Ana içeriğe atla

Sınav sonuçlarını değerlendirme *

Anadolu’nun bir okulunda sorunlar artmış. Okul çevresi sorunları çözmek için duyuruya çıkar. Kim çözerse ona vermeyi kararlaştırır.
Sorunu çözerim diyenlerin sayısı 16 olunca okulun gerçek sahipleri taliplileri sınava tabi tutar. Kuralları belirler. 100 puan üzerinden sınava tabi tutar. Bu sınav okul sınavlarından farklı. Okul sınavlarında tüm soruları yapan öğrenciler sayısı ne olursa olsun 100 tam puan alırlar. Bu sınav toplam 100 puan üzerinden puanlar paylaşılacaktır. Kim ne kadar yüksek alırsa diğer sınava girecekler o derece düşük puan alacak.
Oluşturulan 16 ekip sınava tabi tutulur.  08.00- 17.00 arasında olan sınav 9 saat sürmüştür. Akşam 19.00-20.00 gibi sonuçlar açıklanır. Puan durumu şu şekilde:
-49.59, 25.30, 11.90, 10.80, 0.70, 0.50 şeklinde sıralanır.
Okulun yönetimi 4 yıllığına 49.50 puan alan öğrenciye verilir. Sınavı kaybedenlerin büyük bir çoğunluğu sınavda niçin başarılı olamadık özeleştirisi yapacağı yerde sınavdan önce olduğu gibi sınavdan sonra da en yüksek puan alanı eleştirmeye başlar:
- “Sınavda kopya çekmiştir.”
-“Sınavı hazırlayanlara rüşvet vermiştir.”
-“Sınavdan önce sınavı hazırlayanları tehdit etmiştir.”
-“49.50'nin karşısında 50.50' lik bir blok var. Bizim puan toplamımız daha fazladır.” şeklinde değerlendirmişlerdir.

Bu sınav sonucunu değerlendirmeyi görünce okul sınavlarına giren öğrencilerden başarısız olanların sınav sonuçlarını değerlendirmesi aklıma geldi:
-“Ben zaten çalışmamıştım.”
-“Ben onun kadar çalışsaydım ondan yüksek alırdım.”
-“Ben de kopya çeksem o puanı alırdım.”
-“Öğretmen o çocuğu zaten hep tutuyor. Biz üvey evladız zaten.”
-“Çalışmadığım yerden sordu.”
-“Bence sorular yanlıştı. Bu öğretmen soru sormayı bilmiyor.”
-“Anlatmadığı yerden sordu.”
-“Zaten dersi anlatamıyor.”
-“Sorduğu soruyu kendisine sorsak yapamaz.”
-“Bu yüksek puan alan inek gibi adam...”  şeklinde mazeret bulurlar.

Sonuçta anladım ki küçük çocukların mazeretiyle okul yönetmeye talip olanların sınav sonucunda buldukları mazeret ve gerekçe aşağı yukarı aynı.
Vücutça büyüyenler zihin ve beyin olarak fazla büyümüyor.
Büyükler, küçüklerin vücutça büyümüş şeklinden ibarettir.
Bu nasıl bir psikoloji böyle? Anlamak zor gerçekten. 13/11/2015

* 01/11/2015 genel seçimleri üzerine kaleme alınmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde