31 Aralık 2015 Perşembe
Sana Arzımdır
Karaman yolcusu kalmasın
Konya Yolcusu Kalmasın!
30 Aralık 2015 Çarşamba
Hediyenin böylesi
1988 yılında belde dışından bir minibüs içerisinde 15 okul arkadaşım düğünüme geldi. Hediye falan yoktu ellerinde, ne bir tepsi ne de borcam. Nereden getireceklerdi. Hepsi öğrenciydi tıpkı benim gibi. Dolmuşu da kaç paraya kiraladılar, kim bilir?
Düğün bitti misafirleri uğurladık. Ablam beni yanına çağırdı. “Gardaşım, arkadaşların sana hediye getirmişler. Bana verdiler. Bu paketi sadece Ramazan Abi açsın, sana güveniyoruz abla.” Dediler. “Ben de açmadım. Al gardaşım hediyeni. Sallayınca tıngır tıngır ses yapıyor. Sanki bilezik gibi. Haydi aç” dedi.
Özenle paketlenmiş üzerinde kırmızı kurdelası olan paketi açmaya başladım. Açmaya çalıştıkça heyecanım arttı. Ablam da içinden çıkacak bileziği bekliyordu. Sonunda açtım. İçinden ne çıksa beğenirsiniz. Isırılmış koca bir ayva. Ablam ayvayı görünce “Gardaşım bu ne demek” dedi. “Oğlum Ramazan, Sen ayvayı yedin demektir” dedim.
Sonra o arkadaşların her biri teker teker evlendi. Benden hiç hediye beklemediler. Tek istedikleri kendilerine bir şey yapmamamdı. Ben de bir şey yapmadım kendilerine, sadece siz görürsünüz gününüzü demem kendilerine yetti de arttı bile.
Sonra o arkadaşlar aylar sonra evimi ziyarete geldiler. Şu odada ne var, bu odada ne var diye ahiret soruları sordular. Nice sonra niye sorduklarını anladım. Bir araya gelip güzel bir hediye almışlar, sağolsunlar.
Bana hatıra olarak aldıkları özene bezene paketlettirdikleri ısırılmış ayva kaldı.
Öyle içimde kalmış ki, bugünkü ayva ikramı beni 27 yıl öncesine götürdü. Ayvayı hangisi mi ısırmış. Onu da tespit ettim kolayca. Hepsinin ağız yapısını gözümün önüne getirdim. Ağzı en büyük olanı tespit edince işin faili de ortaya çıktı. O koca ayvayı ancak o ısırabilirdi. Ülkemizdeki faili meçhuller gibi kim vurduya gitmedi yani.
Siz böyle düğün hediyesi gördünüz mü? Görmediyseniz görün işte: Isırılmış ayva.
30/12/2015
“Anamı karıştırmayın”*
Telefon hattı almak/değiştirmek için bir GSM operatörüne gitseniz, hesap açtırmak için bir bankaya gitseniz size sordukları soruların içerisinde değişmeyen tek soru anamızın kızlık soyadı.
Her sorduklarında bir öğretim görevlisi aklıma gelir. 80’li yıllarda bir öğretim görevlisi mezun olacak son sınıf öğrencilerin Hadis dersine girer. Bazı öğrencilerin vize/finali iyi geçmez. Kendileri için hayat-memat meselesidir. Kimi evli, kimi evlenecek, hepsi öğretmen olmak için diploma almaları gerekiyor. Ne kadar durumlarını anlattılar da geçer not alma konusunda hocalarını ikna edemezler. Kara kara düşünürken akıllarına hocanın annesi gelir. Gençler üşenmezler, hocanın evini öğrenip annesiyle görüşmeye ve durumlarını anlatmaya karar verirler. Hoca evde yokken teyzeye misafir olurlar: “ Teyze, biz oğlunun talebeleriyiz. Dersinden kalacağız. Çoğumuz Konya dışından gelen ve kirada oturan, kira parasını kıt-kanaat denkleştiren öğrencileriz. Eğer kalırsak okul uzayacak, diploma alamayacağız “ şeklinde durumlarını anlatırlar. Teyze, çocukların durumuna üzülür. “Siz o işi bana bırakın” diyerek misafirleri uğurlar. Akşam oğlu eve gelir. Anne, “Oğlum! Şu, şu, şu isimli çocukları dersinden geçireceksin. Ben onlara söz verdim.” Der. Hoca; “Ana durum bildiğin gibi değil, bu dediklerinin dersleri zayıf çalışmadılar. Onları geçiremem.” Şeklinde cevap verdiyse de Annesinin, “ Eğer geçirmezsen analık hakkımı ve emzirdiğim sütümü helal etmem, bak...” tehdidi karşısında kara kara düşünme sırası hocaya geçer. Ertesi gün okula gider. Odasına bahsi geçen öğrencileri çağırır. Onlara: “ Oğlum, anamı niye karıştırdınız bu işe. Bir daha anamı karıştırmayın.” Diyerek bir çift söz söyler. Olayın sonunda öğrenciler mezun oldu mu bilmem. Kuvvetle muhtemel geçer not vermiştir öğretim görevlisi.
Güvenlik amaçlı anamın kızlık soyadı sorulduğunda bu olmuş olay aklıma gelir. Bazen “Anamı karıştırmayın” dediğim de olur. Anlayacağınız banka, telefon vb yerlerde güvenliğimiz, anamızın kızlık soyadına bağlı. Soru hiç değişmiyor: “Annenizin kızlık soyadı nedir?” Ama haklarını yemeyelim. Soruyu biraz geliştirmişler: “Annenizin kızlık soyadının 2. ve 4. harfleri nedir?” diye. MEB’in öğrencilerin giriş yaptığı e-okul sistemi bu firmaların güvenliğinden daha güvenli. E-okul'a giriş yapmak için öğrenci TC'si, numarası ile işleme başlanır. Ardından bir kaç tane fotoğraf gösterir. Öğrenci seçilir. Ardından farklı farklı sorular sorulur. Bazen; doğum yeri, bazen; nüfusa kayıtlı olduğu ilçe vb.. Yanlış cevap verdiğinde sistem kapanır. Tekrar giriş yaptığında soruları değiştirir. Amacım annenin kızlık soyadını soran kurum ve kuruluşları eleştirmek değil. Fakat sorular değiştirilmeli artık. Çünkü bizim adımıza iş yapacak sahtekarın ilk öğreneceği annemizin kızlık soyadıdır.
Hasılı diyeceğim; annemizin evlenmeden önceki soyadı her kapıyı açıyor. Güvenliğimiz ona bağlı. Biz güvenliği ne kadar artırırsak artıralım başkasının sırtından geçinen asalaklar, başkasını dolandıranlar azalacağı yerde artış göstermekte. Öyle dolandırma teknikleri geliştiriyorlar ki, “Ben kanmam” diyen nice ‘külyutmazları’ bile oltalarına getiriyorlar. Özellikle telefonla dolandırılma had safhada. Yetkililer sürekli uyarsalar da bazen insanın basireti bağlanıyor anlaşılan.
O zaman ne yapalım? Güvenlik amaçlı sorular sorulmaya devam etsin. Fakat beylik sorular yerine zor sorular tespit edilsin. İnsanlarımızı dolandıran alın teri düşmanı asalak tip ve çetelerin de yetkililer hakından gelsin. Onlara hadlerini bildirsin. Bu masum Anadolu halkı daha fazla kaldırılmasın. Özellikle bilişim suçları bu şekilde giderse başımızı ağrıtacağa, anaları daha çok ağlatacağa benziyor.
Dolandırıcılığın önüne geçmek ve dolandırıcıları kıskıvrak yakalamak için oluşturacağımız ekibin içerisinde biraz da yüksek maaşlı, prim usulü çalışacak dolandırıcı görevlendirelim. Bu işe ilk önce böyle başlayalım. Ardından eğitim sistemimizde çocuklarımıza öğretimden ziyade eğitim verelim.
Güvenliğinizi nasıl çözümlerseniz çözün. Ama lütfen, anamı ve kızlık soyadını karıştırmayın, olmaz mı?
* 30/12/2015 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
27 Aralık 2015 Pazar
Şamar oğlanları*
el-Emin Olmak*
Başlarken*
İnsan hakları günü (mü?)*
2001 yılında Adana'da bir lisede görev yaparken okulum beni, -içeriğini bilmediğim- bir konferansa gitmem için görevlendirdi. Konferansı dinledim. Konferans Köy Enstitülerinin açılışının 60. yıl dönümü üzerine deruhte edilmişti.
Zorunlu olarak dinlediğim konferans esnasında kendi kendime " Acaba bu okullar yeniden mi açıldı" diye sordum. Biliyorsunuz, bu okullar 1940 yılında açılmış, 1954 yılında da kapatılmıştı. Garibime giden kapatılan okulların açılış yıldönümü niçin kutlanırdı? Nihayet anladım 14 yıl sonra olsa da.
İş dönüşü sanal aleme bir göz attım. "10 Aralık İnsan Hakları günü münasebetiyle yayınlanan mesajlar, yapılan basın açıklamaları dikkatimi çekti. Bu haber kapatılan Köy Enstitülerinin 61.yıl kuruluş yıldönümüne ne kadar benziyordu. Biz doğuştan gelen, en doğal insanî hak olan yaşama hakkımızı çoktan kaybetmiştik. Dünya 5 büyüğün elinde maymuna dönmüş bir durumda. Aklı selim biri, "Dünya 5'den büyük" derken 5'li çete, "Hayır, 5 dünyadan büyüktür" diyerek dünyayı kana bulamaya devam ediyor. Sayelerinde iki dünya savaşı görmüş dünyaya 3.sünü armağan etmek için uğraşıyorlar. Hiçbir gün geçmiyor ki Ortadoğu başta olmak üzere Dünyanın kahir ekseriyetinde kan akmamış olsun. Kabil'in bireysel katli, toplumsal katliama dönüştü. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen sessiz güdümlü ülkelerin bakışları arasında. Ne kadar da alıştık teröre, katliama, canlı bombaya, bombalamaya, savaşa, ölüme, öldürmeye. Kim, kimi, niçin öldürdüğünü bilmeden taşeronlar, ekmeğine yağ sürüyor "5 büyüktür" diyenlerin.
Bir tarafta hayata merhaba diyenler, diğer tarafta hayata elveda diyenler...O kadar alıştık ki kana. Olmadığı zaman şaşıracağız nereye gidiyor bu dünya diye. Tek kişi kalmış bu canavar kansız yaşayamaz. Yaşaması, gelişmesi kana bağlı. Çünkü vampirler başka türlü yaşayamaz.
Medeni görünümlü bu insan müsveddesi devletleri görünce Cahiliye Dönemi Araplarına sevgim arttı. Onlar daha medeniymiş. Çünkü onlar yılda haram kabul ettikleri 4 ayda hiç olmazsa savaşmazlarmış. Hatta Mekke'ye dışarıdan gelen insanların mal ve can emniyetini korumak için Peygamber Efendimizin de imza koyduğu 'Hılf'ul Füdul Anlaşması' adını verdikleri Erdemliler Hareketi denilen bir anlaşmayı bile hayata geçirmişlerdi. Bugün ise 1 yıl, 12 ay, 365 gün, 6 saat kan akmaya devam ediyor. Bu medeni, çağdaş görünümlü vampirler olsa olsa Kabil’in nesli olurlar. Ve ardından gittikleri Şeytan’a bile şapka çıkarttırırlar.
Dünyaya yön veren güç dengeleri! Gelin ilan ettiğiniz göstermelik insan hakları gününüzde bari kan akıtmayın ki samimiyetiniz test edilsin. İnsanlar hiç olmazsa bir günü rahat ve ferah bir şekilde geçirebilsinler. Bunu da çok görmeyin bu hemcinslerinize.
İnsanlığımız utandı artık insan görünümüzden ve insanlığınızdan.
Dünya devletleri 5 daimi üyenin dışında barış merkezli yeni bir oluşuma gitmeden, hep beraber bu 5'e karşı çıkmadan bu dünyaya uyku haramdır.
Kan ve gözyaşının olmadığı, anaların ağlamadığı, insanların huzur ve barış ortamında doğuştan gelen yaşama haklarını kullanacakları nice yıllara....
Günse eğer doğuştan gelen gününüz hayırlı olsun.... Ramazan YÜCE
*16/12/2015 tarihinde Anadolu Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
Maliyeti yüksek nesil*
26 Aralık 2015 Cumartesi
Seyreden Arkadaşlar
Boğaz Harbi
Kayseri Yolcusu Kalmasın!
26 Eylül 1986 yılında hazırlık öğrencileri için yapılan muafiyet sınavına girmek için Kent Turizm firmasından gece 1.5'a, 2.500 liradan bilet aldım. Amacım, gece otobüste uyuyarak seyahat etmek, otel parası vermemek, sabah Kayseri'de gözümü açıp sınava girip dönmek.
Gece 12.00 sularında Yeni Otogar'a (Şimdiki Kule Sitenin olduğu yere) ulaştım. Peronu buldum. Peronda Ereğli- Niğde-Kayseri-Sivas levhası vardı. Konya otogarının yerleşmiş düzenine göre otobüs yarım saat önce gelmeliydi. 1.25 gibi peronuma otobüsüm arka arkaya yanaştı. "Sayın kaptan ve yolculara Konya Belediyesi hayırlı yolculuklar" diler anonsu ve zil sesiyle birlikte otobüsün hareket etmesi bir oldu. Açık kapıdan daldım içeri. Konya Otogarının diğer şehirlerde olmayan yerleşmiş düzenine göre otobüsler ilk perondan başlayarak kalkışı görülmeye değerdi.
Otobüsün içinde ön tarafta oturan 8-10 kadar yolcu vardı. Benim biletim ise 38 numaraydı. Kendi kendime otobüs bomboş olmasına rağmen bana arka koltuğu reva görmüşler diye düşünmeye başladım.
Ben bu düşünceler içerisinde iken otobüsümüz epey yol aldı. Az sonra muavin ayağa kalktı. En önden seslenmeye başladı:
—Biletsiz yolcu var mı?
—...
—Yanlış binen var mı?
—...
—Bir tane fazla yolcu var.
—...
Birkaç defa biletsiz binen ya da yanlış binen var mı dediyse de kimseden çıt çıkmadı. Tabii ki benden de. Çünkü biletim vardı. Yanlış da binmedim. Zira peronumda başka şehirlerin adı da olsa Kayseri yazıyordu.
Yedek kaptan ayağa kalktı. "Sayın yolcular herkes biletini çıkarsın" dedi. Çıkardık. Herkese baktı baktı. Sonra en arkadaki bana geldi. Bakalım er mi yaman ben mi? Biletimi gösterir göstermez:
—Ula kardeş bu Kayseri bileti.
—Evet Kayseri bileti.
—Sen Kayseri'ye gidiyorsun.
—Evet, Kayseri'ye gidiyorum.
—Bu otobüs Niğde'ye gidiyor.
—Ama bu otobüs Kayseri yazan perondan kalktı.
—Tamam, biz de aynı perondan kalkarız.
—Bu Kayseri'ye gitmez mi?
—Hayır, Niğde'de kalır. Sen en iyisi bu bileti bize ver. Niğde'ye kadar git. Oradan Kayseri'ye bir otobüs bulur gidersin. Ya da bilet sen de kalsın. Bize 1500 lira para ver, Niğde'ye kadar git.
—Ama ben sabah 08.00'de sınava gireceğim, yetişemem.
—Peki sen söyle, ne yapalım?
—Gözünü sevdiğim abim ben öğrenciyim.
—Madem öğrencisin, Karapınar'a kadar git, para almayalım. Kararını ver. Bak ben uykusuz kaldım, uyuyacağım.
Ne kadar "Gözünü seveyim abi, ben öğrenciyim" desem de fayda vermedi. Hoş adamın yapacağı bir şey de yoktu. Tek derdi, yanlış binen bu yolcudan para alıp yolunu bulmaktı. Onun da kursağında
kaldı. Uykusuz kalması da cabası.
Baktı benden para çıkmayacak yedek kaptan yatmaya gitti. Ben de uykusuz, kararsız ve tedirgin bir atmosferde Karapınar'a kadar geldim. Otobüs molaya girdi. Ben de tesis yetkililerinden Kent Turizm'in gelip gelmediğini sordum. Gelmemiş. Fakat bugün tesislere girmeden geçer miydi? Adamlar girer dediyse de ben yola çıktım. Gecenin karanlığında her ışığa, her sese el kaldırdım. Karanlıkta beni gördüler mi bilmem ama hiçbiri durmadı. Sonunda gecenin karanlığında Kent Turizm tesislere girdi.
Gecenin ayazında donmuştum. Koşarak muavinin yanına vardım.
—Ben bu otobüsün yolcusuyum.
—38 numara mı?
—Evet.
—Biz seni Konya otogarında çok aradık. Sen Karapınar'da çıktın. Seni bulamayınca biletin iptal oldu. Bize binersen biz sana 2.000 lira bilet keseriz.
Durumu anlattımsa da olmadı. 2.000 lira yeniden bilet kestirdim. Konya otogarındaki ilgili firmayı telefondan aradım. Benim bilet iptal olmuş, paramı geri verin diye. Önce vermeyiz dedilerse de sonra gelince paranı Mehmet Arıcı'dan al dediler.
Sonunda kördüğüm olan Kayseri yolculuğum otobüsümü bulunca düzene girdi. Karapınar'a kadar sıkıntılı olsa da 90 km'lik yol bitmek bilmese de gündüzün yorgunluğundan sonra uyuma hayali kurduğum yolculuğumda uyuyamasam da sonunda ücretsiz olarak geldim. Kayseri'ye kadar 2. 500 liraya gidecekken 2. 000 liraya gidebilmiş, 500 lira kâra geçmiştim. O kadar stresten sonra Kayseri'ye kadar uyuyabilir miyim? Maalesef uyunmaz.
Sabahında sınava yetiştim. Bakalım sınav nasıl geçecek, öğrenciliğim nasıl olacak kim bilir, zaman gösterecek. Ama bildiğim bir şey var. Kayseri yolculuğum zorlukla başladı. Sanki beni Kayseri kabul etmeyecek gibiydi. Eğer gelirsen sıkıntıların eksik olmayacak der gibiydi. 20/11/2015