Ana içeriğe atla

Düğün davetiyesi



Düğün davetiyeleri eskiden beri var mıydı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Benim çocukluğumun geçtiği beldede davetiye yerine okundu adı verdikleri bir okuma/davetiye türü vardı.

Düğün davetiyesinin gündemimize girdiği yıllarda da davetiye yakın akrabalara verilmez. Onun yerine yakınlığına göre gömlek, pantolon, havlu, elbiselikler verilir, davetiye yerine geçerdi. Hele kardeşe asla düğün davetiyesi verilmezdi.

Lise son sınıf öğrencisiyim. Bir öğrenci yurdunda kalıyorum. Kız kardeşim evlenecek. Hafta sonu düğününe katılmam lazım. İzin almak için müdürün kapısını çaldım. Durumumu anlattım. “Kardeşin evlenecekse düğün davetiyesini göster” dedi. “Hocam, bizde düğün davetiyesi olmaz. Onun yerine okundu verirler” dedim. “O zaman Pazar günü akşam yurda giriş yapacaksın” dedi. “Pazar günü gelmem mümkün değil, çünkü tatil günü otobüsler işlemez.” Deyince, “O zaman gitmeyeceksin” dedi. Gelemeyeceğimi bile bile “Tamam, gelirim” diyerek ayrıldım.

Hafta sonu düğünümüz yapıldı. Malum ulaşım olmadığından Pazartesi sabahtan okula yetiştim. Akşamında da  yurda giriş yaptım.

 Bir hafta geçti aradan. Banyoda kirlenen çamaşırlarımı yıkıyorum. Anons sesine kulak verdim. İsmi okunan kişilerin içerisinde ismim de anons edildi. Sabunlu ellerimi yıkayıp, çamaşırları banyoda bırakarak müdür odasına gittim. Sıra sıra dizildik müdür beyin karşısına el pençe, hazır ol vaziyette. Yine her zaman ki gibi boynu bükük. Çünkü müdür odasına çağrıldın mı yandın demektir. Ancak suçlular girer oraya. Az sonra suçumuz anlaşıldı: Pazar akşamı yurda giriş yapmamak. Elinde sopa bizi bekliyordu. Gelememe gerekçelerimizi söyledikse de kalem kırılmıştı artık. Deynek kınından çıkmıştı. “Açın elleri komutuyla açtık. Önce sağ ele,  sonra sol ele bir düğün hediyesi kondurdu. Odada gökyüzü görülmediği için yıldızları sayamadım. Deterjanla yumuşatılmış elime bir tokurcak eksikti. Düğün kınasız olmazdı. Müdürümüz elime kına yakmıştı. Ben yıldızları sayamamanın acısını çekerken beyefendinin mutluluğuna diyecek yoktu.

Sonra ne mi oldu? Elimin acısıyla epey uğraştım, didindim. Dudaklarımı ısırdım. Az sonra müdürüm görevini yapmış, muzaffer bir komutan edasıyla gözlerden kayboldu.

 Yurt demek disiplin demekti. Öyle Pazar akşamı gelememek de ne demekti. Otobüs yoksa 75 km’yi gerekirse yürüyerek gelecektin.

 Güç bela çamaşırları bir kat yıkadım. Serdim kurumaları için.  Bir hafta boyunca avuç içimin acısını, izi çıkmış sopanın kızarıklığını  insanlardan sakladım; müdürümün hatırasını görmesinler diye. Çünkü bu hatıra bana özeldi. "Hocanın vurduğu yerde gül biter" derlerdi de inanmazdım. Bitti gerçekten. Ama sevgisini vermediği için gül, bir hafta sonra soldu.

Kendisi kopyanın mucididir. O zamanlarda kopya çekmek yoktu. Teksir makineleri vardı, bir yazıyı çoğaltmak için. Değneğin izinin aynı çıktığını bundan gören  insanlık fotokopi makinesini icat etti.

Demek ki her şeyde bir hayır vardı. Bu hayra sebep olduğum için kendimi bahtiyar hissediyorum. 24/12/2015

Yorumlar

  1. Sonunu anlayamadım nasıl her şeyde bir hayır vardı? Bir paragraf mı eksik hocam yoksa sıkılıp kısa mı kestiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eksik yok. Sanırım tam ifade edememişim. Sopanın izi elimde çıktığından dolayı fotokopi makinasının icadına katkıda bulunduğumu ifade etmek istemiştim. Sanırım biraz kapalı kalmış. Üst parafrafla irtibatlı. Bir ironi...

      Sil
    2. Eksik yok. Sanırım tam ifade edememişim. Sopanın izi elimde çıktığından dolayı fotokopi makinasının icadına katkıda bulunduğumu ifade etmek istemiştim. Sanırım biraz kapalı kalmış. Üst parafrafla irtibatlı. Bir ironi...

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde