30 Kasım 2015 Pazartesi

Kurban Anekdotları

Her kurban geldiğinde TV'ler bildik görüntüleri haber yaparlar. Senin başından geçen ilginç kurban maceraları oldu mu?
Olmaz mı? İstemediğin kadar. Sen yeter ki iste.
Haydi anlat.
Kahta'da  -98 yılıydı sanırım- 7 acemi kurban ortağı olmuştuk. 
Acemi olduklarını nereden bildin?
Bayrama gider gibi kurban yerine takım elbiselerle gelmelerinden anladım.  İlk başta kurbanlığı kaçırdık, ardından kovaladık da kovaladık. Sonra yakalayıp kasabı beklemek için bir ağaca bağladık. Hayvan ağacı kırdı,  yine kaçtı. Sonunda acemi bir kasap bulduk. Başını kesmeye anlaştık. Ardından 7 acemi yüzüp parçaladık. 
Sonunda halletmişsiniz.
Doğru. Öyle hallettik ki, hızımızı alamayıp hayvanın hayasına varıncaya kadar paylaşmışız. Yarısı bana düşen hayanın yarısının kime düştüğü, faili meçhul kaldı.
Sonra ne oldu?
Sonrası o 7 kişi, bir daha aynı gruba denk gelmeyecek şekilde 7 ayrı gruba dağıldık.
***
2000 yılıydı. 6 ortağımızı belirledik. Kanmayalım diye canlı kilo almaya karar verdik.
İyi düşünmüşsünüz.
Düşündük de. Uygulamaya geçemedik.
Niye ki?
Ortaklarımızdan en akıllısı, “Arkadaşlar alacağımız yer belli. Oraya gideceğiz. Piyasayı öğrenmek için benim bir akrabam kurbanlık satıyor. Oraya bir bakalım, ne dersiniz” dedi. Biz de eyvallah dedik.
Gittiniz mi?
Gittik gitmesine de. Sadece bakmak için gittiğimiz akrabadan pazarlık usulü hayvanı alıp döndük.
-Bu nasıl oldu?
Piyasayı öğrenmek için gittiğimiz yerde şu hayvan kaça, bu kaça derken, iş kaç kilo et çıkara döndü iş. Cambazın 200 kilo et verir dediğine; gelmez dedik. İçimizde ortağımız olmayan  dostumuz; üstat, ben hayvandan anlarım, bu hayvan 200 kilo et verir. Hatta bu hayvanı alırsanız ben de girer, 7 kişi keseriz. Yalnız ben tatile memlekete gideceğim. Sen benim payımı dolabımıza koyuver olmaz mı?” dedi. Olmaz olur mu ben bu günler için vardım zaten. Kurbanı kestik, hayvanın her şeyini tarttık toplam 140 kilo geldi.
Haydaa! Sonra ne yaptınız?
Akrabam dediği kurban ortağını arabama aldım. Cambazın yanına vardık. Hani derler ya; memnuniyetinizi dostlarınıza, şikayetinizi bize söyleyin diye. Durumu anlattık. Adam olmaması lazım dedi. Ben kendisine: "Kardeş, ortaklarım bana güvenerek girdiler. Ben onlara mahcup oldum. Pazarlığımız pazarlık. Biz sana bedelini anlaştığımız şekilde vereceğiz. Fakat senin dediğin kilo çıkmadı. Buna fıkıhta ayıp muhayyerliği denir" dedim. Sağ olsun adam anlayış gösterdi. Ortak başına 5'er lira daha indirim yaptı. Bizim 70 liraya gelen kurban bedelimiz 65 liraya indi.
***
Adana'da yıllık peşin kirayı biriktireyim diye 2002 yılında kurban kesmemeye karar vermiştim.  Küçükbaş bir kurbanın bedeli olan 120 milyonu bir tırnakçıya kaptırdım.
Adama kızdın mı?
Yok kızmadım. Sonra kızsam neye yarar.
Kira parası biriktireceğim diye  yaptığım tasarrufu Rabbim kabul etmedi. Bana bir muhteremi gönderdi. Emanetini aldı gitti.
Bir de adama muhterem diyorsun, adamı tanıyormuş gibi konuşuyorsun?
Tanıştık adamla. Adamı yakalattım. Karakolda sorguya çekildi. Dosyası temiz çıktı. Adam taksicilik yapıyormuş. Polisler, " Hocam taksiciler yapmaz bu işi, şikayetçi olursan dosyasına işlenecek" deyince tırnakçının o olduğunu bile bile davacı olmadım.
Olay da ilginç, bakış açısı da...
***
2013 yılında 90 km uzaklıktaki bir köyde dağda yayılmış, görmediğim bir kurbana ortak oldum. 
İnsan görmediği kurbanlığa ortak olur mu?
Beni ortak eden de görmemiş.
-Kim gördü ya?
Sahibi olan kurban ortağımız.
Böyle bir ortaklığa niye girdin mübarek?
Beni ortak eden ve hayvanı görmeyen ortağım kurbanlığı öyle bir anlattı ki, girmemek elde değildi.
Neymiş bu kurbanın cazipliği?
Dağda yayılmış, küspe vb. suni yiyeceklerle beslenmemiş, tamamen doğal yiyeceklerle beslenmiş. 60 kilo  et de payımıza düşecekti.
Düştü mü bari?
Nerdee! Bir 60 vardı, ama kilo değil. Etin kilo fiyatı 60 liraya geldi.
Kandırılmışsın be ağabey! 
-Kandıran olmaktan iyi değil mi?
***
2015 yılında 5 ortak bir kurbana girdik. Kesme-parçalama ve sıyırma dahil anlaştık. Her yıl olduğu gibi beklemeyelim diye kesim yerine vekalet verdik: Bizim adımıza kesin diye.
Sonra?
Sağ olsunlar! Kesip parçalamışlar, sıyırırlarken biz vardık etimizi almaya, kasaptan et alır gibi. Ortaklarımızdan biri kolay gelsin, bitirmişsiniz maşallah dedi. Sıyıran daha bir but var deyince ortağımız burada başka but görünmüyor der, "Ha sıyrılmış o zaman” demiş sıyıran.
Eee...?
Eeesi beklemeden kurbanın etlerini poşetlere doldurduk. Pay etmek için poşetleri taşıdık arabamıza.
Kaçar kilo düştü?
20'şer kilo, kemiksiz, 5' er kilo da kemikli.
Canlı kaç kiloydu?
430
Kaçar para verdiniz?
1150.00 TL
Mümkün değil. Daha fazla çıkmalıydı.
Matematik hesaplarına göre mümkün değil. Birbirimize söylemeden çok hesap yaptık ama bu problemi çözemedik. Mübarek havuz problemlerine taş çıkarttı bu hesap kitap işi. Sonunda arka budun birini kedinin yediğine kendimizi inandırmaya çalıştık. Önce kediyi tarttık 125 kilo. Eti tarttık 125 kilo.
Yahu siz yine kandırılmışsınız?
Bu defa çaldırdık. Et de meçhul, faili de.
O zaman etin kilosunu bu sene kaçtan yediniz?
Dedim ya Matematiğim zayıftır. Ama sanırım 75 liraya geldi. Hırsızı da ortak olarak sayarsak maliyet biraz daha düşüyor tabii.
Allah iyiliğini versin. Yine kandırılmışsınız.
Olsun kandıran olmaktan iyi değil mi?
***
Başka?
Daha olsun mu? Sahi bu kurban muhabbeti nereden çıktı şimdiden?
Hiç öylesine sordum.
Yoksa önümüzdeki sene benimle kurban ortağı olmayı mı düşünüyorsun? Hakkın var. Ben yıllardır kurban, kurbanlık ve kurban kesme konusunda epey tecrübe kazandım.
Tövbe tövbe kardeş! Benim önümüzdeki sene kesip kesmeyeceğim daha belli değil. Sonra yakacak başka kimse bulamadın mı?
Niye ki?
Hep kanmışsın da.
Doğru dersin be kardeş. Bizim de hatalarımız oldu elbet. Kandık ama kimseyi kandırmadık. Biz Allah için kurban kestik. Yapan kendine yapar. Kandıran olmaktansa kandırılan olmak daha iyi değil mi?
Eyvallah...  Diğer yıllarda vukuat yok mu?
O yıllar benim sönük geçen kayıp yıllarım. 30/11/2015


Bu borçlu başka bir borçlu: Siliver...


Çarşamba sabah  06.30'da  okula gitmek için Alaaddin durağında otobüs beklerken Milli Eğitim Müdürlüğünden simaen tanıdığım birisi yanıma yaklaştı.
-Selamün aleyküm hocam.
-Aleyküm selam.
-Hocam çamaşır makinesi bozuldu. Acil bir 50.00 TL lazım.
Elimi cebime attım.
-Sen 70.00-80.00 lira ver.
-Bende de fazla yok. Sen şu 70.00 lirayı al.
-Allah razı olsun hocam. Cuma günü maaş biliyorsun. Paranı cebinde bil. Ama garanti olsun diye pazartesi diyelim.

