Ana içeriğe atla

Yazının cinsi? Ya da cins yazı


-Kardeş, sen ne diye yazıp duruyorsun böyle?
-Hiç öylesine.
-Ne demek öylesine.
-İşin gücün yok mu senin?
-İşim var.
-O zaman işini aksatıyorsun.
-Hayır işimi aksatmıyorum.
-Peki ne zaman yazıyorsun bu yazıları?
-Genelde şehir içi toplu ulaşım aracım olan otobüslerde yolculuk yaparken yazıyorum. Bazan da akşam evde yazıyorum.
-Otobüste ne ile yazıyorsun? Yanında laptop mu taşıyorsun?
-Hayır cep telefonumla yazıyorum.
-Nasıl yani bu kadar yazıyı otobüste üstelik cep telefonundan mı yazıyorsun?
-Maalesef öyle.
-Çok hızlı yazıyorsun. Nasıl beceriyorsun bu şekilde?
-Tek parmakla yazıyorum.
-Pes doğrusu!
O zaman evde yazarken kendine ait bir oda ve bilgisayar olmalı.
-Hayır kendime ait bir odam, bilgisayarım ve masam yok. Evde de telefondan yazıyorum.
-Telefonla yazarken yazının başını sonunu, imla kurallarını nasıl takip ediyorsun?
-İşte burası doğru. Yazdığıma geri dönmek mesele. Çoğu zaman dönemiyorum. Zaten yazım yanlışları ve imla eksiklikleri kendisini gösteriyor. Hoş imkan olsa da imla kurallarını uygulamak zor. Çünkü dilimizde imla kuralları, noktalama işini bilmek ve pratiğe dökmek zor gerçekten.
-Değişik konulara değiniyorsun. Bu kadar konuyu nereden buluyorsun? Bir planın var mı?
-Hayır hiç bir konuda olduğu gibi bu konuda da bir planım yok. Aklıma düşeni, o anda dert ve mesele edindiğimi yazıyorum. Yani içimden geldiği gibi. Çalakalem.
-Çok uzun yazıyorsun. Biraz kısa anlatsan meramını.
-Kelamı kibar değilim. Derdimi ve meramımı tıpkı konuştuğum gibi yazıyorum. Biliyorsun uzun konuşurum. Dilim elime sirayet etti. Yani elim de dilim gibi.
- Hep kapalı yazıyorsun. Biraz açık yazsan.
-Bu da benim eksikliğim maalesef. Açık yazamıyorum.
-Yazdığını çoğu kişi anlamayabilir.
-Olsun. Kendim anlasam yeter.
-Uzun yazılar pek okunmaz. Kısa yazsan.
-Bu bir beceri işi. Beceriksizim bu konuda.
-Yazıların face alemine aykırı. Kısa, açık olmalı. Yani sloganik olmalı, bir de görsel olmalı. Bir de dilinin kemiği yok. Zaman zaman zülf-i yare de dokunuyorsun.
-Aykırı olmaktan şikayetim yok. Dilime de kemik koyamadım. Fincancı katırlarını ürkütmeyeyim diye bir hesabım yok. Halen 10.köydeyim. Yazılarım, düşüncelerim doğrudur iddiam yok. Kimseye yaranma ve kimseyi karşıma alma gibi bir niyetim hiç yok. Görselliği, sloganvari yazıları, yemek vb. paylaşımlara pek sıcak bakmam.
-Yazılarının türü ne? Makale desem değil, hikaye, roman değil, deneme desem o da değil. Fıkra hiç değil. Yazının ne başı belli, ne de sonu. Paragrafa zaten düşmansın belli.
- Ben de bilmiyorum. Nev-i şahsına münhasır diyelim.
-Cins biriyim desene.
-Kaldır ayağını, üstüne bastın. 14/11/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde