“Bir sahabi savaşta
‘lâ ilâhe illallah’ dediği halde birisini öldürmüştü. Resulüllah buna kızdı ve
onu azarladı. Sahabi, ‘O bunu korkusundan söyledi’ deyince Resulüllah, ‘Kalbini
yarıp baktın mı, sen kıyamette bunun hesabını nasıl vereceksin!’ dedi ve öfkeli
bir halde bunu o kadar çok tekrarladı ki sahabi, ‘Keşke şu ana kadar Müslüman
olmamış olsaydım’ diye temennide bulundu. (Ebu Davud, sahih)
Bir gün Resulüllah’a
kaba davranan birisi için Halid bin Velid, ‘Şunun boynunu vurayım mı ya
Resulallah?’ dediğinde, ‘Hayır, namaz kılan birisi olabilir’ buyurdular. Halid;
‘Öyle namaz kılanlar var ki, dili başka kalbi başkadır’ deyince Resulüllah:
‘Ben insanların kalplerini deşmek, karınlarını yarmak için gönderilmedim’
buyurdu. (Bezzar, hasen)”
Ömer anlatıyor:
Rasûlullah (a.s) buyurdular ki: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkese niyet
ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü’ne ise, onun hicreti
Allah ve Rasûlü’nedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya
nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.”(Buhari)
Yazıma, Faruk Beşer’in
04.02.2018 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki “Kalbini yarıp da baktın mı”
başlıklı yazısında yer verdiği iki hadisi şerifi alıntılayarak
başladım. Alıntıladığım iki rivayetin ilkini, herhalde duymayanımız
yoktur. Zira Usame b. Zeyd’in başından geçen bu rivayet çok meşhur bir hadisi şeriftir. Aynı şekilde Hz Ömer'in rivayet ettiği niyet hadisi
de hepimizin bildiği meşhur bir hadistir. Çoğumuz "kalbini yardın mı"
ve "niyet" hadislerini biliriz bilmeye de… Anlattığımız ve duyduğumuz
bu hadislerin biz neresindeyiz? Hadislerin vermek istediği mesajı hayatımıza
tatbik edebiliyor muyuz? Bu sorulara evet denmesini ne çok arzu ederdim.
Maalesef kalbini yarıp baktıklarımızın ve niyetlerini okuduklarımızın sayısı o
kadar çok ki... Yeter ki bir kişi bizim gibi düşünmesin. Deşeler dururuz
kalbini ve sorgularız niyetini. Hakkında hemen kesin hükmümüzü veririz:
"O mu? O bir proje
adamıdır. O, birileri adına çalışıyor",
"Bunlar
müsteşriklerin yerli işbirlikçisidirler",
"Bunların İslam'a
verdiği zararı kimse veremez",
"Allah onları ıslah
etsin",
"Bunlar
sapıktırlar…” gibi.
Doğrusu, insanımız
hakkında böyle konuşulmasını doğru bulmuyorum. Kişi ben şuyum diye itiraf
etmediği müddetçe ya da kesin bilgi ve belgeye dayalı bir delil olmadıkça
kişiler hakkında kanaat/zan/tespit/iftirada bulunulmaması gerektiğini
düşünüyorum. Çünkü bu şekil ithamları niyet okuma olarak görüyorum. Bu aynı
zamanda kişinin kalbini yarmak demektir. Hoş, kişinin kalbini yarsak ne
olur? Karşımıza ancak delik deşik olmuş bir et parçası çıkar. Her ne kadar biz,
insanları zahirlerine, söylem ve yaptıklarına göre değerlendirsek de kişilerin
içinde neleri gizlediklerini bilemeyiz. Çünkü insanların içini bilme ve içinden
geçirdiklerini bilme imkânımız yoktur. Melekler ve peygamberler dahi insanın
içinden geçirdiklerini bilemezler. Kalpten geçenleri bilmek gaybi konulardandır.
Bu bilgi ise yalnızca Allah’a aittir.
Hakkında ithamda
bulunduğumuz kişiler, gerçekten bir proje adamı olabilirler, görüşleri hiç
makul olmayabilir. Onlar, toplumun değerlerini alt üst eden ve topluma zehir
zerk eden kişiler de olabilirler. Onlara böyle ithamlar yaparak bir yere
varamayız. Varsa kendimizde bir maharet onların zehrinin panzehiri olmak için
çaba sarf edebiliriz.
*03.03.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.