Vedalaştık. Bir hafta sonra evrak vermek için daireye uğradım. Göz ucuyla beni süzen alacaklım benim de kendisine baktığımı görünce geldi koluma girdi.
-Hocam sen o gün benim işimi gördün. Allah razı olsun. Oğlan gelsin senin işini halledeceğim.
-Oğlan nerede?
-Çin'de
-Ne işi var orada?
-Hırdavat malzemesi satmaya gitti.
-Ne zaman gelecek?
-Bir ay sonra.

1.5 ay sonra yine Milli Eğitime uğradım. Bizimki bu sefer beni görmezden geldi. Uzaktan benim kendisine baktığımı görünce sağ olsun yanıma geldi.
-Hocam ben eskiden  ...ilköğretim okulunda çalışırken orada birine kefil olmuştum. Benim tüm maaşıma haciz koydular. Hacizden bir kurtulayım ilk işim senin paranı vermek olacak.
-Haciz ne zaman kalkar?
-Uğraşıyorum. Yakında kalkar.

Gel zaman, git zaman ben ara sıra daireye gittim geldim. Zaman zaman karşılaştık. Ne paranı vereyim dedi. Ne oğlan Çin'den geldi dedi. Ne de haciz kalktı dedi. Adamın başkasının yanında onuru zedelenmesin diye konuşmak için onu hep ırak yere çağırdım. Bir gün tanıdığım bir şefe, uzaktan gösterdim. "Bunu tanıyor musun" dedim. "Tanırım"  iyi, sessiz biri" dedi. "Adı ne " dedim. 1 yıl sonrası şükür adamın adını öğrenebildim. Bir başkasına başka bir zaman dışarıda sorduğumda, "Hocam dairede dolandırmadık adam bırakmadı. Demek seni de mi dolandırdı" dedi.

İnsan sarrafı olduğumu sanan ben  6 ay sonra borç verdiği adamın sahtekar biri olduğunu nihayet anladı. Paranın çok bir ehemmiyeti yoktu ama adamın önüne geleni dolandırması zoruma gitmişti.

Yine bir gün karşılaştım.
-Kardeş şu parayı ne zaman, hangi yıl vereceksin, şunun adını koyalım.
-Hocam 3 ay sonra ayın 15'inde gelir paranı veririm.
-İyi de kardeş benim adımı, çalıştığım okulumu bilmiyorsun. Numaram da yok sende. Bu ilçeden de tayinim çıktı.
-Önemli değil ben gelir seni bulurum.

3 ay sonra beyefendiyi tekrar ziyarete gittim. Vereceğim de vereceğim. Bende paran kalmaz, ayıp oluyor dedi ve beni tekrar başından savdı.

Bir gün çarşıda iken yanına uğradım. 
-Milli Eğitim Müdürüne seni şikayet edip seni sürdüreceğim. Ben paradan geçtim. Ama senden bu parayı alıp bir başka ihtiyaç sahibine vereceğim.
-Aman hocam, etme hocam. Paranı 3 ay sonra ayın 15'inde vereceğim.
-Al şu benim adımı yaz, şu da numaram. Eğer günü geldiğinde vermezsen müdürüne dilekçe vereceğim haberin olsun.

Konuşurken de mermi gibi gelen tükürüklerinden kendimi sakındırmaya çalıştım. Yine vedalaştık.

3 ayın dolmasına 3 gün kala beni cepten aradı. 
-Alo hocam paranın 60 lirasını çaycıya vereceğim ondan al.
-70 lira değil miydi?
-Biliyorum borcumu. Sen şimdilik bunu al. Kalanı da sonra ayarlayayım.

Ertesi günü tekrar cepten aradı.
-Hocam patates lazım değil mi, sana patates getireyim.
-Ben patates falan istemem. 15'inde param hazır olsun.
-Tamam, çaycıya 55 lira bırakıyorum. Ondan al.
-Kardeş 60 lira bırakacaktın hani.
-Yahu bu kadar buldum. Onu bir al.

Ayın 15'inde Milli Eğitimin çaycısına vardım. 55 lirayı aldım. Çıkarken bizim beyefendi geldi.
-Hocam aldın mı?
-Aldım da geri kalan 15 lira ne olacak?
-Yok bu kadar. Başka yok. Geri kalanı siliver.
-Bak müdüre çıkarım. Dilekçe veririm sen istedin bunu.
-Çıkarsan çık. Benim  ona da borcum var zaten. Beni o da biliyor.

Benim ikinci şantajım fayda etmedi. Paranın 55'ini  kurtardım. Tıpış tıpış ayrıldım oradan hem de arkama bakmadan. Söylediği "siliver" sözü kulaklarımı çınlattı durdu...Ama güzel bir söz: Siliver...

Her yanına varışımda utana sıkıla vardım. Alacağım parayı da istemek zormuş gerçekten. Nihayet 1.5 yıl sonra da olsa paramın 55 lirasını kurtarmıştım. Ben baya tecrübe kazandım. Alacağınız varsa yardıma hazırım bilesiniz. Silinecek alacağınız olsun istiyorsanız, bir telefon kadar yakınım.

Geri kalanı mı adamın dediği gibi siliverdim tabii. 30/11/3015


Sınav sonuçlarını değerlendirme *

Anadolu’nun bir okulunda sorunlar artmış. Okul çevresi sorunları çözmek için duyuruya çıkar. Kim çözerse ona vermeyi kararlaştırır.
Sorunu çözerim diyenlerin sayısı 16 olunca okulun gerçek sahipleri taliplileri sınava tabi tutar. Kuralları belirler. 100 puan üzerinden sınava tabi tutar. Bu sınav okul sınavlarından farklı. Okul sınavlarında tüm soruları yapan öğrenciler sayısı ne olursa olsun 100 tam puan alırlar. Bu sınav toplam 100 puan üzerinden puanlar paylaşılacaktır. Kim ne kadar yüksek alırsa diğer sınava girecekler o derece düşük puan alacak.
Oluşturulan 16 ekip sınava tabi tutulur.  08.00- 17.00 arasında olan sınav 9 saat sürmüştür. Akşam 19.00-20.00 gibi sonuçlar açıklanır. Puan durumu şu şekilde:
-49.59, 25.30, 11.90, 10.80, 0.70, 0.50 şeklinde sıralanır.
Okulun yönetimi 4 yıllığına 49.50 puan alan öğrenciye verilir. Sınavı kaybedenlerin büyük bir çoğunluğu sınavda niçin başarılı olamadık özeleştirisi yapacağı yerde sınavdan önce olduğu gibi sınavdan sonra da en yüksek puan alanı eleştirmeye başlar:
- “Sınavda kopya çekmiştir.”
-“Sınavı hazırlayanlara rüşvet vermiştir.”
-“Sınavdan önce sınavı hazırlayanları tehdit etmiştir.”
-“49.50'nin karşısında 50.50' lik bir blok var. Bizim puan toplamımız daha fazladır.” şeklinde değerlendirmişlerdir.

Bu sınav sonucunu değerlendirmeyi görünce okul sınavlarına giren öğrencilerden başarısız olanların sınav sonuçlarını değerlendirmesi aklıma geldi:
-“Ben zaten çalışmamıştım.”
-“Ben onun kadar çalışsaydım ondan yüksek alırdım.”
-“Ben de kopya çeksem o puanı alırdım.”
-“Öğretmen o çocuğu zaten hep tutuyor. Biz üvey evladız zaten.”
-“Çalışmadığım yerden sordu.”
-“Bence sorular yanlıştı. Bu öğretmen soru sormayı bilmiyor.”
-“Anlatmadığı yerden sordu.”
-“Zaten dersi anlatamıyor.”
-“Sorduğu soruyu kendisine sorsak yapamaz.”
-“Bu yüksek puan alan inek gibi adam...”  şeklinde mazeret bulurlar.

Sonuçta anladım ki küçük çocukların mazeretiyle okul yönetmeye talip olanların sınav sonucunda buldukları mazeret ve gerekçe aşağı yukarı aynı.
Vücutça büyüyenler zihin ve beyin olarak fazla büyümüyor.
Büyükler, küçüklerin vücutça büyümüş şeklinden ibarettir.
Bu nasıl bir psikoloji böyle? Anlamak zor gerçekten. 13/11/2015

* 01/11/2015 genel seçimleri üzerine kaleme alınmıştır.


Çağ dışı zihniyet

Bir zamanlar "sıkma baş", "örümcek kafalı", "çağ dışı zihniyet" kabul edilerek hakaret edilirken başörtülü , başörtüsüz ayrımı yapılıyor demeyenler, bugün "Toplumda olumlu bir imaj sahibi olan başörtülü bayanlar" açıklamasına başörtüsüzler olumlu imaja sahip değiller mi deyip ayrım yapılıyor yaftasını başlattılar. Bu nasıl bir psikoloji, bu nasıl bir zihniyet. Amacınız üzüm yemek değil, belli. Bırakın bu iki yüzlülüğü. Her cümlenin mefhumu muhalifi alınmaz. Ellerine kelepçe takılmış kimseleri onere etmekten ibarettir olay. Varın gidin işinize. Dün düpedüz ayrımcılığa sesini çıkarmayalar susun bari...

Yazının cinsi? Ya da cins yazı


-Kardeş, sen ne diye yazıp duruyorsun böyle?
-Hiç öylesine.
-Ne demek öylesine.
-İşin gücün yok mu senin?
-İşim var.
-O zaman işini aksatıyorsun.
-Hayır işimi aksatmıyorum.
-Peki ne zaman yazıyorsun bu yazıları?
-Genelde şehir içi toplu ulaşım aracım olan otobüslerde yolculuk yaparken yazıyorum. Bazan da akşam evde yazıyorum.
-Otobüste ne ile yazıyorsun? Yanında laptop mu taşıyorsun?
-Hayır cep telefonumla yazıyorum.
-Nasıl yani bu kadar yazıyı otobüste üstelik cep telefonundan mı yazıyorsun?
-Maalesef öyle.
-Çok hızlı yazıyorsun. Nasıl beceriyorsun bu şekilde?
-Tek parmakla yazıyorum.
-Pes doğrusu!
O zaman evde yazarken kendine ait bir oda ve bilgisayar olmalı.
-Hayır kendime ait bir odam, bilgisayarım ve masam yok. Evde de telefondan yazıyorum.
-Telefonla yazarken yazının başını sonunu, imla kurallarını nasıl takip ediyorsun?
-İşte burası doğru. Yazdığıma geri dönmek mesele. Çoğu zaman dönemiyorum. Zaten yazım yanlışları ve imla eksiklikleri kendisini gösteriyor. Hoş imkan olsa da imla kurallarını uygulamak zor. Çünkü dilimizde imla kuralları, noktalama işini bilmek ve pratiğe dökmek zor gerçekten.
-Değişik konulara değiniyorsun. Bu kadar konuyu nereden buluyorsun? Bir planın var mı?
-Hayır hiç bir konuda olduğu gibi bu konuda da bir planım yok. Aklıma düşeni, o anda dert ve mesele edindiğimi yazıyorum. Yani içimden geldiği gibi. Çalakalem.
-Çok uzun yazıyorsun. Biraz kısa anlatsan meramını.
-Kelamı kibar değilim. Derdimi ve meramımı tıpkı konuştuğum gibi yazıyorum. Biliyorsun uzun konuşurum. Dilim elime sirayet etti. Yani elim de dilim gibi.
- Hep kapalı yazıyorsun. Biraz açık yazsan.
-Bu da benim eksikliğim maalesef. Açık yazamıyorum.
-Yazdığını çoğu kişi anlamayabilir.
-Olsun. Kendim anlasam yeter.
-Uzun yazılar pek okunmaz. Kısa yazsan.
-Bu bir beceri işi. Beceriksizim bu konuda.
-Yazıların face alemine aykırı. Kısa, açık olmalı. Yani sloganik olmalı, bir de görsel olmalı. Bir de dilinin kemiği yok. Zaman zaman zülf-i yare de dokunuyorsun.
-Aykırı olmaktan şikayetim yok. Dilime de kemik koyamadım. Fincancı katırlarını ürkütmeyeyim diye bir hesabım yok. Halen 10.köydeyim. Yazılarım, düşüncelerim doğrudur iddiam yok. Kimseye yaranma ve kimseyi karşıma alma gibi bir niyetim hiç yok. Görselliği, sloganvari yazıları, yemek vb. paylaşımlara pek sıcak bakmam.
-Yazılarının türü ne? Makale desem değil, hikaye, roman değil, deneme desem o da değil. Fıkra hiç değil. Yazının ne başı belli, ne de sonu. Paragrafa zaten düşmansın belli.
- Ben de bilmiyorum. Nev-i şahsına münhasır diyelim.
-Cins biriyim desene.
-Kaldır ayağını, üstüne bastın. 14/11/2015

Bizans Oyunu

İslam dünyasını ağlatmak üzere beslenen beslemelerin silahları, çıktığı kapıya döndü.

Medeniyetlerinin temeli kan ve gözyaşı olan Batı, Bizans oyunlarından vazgeçmelidir. 

Bu kanı bahane edip yeni işgallere kalkışmamalıdır.

Yeniden vaftiz olup tövbe-i istiğfar etmelidir. 

Ortadoğu'dan elini çekmelidir. 

İslam coğrafyasını işgal etmek için İslam fundamalizmi, İslam terörü diye diye sonunda beklediğiniz doğum gerçekleşti. 

Irak'ta, Afganistan'da, Libya'da, Suriye'de attığınız tohumlar meyvesini verdi. Nur topu gibi olan çocuğunuz hayırlı olsun. 

Beslediniz karga oydu gözünüzü. Maalesef bu sizin eseriniz.

Dünyayı kana bulayan, masum insanların canını alan Ortadoğu'nun yaramaz çocuğu sizin öp öz evladınız. 

Bizden göründüğüne bakmayın. Çünkü bu zihniyet bize yabancı.

Dostları olmalı insanın


Arkadaş ve dost insanoğlunun olmazsa olmaz ihtiyaçlarından biridir. İnsanoğlu hayatın cilvesi olarak zaman zaman bir çok sıkıntıya göğüs gerebilir. Çektiği sıkıntıları çözmek ya da anlatabilmek için çoğu zaman gerçek dostlara ihtiyaç duyar. Derdi ve sıkıntısı olduğu zaman insanoğlu “yapabileceğim bir şey var mı” diyecek dostlarını hep yanında görmek ister.
Çoğu zaman başına bir şey geldiği zaman insanın “ demek ki gerçek dostum yokmuş” serzenişinde bulunduğunu işitiriz. Büyüklerimiz 3 çeşit arkadaşlığın unutulmadığını söyler. Bunlar: Okul arkadaşlığı, hapishane arkadaşlığı ve asker arkadaşlığı. Eskilerde bu vefanın hep devam ettiğine şahit olurduk. Baba vefat etse de çocukları baba dostu diye zaman zaman ziyaretlerine giderdi.

Şimdilerde bu arkadaşlıkların yerini iş arkadaşlığı, sanal alem arkadaşlığı aldı. Telefonla görüşmemiz, sanal alemde yazışmamız bizi uzun süre oyalamakta ve yeterli görmekteyiz. Sıkıntını paylaştığın zaman bile sanal olarak geçmiş olsunla işler bitiriliyor. Çoğu insanın biraz yaşlandığı zaman, emekli olduğu zaman o gidip gelen, birlikte vakit geçirdikleri mutlu günlerden sonra yalnızlaştığına şahit oluyoruz. Okuldan gelirken yol kenarında duran birisini aracıma aldım, gideceğin yere kadar götüreyim diye. Adam bana ne iş yaptığımı sordu. Öğretmenim deyince, aman emekli olma dedi. Niçin deyince, “ ben sigortalar kurumundan emekli oldum.Telefonum gece gündüz aranırdı. Emekli olduktan sonra ne arayanım var, ne de soranım. Artık yalnızlara oynuyorum. Aman sen sen ol, sakın ola emekli olayım deme.” Yine mahallemde emekli olan birisi ile tanıştım. Zaman zaman otobüste karşılaşırız. Bir gün yanıma oturdu. Hoş beşten sonra nereden geliyorsun dedim. “Hocam ben emekliyim, emeklinin durumu belli değil mi? Her gün rutin yaptığımı yapıyorum. Her gün öğleye doğru vakit geçirmek ve kilo vermek amacıyla günlük 5 km yürüyorum. Akşama kadar Alaaddin tepesinde banklarda oturuyorum, bir de bir arkadaşın iş yeri var, onun yanına uğruyorum. Sonra evin yolunu tutuyorum. Zoruma giden ben 15 yıl gar’da bilet kestim. Şu gördüğün insanların çoğunun biletlerini ben verdim. Koca Konya’da beni tanıyıp nasılsın diye selam veren bir kimseye rastlamadım. Yalnızlık, aranmamak beni kahrediyor.” Gördüğünüz gibi adam dertli mi dertli. Bu gibi örneklere çevrenizde gerçekten çok rastlarsınız.
"Sormuşlar bir bilgine...Dostluk nedir?
Demiş; paylaştın mı sevgini, korkunu, ümidini ve yenilgini,
verdin mi desteğini, sordun mu halini, yolladın mı yüreğini, ağladın mı onun gibi.
Hissettin mi DOSTLUĞU? Demiş diğeri.
Bilgin demiş ki!
Karşılığı olmadan verilir mi hiç yürekteki sevgi?
Dostluk dediğin; tek bir ruhun, iki ayrı bedende dirilmesi...
Dostluk kısa bir cümleyle tanımlanamayacak kadar derin bir kavramdır.Hayatta sahip olduğun en önemli şeylerden biridir dost.
Dostluk, zevklerin ve düşüncelerin uyuşmasıdır. Dostluk kişisel çıkar karşısında kurulan bir ilişki değildir. Hiç beklenmedik bir anında kalbine doğan sıcacık bir duygudur dostluk. Sevinçtir, üzüntüdür, anlamaktır, hatırlanmaktır, sonsuza dek olan arkadaşlıktır."
Niyetim dostluk üzerine bir yazı yazmaktı. Dost-dostluğun sözlük anlamı nedir diye sayfaları dolaşırken ismini ilk defa duyduğum ve yazısını okuduğum Nur KURT isimli yazarın yazısını görünce bir şey söylemeye gerek yok deyip enfes yazısının bir kısmını yukarıda alıntıladım.
Yalnızlık Allah’a mahsustur. Üzüntü ve sevinçte, hayatın her safhasında arayan ve aranan dostlarınız olması temennisiyle. 15/11/2015

Burnundan Kıl Aldırmayan Tipler


İnsanlar huy, tabiat ve fizik açısından farklı farklıdır. "Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü" sözü gereğince Rabbimizin her yarattığı kabulümüzdür. Bazı insanlar vardır ki çok kibirlidir. Kibir ve gurur yürüyüşlerine bile yansır.

Toplum her tip insanı olduğu gibi kabul eder. Fakat kibirli insana asla tahammül etmez. "Burnu havada, gubuz gidi, sanki dünyayı o yaratmış, burnundan kıl aldırmıyor" gibi sözlerle eleştirisini de dile getirir. Kur'an-ı Kerim'de de kibirli insanlarla ilgili Allah Teala; " Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin." (İsra 37) buyurmaktadır. Peygamberimiz bu konuda, "Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!" buyurmuştur.
Bu tür insanlar kolay kolay hatalarını kabul etmezler. Özür de dilemezler. Burnundan kıl aldırmayan bu insan tipiyle ilgili aşağıdaki hikayeyi paylaşmak isterim:
"Zengin yaşlı bir adam bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır, İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrının sebebini anlayamaz sadece ağrı kesiciler verip, gider. Fakat adamın baş ağrısı geçeceğine daha da artarak sürer. Baş ağrısının yanında gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır. Adam ağrıyı kesene servet vaat eder. Ama doktorların hiçbiri ağrıyı kesemediği gibi sebebini de bulamaz.
Baş ağrısından geceleri de uyuyamayan adam iyice kötüleşmiştir. Baş ağrısı ve devamlı gözyaşları hayatı çekilmez kılmıştır. Tedavi için yurtdışına da giderler, hastanede uzun bir süre kalır, çeşitli testler yaparlar bir türlü doktorlar teşhis koyamaz. Memleketine evine dönmesini orda dinlenmesini daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Zengin adam ne yapalım kaderimiz böyleymiş deyip çaresiz evine döner.
Bir gün, yaşlı adam kendini iyi hissetsin diye eski berberi çağrılır. Berber yataktan kalkamayan yaşlı adamı tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber bir an düşünür ve der ki;
– Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın.
Adamın burnunu kontrol eder;
– "Hah işte! Kıl dönmüş. Sorun değil, ben hallederim." deyip yaşlı adamın şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı yaşlı adamın müthiş çığlığıyla odaya koşar. Berber canı çok yanmış olan yaşlı adamın elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla evden kovulur.
Adamın burnu kanlar içindedir. Pansumanlar yapılır, adam yatıştırılıp tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah yaşlı adam aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir.
Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire değip gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan yaşlı adam, vaadini yerine getir. Berberi çağırtır ve ona bir servet bağışlar…" 
"Görüldüğü gibi burnundan kıl aldırmayanların başı çok ağrır…
Büyük sorunların çok basit çözümleri olabilir.
Bu çözümlere ulaşmak için herkesi dinlemeyi bilmek, herkesin fikirlerine açık olmak gerekir." (alıntı)
Rabbim hepimizi tevazu sahibi insanlardan eylesin. Kibirden de berî kılsın. 15/11/2015


Cahiliye Dönemi

Hz Ömer, Cahiliye Dönemini " Helvadan putlar yapar; tapardık, acıkınca da yerdik" şeklinde anlatır.
Batı da, Orta Doğu ve Türkiye gibi ülkeleri dizayn etmek için önce taşeron terör örgütleri oluşturuyor. Bu kendi elleriyle oluşturdukları örgütlerin silah ve bombaları kendilerine dönünce oluşturdukları putları pardon örgütleri yok etmek için var güçleriyle devlet terörü yapıyorlar. Bu durumdan Ömer'i nasıl hatırlamazsın, Allah ondan razı olsun.
3-5 beyinsizin sergilediği bu kanlı oyunu dünya da seyrediyor. Senaristleri, oyun kurucuları ve beyin takımı; Batılılar iyi rolde. Kötü roldeki oyuncular da bizden maalesef.

Böyle dostlar dostlar başına


-Nerede oturuyorsun?
-Yaka'da
-Kira mı, kendinin mi?
-Kendimin?
-Ne zaman aldın?
-2005'de
-Kaça aldın?
-30 bin liraya.
-Kredi ile mi aldın?
-Hayır.
-O zaman birikmiş paran vardı.
-Adana'dan ayrılırken aldığım yolluk, bir bilezik, bir de 86 model eski kasa şahin taksim vardı. Sattım. Toplam 7000 lira param oldu.
-Gerisini nereden buldun?
-Borç aldım.
-Borcu nasıl ödedin? Kredi mi çektin?
-Dedim ya kredi çekmedim. Krediye pek sıcak bakmıyorum.
-Kaç yılda ödedin borcu?
-Ortalama 4-5 yılda.
-İyi de be adam bu devirde 23 bin lira parayı uzun vadede kim kime borç verir?
-12 adet dostum verdi maalesef.
-Onlara nasıl ödedin?
-Kira öder gibi ödedim. Aylık kendim ne kadar borç için para ayırmışsam bana ev almada öncülük yapan bir dostum da diğer borçları ödemek için o kadar para verdi. Ben bir tarafın borcunu öderken bana ödemede yardımcı olan dostuma 13200 lira borçlandım.
-Borçlar süreli mi idi?
-Hayır süresizdi.
-Ne kadar sürede ödedin?
-11 kişinin verdiği 1000'er, 2000' er lirayı 2 yılda ödedim.
-Diğeri?
-Diğeri istemedi.
-Nasıl yani verdiği 13200 lirayı istemedi mi?
-Maalesef istemedi. " Ben borç olarak vermedim. İleride benim sıkıntım olsa yardım etmez misin?" Dedi. Ben, yardım etmem dedim. Sonunda ikna ettim. 2-3 yıl içerisinde onun borçlarını da ödedim.
-Türkiye'de paranın değerini korumak zor, biliyorsun. 4 yıl önce aldığın borçları öderken alacaklılar mağdur olmadı mı?
-Borcu aldığım tarihte paranın miktarını, tarihini, dolar ve euro cinsinden ne kadar döviz ettiğini yazdım. Ödeme esnasında alacaklının lehine olan ödeme ne ise o şekilde ödedim. TL değerliyse TL cinsinden ödedim. Enflasyon farkı diyebileceğim bu farkı teklif ettim, bir kişiyi ikna edebildim. Diğerleri kabul etmedi. Döviz verenlere yine cinsinden verdim.
-Sen şu işi baştan bir anlat. Bu fikir kimden çıktı. Nasıl gelişti?
-Adana'dan Konya'ya tayin olunca bir dostum bana " Konya'ya gelince kirada mı oturacaksın" dedi. "Evet" deyince "Kiraya oturursan ev alamazsın. Sana bir ev alalım" dedi. "Ev alacak param yok" deyince "Ne kadar paran var" dedi. Ben de taş çatlasa 7000 liram olur dedim. "Konut kredisine ne dersin" sorusuna
çok sıcak bakmadığımı söyledim. " O zaman git bir ev bul. Para buluruz" dedi. Ev aramaya başladım. Çevremdekilere satlık ev var mı diye sordukça "Kaç paran var" dediler. Param yok. Önce evi bulacağım sonra parayı deyince adamların bir bakışı ve " Öyle şey olur mu" deyişleri vardı. Nihayet 10 vereseli şimdiki küçük evi buldum. 30000 liraya anlaştık. Öncü dostum bilgim dışında dostlarımdan borç istemiş. Onlar da sağ olsunlar; 500, 1000, 2000, 3000 lira, 500, 1000 euro, 3000 dolar vermişler. Böylece 23000 TL'yi bulduk. İşte evi de bu şekilde almış oldum.
-Valla helal olsun böyle dostlara. Aslında onlar sana değil. Allah'a borç vermişler. Biz buna 'Karz-ı hasen' diyoruz. Çünkü Bakara süresi 245. ayetinde Allah, " Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz. " buyurmuştur.
-Rabbim sebep olandan, borç vererek ev almama destek olan dostlarımdan razı olsun.
-Her ev alacak kişiye dostları böyle destek olsa insanlar kredi peşinde koşup ömrünün geri kalan kısmını kredi borcu ödeyerek geçirmezlerdi. Şu anda ev alanların büyük bir çoğunluğu maalesef kredi ile almaktadır. Bankalara borçludur.
-Maalesef öyle.
-Rabbim dostlarından razı olsun. Böyle dostlar dostlar başına.
-Amin 16/11/2015
★ "Dostları olmalı insanın" başlıklı yazımdan sonra dostlar arasındaki bir yardımlaşmayı örnek olması için paylaşmak istedim.

Bir insan profili

-Sana birini soracağım. Nasıl biri?
-Hangi yönden soruyorsun?
-Her yönüyle?
-Ben o dediğin kimseyi yeterince tanımıyorum.
-Ben tanıyorum yetmez mi?
-Tanıyorsan bana niye soruyorsun?
- Ben çözemedim. Özelliklerini söyleyeyim. Sen bana değerlendir.
-Tanırım dediğinle alışveriş yaptın mı? Yolculuk yaptın mı? Komşu oldun mu?
-Bir müddet yedim, içtim, birlikte çalıştım.
-Söyle şimdi özelliklerini ve yaptıklarını.
-Çok nazik ve kibardır. Konuşurken mangalda kül bırakmaz. Arkadaş canlısı bir imaj çizer. Seni her konuda destekler. Bilgi ve donanımı güzel.
-İyi bir adama benziyor.
-Dinle biraz... Yanında olmayan kişi aleyhinde atar tutar. Kötüler de kötüler. Ardından hasımvari konuşur. 
-Gıybet, dedikodu belki de iftira bol anlaşılan.
-İşin garibi kötülediği insanla telefonla görüşürken ya da yüzyüze görüştüğü zaman başlıyor o kimseyi övmeye. Hemen nazik, kibar ve iyiliksever profili çizmeye başlıyor. Bir türlü anlayamadım; gıyabında kötülediği adam iyi biri mi, kötü biri mi diye.
-Anlattığı adam kötü mü, iyi mi bilmem ama, senin bu dediğin kimse çift kişilik taşıyor. Nabza göre şerbet veriyor. Gününü gün edip vaziyeti idare etmeye çalışıyor. Ama şunu bil ki, senin yanında başkasını kötüleyen, aleyhinde konuşan kişi, başkasının yanında da seni kötüler, aleyhinde konuşur. Bu tiplere güvenme, fazla sır verme. Bu tipler adam yokken mangalda kül bırakmazlar, karşılaştıkları zaman da kuzu kesilirler. Herkesi idare etme yoluna giderler. İki yüzlü, hatta çokyüzlüdür. Belli etmez ama iyi bir hesap adamıdırlar. Aynı zamanda kincidirler. Sana iyi davranması gücüyün devam ettiği kadardır. Senden faydalanamayacağını/zarar gelmeyeceğini kavradığı zaman sana da dişini göstermeye başlar. Yine uzaktan gösterir dişini. Namerttir. Halihazırda sana gülücük dağıtmaya devam eder. Yine böyleleri hayatta risk almazlar. Böyleleri hep beklenti içerisindedir. Bir yere gelmek için sana takoz olmaya çalışır ama geri planda çalışır. Sana karşı da "Efendim şöyle iyisiniz, böyle iyisiniz" yağcılığını devam ettirir. Aslında yerinde de gözü vardır. Dosdoğru hiçbir şeyde gözü yok gibi davranır ama içi koftur. Hele aleyhinde konuştuğu insanı görünce 40 yıllık dostmuş gibi davranması yok mu? Gerçekten tehlikeli biri olduğuna o zaman karar veriyorsun. Kendisi bir beklenti içerisindeyken referans arayışına girer. Aleyhte değerlendirilebilecek davranışlarını törpüler. Geri planda iz bırakmaz. İşi oluncaya kadar da kirli çamaşırlarını örter. Döneklikte de üstüne yoktur. Böyle zamanlarda gerçek düşüncelerini ortaya çıkarmaz. Yanlarında iyi bir tasdikçidir. Asla kendileri olamazlar. İnanmadığı, sevmediği insanların yanında onlardanmış gibi görünmede çok mahirdir. 
-Böylelerinin sayısı çok mu toplumda
-Maalesef ganimet gibi.
-Bu tiplere ne denir?
-Onu da sen bul. Çok hazır yiyici olma.
-Bu hastalık yahu.
-Evet hastalık. Adını bilmiyorum ama akıllı geçinme hastalığı olabilir.
-Tedavisi var mı bunun?
-Menfaatın, ikiyüzlülüğün ve beklentinin sonucunda oluşan bu hastalığın maalesef tedavisi yok. Olsa olsa sağlam bir iman tedavi edebilir.
-Bunlar bu yaptıklarının farkında mıdır?
-Adı gibi farkında. Sadece farkına varmadıkları, başkasını kandırmaya çalıştığını başkasının bilmediğini sanması.
-Bu, bir kişilik bozukluğudur.
-Evet.
-Toplum ve İslam dünyası böylelerinden çok çekmiştir. Hala da çekmektedir. 
-Hadi bu hastalığın adını söyle.
-Dedim ya söylemem. Sen bul.
-Allah böylelerinin şerrinden korusun cümlemizi.
-Amin...
17/11/2015

İnsanoğlu dışlanmayı görsün

-Efendim! İnsan niçin şiddete, teröre bulaşır? Bunu aklım almıyor.
-Her bir şiddetin, terörün değişik çıkış sebepleri vardır. Bunu hazırlayan sebepleri iyi irdelemek lazım.
-Var mı bir görüşün? Sence sebepleri nelerdir?
-Dışlanma, horlanma, ötekileştirilme, küçümsenme, onuruyla oynanma, hakaret, değer vermeme, kan, gözyaşı ve silahların içerisinde ve gölgesinde yaşama, baskı, şiddet, cebir, alaya alma, değer vermeme, sahipsizlik, dışlanmışlık hissi, kaynaklardan eşit bir şekilde faydalanmama, doğuştan gelen evrensel haklardaki kısıtlamalar, sevdiklerinin gözönünde işkenceyle öldürülmesi. ..vb. insan onurunu zedeleyen, inciten her şey bir sebep olabilir.
-Amma da çokmuş sebepler. Terör örgütü sayısından daha fazla sanki. -Maalesef öyle.
-Peki terörle nasıl başa çıkılır?
-3 "t" ve bir de "s" metoduyla.
-Nedir onlar?
-Tespit-teşhis-tedavi-samimiyet yöntemleriyle.
-Ne demek bunlar?
-Önce terörü doğuran nedenler tespit edilmeli. Sonra ne şekilde tedavi edileceği teşhis edilmeli. Ardından tedaviye başlanmalı. Tabii bütün bunları yaparken her şeyden önce çözmede insanların, devletlerin samimiyet testinden geçmeleri gerekiyor. Aslında hepsinin ve her şeyin ilacı, samimiyettir. İnsanoğlu ve onun örgütlü hali samimi olsun. Dünyada terör diye bir şey kalmaz. Her bir devlet tıpkı insanların dediği gibi " Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" modunda yaşıyor. Terör kime uğruyorsa o basıyor çığlığı. Diğerlerinin kulakları tıkalı. Hatta içten bir "ohh" çekiyor.
-Bu durumda suçlu kim/ler?
-Batılı devletler.
-Onlar ne yapıyorlar ki?
-Açgözlülüklerine dünyayı kurban ettiler.
-Nasıl yani?
-Kendi halklarının mutluluğu için önce birbirleriyle kıyasıya çarpıştılar. Sonunda dünyayı sömürmenin önündeki en büyük engeli tespit ettiler. O kalkmadan sömürme ve akabinde kendi halklarına ekonomik refah gelmeyecekti. Önlerindeki en büyük engelin Osmanlı olduğu kanaatine varıp bir araya geldiler. Osmanlıyı lime lime ettiler. Yok ettikleri Osmanlı'dan sonra küçük küçük devletler kurdular. Atadıkları emir erleri sayesinde sömürdükçe sömürdüler. Hala da doymadılar. Pastadan daha fazla pay almak için şimdi de kendi elleriyle getirdikleri hanedanlıkları yok etmek için önce terörü musallat ettiler. Terörü bahane edip ülkeleri yeniden işgal ettiler. Bugün Ortadoğu'da ve Afrika kıtalarında neredeyse devlet bırakmadılar. Devletsiz kalan ülkeler sözde devletler sayesinde suç ve teröre bulaştılar. Böylece hepsine terör belasını sardılar. Bu terörü rakiplerimize karşı kullanırız dediler. Bu hesapları uzun süre devam etti. Bu çağda kontrollerinden çıkan terör uluslararası bir güç oldu. Herkesin korkulu rüyası oldu.
-Bu teröristlerin dini ve inancı ne?
-Ne farkeder şu inançtan ve dinden olması. Terör terördür. Nasıl ki paranın dini, imanı olmazsa, terörün de dini olmaz. Ortamını oluşturduğun zaman her yerde çıkar. Tabiat boşluk kabul etmez. Nerede bir boşluk bulmuşsa orada terör ortaya çıkar. Bombalar kendine dönünce de eyvah der ama iş işten geçmiştir. Bu gün maalesef teröristlerin çoğu İslam ülkelerinden çıkmaktadır. Çünkü bu ülkelerin çoğunda ya devlet yoktur. Ya da halkına yabancı baskıcı rejimler iş başındadır.
-Türkiye'deki terör için ne dersin?
- Doğu ve Batı arasında bir denge unsuru olan Osmanlı, Türkiye olarak neşet etmiştir. Bilirler ki," Aslan düştüğü yerden kalkar." Ayağa kalkıp eski günlerine dönmemesi için terörü başımıza bela ettiler. Kurulan bir devlet 100 yılda bağımsız olur. Bizim 100.yılımız yaklaşıyor. Var güçleriyle boğmaya çalışıyorlar. Kendi içişlerini halledemeyen bir ülke ilerleyip gelişemez. Çünkü içini sağlama alan bir Türkiye'yi kimse tutamaz. Yönünü dışarıya döndürür. Osmanlı'dan koparılan diğer devletler 1960-70'lerde özgür oldular. Tam bağımsızlık için 100 yıl gerekiyor.
-Terörü çözmek için ne yapılmalı?
-Yukarıda dediğim gibi devletler özelllikle super devletler terörü çözmede samimi olmalılar. Herkes benim teröristim iyi, seninki kötü mentalitesinden vaz geçmelidir. Terörist avına çıkıp sivrisinekle uğraşmaktan ziyade esas hedef bataklığı kurutmak olmalıdır. Bunun için de terörün doğuşunu hızlandıran etmenleri yok etmekten başlanmalıdır işe.
-Dünyanın işi zor desene.
-Zor da ne zor. Böyle giderse insanın insanları yok ettiği bir asır olacaktır bu asır. Hiç bir asırda terör vasıtasıyla, bombalamalarla bu kadar insan ölmemiştir. Bu asır insanlığın yüz karası olarak tarihe geçecektir. Güya bu çağın adı, bilgi çağı olarak geçmektedir. Olgunlaştıracağı yerde insanlığı nereye sürüklemektedir.
-Bir de cehalet her kötülüğün anası derler. Gördüğüm kadarıyla bu çağın sorunu çok bilmek ya da bildiğini sanmaktan ve bildiğini kötüye kullanmaktan ibarettir.
-Burada hatırlanmaz mı Yunus. Ne demişti asırlar öncesi:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
-Şimdi senin bu anlattıklarından terörü desteklediğini mi anlamam lazım.
-Bu kadar anlattığımdan sen bunu mu anladın?
-Niye kızıyorsun da?
-Git işine Allah aşkına. 17/11/2015

Okul müdürleri ne iş yapar?


-Kardeş, siz okul müdürleri ne iş yaparsınız? Gördüğüm kadarıyla çok az bi derse giriyorsunuz. Oturup oturup geliyorsunuz.
-Görev tanımında yazılı olan görevleri ve diğer görevleri de yapmak.
-Diğer görevler derken…
-Uzun hikaye efendim.
-Merak ettim baya. Neymiş o?
-Hikaye uzun ama.
-Olsun merak ettim gerçekten.
-O zaman madem dokundun. Şimdi bin ah işit.
***
★ Diğer görevleri arasında çocuk bakıcısı bulmak vardır.
-Hocam, günaydın!
-Günaydın hoca hanım.
-Hocam rahatsız ediyorum. Bir sıkıntım var.
-Hayırdır hoca hanım.
-Biliyorsun ben eşimden ayrıldım. 6 aylık çocuğum var. Bakıcım var. Fakat ben okuldayken eski eşim eve gelir çocuğumu kaçırır diye endişe ediyorum. Bu yüzden çocuğu okula getireceğim. Orada bakıcı bulabilir miyiz?
-Hocam çocuğu getirin bir bakıcıya bakalım. Bulamazsak gerekirse biz bakarız.
İş başa düşünce müdür kolları sıvar. Önce mahalle imamını arar, bir dadı bulsun diye. İmam, "Hocam biz bakarız. Problem değil." Ne kadar istersin? dendiğinde İmam, hocam hayrımız olur." Cevabı verir.
Aranan dadı böylece bulunur.
★Öğretmen ya da personel gelemediği zaman izin kağıdı hazırlamak.
★Herhangi bir sebeple boş geçen dersleri doldurmak.
★Hizmetlinin maaş bittiğinde para temin etmek. ( Geri dönüşü ne zaman olur Allah bilir.)
★Okulun çatısı akarsa- ki akar- takım elbisesiyle kiremit aktarmaya çıkmak.
Bayan hizmetli koşarak gelir:
-Hocam, kömür odası akıyor.
-Yapamaz mısın?
-Ben çatıya çıkamam, yükseklik korkusu var.
-Merdiven var mı?
-Buluruz.
Kiremit var mı?
-Var.
-Merdiveni koy, kiremitleri getir. Uzat bana. Yağmur yağdığında bir bak. Akarsa haberim olsun.
-Akmıyor hocam.
* Geriye veya geleceğe dönük istatistiki bilgileri anlık bulup ilçe MEM’e bildirmek.
İstatistikler arasında;
1. Son 3 yılın aylık bazda elektrik, su, yakıt sarfiyatı
2. Son 3 yıl içerisinde mezun öğrencilerin ne iş yaptığını tespit etmek.
3. Son 3 yılın öğrenci sayıları
4. Mayıs ayında öğretmen ve personelden devamsızlık yapanların isimleri ve sayıları.
5. Önümüzdeki yıl okul öncesi çağına gelen öğrencilerin sayıları. (Nüfus müdürlüğüyle irtibata geçeceksin. Artık insaflarına kalmış. Genelde bilgi vermiyorlar. Ya da tek tek kayıt alanını dolaşacaksın)
6.Önümüzdeki yıl okula başlayacak nüfus sayısı.
7. Mahallede okul çağı dışına çıkmış fakat okur yazar olmayanların sayı ve isimleri.
8.Okulun son 3 yıllık başarısı.
9.Son 3 yıllık disiplin olayları
10.Okula yeni başlayan öğrencilerin anne ve babalarının ne iş yaptığı, hangi işte çalıştığı, SGK’ının olup olmadığı, iş adresi.
11. Aşağıda adı soyadı ve ili yazılı vatandaşın okul kayıtlarınızın geriye dönük taranarak okulunuzda geçmişte kaydının olup olmadığının araştırılıp saat 14.00’e kadar bilgi verilmesi.
12.Okul personelinin taranarak formasyon almayanların isimlerinin tespit edilerek İlçe mem özlük bürosuna saat 12.00’ye kadar isimlerinin bildirilmesi.
13. Aşağıda adı soyadı yazılı kişinin okulunuzdan alacağı varsa kişinin mal varlığına haciz konduğundan ilgili kişi ya da kuruluşun kurumunuzdan alacağının mahsup edilmesi.
* Öğretmen için en uygun ders programını yapmak. Nöbetçi olduğu gün dahil ders aralarında boşluğun olmamasına dikkat etmek. Haftalık ders saatine göre mutlaka boş gün ayarlamak.
* Okula ilk önce gelmek. En son terk etmek.
* Hafta içi-hafta sonu denk gelen çelenk törenlerine mutlaka katılmak. Hazırlanan sirküyü imzalamak.
* Bitmek-tükenmez bilmeyen ve sayısı belli olmayan müdürler kurulu toplantısına katılmak. (Müdür birden fazla kurumun müdürlüğünü yaparsa birinden çıkıp diğerine gitmesi gerekir.)
* Hiçbir yetkisi ve gücü olmadığı halde okulun başarısızlığının hesabını vermek.
* Kar tatili, idari izin vb nedenlerle okullar tatil edildiğinde okulu beklemek.
* Öğrenci herhangi bir sebeple rahatsızlanır veya özel bir durum olur da evine gitmesi gerekiyorsa araç temin ederek evine kadar öğrenciye eşlik etmek. Anne evde yoksa çocuğun akrabalarını çocuktan öğrenerek dolaşmak.
* Herhangi bir nedenle aile aranacaksa iletişim için müdürün operatörünü kullanmak. Çünkü okul telefonu 9 ve GSM operatörlerine kapalıdır. Evlerde de zaten ev telefonu bulunmaz. (Veliyi bir defa aradın mı artık okulla iletişim müdürün cebiyle sağlanır. Çocuğum bugün okula gelmeyecek,izin ver. Ders kaçta biter. Servis çocuğumu almadan gitti. Servisçi ayakta yolcu alıyor…vs)
* Servis parasını toplayamayan servisçinin parasını temini için okul müdürü olarak yardımcı olmak.
* Sportif faaliyet gibi turnuva maçlarına öğrenci götürmek ya da MEM’in düzenlediği etkinliklere belirtilen sayı kadar öğrenciyi için araç temin etmek.
* Kırılan kapı, pencere vb durumlarda tamiri için bu işlerden anlayan öğretmen bulmak.
* Okulun boya , badana vb onarımlar için ödenek istemek. Ödenek gelmediği takdirde-ki gelmez- mahalli imkanları devreye sokmak. Bu vesileyle öğrenci ve velilerden yardım istendiği takdirde peşinen inceleme ve soruşturma geçirmeyi kabul etmek ve ifade vermek.
* Mahalle, sokak gezerek okulun kayıt alanını belirlemek.
* Okula devam etmeyen ve çocuğunu okula göndermeyen velinin evine giderek veliyi ikna etmeye çalışmak. En son aşamada Kaymakamlık tarafından tahakkuk ettirilecek cezayı tebliğ etmek. Veliyi ikna edememe, okula göndermemeyi raporlamak. Veliyi ikna için yapılanları ayrıca raporlamak.
* Okulda meydana gelen herhangi bir olumsuz durumla ilgili okulu ve personeli dışarıya karşı korumak.
* Önümüzdeki 5 yılın stratejik planını hazırlayarak ekibe imzalatmak.
* Her yıl forma mı yoksa serbest mi olsun diye velilere anket yapmak. Anket sonucuna göre ortaya çıkan forma seçeneğini takip etmek. Günlük farklı kıyafet giyen öğrencilerle karşı karşıya gelmek.
* Yönetiminde olmamasına rağmen Okul-Aile Birliğinin gelir-gider defterini tutmak. Birlik başkanı adına sekretarya işlerini yürütmek.
* Veliye, öğrenciye, çevreye ve amirlerine karşı okulun iyi bir okul olduğunu anlatmak, onları ikna etmek.
* Okulun acil harcamaları için hesaptan çekilinceye kadar cebinden para harcamak.
* İl-İlçe düzeyinde yapılacak tüm bayramlara yanında bir bayan bir erkek öğretmenle birlikte katılmak.
* Alo 147, bilgi edinme dolayısıyla hakkında yapılan şikayetler için hazır ve tetikte olmak.
* Mesleği icabı dayak yerse –ki eksik olmaz- sineye çekerek fedakarlık yönünü hep ön planda tutmak.
* Her 4 yılın sonunda okulun en kıdemlisi, en kıdemsizi, öğretmenler kurulunca seçilen iki öğretmen , okula imza dışında uğramayan birlik başkanı, başkan yardımcısı, okul öğrenci meclis başkanı, ilçe milli eğitim müdürü ve iki şube müdürü tarafından yeterli olup olmadığı hususunda evet-hayır yarışmasına katılarak puanlanmak.
* II.III. basamak hastanelerine sevk yaptırmak isteyen fakat dersi olan öğretmenin sevk kağıdını alarak I.basamak sağlık ocağına gitmek. İlgili yere sevk yaptırmak. (Bu görevimiz maalesef sevk olayı kalktığından kendiliğinden kalkmıştır. İçimde hissettiğim boşluğun bundan kaynaklandığını tespit ettim.)
* Okul çevresine gelen yabancıları okuldan uzaklaştırmak için şerrinden emin olmak amacıyla yılanı deliğe girdirmeye çalışmak.
* Okul çevresinde satışa gelenlere –Yalova Kaymakamı misali- izin vermemek.
* Okul ve çevresinde meydana gelebilecek her türlü kavgayı önlemek ve aralamak.
* Okulda herkese gösterdiği hoşgörü ve ilgiyi evinde çocuklarından esirgemek.
* Kendisinden fazla ücret alan personelinin çizelgesini hazırlayıp sisteme girmek.
* Sendika kararı gereğince personel serbest kıyafetle gelirken takım elbise ve kravatıyla okulu temsil etmek.
* Ders defterini doldurmayan öğretmenin peşinden koşmak.
* Vatandaşın doğuştan gelen diploma kaybetme hakkına saygı göstermek. Kaybettikçe yerine gecikmeden belge hazırlamak.
* Yoldan geçen vatandaşın acil fotokopi ihtiyacını karşılamak.
* Okula herhangi bir sebeple katkıda bulunmuş hayırsever ve yakınlarını hoş tutmak, gönlünü almak, ziyaret etmek.
* Herhangi bir sebeple okulun temizlikçisi, kaloriferi yakanı olmadığı takdirde hizmetli temin etmek. Yokluktan çalıştırdığı kişiye yaptıramadığı sigortadan dolayı daha sonra SGK’dan şahsına çıkan zimmeti ödemek, gerekirse hakim karşısına çıkmak.
* Amiri kurumunu ziyaret ettiğinde ilk başta karşılamak, giderken de en sonda uğurlamak.
* Eğitim ve öğretim açılmadan önce dağıtıcı firmanın getireceği okul kitaplarını dört gözle beklemek. ( Ne zaman geleceği dağıtıcı firmanın insaf ve inisiyatifindedir. 7 gün 24 saat hazır ve tetikte olmak zorundadır.)
* Dağıtıcı firmanın getirdiği kitapları saymadan kabul edip imzalamak. Fazla bırakılanları aracına yükleyerek firmanın deposuna götürmek. Eksik olanları depodan almak. Daha da olmazsa diğer okullarla irtibata geçip oradan almak.
* Öğrenciler gelmeden kitapları poşetleyerek hazırlatmak, hazırlatma imkanı yoksa kendisi hazırlamak.
* TEOG, YGS kursları açmak için planlama yapmak. Öğretmen bulmak. Bulduğu öğretmenlere iki kat ücret tahakkuk ettirirken avucunu yalayıp ara ara fesubhanallah çekmek.
* Okulun ahengini bozan, yaramazlık yapan öğrencilerle günlük hemhal olmak. İyi öğrencilere vakit ayıramamak.
* Okulun sorunlarıyla ilgili yardım ve destek amacıyla yetkililerle yapılan görüşmelerde “ hocam bize sorun getirme, okulun sorunu olmazsa sana ihtiyaç olmaz. Bu meseleleri yerel imkanlarla çözeceksin. Eğer yapamayacaksan istifa denen bir mekanızma var.” Sözlerine hazırlıklı olmak.
*”Okullar tatil, siz tatillerde okula niye gidersiniz. Ne iş yaparsınız” diyenlere cevap vermek.
* Her resmi tatil olduğunda “yine tatilsiniz,hadi iyisiniz, yav bu okullarda sürekli tatil” diyenlere cevap hazırlamak.
* Eşinden ayrılma noktasına gelen eşlerle görüşme yapıp arayı bulmaya çalışmak.
* Oğluna, çalışan eş arayan anne babalara bekar öğretmenleri göstermek.
* Okulun tuvaletleri tıkandığında belediyeden bir tanıdık bulup açtırmak.
* Kantincinin kazanabilmesi ve okula olan kirasını verebilmesi için öğle arasında ve teneffüs aralarında öğrencileri dışarıya salmamak.
* Okulun tapu-kadostro bilgilerini tapudan çıkartmak.
* Okul mer'a arazisi üzerine yapılmışsa hazine arazisine dönüştürmek için ilçe mem, belediye, tapu dairesi arasında mekik dokumak. İl Tarımdan inceleme için gelecek görevliler için araç tahsis etmek, araç temin edilemeyecekse araç bedeli olan 50 TL hazırlamak. Ayrıca gelecek kişilerin inceleme bedelini ayarlamak, mer'a arazisi kullanıldığından son 10 yılın ot bedelini belirlenen hesaba yatırmak.( Sağolsunlar günlük yevmiyeden feragat ettiler. Ama ot bedeli yatırıldı.)
-Daha sayayım mı kardeş?
-Valla yeter. Kafam şişti.
-Son kez bir şey soracağım. Bu yaptığınız “diğer” görevlerin çoğu eğitim ve öğretimin dışında işler. Sahi siz eğitim ve öğretim yapmaya ne zaman vakit ayırırsınız?
-Bu işlerden arta kalan zamanlarda, vakit kalırsa asıl görevimiz olan işleri yaparız.
18/11/2015

Esas kimden korkacaksın?


-Kardeş toplum içerisine çıkacağım. Kimlere dikkat edeyim?
-Okuyup okuyup bir yere gelip bundan sonra okumayı bırakan, kendini geliştirmeyen ve hep yerinde sayan, sürekli yerinde badanaj yapan, 8-10 senede öğrendiğini bir ömür boyu tekrarlayan, eski bilgisinin üzerine  toz dahi kondurmayan, başka ve yeni fikirlere her yönüyle kapalı olan, kendini bir şey sanan, dediğim dedikçilerden.
-Çokmuş baya.
-Hepsi aynı kişinin özellikleri.
-Bunları nasıl tanırım?
-Sayısı epey çok.
-İnsancıl kişiliği ön plandadır ama kincidir. Aristo'nun basit mantığı tek sermayesidir. Ânı, geçmişle yaşar. Geleceğe dair planı yoktur.  Âdet-töre ve mevcudu korumada aşırıdır. Muhafazakardır.
- Ne demek bu?
-Değişmeyip kendini geliştirmemeyi marifet sayar. "Ben hâlâ eski yerimdeyim. Değişmedim" diye övünürler.
-Böylelerine ne denir?
-Ne denir bilmem. Fakat eski bir siyasi vardı bakanlık yapan. Teşbihini  pek şık bulmasam da, Onun bir sözü vardı: "Hâlâ bıraktığım yerde otluyorsunuz" diye.
-İlginçmiş... Ya adam doğru yoldaysa.
-Doğru yolda olabilir. Kimin doğru olduğunu bilemeyiz. Çünkü fikrî tartışmaya da gelmezler. Bu yüzden fikrini de öğrenemezsin. Sadece sloganik yaşarlar.
-Peki bunlar ne yapar?
-Kendileri durmadan başkasını eleştirir. Onlara kızar.
-Fikrini anlatmadan başkasına niye kızarlar.
-İnsanlara meramlarını anlatmadan insanların kendilerine gelmesini beklerler.
-Hâlâ beklerler mi?
-Evet onların görevi beklemektir.  
Kazara kendilerinden ayrılanları da döneklikle itham ederler. Aynı zamanda toptancıdırlar. Ya ölümüne savunur ya da ölümüne reddeder. Hiç ortası olmaz.
-Biraz somut örnekler verebilir misin bu kili/ler hakkında?
-Mesela senden ya da zihniyetinden nefret ediyorsa bil ki bu kin, çok geçmişe dayanıyordur. Seni yeni halinle değil geçmiş halindeki bir olumsuzlukla değerlendirir. Ya da yakın hissettiğin grubun mensuplarından biri bir suç işlerse seni de o suçun ortağı sayar. Başka grup mensuplarıyla bir araya gelmeyi, aynı masada oturmayı taviz olarak görür....vs. vs.
-Bu adama göre dünyada iyi insan yok o zaman?
-Kendisi var ya...    29/11/2015

Neden sorgulayamıyoruz?

Küçükken içimizden geldiği gibi konuşuruz ve davranış sergileriz. Çünkü sırtımızda yumurta küfesi yok. Büyüdükçe içimizden geldiği gibi konuşup davranamıyoruz. Niçin? 
İçinde bulunduğumuz muhit, aidiyet duygusuyla bağlandığımız yerler, "başkası ne der", "tepki çeker miyim", "bulunduğum yeri kaybeder miyim" endişesi ya da "ayıplanırım" ve "dışlanırım"  korkusu vb. saikler bizi sınırlamaktadır. İçimizdeki duygu ve düşüncelerin dışında başka düşünceleri savunmak durumunda kalıyoruz hiç içimize sinmese de. Yani büyüyünce kendimiz olamıyoruz. Belki de çoğu zaman iki kalp taşıyoruz. Farklı görünüm kişiliğimizi zedelemektedir. 
Küçüklükteki özgüveni büyüyünce kaybediyoruz. Çünkü küçüklükte o masum halimizle hiç hesap  yapmıyorduk.
Büyüyünce ilk işimiz hesap kitap yapma olmaktadır. Hasılı özgür birey olamıyoruz. Hep birine, bir yere bağlılık tekdüze insan olmaya zorluyor birey ve topluma yön vermeye çalışan köşe başlarını tutmuş, ölünceye kadar postunu kimseye bırakmayan kişiler. İnancımızda mutlak itaat sadece Allah'a ve Resulüne iken itaat ve bağlılık yaptığımız insanların sayısını çoğaltıyoruz. Hep "vardır bir bildiği, hikmetinden sual olunmaz" psikolojisi nasıl bir ruh hali gerçekten. Bu ruh hali her alanda kendisini göstermektedir: Hem dini cemaatlerde, hem siyasette, hem amir-memur ilişkilerinin olduğu vb. yerlerde. 
Mutlak itaat, sorgulanamaz bir alan, aklı kullanmama sanırım Doğu toplumlarının özelliği oldu. Halbuki biz böylemiydik. Değildik. Tarihimiz özgüven sahibi insanların örnekleriyle dolu. 
 Allah Teala,  "Ölüleri dirileceğim" dediği zaman İbrahim(as), "nasıl dirilteceksin. Bu konuda beni ikna et" demişti. 
Yaşlanınca kocası tarafından bir boşanma sözü olan "anamın sırtı gibisin" dendiği zaman peygambere gelip " beni nasıl boşar, ben ona şu kadar çocuk verdim" şeklinde cevap veren ve ardından kocası hakkında yaptırımlar inmesine sebep olan  bir kadın vardı: Adı  Havle. 
"Ben bir hata yaparsam beni kim düzeltir" diyen Ömer'e(ra.), "seni bu kılıcımla düzeltirim" diyen bir arkadaşı vardı.
 "Ya Muhammed, bu görüşün vahiy mi, yoksa kendi kanaatin mi" sorusuna, " kendi görüşüm" cevabı verilince " O zaman öyle değil de, şöyle yapalım" diyen bir sahabi topluluğu vardı.
Bu konudaki örnekleri çoğaltabiliriz. Nasıl bu hale geldik de evrildik. Bunun sebebini irdelememiz gerekiyor. Aklımızı kiraya verme, sorgulamama denince sadece aklımıza dini cemaatler gelmemelidir. Maalesef günümüzde dini cemaat, siyasi parti, sivil toplum örgütleri vb her alanda aynı sıkıntıyı görebiliriz. Bu konudaki istisnaları da göz ardı etmemek lazım. Herkes bu şekildedir demiyorum. Hepimiz itiraz etmeyen, sorgulamayan, bize itaat eden, bize benzeyen insanlar istiyoruz. Yani köle. Zaten bir kölenin de en büyük hayali, özgürlüğe kavuşunca bir köle edinmekmiş.  Herkesi kendimize benzettik. Şimdi de bir çok alanda özgün eserler bekliyoruz.            İnsanlar özgür olmadan, kendisini özgür hissetmeden kesinlikle özgün eserler veremez. Farklı ses çıkartan kısa zamanda tu kaka yapılmak suretiyle annesinden doğduğuna pişman ediyoruz.
İnsanların hakaret etmeden, efendiliğini bozmadan, üslûbuna dikkat ederek uygun zeminlerde görüşünü söyleyebileceği günlerin gelmesi temennisiyle.  30/11/2015

GSM operatörleri

Çarşıya çıktığınız zaman her köşe başında bir döner dükkanı, bir de GSM operatör bayii ya da servisini görebilirsiniz. 

Her iki sektör de müşterilerle dolup taşıyor. Döner dükkanları acıkan insanları doyurma işlevi görüyor. Bunu anladım. Peki GSM operatörleri ne iş yapıyor, nasıl kazanıyorlar? Merak etmemek elde değil. Hadi diyelim bir kısmı yeni telefon satıyor. Genelde bu operatörlere girenler hat değiştirmek için uğruyorlar. Bildiğim kadarıyla hat değiştirmeden dolayı ücret almıyorlar. Bu hatlar niçin bu kadar çok değiştiriliyor?

GSM operatörleri yeni müşteri kazanmak ya da diğer operatörlerden müşteri çekmek için cazip tekliflerle kampanya üzerine kampanya düzenliyorlar. Yeni müşteri kazanmayı anladım da sürekli hat değiştiren müşteri üzerine bu kadar niçin oynanıyor? Anladıysam harap olayım. Çünkü operatörler yeni kampanyalarını hep diğer operatörlerden müşteri kapma üzerine yapıyorlar. Kampanyadan eski ve mevcut müşterileri faydalanamıyor. Hat sahipleri operatörüyle taahhütleri biter bitmez diğer operatörde soluğu alıyor. Hiç biri mevcut müşterimizi tutayım derdinde değil. Müşteri o operatörden diğer operatörler arasında mekik dokuyor. Operatörler bundan ne kazanıyor yine anlamadım. Her biri yıl sonunda şu kadar hat sahibi bizi tercih etti açıklaması yapıyor. İşin garibi her biri kendini en fazla tercih edilen olarak ilan ediyor. Bu durum bana borsadaki işlem hacmi isimli fıkrayı akla getirdi:

Bir borsacı yanına yetiştirmek üzere yeni bir çırak alır. Borsanın inceliklerini anlatır çırağına.
-Bak evladım, borsayı iyi değerlendireceksin. Fırsatları lehine çevirmeyi bileceksin. Ayağına gelen fırsatı asla geri tepmeyeceksin. Çırağı da hocasını can kulağıyla dinler. Yürürken bir parkın girişine gelirler. Borsa ustası yerde bir köpek pisliği görür ve talebesine,
-İşte fırsat ayağına geldi. Şu köpek pisliğini yala*. Al bir milyarı benden.
-Ustam olur mu öyle şey, pislik yalanılır mı?
-Borsa fırsatları değerlendirme yeridir. İşte fırsat.
Çırak çaresiz köpek pisliğini yalar. Karşılığında ustasının uzattığı bir milyarı cebine koyar. Ağzı batsa da iş yapmadan kazandığı para hoşuna gider.

Yürürlerken parkın çıkışına gelirler. Yerde bir köpek pisliği daha. Çırak hemen ustasına seslenir.
-Ustam, aha bir köpek pisliği daha. Madem borsacı olacağız. Haydi yala, al bir milyarı bakalım...
Ustası da pisliği yalar. Çırak hemen az önce kendisinin verdiği bir milyarı ustasına geri verir. Az daha yürürler. Çırak şaşkınlıkla:

-Hocam, senin bir milyar sen de, benim bir milyar da bende. İşin garibi ağzımızdaki köpek pisliği de işin cabası. Biz ne anladık ve kazandık bu işten?
-Biz bu şekilde borsaya iki milyarlık işlem hacmi gerçekleştirdik diye cevap verir. Çırak bir şey anlamasa da anlamış görünür ve yollarına devam ederler.

Operatörlerin durumunu maalesef bu işlem hacmine benzetiyorum. Aynı müşteri ondan öbürüne dolaşıp duruyor. Peki operatörlerin kazandığı nedir? Amaçları nelerdir düşünmeye değer.
* Fıkrada pislik ve yalama kullanılmıştır. Fıkranın aslına sadık kalmak için günlük hayatın hiç bir safhasında kullanmadığım bu kelimeleri kullandım, mazur görün.
** Bu yazıyı yazdığımın ertesi günü bir GSM operatörünün müşteri çekmeye çalışan bayan elemanı hattınızı taşıyalım amca dedi. Kızım yeni değiştirdim. Olmaz dedimse de olsun parasını öder çıkarsınız demez mi? Bu kadarına da pes doğrusu. Canımı gücün kurtardım.
19/11/2015