Ana içeriğe atla

Boğaz Harbi

Ekmek almak için fırına gittim. Millet taze, sıcak ekmek alırken zaman zaman bayat ekmek var mı diye soranlara şahit oluyorum. Satıcı bazen kalmadı, bazen var diyor, bazen de şu şekilde var olur mu diye soruyor. Bir gün kim alıyor bu bayat ekmekleri ne yapıyorlar diye görevliye sordum. Genelde kalabalık aileler alıyor dedi.

Yine bir gün yaşlı bir amca, “10 tane bayat ekmek” dedi. Masanın üzerine 3 TL bıraktı. Demek ki 80 kuruşa satılan günlük ekmeğin, bayatını 30 kuruştan alıyordu. Allah razı olsun onlardan. Hem ekmek boşa gitmiyor, hem aile bütçesini yetiştirmeye çalışıyordu. Bayat ekmeğin aynı zamanda  hazmı da kolay olur, mideye faydalı derlerdi yurttaki belletmen hocalarımız.

Amcanın aldığı bayat ekmek beni geçmişe götürdü. 1979-1986 yılları arasında orta ve liseyi okurken bir öğrenci yurdunda kaldım. Yemeklerde 10’ar kişi bir masada otururduk. Yemeklerimiz karavana usulü olarak masaya konur. Her günün nöbetçisi eşit bir şekilde pay ederdi. Ekmeklerimiz dilimlenmiş halde selelerin içerisine konurdu. Hep bayat olurdu ekmeklerimiz, az yensin diye. Taze ekmek ancak ekmek bayatlatılamayınca verilirdi. Bu da milyonda bir denk gelirdi.

Masaya erken gelen bazıları, ilk önce önüne koyacağı ekmekleri seçerdi. Aşağı yukarı her dilimine dokunur, taze mi bayat mı kontrolünü yapardı: Eliyle bastırır, bırakırdı. Genelde ekmeğin kenarları ortasına göre biraz taze görünürdü, onları seçerdi eliyle. Gözüyle değil. Tıpkı şmdilerde bakkal ve marketlerden ekmek alırken yaptığımız gibi.

Sonraki gelene pek ekmek kalmazdı. Garibim, diğer masalara ekmek aramaya giderdi. Bazen bir büyüğümüz, “Arkadaşlar, herkes tek dilim alsın, bitirince tekrar alsın” kuralı koyardı. Bu kurala uymak kolay değildi. Ya ekmek biterse. Ne de olsa karın doyurmak için tek sermayemiz ekmekti. Çünkü biz toplum olarak ekmeği, ekmeğin içine katık yaparak yiyen bir millet idik ne de olsa.

Alınan ekmek dilimi hızlıca yenirken bir taraftan da göz ucuyla ekmek selesi takip edilirdi, 2. 3. 4. dilimi almak için. Bazen ekmek birden biter. Hizmetliden ya da belletici öğretmenden ekmek istenirdi. Genelde olmaz denirdi. Bu sefer yeniçeri isyanı başlardı: Masalara kaşıkla vurarak tempo tutmak şeklinde. Bizim yeniçerilerin isyanı saman alevi gibiydi. 400 kişinin kaşık sesi, nöbetçi öğretmenin sopasını masaya vurmasıyla sona ererdi.

Bir Cuma akşamı yurt müdürü, tüm öğrencileri yatsı namazının akabinde mescitte topladı, dert dinledi. Dilek ve şikayetleri not aldı ve cevap verdi.
Parmak kaldırdım, bana söz verdi:
—Hocam, yemeklerde her bir öğrenciye ne kadar ekmek vermeyi düşünüyorsanız, o kadar verseniz, yarımsa yarım, çeyrekse çeyrek. Herkes ne kadar yiyeceğini/yediğini bilsin. Dilimlemeseniz olmaz mı, dedim.
-Ekmek o zaman israf olur. Artık kalır. Sen niçin böyle istiyorsun bakalım, dedi.
-Eğer dilimle vermeye devam ederseniz bu gidişle gözlerim ve midem bozulacak, dedim.
-Niçin, dedi.
-Çünkü, ekmeğin ikinci dilimini kapmak için birinci dilimi, nasıl mideye indirdiğimi hatırlamıyorum. Çoğu zaman da iyice çiğnemeden yutuyorum. Bu yüzden midem bozulacak, dedim.
-Gözün niye bozulacak, dedi.
-Ne kadar ekmek kaldığını görmem için yan yan bakmaktan gözüm neredeyse şaşı olacak, dedim.

Gülüşmeler sonucunda 400  ekmek düşmanının istediği bu masum istek, dört yüz kabul oya karşılık bir oyla reddedildi.
Diğer zamanlarda yine eski hamam eski tas bildik usulle biz boğaz harbine devam ettik.
Biz bayat ekmeğe talim ederken acaba belletmen hocalarımız öğle yemeğini ayrı masada yerlerken yedikleri ekmek bayat mıydı yoksa taze mi? Bu da bir merak işte... 26/12/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde