29 Şubat 2024 Perşembe

Baz Etkisini Hemen Gösteren Büyüme

Türkiye ekonomisi 2023 yılında % 4,5 büyüyünce bu büyüme piyasaya olumlu yansıdı.

Üzerine 2024 Haziranından itibaren enflasyonun düşecek olması her şeyin ateşini söndürmeye yetti:

Gri listeden çıkacağız bir defa.

Doğal gaz ve elektriğe zam gelmedi.

Pompa fiyatlarına sürekli indirim müjdesi geliyor.

Büyükşehir-ilçeler arası otobüs fiyatlarına % elli indirimler peşi şıra gelmeye devam ediyor.

Şehir içi toplu taşıma ücretleri güncellenmedi.

Fiyatlar gıdaya da yansıdı elbette. Bu sene doya doya mandalina ve portakal yendi.

Limon ise üreticinin belini bükse de enflasyonu tepetaklak indirmeye azmetmiş görünüyor.

Her alışverişe gittiğimde fiyatı yukarı doğru değişen, hammaddesi susam olan tahini bu gidişimde aynı fiyattan aldım.

Bazı belediyelerin emeklilere 2500 ila 5000 TL verecek olması da büyüyen ekonominin tatlı meyvelerinden. Emekliler yılı denilen böyle bir şey olsa gerek.

Gördüğünüz gibi büyüme etkisini hemen göstermeye başladı.

Say say bitmeyen bu örnekler, nerede büyümeden aldığımız pay, bu bize niye yansımıyor diyenlere gelsin.

Zor geçen 2023'ü yüzde 4,5 büyüme ile kapatmışsak, şahlanış döneminde bu ülkenin tadından yanına varılmaz. Yeter ki bu can bu tende dursun. 

Tüm bu verdiğim örneklere, bunlar seçim yatırımı diyen olursa, onlara diyeceğim tek şey, Allah sizi bildiği gibi yapsın demek olur. Son sözüm budur. Başka da bir şey demem.

Futbol ve Siyaset

Futbol ve siyaset iki farklı alan olsa da takım oyunu olması yönüyle benzerlik gösterir. 

Hep zirveye oynayan takımlar sahaya çıkan 11 futbolcusundan ibaret değildir. Takım, yedekleriyle beraber bir takımdır. Yedekler, sahaya çıkan as futbolcuların aksayan yönlerini kapatmak için yedekte beklerler. Takımdan biri sakatlanınca ya da sahada işlevsiz kaldığı zaman yerine girerek as futbolcunun yokluğunu hissettirmez. Hatta öyle oynar ki oynadığı oyunla ve takıma yaptığı katkıyla takıma uyum sağlar, as futbolcusunun yerine takımın vazgeçilmez oyuncusu olur çıkar ve formayı kapar. Bundandır ki as futbolcu yedeğe düşmemek, yedek futbolcu da yedeklikten kurtulmak için görevini en iyi şekilde yapmaya çalışır.

Takımdaki as futbolcuların yerine monte edilecek yedek olmayınca daima ilk on birde sahaya çıkan futbolcu alternatifsiz kalır ve nasılsa alternatifim yok diye sahada doğru dürüst koşturmaz. Antrenmanlarda ise kendini yormaz. 

Buradan siyasete gelelim. Siyasette de iktidar var, muhalefet var. İktidardaki siyasiler bir takımdır. Muhalefette kalanlar da bir takımdır. Muhalefette olan siyasiler iktidar olmak için vardır ve iktidarın alternatifidir. Futbola benzetirsek, iktidardakiler asıl futbolcu ise muhalefettekiler yedek futbolcudur. İktidar görevini yaptığı müddetçe yedek futbolcuya yani muhalefete ihtiyaç kalmaz. Bu durumda muhalefet yedekte kalmaya devam edecektir.

 İktidarda görev zaafı olduğu zaman teknik direktör olan halk yedekteki muhalefete bakar. Acaba bu zaafı nasıl giderir, hangisiyle çözerim diye. Şayet yedekte bekleyen muhalefette bir ışık göremezse iktidarı değiştirmeye yeltenmez. Eğer muhalefette bir ışık görürse iktidarı indirmeye, yerine muhalefeti iktidar yapmaya yönelir. Siyasetin futboldan farkı, futbolda değişmesi gereken futbolcu sayısı sınırlı iken siyasette toptan değişim olur. Yani iktidar muhalefete düşer, muhalefet iktidara çıkar.

Kısaca iktidarı iktidar yapan, güçlü muhalefettir. İktidar olan kişiler güçlü muhalefeti gördükleri zaman yerlerini sağlamlaştırmak için görevlerine dört elle sarılır. Bundan da ülke kazançlı çıkar. Şayet iktidar, yerine iktidar olacak güçlü bir muhalefet göremezse, nasılsa yerime geçecek bir muhalefet yok diye işini savsaklar. Sorunları çözmediği gibi iyice berbat eder. Çünkü alternatifsizdir.

Anlatmak istediğim, futbol yedekleriyle güçlü bir takım oyunu ise siyasette de güçlü muhalefet, iktidarıyla bir takımdır. Muhalefet ne kadar görevini iyi yaparsa iktidar da o derece görevini iyi yapar. O yüzden bir ülkenin geleceği güçlü muhalefetten geçer. Güçlü muhalefetin olmadığı yerlerde iktidar tek partiye kalır. Alternatifi olmayan parti niye çalışsın değil mi? 

Sonuç olarak bu ülkede bir şeyler iyi gitmiyorsa, iktidara kızmaktan ziyade iktidar alternatifi olma gibi bir derdi olmayan ve bu ülke insanını tek parti zihniyetine mahkum eden muhalefete kızalım.

28 Şubat 2024 Çarşamba

Muhalefetin Hali Pürmelali

Evlerden ve ülkeden ırak olası evlere şenlik bir muhalefetimiz var.

Irak olası diyorum. Çünkü vatandaşla alay eden, dalga geçen bir muhalefet bizdeki. 

Başka ülkelerin muhalefeti iktidar olmak için muhalefet yapar. Nedense bizdekiler siyaseti kalabalık etmek, vatandaşı oyalamak ve iktidar olmamak için yapıyorlar. Kısaca iktidar olmak, vatandaşa hizmet etmek, ülkenin sorunlarını çözmek gibi bir dertleri hiç olmadı. Bunu da yirmi küsur senedir yaptıkları muhalefetten, oynadıkları tiyatrodan anlayabiliyoruz. 

Gördüğüm kadarıyla 20 küsur senedir iktidar olan, bulunduğu zirveden, yirmi küsur yıldır muhalefette olan muhalefet de bulunduğu yerden memnun. 

Artık şu iyice anlaşıldı ki vatandaş muhalefete artık sıra sizde. Sizi iktidarda ve belediye başkanlıklarında görmek istiyoruz dese bizdeki irili ufaklı muhalefet altın tepside Sunulan iktidarı almamak için kırk takla atar, kazanmamak ve kaybetmek için oynamadığı Bizans oyunu kalmaz. 

Bizdeki muhalefet Allah var kendilerine verilen rolü iyi oynuyor. 

Kazara içlerinden biri iktidar olmaya yeltense şu fıkranın gereğini yetine getiriyor. Önce fıkrayı anlatayım:

Öbür dünyada aynı milletten cehennemlikler bir çukura doldurulur. Kimse kaçmasın diye her çukura ikişer tane zebani görevlendirilir. Bizim cehennemliklerin başına görevli verilmez. Diğer milletler: “Ya Rabbi! Haksızlık bu, neden bizim başımızda zebaniler var da onların başında zebani yok”.

Allah der ki “Haksızlık yok. Çünkü onlardan biri çukurdan çıkmaya çalışırsa diğerleri ayaklarından tutar. Çukurdan çıkmaya çalışanı aşağıya çekerler ve kimse kaçamaz der”.

Evet bizim muhalefetin hali pürmelali tam bu fıkradaki hal. Hiçbiri birbirinin olmasını ve onmasını istemez. Hiçbiri muhalefet ligini terk etmek istemez. Bu ligden kurtulup birinci lige çıkmaya kalkan olursa da diğerleri yaka paça aşağı indirir. İçlerinden biri iktidar olacağına,  mevcut iktidarın iktidarına devam etmesini yeğlerler.

İktidarın muhalefet, muhalefetin iktidar olamadığı bu ülkede meydan hep iktidar olana kalır ve istediği şekilde at koşturur. Ülke alternatifsiz kalır. Alternatifin olmadığı yerde ise rekabet olmaz.

Bu durumdan iktidar ve muhalefet memnun olsa da rekabetin olmadığı yerde rehavet, başına buyruk hareket etme, kendini yenilememe, geliştirmeme, ben yaptım oldu, ardı arkasına yanlışlara imza atma, kokuşmuşluk, güç zehirlenmesi, rehavet ve vurdumduymazlık alır başını gider. Zararını da ülke çeker.

Hasılı böyle muhalefet düşman başına. 

27 Şubat 2024 Salı

Yazma Kesatlığım

Şubat ayını bitiriyoruz. Kış mevsimindeyiz güya. Havalar güllük gülistanlık. Ağaçlar çiçek açtı açacak. Adeta bahar havası yaşıyoruz.

Kar görmedik. Yağmuru ise ara ara gördük. Hasılı kesat bir kış mevsimi geçiriyoruz. Bu demektir ki havalar böyle giderse susuzluk kapıda demektir.

Kışın kesat geçtiği gibi yazı yönünden de şubat ayı benim için kesat geçiyor. Elim yazmaya varmıyor. Bir iştahsızlık var. Gündemden uzak olunca yazı konusu bulmada da zorluk çekiyorum. Bir konu buluyorum. Başlıyorum yazmaya. Daha bir paragraf yazmadan canım çekmiyor. Boş ver bu konuyu diyorum. Başka bir konuya geçiyorum. Onu da daha baştan bırakıyorum. Bir konuya dair ne içimden bir şey geliyor ne de elim tuşlara gidiyor. 

Eskiden böyle miydim halbuki. Aklımda konu çok olur, çoğunun başlığı yazılmış, sırasını bekliyor olurdu. Bir gördüğümden, bir konuşmadan bir konu çıkarır; yolda, çarşı ve pazarda giderken elim klavyede olmasa da zihnimde yazmaya başlardım. Bir boşluk bulsam da şöyle bir döşeyiversem derdim. Şimdi ise aklıma gelen hiçbir konu haydi beni yaz demediği gibi boş ver diyor sanki. İçimden bir şey dökülmüyor. Galiba köreldi iyice.

Gündemi takip etmesem de aslında yazılacak konu çok. Ama hangi konu aklıma gelirse içimden bir ses cıs, aman ha diyor. Hoş bugüne kadar nice cıs konular yazdım. Yazarken de tehlikeli sularda yüzdüğümü bile bile gözümü budaktan esirgemeyip çalakalem yazdım. Olumlu, olumsuz tepkiler aldım. Olumlu tepkiler kimsenin görmediği ve duymadığı ortamlarda ifade edildi. Olumsuz tepkiler ise mimlemek, uzaklaşmak ve acıyarak bakmak şeklinde kendini gösterdi. 

Korkuyor muyum? Korku insani bir şey. Fakat korku değil benimki. Zira ölmüş eşek zaten kurttan korkmaz. Üstelik sırtımda yumurta küfem yok. Beklentim zaten hiç olmadı. Sadece adım çıkmış dokuza, inmez sekize. 

O zaman nedir yazıya karşı bendeki bu isteksizlik? Olmadık konulardan yazı çıkarırken niye şimdi konu sıkıntısı çekiyorum? Soruları soruyorum ama cevabı bende yok. O zaman ne olabileceğine dair yorum yapabilirim. Cevap ya bunlardan biridir ya hepsidir ya da yazmadığım başka bir şey.

Bir bakalım, nelermiş:

Yazıda doyuma ulaşmış, yazdığım kendimi tekrardan ibaret ve yeni şey üretemiyor olabilirim.

Yazdıklarımın karşılığı olmayabilir.

Yazılarım, toplumun kahir ekseriyetinin fikir ve düşüncesine uyum göstermiyor olabilir. Topluma yabancılaşmış, aynı dili konuşmuyor ve toplumda bir karşılığı yok.

Yazılarım, toplumun gerisinde kalmış, ne toplumu ne çağı okuyabiliyor. Gündem dışı kalmış.

İnan hangisi bilemiyorum. Galiba yazmak için biraz gündemi takip etmek gerek. Bir de okumak gerek.

Yazmaya başlarken neyi dert edinirsem, onu yazacağım demiştim. Galiba dert edindiğim kalmamış olabilir. Öyle ya derdi olmayan niye yazsın.

25 Şubat 2024 Pazar

Siyaset Panoramamız

31 Mart seçimlerine ramak kalmış, partilerin adayları belli olmuş, her şey YSK'nin açıkladığı takvime göre işliyor. Yalnız daha önceki seçimlerde alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıyayız. 

Ne partilerde ne de meydanlarda bir seçim yarışı var. 

7/24 siyaset konuşan seçmende ise hiç seçim havası yok. 

Partiler, kale adı verilen ilçe ve illerde kimi aday gösterirse göstersin, nasılsa kaybetmiyor. O yüzden çok rahatlar. Kale olmayan yerlerde formalite aday gösteriyor. Partilerin tüm çabası seçimin bıçak sırtı olduğu ilçe ve iller. 

Partiler için bir belediye özellikle büyükşehir çok önemli. Çünkü belediyeler paranın en kolay harcandığı yerlerdir. Pekala siyasi partiye kaynak aktarılabilir. 

Siyasi partiler için ne kadar belediye demek o kadar para ve imkanlara konmak demektir. 

Seçmene gelince, seçmen hiç olmadığı kadar siyasetten uzak. Şu, bu belediyeyi hangi partinin adayının kazanması hiç umurunda değil. Çünkü o kadar parti arasında kendisini temsil eden bir parti bulamıyor. Partisi varsa da oy oranı küçük ve kazanamama durumu varsa oyunu kerhen bir başka partiye verip kötünün iyisine verecek. 

Eskiden böyle miydi? İki kişi bir araya gelse çaylarını yudumlarken konu döner dolaşır, siyasete gelirdi. Şimdi ise siyasetin dışında her şey konuşuluyor ama iş siyasete gelmiyor. Adeta herkes yeminli ve ağzı yanmış gibi.

Açıkçası, seçmen iktidardan sıdkını sıyırmış durumda, illallah diyor. Alternatif olan partilere bakıyor. Hiçbiri güven vermiyor. Adeta seçimi kazanmamak üzerine siyaset yapıyor. 

Bu durumda seçmenin önemli bir oranı ya sandığa gitmeyecek, giderse de oyunu iptal edecek ya da öylesine oyunu verip gelecek. Belki de adam gibi alternatif olamayan partisine kızıp madem öyle deyip aynı zihniyetin devam ettiği belediye adayına oyunu verip gelecek. 

Seçmenin bu noktaya gelmesinde en önemli sebep, seçmenin siyaset kurumuna verdiği kredinin hoyratça kullanılması yatıyor. Seçmen adeta hayal kırıklığı yaşıyor. İrili, ufaklı, hangi parti olursa olsun hepsini kendine çalışan nefsine Müslüman görüyor. Partiler ikbal peşinde koşarken fatura hep oy veren seçmene çıkıyor ve ceremesini halk çekiyor. 

Sahi siz iktidar ve muhalefette aktif siyaset yapıp da bedel ödeyenini gördünüz mü? 

Seçmenin siyasete ve seçime bu kadar bigane kalması, normal şartlarda belki olması gerekendir. Yalnız bugüne kadar gecesi ve gündüzü siyaset olan bu millet için anormal bir durumla karşı karşıyayız. Belki böyle böyle normalleşeceğiz. 

Hasılı bu seçimde hiçbir parti umut dağıtmıyor. Seçmenin ilgisizliği de bundan. Al birini vur ötekine misali.

Kısaca mevcut siyasi tablo, 2000 öncesi birbirine yakın oy alan parçalanmış, birbiriyle yenişemeyen tablodan beter. Siyaset adeta onca parti arasından tek zihniyetli bir partiye doğru gidiyor.

Seçmen her bir partiyi, koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali yüz ağartmaz görüyor ve hepsini sandığa gömecek bir alternatif arıyor. Alternatifini bulsa hepsine tekmeyi vuracak.

19 Şubat 2024 Pazartesi

Ömrünü Kur'an'a Adayanlarla İmtihanımız

Kendisini Kur'an'ı anlamaya ve anladığını anlatmaya çalışan o kadar insan tanırım ki nazarımda Mehmet Okuyan gibisi yoktur. Adeta kendini Kur'an'a vakfetmiş bir bilim insanıdır. Kur’an’ı yemiş yutmuş dense yeridir. Yine bu konuda kendisine allameicihan dense yakışır.

Kendisini Kur’an’a vakfetmesinde bir otobüs yolculuğunun etkisi büyüktür. Oturduğu oturağın arkasındaki iki yabancı kişiyle tanışması esnasında, onlara ilahiyat mezunu ve hafız olduğunu söyleyince, Bakara süresinde neden bahsedilir sorusunu sorar iki yabancı. İsrail oğullarından bahseder demiş. 286 ayet var bu sürede. Başka hangi konular var demişler. Birkaç konu daha saymış. Arkası gelmemiş ve mahcup olmuş. Öyle zannediyorum, bu anekdotun ardından kendini Kur’an’a adamış olmalı.

Geldiği nokta itibariyle Kur’an’a vukufiyet konusunda, Kur’an ayetlerini Kur’an ayetleriyle tefsir etmede üstüne yoktur. Ki Kır’an’ın Kur’an’la tefsir edilmesi tercih edilendir ve makbul kabul edilir.

Kendisini Kur’an’a adamış ve öğrenmiş. Bununla da yetinmemiş. Öğretmeye devam etmiş. Öğretmesi halen öğretim üyesi olduğu Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileriyle de sınırlı kalmamış. Kur’an’ın anlaşılmasını anlatmak için adeta Türkiye’yi karış karış dolaşıyor. Yeter ki herhangi bir il ve ilçeden talep gelsin.

Bildiğim kadarıyla uçak fobisi de var. Gideceği her yere otobüsle seyahat ediyor. Kur’an sohbetini veriyor. O kadar teptiği yolu yeniden tepiyor. Gittiği her yerde dolu salonlara hitap ediyor. Yeter ki bir salon bulunabilsin ve izin verilsin. Çünkü seveni kadar sevmeyeni de çoktur. Gittiği her ilde kendisini dinlemeye gelen kadar onu konuşturmamak için lobi faaliyetinde bulunan ve sesleri çok çıkan kişiler de vardır.

Davet edilen televizyonlara çıkıyor, konferanslara gidiyor. Ne televizyondan ne de konferans için gittiği yerlerden bir kuruş para alıyor. Yani meccanen yapıyor bu işi.

Kuran meali yazdı. Herkesin istifadesi için dijital ortama aktarttı. İsteyen herkes ücretsiz dinleyebiliyor.

Mealle de yetinmedi. Otuz cilt Kur’an’ın tefsirini yazdı.

Kur’an’la hemhal olması, konferans ve TV programlarından bir kuruş almaması, üzerine meal ve tefsir yazması takdir edileceği yerde, bugünlerde yerden yere vuruluyor. Vay efendim, “Kur’an bize yeter” dediği halde 21 tane kitap yazmış. Halbuki onlara göre Kur’an varken ne gerek vardı bu kadar kitap ve otuz ciltlik tefsir yazmaya. Okuyanın yanına Mustafa İslamoğlu (80), Caner Taslaman (17), Sait Çamlıca (31), Emre Dorman (10), Bayraktar Bayraklı (36) tarafından yazılan kitap adetleri de eklenmiş. Ayrıca her birinin fotoğraflarına da yer verilerek sosyal medyada afişe ediliyor bu kişiler. Sünnet ve hadis inkarcısı, oryantalist, sapık vs. ithamları, yapılan ithamların yanında pek masum kalır. Adeta hedef gösteriliyor.

Bu kişiler niçin zaman zaman ve şimdi temcit pilavı gibi böyle hedef gösterilir? İnsanımızın bu insanlarla alıp veremediği nedir, çok anlamış değilim. Öyle zannediyorum, belli kişi ve mahfillerin bu kişileri hedef almasında, bunların hadis ve sünnete bakışları yatmaktadır. Diğerleri için bir şey söylemeyeceğim. Yalnız Mehmet Okuyan hadis ve sünnet inkarcısı değil. Kendi ifadesiyle, hadisleri “Ne süpürüp atanlardan ne de süpürüp alanlardandır”. Yani Okuyanın suçu, hadislere temkinli yaklaşması, hadisleri Kur’an, akıl ve mantık süzgecinden geçirmesi.

Bildiğim kadarıyla hadisler konusundaki bu metot Okuyan’a ait değil. Bu metot aynı zamanda İmamı Azam ve İmamı Maturidi’nin yoludur. Bu ikisinin yolundan gidiyoruz. Biri amelde, diğeri itikatta mezhep imamımız.

Adı geçen kişileri savunmayacağım. Zira onlar kendilerini savunur. Yalnız bir hakkı teslim etme adına şunu söylemeden geçemeyeceğim. İslam ileri çağlara hitap edecekse, ileride İslam halkın gündeminde olacaksa, bunda adı geçen kişilerin payı büyük olacaktır. Bu demek değildir ki bu kişilerin her söylediği, yazıp çizdiği doğrudur. Tefsir yaparken bazı ayetlerde zorlama yorum yaptıkları da oluyor. Bunu da anlamak ve anlaşılmak için yaptıkları aşikardır.

Hasılı Mehmet Okuyan’ın Kur’an’ın anlaşılması üzerine hizmeti, çaba ve gayreti takdir edilmelidir. Taslaman’ın günümüz gençliğinin deist, ateist, agnostik olmaması, olduysa da oradan kurtulmaları için gösterdiği eforlar bir takdiri hak ediyor.

Okuyan ve diğerleri bir metot geliştirip yollarına revan olurlarken sahi biz ne yapıyoruz? Onların yaptıklarına burun kıvırıyoruz. Durmadan onları hedef gösteriyoruz. Birilerinin onlar adına oluşturup servis ettiği algıyı paylaşıp duruyoruz. Böyle yapacağımıza, kendimiz de bir metot geliştirip tefsir yazsak, meal yazsak, kitaplar yazsak daha iyi olmaz mı?

Meal ve tefsir yazmak kolay mı demeyin? Öyle kelli felli ilahiyatçılar ve kendilerini ehlisünnet savunucusu gören ve dinî bildiğini sanan öyle güney müftüleri var ki onlar için meal ve tefsir vız gelir. Yeter ki sosyal medyada Okuyan ve diğerlerine saldırma vazifesini bırakıp bir işe yaramaya odaklanabilsinler. Sahi işiniz yok mu sizin? Bir de Okuyan ve diğerleri hadislere temkinli yaklaşmasalar, tüm hadisleri süpürüp alsalar, size göre İslam’ın ve Müslümanların tüm dertleri bitecek mi? Tek derdimiz bu mu kaldı? Öyle zannediyorum, bunu muhabbetini yapmayı ve insanımıza saldırmayı meslek edinmişiz. Merak ediyorum, ne zamandan beri Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri suç oldu? Siz de Kur’an’ın hadisle tefsirini yapın. Elinizden alan mı var mübarekler...

18 Şubat 2024 Pazar

Bize Her Yol Mubah

Bu yazımı, İnternet sitelerinde ve sosyal medyada yer verilen bir alıntıya ayırdım.

“BİZ BÖYLE ÇÜRÜDÜK...” başlığıyla çoğu kimse tarafından paylaşılan bu alıntıya imzamı atıyorum.

Güzel tespitleri bir arada bulunca istedim ki bu yazı bloğumda yerini alsın.

Yazımda yazının yazarına da yer vermek isterdim ama failini bulamadım. Emeğine sağlık bu tespitleri bir araya getiren yazarımıza.

Alıntıya dair yaptığım tek şey görebildiğim yazım ve imla yanlışlarını düzeltmek oldu.

“Bal tutan parmağını yalar" dedik; hırsızlığı mubah gösterdik.

“Devletin malı deniz, yemeyen keriz" dedik; devleti soymayı mubah gösterdik.

“Yemeyenin malını yerler" dedik; dolandırıcılığı mubah gösterdik.

“At binenin, kılıç kuşananın dedik; gaspçılığı mubah gösterdik.

“Kol kırılır, yen içinde kalır" dedik; kendi yakınımızdaki hırsızların hırsızlıklarını mubah gördük.

“Söz gümüş ise sükut altındır” dedik; ortamı yalancıya bırakmayı  mubah gösterdik.

“Komşuda pişer bize de düşer” dedik; hazırcılığı mubah gösterdik.

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” dedik; menfaatçılığı mubah gösterdik.

“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar" dedik; yalan söylemeyi mubah gösterdik.

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" dedik; bencilliği mubah gösterdik.

“Üzümünü ye bağını sorma" dedik; haramı mubah gösterdik.

“Köprüden geçene kadar ayıya dayı denir” dedik; kurnazlığı ve takiyeyi mubah gösterdik.

Rica ve Buyruk *

Buyruk, emir anlamına gelir. Buyruğumu vereceğim demek, bir işin yapılması veya bir sorunun giderilmesi için emrimi vereceğim demektir.

Rica, dileme; rica etmek, dilemek demektir.

Arz, sunma; arz etmek ise sunmak, göstermek ve saygı ile bildirmek anlamına gelir.

Devletin yazışma dilinde istek ve talepler arz ve rica ile belirtilir. Alt makamda olanlar yazının içeriğinde isteğini belirttikten sonra gereğini arz ederim şeklinde yazıyı bitirir. Makam yönünden aynı seviyede olanlar yine arz ederim şeklinde yazar. 

Rica ederim şeklinde biten yazılar ise üst makamdan gelen yazılarda kullanılır. Yukarıda belirttiğim hususların yapılmasını istiyorum anlamına gelse de üst makamdan gelen rica ederim ifadesi emir anlamını içerir. Mutlaka yerine getirilmesi gerekir. 

Rica, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir talimat olsa da içerdiği anlam itibariyle meramını güzel bir şekilde ifade eden şık bir kelimedir. İtici değildir. Kendisine rica edilen bu ricada gocunma ve gereğini yerine getirmek için çaba sarf eder.

Resmi yazışma dilinde her ne kadar ricayı üst makamdaki alt makamdakine ifade için söylense de rica kelimesi halk arasında makam, mevki ve statü gözetilmeden herkes birbiri için kullanır. Efendim, sizden bir ricam olacak, bir ricam var, şeklinde. Bundan da kimse gocunmaz.

Yazışma dilinde alt makamdakinin kullandığı arz ederim ifadesi ise halk nazarında pek kullanılmaz. Kullanılsa da pek şık görülmez.

Emir ve talimat kelimeleri ise konuşma dilinde üst makamdakilerin özellikle siyasilerin, emrinde çalışanlar için söylediği kelimelerdir. Bu konunun çözümü için bakanıma emir verdim, talimat verdim denir. Bu ifadeler de çok itici değildir.

Hasılı arz ve rica, emir ve talimat bu ülkenin hem devlet dilinde hem de halk arasında az veya çok kullanılır.

Bu kelimelerin yanında emir ve talimat anlamına gelen buyruk kelimesi var ki bu kelime ne halk arasında kullanılır ne de de devlet dilinde. Bu kelime ancak masallarda ve padişahların fermanlarında kalmıştır.

Birileri, masal ve padişah fermanlarında geçen, ancak unutulmaya yüz tutmuş buyruk kelimesini kelime hazinemize yeniden kazandırmak istemiş olmalı ki “Buyruğumu vereceğim” deyiverdi.

Dedi demeye ama emir ve talimat anlamına gelse de çoğu dinleyenler nezdinde bu ifade garip karşılandı. Çünkü itici bir kelime buyruk. Aynı zamanda padişahlığa özenme şeklinde anlaşıldı.

İnternet sitelerinde haber olan bu “Buyruğumu vereceğim” sözü bana da itici geldi. İrticalen söylenen bir kelime olsa da ben olsam böyle bir ifade kullanmazdım. Bunun yerine “Emir vereceğim, talimat vereceğim, rica edeceğim” şeklinde ifade ederdim. Farklı kelime kullanacağım diye bir şeylere özenti duymanın veya böyle algılatmanın bence hiç gereği yok. Çünkü bu buyruk, içinde kibir ve büyüklenme barındırır. Tevazu varken büyüklenme neyimize değil mi?

*21/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

17 Şubat 2024 Cumartesi

Ya Tuz Kokarsa *

Bir sorunun düzeltme ve iyileştirme imkanı varsa ona çözüm bulunabileceğini, fakat düzeltme ve iyileştirme aracı bozulduğunda durumun çözümsüz olduğunu ve işin daha da kötüye gittiğini ifade etmek için "Et kokarsa tuzlanır. Ya tuz kokarsa ne yapılır?" atasözü kullanılır. 

Bu atasözü genelde adaletle ilgili işlerin düzgün gitmediği, adaletin yerlerde süründüğü, adaletten ümit kesildiği, şeriatın kestiği parmağın acıdığı, ceza yasasının kişilere had bildirmek için kullanıldığı, adaletin yerini bulmadığı, adaletle ilgili kararların uygulanmadığı; yasama, yürütme ve yargı kuvvetler ayrılığına riayet edilmediği durumlar için söylenir.

Anayasamızda hukuk devleti olduğu yazsa da hukuk devleti olmaktan çok uzak olduğumuz aşikardır. Çünkü hukuk devletinde taşlar yerine oturmuştur ve bu hukuk adalet dağıtır. Biz olsak olsak kanun devleti olabiliriz. Kanun devletine ise gücün adaleti diyebiliriz ki buna dağ kanunu dense yeridir. Dağ kanunu ise gücün istediği şekilde karar vermek demektir.

Adına ister hukuk ister kanun devleti desek de mülkün temeli olan adaletimiz adalet dağıtmıyor. İnsanlara ceza vermek de çok kolay, ipten almak da. 

Anayasamız ve kanunlar mükemmel olmasa da ağır aksak işleyen bu yargıdan adalet dağıtması beklenir. Yargımızın da adalet dağıtmadığı bir gerçektir. Çünkü yargımız hiç olmadığı kadar müdahaleye açık durumda. Görüntü, kimseden emir ve talimat almaması gereken yargımızın emir ve talimatla iş yaptığı, işi kılıfına uydurarak karar verdiği yönünde. Kısaca adrese teslim kararlarla karşı karşıyayız.

Yine bir ülkenin adalet göstergesi, verilen kararların uygulanmasıyla da yakın ilişkilidir. Yargının verdiği kararlar içimize sinse de sinmese de uygulanması gerekir. Çünkü hukuk devleti olmanın gereğidir bu. Eğer kararlar uygulanmıyorsa o devlette adaletten bahsedilemez.

Örnek vermek gerekirse, Anayasa Mahkemesi bireysel hak ihlal kararı veriyor ama bu karar uygulanmadığı gibi aksi karar uygulanıyor. 

Bir başka örnek, Danıştay 400 kadar hakim ve savcının göreve iade kararını veriyor. Yürütme bunu yerine getireceği yerde uygulamayacağı yönünde ihsası reyde bulunuyor. 

Bir başka örnek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir vatandaşın müracaatını değerlendiriyor. Yargılamada ortaya konan delillerin sübjektif olduğu, kişinin mağduriyetinin giderilmesi gerektiği yönündeki kararını ülkemiz uygulamıyor. 

Bu konuda vereceğimiz örnekler çok. Bu üç örnek bile mevcut Anayasa ve yasaları çiğnediğimizin bir göstergesi. Nihai merci olan Anayasa Mahkemesinin kararı yok hükmünde sayılıyor. Yine uygulamak zorunluluğumuz olan Danıştay kararını hiçe sayıyoruz. Yine imza koyduğumuz ve bizdeki kanunların üstünde kabul ettiğimiz AİHM kararını siyasi deyip uygulamıyoruz. Halbuki karar siyasi olsa da yanlış olsa da hoşumuza gidip gitmese de bu kararları uygulama yükümlülüğümüz var. 

Kısaca ülkemizde adalet adına katliam yapılıyor, hukuk yok sayılıyor. Bu da meselenin etin kokmasının da ötesine geçildiğini ve tuzun koktuğunu işaret eder.

*23/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

14 Şubat 2024 Çarşamba

Ülkenin CHP Sorunu *

Şu iyice belli oldu ki bu ülkenin en büyük sorunu müzmin muhalif, kurultay ve birçok kliği bünyesinde barındıran CHP'dir.

Bu partinin ne kendine ne seçmenine ne de ülkeye hayrı vardır.

Bu parti için ülkenin  önündeki en büyük takoz dense yeridir.

Kendisi bir türlü iktidar olamadığı gibi yeni bir alternatifin ortaya çıkmasının önündeki en büyük engeldir.

Ülkeyi alternatifsizliğe mahkum eden yegane ve tek partidir.

Ne iktidar olur ne de kalabalık ettiği alanı bir başkasına bırakır.

2023 Cumhurbaşkanı ve genel seçimleri, 31 Mart 2024 mahalli seçimleri iyice gösterdi ki bu partinin iktidar olma, ülkeyi yönetme diye bir derdi yoktur.

Bugün bütün partiler bir araya gelip şu parti bir iktidar yüzü görsün, hiçbirimiz aday göstermesin, aday gösterecekse de formalite gereği aday göstersin ve kimse seçime asılmasın. Yeter ki bu parti bu ülkeyi yönetsin dese, inanın iktidar olmamak ve ülkeyi yönetmemek için ellerinden geleni artlarına koymazlar. Ne yapıp ne edip rakiplerine seçimi altın tepsi içerisinde sunarlar. Çünkü 2023 seçimlerinden beri yaşadığımız, bu partinin iktidar olma gibi bir derdi, ideali ve hesabı yok. Mahalli seçim sathı mailine girilmiş olmasına rağmen partide suların bir türlü durulmaması da bunu göstermiyor mu?

Partileri, Cumhuriyet'in adı olsa da partileri Cumhuriyet ile yaşıt olsa da partilerinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olsa da Türkiye'nin en eski partisi olsa da Cumhuriyet'i kuran parti olsa da üzerinden bin yıl geçse de bu parti daha partileşmesini bile gerçekleştirememiş bir partidir.

Partinin misyonunun, hep kaybetmek ve başkasını kazandırmak için bir aksesuar görevini üstlenmek olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır.

Bu parti ne kitle partisidir ne de ideolojik bir partidir. 

Bu parti mutlu azınlık partisidir. Kendilerinin kalesi olan az sayıdaki şehrin belediyesini kazanıp bu belediyeleri yönetmek kendilerine yetiyor da artıyor. Parti içinde bunun kavgasını veriyorlar.

Bu parti sorumluluktan kaçıyor. Seçmeniyle ve ülkeyle dalga geçiyor.

Bu partinin seçim kazanma yerine bir başkasına nasıl seçim kazandırırız misyonu var. Bu misyonun dışına çıkmıyor.

Ne halkı tanır ne halkın değerlerini bilir ne kendisini yeniler ne seçime asılır.

Bu partiden, bir seçim nasıl kaybedilir

O yüzden ülkenin bu kötü gidişatına ve yönetim zaafından dolayı ülkeyi nicedir yönetenlere kızmayı bırakalım. Kızılacaksa, siyaseti kendi içinde rekabet ve kavga etmek olarak gören bu partiyi yönetenlere kızalım. Çünkü bu parti sayesinde bu ülke alternatif çıkaramıyor ve eli mahkum tek parti ile yönetiliyor.

Hakkını yemeyelim. Bu parti hala partileşmesini sürecini tamamlamasa da bir seçim nasıl kaybedilir tecrübesinden faydalanılabilir. Çünkü bu konunun uzmanı bu partidir. Bu konuda kimse bu partinin eline su dökemez.

*19/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

Siyasette Ceket Dönemi *

Efendim, nicedir takım elbise diktirmiyordun. Şimdi o kadar ceket ölçüsü aldırdın ki size ceket dikmekten bitap düştüm. Bu kadar ceketi ne yapacaksınız? Giyeceksiniz diyeceğim ama hepsini giymeye zamanınız bile olmaz.

Memnun değil misin bu durumdan?

Memnun olmaya memnunum. Bu sayede işlerim açıldı. Paraya para demiyorum. Üstelik kaça dikersin diye eskisi gibi pazarlık da yapmıyorsun. Ne diyorsam hemen veriyorsun. Allah başımızdan eksik etmesin. Yalnız merak ettim. Ne yapacaksın bu kadar ceketi?

Devir ceket devri. Malum seçim zamanı. Kendimi her yerden aday gösterme imkanım yok. Banko dediğim yerlere ehil aday arayışına da ihtiyacım yok. Elimin ulaşmadığı, kendimin aday olmadığı yerlere bu ceketlerden bir tanesini koyacağım. Bu kadar ceket bu hayat pahalılığında bana biraz tuzlu oluyor ama işin ucunda çokça belediye başkanlığını kazanma olunca bu kadar masrafa değer. 

Eskiden söylenen "Ceketimi koysam kazanırım" mı demek istiyorsun?

Aynen öyle. 

Çok iddialı değil mi bu söz? Kendine çok güvenmenin bu kadarı riskli değil mi?

Değil terzi değil. Hiç olmadığı kadar meydan benim. Seviyorum şu alternatifsiz olmayı. Seçmen sağına soluna bakıyor. Bir de bana. Rakip görünenlerin durumuna bir bakıyor. Bunlar kendilerini yönetmekten acizler. Değil ki bir şehri yönetebilsinler deyip bana yöneliyor tekrar ya da kazanamayacak adaya veriyor.

Bu kadar yani?

Görmüyor musun hallerini. Doğru dürüst aday gösteremiyorlar. Başkasını aday gösterince verip veriştiriyorlar. Ardından istifa ediyorlar. Dün karşıma birleşip çıkanlar neredeyse birbirlerinin topuğuna sıkıyor. Birbirinin karşısına aday çıkarma yarışına girdiler. Adeta kaybetmek ve beni kazandırmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Gördüğün gibi her şey lehimde. Bugüne kadar bu kadar kolay bir seçime hiç girmemiştim. Bugüne kadar nice zorlu seçimleri galip bitirdim. Değil ki bunu. 

Bu durumda seçim çalışması yapmana bile gerek yok. 

Yok tabi. Bu kadar ceketi boşuna mı diktiriyorum. Seçmen bir birbirine girmiş rakiplerime bakıyor, bir de benim cekete. Bunun ceketi yeter, bunun ceketi onlara beş çeker diyecek. Üstelik bu seçimde mevcut seçmenimin dışında kendilerinden de oy alacağım.

Nasıl? Adamlar sizden nefret ediyor. 

İki nefretten birini seçecek. Partisi kendisini aday göstermeyince kızıp bana oy verecek ya da benim dışımda parçalanmış irili, ufaklı adaylardan birine oy verecek. Bu durumda ben bu kadar adayın arasından en yüksek oyu alıp başarılarıma yeni başarılar ekleyeceğim. Bu durumda ben sevinmeyeyim de kim sevinsin.

*16/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

13 Şubat 2024 Salı

Gölge Etmemek

“İki çocuk bütün sabahı, donmuş bir göl üzerinde kayarak geçirdi. Ama sonra aniden buz kırıldı ve çocuklardan biri suya düştü. Akım onu birkaç metre uzağa çekti, çocuk bir buz tabakasının altında kalmıştı. Onu kurtarmanın tek yolu, o buz tabakasını kırmaktı.

Arkadaşı yardım istemek için bağırmaya başladı. Kimsenin gelmediğini görünce hızlıca bir kaya aradı ve olabildiğince sert bir şekilde buza vurmaya başladı.

Bir delik açana kadar tekrar tekrar vurdu, sonra kolunu suya soktu, arkadaşını tutup dışarı çekti. Birkaç dakika sonra, çocuğun bağırışlarını duyan komşular sayesinde itfaiyeciler geldi. Çocuk olanları anlatınca, küçücük bir çocuğun böylesi kalın bir buz tabakasını kırabilmesine şaştılar.

“Küçücük elleriyle buzu kırmasının imkânı yok. Bu imkansız, gücü yetmez. Bunu nasıl yaptı?” diye sordular birbirlerine.

Yakınlarda yaşlı bir adam, konuştuklarını duyunca itfaiyecilerin yanına geldi.

Yaşlı adam, “Çocuğun bunu nasıl yaptığını biliyorum” dedi.

“Nasıl?” diye sordular şaşırarak.

“Ona yapamayacağını söyleyecek kimse yoktu yanında.”

Yukarıdaki alıntı bizim için bir yol gösterici. Öyle yol gösterici ki kulağımıza küpe olacak türden. Niye derseniz? Başarılı olamamış, tabir yerinde ise bir baltaya sağ olamamış, ideal ve hayallerini gerçekleştirememiş nice insanın geçmişinde, etrafındaki insanların “Yapamazsın, edemezsin. Mümkün değil. Sen ha. Lütfen hayal kurmayalım. Senden hiçbir şey olmaz. Senden adam olmaz” türünden moral ve motive bozucu sözlerin olduğunu düşünmek lazım. Bu türden sözleri duyan birçok insan hedefine ulaşamadan pes etmiştir.

Halbuki yapamazsın, edemezsin şeyler yerine azmedersen, pes etmezsen, şöyle şöyle yaparsan, başarılı olursun şeklinde söylemek en güzeli. Çünkü böyle demek kişiyi motive eder, moral verir. Kişi en azından kendisine güvenen insanların olduğuna inanır.

Sonunda başarır ya da başaramaz. Başarırsa tebrik edilir. Başaramazsa çabası takdir edilir. En azından moral bozucu şeyler söylememek suretiyle başarısızlıkta pay sahibi olmamış oluruz.

Bu açıklamaların ardından yeniden hikayeye gelirsek, bu çocuk buzun altına düşen arkadaşını kurtarmak için etrafından bu buzu kıramazsın diyenler olsaydı, çocuk o zaman uğraşmaya gerek yok deyip arkadaşının boğulmasını beklemekten başka bir şey yapmayacaktı. Moralini bozacak kimsenin olmaması, çocuğun arkadaşını kurtarmak için arayış içine girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu çabası da arkadaşını kurtarmasına sebep olmuştur.

O yüzden bir şey yapamıyorsak, taşın altına elimizi koymuyorsak bile birilerinin ideallerini yok etmemek için en azından gölge etmemek lazım. 

Siyasete Girmelisin!

Moralin bozuk gibi?

Nasıl bozuk olmasın. 

Hayırdır?

Bir meşgale arıyorum. 

Var ya meşgalen. 

Var olmaya vardı ama yol göründü bana. 

Niye?

65'imi doldurunca postalayacaklar beni.

Yeter çalıştığın. Çekil köşene otur. Torun sev. Gez dolaş. 

İyi de ben çalışmadan edemem ki. Üstelik vücudum dinç. 

Dinç olmaya dinç. Nice gençleri cebinden çıkarırsın. 

Öyle de kimse iş vermiyor. Şöyle bir nabız yokladım. Yaşımı gören bize yaramazsın diyor. Devlet kapının önüne koyuyor. Özel sektör yüzüme bakmıyor. Geri kalan ömür gezip dolaşmakla, evi beklemekle geçer mi? Bana bir yol göster.

Seni bu yaşta kabul eden bir yer var. 

Neresi neresi? Söyle lütfen.

Siyasete atıl. 

Olur mu bu yaştan sonra? Kim kabul eder beni? Sonra ne anlarım ben siyasetten?

Her işin ve yerin yaşı vardır ama siyasetin yaşı yoktur. Ayrıca bizde siyaset genç ve orta yaş işi değil, yaşlı işi. Nice yaşını başını almış kişiler bu sektörde hala at koşturuyor. Konuşmakta zorlanıyor, yürümekte güçlük çekiyor ama yeter artık, benden bu kadar demiyor. Siyasetten anlamam demen de bir nevi tecahülüarif. Bu ülkede yaşayıp da siyasetten anlamayan var mı? Hepimiz birer siyasetçiyiz. Bugün siyaset yapanların senden bir artısı yok. Bir de vekil ya da belediye başkanı falan seçilirsen, yaşadın. Bırakmak istesen bile bırakamazsın.  Çünkü talih kuşu ahir ömründe konmuş demektir. Bil ki cenazen devlet töreniyle Meclisin önünden kalkar. Emekliliğin üzerine bir dönem de vekillik yaptın mı senden sonra eşin de ihya olur.

Sevdim bu işi şimdiden.

Isınmaya başla vakit geçirmeden. Gelecek vadeden partilerin kapısını aşındırmaya başla şimdiden. Bu arada beni de görmeyi unutma.

12 Şubat 2024 Pazartesi

Kale Şehirler *

Şu şehir, şu bölge falan partinin kalesi tabirlerini siyasette çok duyarız. Gerçekten de öyle ilçe, il ve bölgeler vardır ki siyasi partilerin kalesidir. Bu durum geçmişten günümüze hep böyle olmuştur. Bu şehirlerde kolay kolay ne vekil sayısı değişir ne de belediye başkanı. Partiler, adı geçen kalelerinde adeta ceketlerini koysalar seçimi kazanmaları kesindir.

Kale olan şehirler, siyasi partiler için seçimin altın tepside sunulduğu, sonucun baştan belli olduğu, heyecanın fazla olmadığı çantada keklik yerlerdir. Partiler daha önceki aldıkları oy oranını yükseltme ve rekor kırma peşindedir bu tür seçim bölgelerinde. Kalesi olmayan partiler için bu tür yerler bir önceki seçim sonucunu koruma ve artırma başarısını yakalama, aday çıkarmış olmak için ve laf olsun diye seçime girilen yerlerdir.

Kişilerin kimliği olduğu gibi şehirlerin de bir kimliğinin olması normaldir. Bu tür yerlerde vekil ve belediye başkanı seçilenler görevlerini layıkıyla yaptıkları, şehirlerini güzel bir şekilde temsil ettikleri, şehirlerine katma değer ürettikleri, seçmen oy verdiğine pişman olmadığı takdirde bu şehirlerin bir partinin kalesi olmasında hiçbir sakınca yoktur.

Siyasi partilerin kalesi olan şehirlerde sakınca, seçimin alternatifinin olmamasıdır. Seçim çantada keklik olunca siyasi parti ciddi ve donanımlı aday göstermeyebiliyor. Seçilecek aday doğru dürüst seçim çalışması yapmıyor. Seçildiği zaman doğru dürüst hizmet etmeyebiliyor. Niye hizmet etsin değil mi? Çünkü çalışsa da çalışmasa da nasılsa başka parti seçimi kazanamıyor. Partisi diğer seçimde kendisini aday göstermese bile gösterilecek aday nasılsa yine partisinden olacak. Yeni seçilen enkaz devraldım demeyecek. Eksik, aksak yönler ortaya dökülmeyecek.

Kale bilinen şehrin insanı ise belediye başkanının ve vekillerin çalışmasından memnun olmasa bile bizim partinin insanı deyip karizmayı çizdirmemek için yine oyunu aynı partiye veriyor. Bir nevi inatlaşıyor. Yeter ki kale başka partiye teslim edilmesin.

Kale olan şehirlerin rengi değişmeyince bu tür şehirler diğer şehirlere oranla daha az hizmet alıyor, birçok şehir daha da gelişirken buralar yerinde sayıyor.

Bu problemi çözmenin yolu, seçmenin bazen sağ gösterip sol vurmasıdır. Yani X partisinin kalesi olan şehirleri bazen Y partisi, Y partisine ait olan şehirleri de bazen X partisinin kazanmasıdır. Böyle olduğu takdirde siyasi partiler bir yeri kendilerinin kalesi görmez. Hizmeti aksatmaz. Çalışmadığım takdirde diğer parti burayı kazanır endişesi taşır ve var gücüyle şehrine hizmet eder. Bu da o şehir insanına yarar.

Kısaca, kale olan şehirler hiçbir partinin çiftliği olmamalı. Buralar sonucu baştan belli seçim bölgesi olmamalı. Buraları elinde bulunduran siyasiler rakibin nefesini arkasında hissetmeli. Partiler arasında eşit rekabet şartları olmalı. İyi olan, iyi aday çıkaran seçimi kazanmalı ve o şehri yönetmeli.

*14/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

10 Şubat 2024 Cumartesi

Müslümanlık Eşittir Kul Hakkı Yemek midir?

“Almanya'da Müslüman bir Türk, çalıştığı iş yerinden çıkarılır. Üstelik tazminatını da alamaz. Mağdur olan vatandaş, bir çıkar yol ararken, bu ani gelişmenin şokunu da henüz atlatamamıştır.

Gel zaman git zaman, vatandaş bir kilisenin önünden geçerken aklına bir şey gelir. Kiliseye girip papazla dertleşecektir.

'Kendi memleketimde olsa hocaya giderdim herhalde' der kendi kendine.

Neyse, papazın yanına varıp yaşadıklarını anlatır.

Papaz çok etkilenir anlatılanlardan. Adeta dehşete kapılmıştır. Duyduklarına inanamaz.

Vatandaşa yardım etmek ister ve bir kağıda birkaç kelime karalayıp kağıdı bir zarfa koyar ve kapatır.

 - 'Al', der vatandaşa. 'Bunu götür ve patronuna ver.'

Ne olup bittiğini anlamayan vatandaş, çaresiz ve biraz da umutsuzca papazın dediğini yapar.

 Varır elindeki zarfla patronuna.

 Patronu notun papazdan geldiğini görür ve ivedilikle okur.

 Çok şaşkındır. Yüz ifadesi değişir. Çok rahatsız olmuştur okuduklarından. Derhal talimat verir, vatandaşa işi iade edilecektir.

Vatandaş terfi ettirilir ve maaşına da zam yapılır. Vatandaş, neler döndüğünü anlayamaz. İşine geri döner.

Bir gün papazın yanına gider ve ona yardımından ötürü teşekkür eder. Ancak bir şeyi çok merak etmektedir. Papazın işe dönmesini sağlayan kağıda yazdıklarını.

Bunu sorar ve papazdan şu cevabı alır:

- Kâğıtta ne mi yazıyordu?

Ne zaman Müslüman oldun da kul hakkı yiyorsun?”

Yukarıda paylaştığım yazı WhatsApp aracılığıyla bana geldiğine göre öyle zannediyorum bu yazı sosyal medyada dolaşımda. Olay gerçek mi kurgu mu bilmiyorum. Aslı var veya yok. Yalnız yazının, Müslümanların kul hakkı yediği, Müslümanlık eşittir kul hakkı yemek demek olduğu şeklinde bir algı oluşturma mesajı içerdiği açıktır. Yazıdaki “Ne zaman Müslüman oldun da kul hakkı yiyorsun?” vurgusu üzüntü verici. Üstelik bazı Müslümanlar gibi kul hakkı yemeye başladın demiyor. Toptancılık yapılıyor. Halbuki hangi din ve ırktan olursa olsun bir topluluk ve zümreyi aynı kategoriye koymak doğru değil. Çünkü her inanç grubunda kul hakkı yiyeni vardır, aynı zamanda koruyanı da. Zira hiçbir topluluk tek başına iyi veya kötü değildir.

Müslümanlar eşittir kul hakkı yeme algısı oluşturmaya çalışanlara kızalım kızmaya. Yalnız kızmanın faydası yok. Önemli olan bu algıyı yok etmek için çaba sarf etmek olmalı. Şu bir gerçek ki işçi ve özlük haklarını koruma konusunda, Batı İslam dünyasına göre kat kat ileride. Özel sektör de olsa bir işçiyi işten çıkarmak en azından patronun iki dudağının arasında değildir. Bir işçiyi işten çıkarmak için ölçülebilir kıstaslar gerekli. İslam dünyasında ise işçi çıkarmak çok kolay. En kötü ihtimalle işçi çıkaran kişi tazminatını öder, iş biter. Bununla birlikte Müslüman işletmeciler arasında işçisinin hakkını koruyan, kul hakkı yemekten korkan kişilerin olduğu da bir gerçek. Ama bu tür işletmelerin sayısının fazla olduğunu sanmıyorum. Çoğunluk ise işçi çıkarma ve kul hakkı yeme konusunda sınıfta kalır.

3 Şubat 2024 Cumartesi

Boşalan Koltuk Bana Yar Olmadı

Büyük umutlarla Merkez Bankası başkanlığına getirilen Hafize Gaye Erkan'ın başkanlık serüveni 11 ay sürdü. 

Türkiye tarihinin ilk kadın merkez bankası başkanı olarak tarihe geçti.

Bu zaman zarfında yüzde 8,5 olan politika faizini yüzde 45'e çıkardı. Ömrü uzun olmasa da bu yönüyle de tarihimize geçmiş oldu. Belki de bir daha çıkmaz, hep inecek dedikleri politika faizini yükselten başkan olarak günah keçisi ilan edilecek.

Sayın Erkan'ın istifası sürpriz olmadı. Ne zamandır bekleniyordu. Çünkü son aylarda ailesiyle ilgili çıkan haberler basında ayyuka çıkmıştı. 

Sayın Erkan istifa mı etti, ettirildi mi, görevden mi alındı? Bunu tam olarak bilemeyeceğiz. Gerçi istifa ettiğine dair sosyal medyada paylaşımı var. Yeni başkanın atanmasıyla ilgili Cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre görevden alındı deniyor. Bilinen bir gerçek var. Adı istifa ya da görevden alınma olsa da Hafize Gaye Hanım'ın başkanlıktan ayrılması kimse için sürpriz olmadı. 

Neyse geçelim bunları. Zira bunlar ayrıntılar. Ben geleyim en iyisi sadede. Başkanın MB başkanlığını bırakmasıyla birlikte MB koltuğu bana yabancı gelse de yine de  bir koltuk boşaldı diye içim kıpır kıpır etti. Çünkü her boşalan ve boşalma ihtimali olan koltuğa göz kırptığım ve bir beklenti içine girdiğim gizleyemediğim gerçeklerden. 

Gaye Hanım'ın istifasıyla birlikte Sayın Hazine Bakanı Şimşek'in "Önerim doğrultusunda yeni atanacak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanı ve ekibine başarılar dilerim" açıklaması beni daha da umutlandırdı. Acaba önerdiği isim ben olabilir miydim? Niye olmasın. Çünkü başarılı ekonomist Gaye Hanım'la yürümedi. Bu kez başında ilahiyatçı olan bir başkanla yürümek istiyorum diye düşünmüş olabilirdi. 

Ama Cumhurbaşkanı geceyi es geçmedi. Ardından hemen yardımcısını başkanlığa atadı. Geceyi bile darı ambarında geçiremedim. Maalesef bu beklentim de başlamadan bitti. 

Halbuki benim beklentim yönünde atamam gerçekleşmiş olsaydı, en az Gaye Hanım kadar gündemde kalacak, ilkleri başaracaktım. 

Merkez Bankası'nın başına ben atanmış olsaydım, gazeteler son dakika haberi verecek, televizyonlar günlerce benden bahsedecekti. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başına ilk defa bir ilahiyatçı başkan atandı diyeceklerdi ve tarihe geçecektim. Yorumcular, bu başkan sürpriz görülse de bu branşın atanmadığı tek yer burası kalmıştı. Geliyordu gelmekte olan. O yüzden bizim için bir sürpriz yok diyeceklerdi. 

Hemen sabahında göreve başlayacak ve daha atanmadan önce beni önerip başarı dileyen Sayın Şimşek ile hummalı bir çalışma içerisine girecektim. Sayın Bakan, şunu nasıl yapalım dediğinde, o iş sende. Nasıl diyorsan öyle olsun, ben imzamı atarım diyecektim. Göstereceğim uyum düşman çatlatan cinsten olacaktı. Kamuoyu, herkesler ve her türlüsünü gördük de böylesini ilk defa görüyoruz diyecekti. Hasılı beklentim ve serüvenim başlamadan bitti.

Düşman Çatlatan Kardeşlik

Birine sormuşlar düşmanın var mı diye. Yok demiş. Kardeşin de mi yok demişler.

Burada kardeşlerin en büyük düşman olabileceğine işaret ediliyor. 

Tüm kardeşler böyle mi?

Değil elbet. 

Kimileri kolay kolay bir araya gelmez. 

Kimi kardeşler birbirinin onmasını istemez.

Kimi çok kıskançtır. 

Kimi canciğer arkadaş gibidir. İyi günde kötü günde kardeşinin yanında olur. 

Tarih kardeş kavgalarıyla doludur ve kardeş kavgası da kolay kolay bitmez. 

Kabil ile Habil kardeşliği beceremeyenlerden. 

Ağabeylerinin Yusuf'u kuyuya atmaları, onu yok pahasına satmaları. 

İshak ve İsmail peygamberlerin soyundan olmaları yönüyle İsrailoğullarının Filistinlilere hayatı ve nefes almayı esirgemesi. 

Osmanlı hanedanında kardeşlerin taht kavgası, kardeş katline sıcak bakılması. Bunun sonucunda yıkılan ya da güç kaybededilmesi vs. 

Günümüz daha önce düşman kardeş iken sonradan hangi sihirli el değdi ise can ciğer kardeş olan iki kesim var. Bunlar soy yönünden kardeş olmasa da aynı muhit aynı bölge aynı zihniyetin çocukları olması hasebiyle aynı ailenin çocuğu kabul edilir. Bunlar dün rakip idiler. Birbirlerine demediklerini bırakmadılar. Öyle şeyler söylediler ki birbirlerinin yüzüne bakacak sözler değildi bunlar. Görüntü ne dünyada ne de ahirette bir araya gelebilirlerdi. 

Bu kardeşlik Filistin İsrail kardeşliği gibi giderken sonra ne olduysa birbirlerine yaptıkları hakaretler bir anda unutuldu. Sen bana, ben sana şunları söylemiştim. Kusura bakma bile demediler. Daha önce hiçbir şey olmamış gibi bir araya geldiler. O gündür bugündür yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Birbirlerine destekleri tam. Hemen hemen her konuda birlikte hareket ediyorlar. Hasılı kardeşlikleri düşman çatlatan cinsten. 

İnsanların düşmanlık yerine bu şekil kardeşlik yapmaları elbette tasvip edilir. Çünkü istenirse ortak bir noktada buluşulabilir.

Bugün yapmamız gereken bu düşman kardeşlerin dünü ve bugünü bir güzel inceleme konusu yapılmalı. Dünkü düşmanlığın sebebi neydi? Bugünkü kardeşliğin formülü nedir? Düşmanlığın ardından bugün gelinen kardeşlik bundan sonraki kardeş kavgalarına örnek olmalı. Bakın sizden önce bunlar böyleydi. Bugün böyleler. Gelin siz de yol yakınken bu kardeşlikte buluşun diye araları bulunabilir. 

Gördüğümüz bu güzel örnek keşke insanlık tarihinin ilk başlarında olsaydı belki Kabil Habil'i öldürmez, tarih kardeş cinayetinde şahit olmazdı. Ağabeyleri Yusuf'u ölsün diye önce kuyuya ardından yok pahasına satmazlardı. Bugün İsrail Filistin kardeş gibi yaşardı.

Bugün için tarih geriye döndürülemez, Habil-Habil ve Yusuf-ağabeyleri için bir şey yapılamaz. En azından Filistin-İsrail meselesine günümüz düşman kardeşliği bir çözüm olabilir. 

2 Şubat 2024 Cuma

Ülkeler Böyle Yönetiliyor Olabilir mi?

Referansın güçlü. Elimiz mahkum seninle çalışacağız. Çünkü emir büyük yerden. Kafamızdaki şüpheler dağılsın diye şahsınıza bazı sorular soracağız.

Emrinizdeyim. Buyurun. Hepsine açık yüreklilikle cevap vereceğim.

Gördüğümüz kadarıyla dinci bir kimliğin var. Referansların hep din. Senin dile getirdiklerinle bizim savunduklarımız taban tabana zıt. Ne yazık ki bulunduğun topraklar seni ön plana çıkarıyor. Dendiğinde göre bizim adamımızmışsın. Özel yetiştirilmiş bir projesin. Diyelim ki bizim istediklerimizle savunduğun dini değerler çatışırsa -ki hep çatışacaktır- nasıl tavır takınırsın? 

Elbette sizin dediğinizi yerine getireceğim.

Ama nasıl olur! O zaman dini referanslarınız ne olacak? 

Dini referanslarım başka sizin talepleriniz başka. Önceliğim sizin dedikleriniz. Çünkü bunun için buradayım. 

Dinden bahsedip de sonra tersini yapmak ikna ediciliğini yok etmeyecek mi? 

Evet ama ben başkayım. Bu konuda bana güvenebilirsiniz. Zira ben bu işin pîriyim. O kadar ikna edici konuşurum ki konuşmamdan ben bile etkileniyorum. Değil ki beni destekleyenler etkilenmesin. Hatta bu konuda erkek deveyi dişi deve diye pazarlayan zattan daha iyiyimdir. En zor durumda kaldığım anlarda Allah beni affetsin der, işin içinden çıkarım. Sevenlerim bayılır buna. O yüzden benim için dinciliğim her kapıyı açan anahtar gibidir. Her şey kapıyı açana kadardır. Kapıdan içeri girdikten sonra yapacağım tek şey sizin istekleriniz ve emirlerinizdir. Benim için bunu pişirmek kalıyor. Bu konuda iyi bir aşçıyımdır. Bana güvenebilirsiniz.

Tüm bunları yaparken bizim yanımızda mı duracaksın, karşımızda mı? 

Hep karşınızda duracağım. Bağırıp çağıracağım. Hamaset yapacağım. Mangalda kül bırakmayacağım. 

Ama olur mu öyle? Hani bizimle çalışacaktın. 

Benim metodum bu. Size karşı çıkar gibi yapacağım. Siz de işinizi yürüteceksin, ben de. Siz yerinizde, ben de içeride kazanmaya devam edeceğim. Sevenlerim bayılıyor buna. Sonunda kazanıyoruz ya yetmez mi bu? 

Yani bize düşman gibi görüneceksin ama kapalı kapılar ardında bizden olacaksın. Öyle mi?

Aynen efendim. Yalnız bağırıp çağırırken bazen maksadımı alan sözler söyleyebilirim. Çünkü ikna edici olmak gerek. Bunun için de şimdiden kusura bakmayın. 

Çok güzel bu ya. Sevdik seni. Bizden olduktan ve bizim kervan yürüdükten sonra varsın bize dilediğini söyle. Hiç problem değil. 

Efendim, dedim ya benden size zarar gelmez. Çünkü ben proje olarak yetiştirildim. Efendilerime saygıda kusur etmem. Bunu bilin yeter. 

1 Şubat 2024 Perşembe

Emsallerinden Farkı *

Onca aday arasından sıyrılıp üçüncü defa belediye başkanı seçilmene ramak kaldı. Herkes bir defa aday gösterilip ikinciyi görmeden kendilerine güle güle denirken seni bu koltukta tutan sihirli güç nedir? Ki çok önemli mevki, makam ve statü sahipleriyle yarıştın. Kendin ilkokul mezunu olmana rağmen o kadar fakülte mezununu nasıl ekarte edebildin? Çok mu başarılı belediye başkanısın? Emsallerinde olmayıp da sende olan nedir? Başarının sırrını lütfen anlatır mısın?

Bende bir şey görmüş olmalılar ki üç dönemdir tercih ediliyorum. 

Nedir o? Onu soruyorum zaten.

Ben emsallerimden çok farklıyım. 

Mesela?

Sadece başkanlık yaptığım yerde değil, Türkiye'de benim gibisi yok. Nasıl ki memur emsallerine göre olağanüstü bir şeye imza attığında amiri tarafından başarı belgesiyle taltif ediliyorsa ben de emsallerimden çok farklıyım. Olağanüstü bir şeye imza attım.

Nedir o?

Hayırseverden faydalandım. 

İyi de bunu çoğu kimse yapıyor zaten. 

Benimki çok farklı. 

Hayırseverin neyinden faydalandın?

Sıkı dur, söylüyorum. 

Lütfen!

Hayırsevere belediye ek binası yaptırdım. 

İnanmıyorum. 

Valla öyle. 

Üstüme iyilik sağlık. Kur'an kursu yaptıran gördüm. Cami yaptıran gördüm. Kurs ve cami yeri veren gördüm. İmam hatip okulu yaptıran gördüm. Çeşme, hastane yapanı bilirim. Ama bugüne kadar hayırsevere belediye ek binası yaptıranı görmedim. Bunun sadece Türkiye'de değil, dünyada bir örneği yoktur.

Ben varım sadece. Bu da üçüncü defa bana başkanlık yolunu açtı. 

O zaman sen de hayırsevere bir yerleri veya şeyleri peşkeş çekmiş olmalısın. 

Hayırsevere bir şey vermedim.

İnanmam. Cami, kurs, imam hatip değil hayırsever dediğin kimsenin yaptığı. Buralar olsa eh derim. Ama iş belediye ek binasını hayırsever yaptı dersen bunu bana yutturamazsın. Çünkü belediyeye hayır olmaz, hayır da geçmez. Var bunun arkasında akçeli işler ve rant.

Şey...

Şey deme. Verdin mi vermedin mi?

Efendim şöyle.

Bırakalım efendim demeyi. Verdim ya da vermedim demen yeterli.

Vermeye verdim ama fazla değil. Hayırsever bu ek binaya çok para harcadı. Allah razı olsun ondan.

Anlaşılan ne verdiğini söylemeye pek yanaşmayacaksın. Ben olsam değil seni üçüncü defa aday yapmayı, hayırsevere ek bina yaptırmak için protokol imzaladığın gün seni başkanlıktan alırdım. Görüyorum ki üçüncü defa seni aday gösterdiklerine göre partin seni çok başarılı buluyor ve senden çok memnun.

Öyle ya da böyle. Hayırsevere bir yerleri peşkeş çektim veya çekmedim. Devletin cebinden bir kuruş para almadan bu ek binayı yaptırdım ya sen ona bak. Üzümünü ye, bağını sorma. Bu devirde işini çıkaracaksın işini.

*05/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.