dumanından ve kokusundan nasibimizi aldık. Yukarı doğru inip
çıkan araçlardan kulakları patlatırcasına gelen çeşit çeşit müzikler de aha bir
görgüsüz daha dercesine onlara bakmamıza sebep oldu. Zira biz geçiyoruz. Bu da
bizim imzamız derler gibiydi. Sağımızdan-solumuzdan, sarmaş dolaş olmuş gelip
geçen gençleri görünce, gençliğimde böyle enstantaneler yaşayamadığıma
hayıflandım. Tepeye özellikle aşk bahçesine çıksaydım, hayıflanmam biraz daha
artacaktı. Bu da beni bitirirdi. Bereket zirvenin yamacında kalmışız. Aniden
inen yağmur daha fazla hayıflanmamın önüne geçti. Arabaya attık kendimizi.
Bundan sonrasını, yasak bölgede mangal yakarak bizi kokusundan ve dumanından
mahrum etmeyen komşumuz düşünsün. Çünkü yerken yağmura yakalanmış
olmalılar.
Yağmurla birlikte Meram
Yeni Yol, Meram Yaka ışıklarında durduk. Yeşil yandı. Önden bir araç geçebildi.
Biz dahil diğerleri yeniden kırmızıya yakalandı. Çünkü solumuzdaki araç
bozulduğu için yerinden kalkamadı. Arkasındaki araç da bizim önümüze kırdı. Ne
bizi geçirdi ne arkadakileri ne de kendisini. Kendisine Müslüman derim
böylelerine.
Yol arkadaşlarım, evimin
güzergahından geçerek beni evime bıraktılar. Onların ardından eve girmeden,
yağın alındığı markete girdim. Yağ alıp çıkacağım. Yağa hanım da çok sevinecek.
Çünkü kaç yıldır eve Ayçiçek yağı girmemişti. Birkaç defa istemişti benden.
Aklının ucundan bile geçirme. Zira yağların yanına varılmıyor demiştim.
Bir beşlik aldım. Baktım
sınırlama yok. Haydi bir daha alayım dedim. İkiledim tenekeyi. Garibime giden,
ikindiden sonra olmasına rağmen paketinden açıldığı gibi duruyor yağlar. Yağ
almak için gelen de yok. Millet istihbaratı aldı. Ya yağlar düşecek ya da
zamanında bol bol alındı. İhtiyaçları yok. Açıp açıp kullanıyorlar. Yağın
fiyatı düşerse, bilin ki bu beni bitirir. Hoş, varsın ben biteyim de milletin
yüzü gülsün.
Yağı aldım. Giderken
çaylara baktım. En son gördüğüm marketteki çay fiyatına göre üç lira daha
düşük. Burada da bir tane ile sınırlı uyarısı göremeyince dört paket birden
aldım. Ucuz gördüm mü kaçırmam bilirsiniz. Bu arada benden başka da çay alan
yoktu yine...
Boynumun borcu
yürüyüşümü yapmışım. Bir çocuğun telefonunu bulmasına dolaylı da olsa katkıda
bulunmuşum. Nicedir çay muhabbeti yapmadığım dostlarımla çayın ve muhabbetin
dibine vurmuşum. Zamlı tarife dolayısıyla el sürmediğim memur kebabını yemişim.
Milli meselemiz yağı alabilmişim, milli içeceğimiz çaydan dört paket kapmışım.
Daha ne isterim. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla kasaya doğru giderken,
markete girerken önümden giren karı kocayı peynir reyonunda gördüm. Buraya da
bakmak istedim ama tapulu malları gibi bırakıvermediler. Etiketlere bakıp
durdular. Yanlarından geçip giderken bir şey almadan peşim sıra gelmeye
başladılar. O bölümde bir ben varım bir de muhteşem ikili. Az sonra sessizliği
bana duyuracak şekilde koca bozdu: "Şu fiyatlara bak. Memleketin içine
ettiler. Millet de iş yok, ses yok" şeklinde söylenip durdu. Sanırım umudu
bendim. Benden de umduğunu bulamayınca çekip gittiler. Daha çok beklerler. Zira
sözün ve her şeyin bittiği yerdeyiz.
Kasaya yanaştım. Poşet
dahil, 4 paket çaya ve iki teneke ayçiçeği yağına 502 papel sayıp evimin yolunu
tuttum.
*15/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder