31 Aralık 2021 Cuma

CHP'nin Din ve Dini Değerlerle İmtihanı *

Zaman zaman oranlar değişse de Türkiye siyasetinin % 70’i sağ, % 30’u da sol seçmenden oluşur. 1950’ye kadar iktidar olan Tek Parti İktidarını bir kenara bırakırsak 1977 ve 1999 seçimleri hariç bu ülkede hep sağ partilerin iktidar veya iktidarın büyük ortağı olduğu görülecektir. Bu demektir ki bu ülkede parti isimleri farklı olsa da bu ülkeyi hep sağ iktidarlar yönetmiştir. Böyle giderse yine sağ partilerin iktidara gelmesi kaçınılmazdır.

Ülkenin bu şekil sağ partiler tarafından yönetiliyor olması, alternatifsizlik sorununu beraberinde getirmektedir. Her alanda olduğu gibi bir alanda tek olmak yani alternatifsiz olmak ülkenin en büyük sorunudur. Aslında bir partiyi veya herhangi bir alanı birine veya bir kesime bırakmak o partiye, ülkeye ve ülke insanına yapılabilecek en büyük kötülüktür. Niçin derseniz? Alternatifsiz olanlar, nasılsa vatandaşın başka bir tercihi yok, bize vermeyip de falana mı versinler, elleri mahkum bize verecekler deyip kendilerini geliştirip yenilemezler, özeleştiri yapmazlar, hatalarıyla yüzleşmezler, bulundukları yerde rehavete kapılırlar, güç zehirlenmesi yaşarlar, var mı bize yan bakan derler, savrulur giderler ve bozulurlar. Bu özellikleri taşıyan uzun süreli bir iktidar olduğunda, iktidardan ziyade iktidar adayı olamayanlara kızmak lazım. Çünkü iktidar dediğin, iktidar adayının nefesini arkasında hissetmesi lazım ki hata yapmasın, kılı kırk yararcasına hareket etsin. Hata yaparsam, bu nimeti halk benden alır, başkasına verir endişesini taşısın, işini iyi yapsın. Ama bizde bu işler böyle olmuyor. Herkes kendi liginde ve sırasında siyaset yapıyor.

Ne demek istediğimi biraz açayım. 5 dönemdir ülkeyi milliyetçi, muhafazakar ve mukaddesatçı bir parti yönetiyor. İlk seçiminde yüzde 34 alan bu parti, takip eden seçimlerde tek başına yüzde elliyi aştı. Kendisini iktidar adayı olarak gösteren parti ise beş seçimdir, ikinci parti ve yüzde 25 bandını aşamadı. Bir istikrar abidesi gibi yerini ve oy oranını koruyor. 20 yıla yaklaşan bir süreçte hep kazanan iktidar partisinin genel başkanı değişmedi. Ki kazanan parti liderini niye değiştirsin. Ana muhalefetin genel başkanı da değişmedi.  

Ana muhalefet iktidar olmayı düşünmüyor mu? Konuşmalarına, hal ve hareketlerine bakarsanız, iktidar olmak için pek hevesliler. Hatta zaman zaman iktidar olmuş gibi bile konuşuyorlar. Bana sorarsanız, ana muhalefetin pek değil, hiç iktidar olma gibi bir düşüncesi yok. Çünkü yerini seviyor. Nasılsa yerleri garanti, genel başkan ve çevresindeki A takımı Meclise giriyor ve vekilliğin verdiği her nimetten faydalanıyor. Tek görevleri, iktidarın yaptığını ve olup biteni eleştirmek. İşin bu kolay tarafı varken ne diye iktidar olmak istesinler. Çünkü iktidar olmak sorumluluk ister ve memleketin birikmiş sorunlarını çözme iradesi ister. Ne diye taşın altına ellerini koysunlar.

Burada, ana muhalefetin iktidarı istemediğini nereden biliyorsunuz derseniz, ana muhalefetin bazı yetkililerinin konuşmalarına bakın, ne dediğimi anlarsınız. Halktan kopuk, halkın değerlerine yabancı oldukları söz ve eylemlerinden belli oluyor. Fazla öteye gitmeden en son güncel bir örnek vermek istiyorum. Alabildiğine yorgun ve ekonomiyi çözemeyen bir iktidar varken ekonomiye dair çözüm önerileri getirip halka güven verecekleri yerde, ana muhalefetin bir sorumlusu, ülkenin başka sorunu yokmuş gibi Kur’an Kurslarındaki 4-6 yaş çocuklarının eğitimine kafayı takmış. Kur’an kurslarında sorun yok mu? Var. Ama bu, bu günün konusu değil. Bu örnek bile ana muhalefetin iktidar olmak istemediğine bir örnek. Bu ana muhalefet, yüzde 70’i muhafazakar olan bu halkın hassasiyetini ve yumuşak karnını bir bilse inanın böyle konuşmaz. Bu halkın yumuşak karnı başörtüsü, İHL, Kur’an kursu, kat sayı vs. Bu ana muhalefet sorumluları böyle konuştukça bu halk onları iktidara getirmez. Genel başkanları partisini ne kadar dönüştürmeye kalkarsa kalksın, partiden böyle çatlak seslerin çıktığını gören halk, “Bunların genlerinde dinle ve dinin değerleriyle uğraşmak var. Bunlar iktidara bir gelirse neler yapabileceklerine bu bile bir örnek” demeye başlıyor. Bu endişede de haksız sayılmaz halk. Çünkü sağ partilerin çok ekmek yediği, hala yemeye devam ettiği 38-50 arası o günün tek parti iktidarı iyi bir imaj bırakmamıştır.

Türkiye’nin ikinci partisi olan ana muhalefet, şayet iktidar olmak istiyorsa, ilk önce geçmişiyle yüzleşecek, birilerinin gömleği çıkardığı gibi gömleği gerekirse tüm elbisesini çıkaracak, yeni elbise giyecek. Geçmişte partimizin şu şu yaptığı icraatları tasvip etmiyoruz. Bunlardan dolayı mağdur ettiğimiz insanlardan helallik isteriz diyecek. Beğensin veya beğenmesin, bu halkın değerleriyle uğraşmayacak. İnsanımıza açık çek verecek. Dinle ve dinin değerleriyle derdi olmadığına dair samimiyet sınavını geçecek. Halkın içerisine girerek halkın derdiyle uğraşacak, ülkenin kronikleşmiş sorunlarını çözmek için kafa yorup çözüm önerileri getirecek. Değilse sittin sene iktidar yüzü göremezler ve iktidarı alternatifsiz bıraktıkları için bu ülkeye de en büyük kötülüğü yapmaya devam etmiş olacaklar.

*08/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Aralık 2021 Perşembe

Mülayim Sert ve Mülayim Ters *

Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı 1979 yapımı “Korkusuz Korkak” isimli bir komedi filmi var. Bu filmi izlemeyenimiz yoktur. Burada bu filmi anlatacak değilim. Defalarca izlemişsinizdir. Zaten film dediğimiz anlatılmaz, izlenir.

Sadede gelmek için filmin bir bölümüne, aklımda kaldığı kadarıyla kısaca değinmek isterim. 79 yılının ekonomik sıkıntılarının da işlendiği filmde, biri başrolde oynayan 32 yaşındaki Mülayim Sert isimli karakter, diğeri de yaşını başını almış yaşlı biri. Bunun adı da Mülayim Ters. Mülayim Sert, daha önce yaptırdığı test sonucunu alıncaya kadar perhiz uyguluyor. Her yemeği yiyemiyor. Bu arada belki köşeyi dönerim diye piyango bileti alıyor, 7. ayda ikramiye almak için gün sayıyor.

Sıra geliyor, tahlil ve tetkiklerinin sonucunu almaya. Bu arada kendini de çok iyi hissediyor. Fakat doktordan, 6 aylık ömrünün kaldığını öğrenince yıkılıyor. Mülayim Sert’in ardından tetkik sonucunu almak için iki kişinin koltuğunda güç bela doktorun karşısına getirilip koltuğa oturtulan, yaşını başını almış ve ölümle pençeleşen Mülayim Ters isimli karakter ise doktordan, “Tetkiklerinin çok iyi olduğunu, bu tetkiklere göre daha 100 yıl yaşayacağını çünkü turp gibi olduğunu” öğrenince olduğu yerde hayata veda eder.

Mülayim Sert isimli karakteri oynayan ve altı aylık ömrü kaldığını öğrenen Kemal Sunal ise sayılı günler çabuk geçer hesabı kendini çılgınlığa verir. Öldürmesi için kiralık katil tutar, patronlarına kafa tutar, herkesin korkup kaçtığı saatli bombayı eline alır… Tüm derdi altı ay ömrü kalan ömrünü daha da kısaltmak. Hayattan umudunu kestiği anda kendisine, çıkmaz dediği piyango da çıkar ama buna sevinemez. Çünkü her geçen gün ölüme yaklaşıyor. Film bu şekilde devam ediyor.

Filmde sorun, Mülayim Sert ile Mülayim Ters’in isim benzerliğinden tetkiklerinin karışmış olması. Dosyalar karışınca haliyle sağlam adama ölüm, ahı gitmiş vahi kalmış adama ise sağlam teşhisi konmasıdır. İnanmayan tetkik sonuçlarına baksın. Çünkü dosyalar isim benzerliğinden karışsa da evrak yalan söylemez.

Buradan nereye gelmek istiyorum. Ekonomiye gelmek istiyorum. Ekonomimiz ne durumda? Mülayim Sert’in durumuna mı benziyor yoksa Mülayim Ters’in durumuna mı? Bu konuda da tıpkı iki Mülayim’in dosyaları karıştığından yanlış teşhis konduğu gibi ekonomimizin gidişatına dair söylenen iki farklı görüş var. Bir kesime göre “Ekonomimizin temelleri sağlam. Kısa zaman içinde 10 güçlü ekonomiden biri olmaya doğru ilerliyoruz. Ekonomik verilere göre ikinci ve üçüncü çeyrekte Çin’den sonra ekonomisi en fazla büyüyen ikinci ülkeyiz…”. Yani korkulacak bir durum yok. Sevinilecek bir durumla karşı karşıyayız.

Diğer bir kesime göre ise “Ekonomimiz iyi değil, can çekişiyor, hayat pahalılığı almış başını gitmiş, fiyatlar her gün insanımızı daha zorluyor ve fakirleştiriyor. Döviz ve altın durdurulamıyor. Merkez Bankamız eksi rezervde ve swap anlaşmalarıyla günü kurtarmaya çalışıyor…”.

Size, ekonomi iyi ve kötü diyenlere ait iki görüşü verdim. Hangisi daha doğru? Bu konuda hangi görüşte olduğumu söylemeyeceğim. Filmle bağlantı kurarsak, ekonomimiz 6 aylık ömür biçilen ama ölmeyip sapasağlam yaşayan Mülayim Sert’e (Kemal Sunal) mi benziyor yoksa sağlam teşhisi konan ama daha doktorun odasından çıkmadan, koltuğunda ölüp kalan Mülayim Ters’e mi benziyor? Karar ve takdir sizin. Ümit ediyorum ki ekonomimiz altı aylık ömür biçilen Kemal Sunal’a benzer. Diğer karaktere hiç benzemesin.

*01/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Göz Gözü Görmeyen Sisli Havada Yolculuk

Sabah kalktınız. Hava karanlık ama karanlığın dışında başka bir anormallik daha var. Haydi, hayırlısı deyip arabaya bindiniz ve çalıştırdınız. Önünüz kapalı. İçeriden buharlandı deyip havlu ile sildiniz. Bana mısın demedi. Dışarıdan olmalı dediniz. Sileceği çalıştırdınız. Nafile. Klimayı çalıştırıp ısıyı cama verdiniz. Yine açılmadı. Açılmaz. Gözlük buharlandı dediniz. Gözlüğe baktınız. Yok, öyle bir şey. Gözüm mü görmüyor deyip gözlüğü çıkararak çıplak gözle baktınız. Bir an için acaba gözlerim görmez mi oldu dediniz. Merak etmeyin. Gözünüzde bir sorun yok. Çünkü sorun camda, camın buharlanmasında, göz ve gözlüğünüzde değil, hava sisli. Üstelik öyle böyle sisli değil, göz gözü görmeyen cinsten bir hava var. Bu durumda yapacağınız tek şey, arabayla gitmeye mecbur değilseniz, arabayı yerinden hiç kıpırdatmadan kontağı kapatıp toplu taşımaya çıkacaksınız. Hem böylece belki de ilk defa toplu taşımayı kullanıp insanımızı göreceksiniz ve halktan biri olacaksınız ya da sisin biraz aralanmasını beklemek için işe gitmeyi öteleyeceksiniz.

Yok, ne halktan biri olmak istiyorum ne de işime geç kalırım, arabayı kullanmaya da mecburum diyorsanız, bu havada araba sürmek akıl karı değil ama siz istediniz. Sizden tek istediğim tecrübenize güvenmemeniz. Çünkü bu havada tecrübe kar etmez. Acemi şoförün yaptığı tüm manevraları yapmaya hazır olacaksınız.

Yola çıktınız. Önünüzde birden fazla yol seçeneği varsa yapacağınız tek şey, her zaman gidip geldiğiniz; çukurlarını, dönüşlerini, kavşaklarını, ışıklarını vs. sular seller gibi ezbere bildiğiniz yolu takip etmektir. Çünkü göz kararı ve el yordamıyla gideceksiniz. Arabanın kısa farlarını açacaksınız. Gerekirse dörtlüleri yakacaksınız. Bir ayağınız debriyajda, diğeri her an frene basacak gibi gazda, iki eliniz direksiyonda; gözünüz, görmediğiniz bir öne bir arkaya ve aynalara bakacak. Yavaş yavaş kaplumbağa hızı ile süreceksiniz. Sürerken yoldan çıkıp çıkmadığınızı teyit için şeritlerden gözünüzü ayırmayacaksınız. Öndeki araba ile arkadaki araç için takip mesafesini diğer zamanlardakinden daha fazla açacaksınız. Bu havada araç ile yolculuk yapmada sana moral verecek tek şey, trafiğe çıkmış başka araçların da olması. Onlara bakıp bakıp benden başkaları da varmış demektir.

Kaplumbağa hızıyla giderek her ışıkta durdunuz. Dur kalk yaparak şehir içinin yoğun trafiğini kazasız belasız atlattınız ama menzilinize daha varamadınız. Çünkü sizin için yol daha yeni başlıyor.

Şehir dışına çıktıkça, araç yoğunluğu yok denecek kadar azalıyor. Araçlar tek tük yola devam ediyor ama sis alabildiğine daha da bastırmış, göz gözü görmüyor. Ha gözü kapalı yolculuk yapıyorsunuz ha açık, durum değişmiyor. Bu durumda yapacağınız, seni sollayıp geçen bir aracın arkasına takılmak. Ne çok yaklaşacaksın ne de kendinden uzaklaştıracaksın. Çok yaklaşırsan öndeki ani bir fren yaparsa gider ona vurursun. Çok yavaş gidersen, öndeki çeker gider. Onu bırakmayacaksın ve onun güç bela görünen farlarını takip edeceksin. Bu araç kamyon ya da tır bile olabilir.

Başka yapacağım var mı dersen, bu yolculuk esnasında bildiğin tüm duaları dönüp dönüp okumaktır. Ya Rabbi, hele gideceğim yere bir varayım diyeceksin. Yani bu yolculuk esnasında el, ayak, göz, vücut, dil ve kalp hep birlikte çalışacak. Menziline güç bela vardıktan sonra ya Rabbi, kazasız belasız geldim diyerek ellerini açıp şükredeceksin. Beterinden sakla diyeceksin.

Bu arada geçmiş olsun.

29 Aralık 2021 Çarşamba

Hayat Garantili Projelerim *

Gündeme dair yazılar yazıyorsunuz. Siyaseti de es geçmiyorsunuz. Bu da siyasetle ilgilendiğinizi gösterir. Sanki siyasete göz kırpıyor gibisiniz. Genelde eleştirel yaklaşıyorsunuz. Bu yolu seçtiğinize göre yani eleştirdiğinize göre çözüm yollarını da biliyor olmalısınız. Farz edin ki ülke yönetimini ele aldınız. Ülkeye dair ne gibi öneri, çözüm ve projeleriniz var?

Halihazırda proje üretmeye kalkmam, doğmamış çocuğa don biçmek gibidir. Hele ülke yönetimi bana bir teslim edilsin, ne yapacağıma sonra bakarız.

Olur mu öyle şey. Proje olmadan, çözüm önerileri olmadan siyasete soyunulur mu?

Niye olmasın. Senin ki de laf yani. Dediğinden, gören de bu ülkede oturmuş bir devlet yönetimi var sanır. Bizde kervan yolda düzülür denir. Ben de kervanı yolda düzeceğim. Bu düzme esnasında çoklarının canı yanacak, ülkenin anası ağlayacak ama bu uğurda binlerce can feda.

Ciddi söylüyorum.

Hiç şaka yapar tarafım var mı? Ben de ciddiyim. Ben öyle derinlemesine düşünmem. Anlık, günlük proje ve çözüm üretirim. Ortaya sorun çıktı mı, o an çözüm üretirim. Akşamında da vazgeçerim.

Ama devlet bundan zarar görmez mi?

Bu devlet ve içinde yaşayan halk, siyasilerin her türlü macera ve serüvenine dayanmış, hala ayakta ise demek ki acı ve dertlerle bezenmiş ve sınavı hakkıyla geçmiştir. Üzerlerinden tır geçse fark etmez. Benim çözüm önerilerim de onlara vız gelir. En kötü ihtimalle, bu da öncekiler gibiymiş denir. Başkasını denemeye kalkarlar, tabi beni yerimden edebilirlerse. Yeni gelenden de sıdklarını sıyırırlar, başkalarına yönelirler. Unutma ki bu ülke halkı deneme tahtasıdır. Bunlara gelen vurur, giden vurur ve ceremesini kendileri çeker. Bu da biz siyasilerin suçu değil, olsa olsa kaderleri böyledir.

Neyse demagoglukta üstüne yok. Mevcut siyasileri aratmıyorsun. Şimdi sadede gelelim. Mesela ülke yönetimine geldin. Şu anda müzmin sorunumuz ekonomi ile başımız dertte. Ekonomiye dair önerilerini alabilir miyim?

Seve seve. Ekonomi tam bana göre. Zira çocuk oyuncağı. Hani kitabını yazdım denir ya öyle bir şey. Anlamadığım yok anlayacağın. Her alanın piri olduğum gibi ekonominin de piri benim. Ekonomi dediğin denizden bir katre. Ben hayatın kitabını yazmış adamım.

Tamam, övünmeyi bırak. Seni bir başkası övsün. Ekonomiyi nasıl düzelteceksin?

Elimde bir formül var. Bunu da bu yaşımda yeni öğrendim. Bu öğrendiğimi tatbik edeceğim.

Nedir o formül?

Garantili formül.

Mesela?

Hayata dair her şeye garanti vereceğim. Tebaam benimle gurur duyacak, hatta yaşa, var ol diye hep benden konuşacak.

Mesela dedim.

Kimin ne isteği olursa ona garanti vereceğim. Tüm bunları yaparken de mücadeleyi elden bırakmayacağım. Mesela, biri dese ki ben paramı faize yatıracağım. Al sana garanti. Üstüne de kur garantisi vereceğim. Bu deneme işe yaramazsa enflasyon garanti vereceğim. Adam iş yeri mi açacak. Riskten mi korkuyor. Aç bu dükkanı. Kârın benden diyeceğim. Adam, kaza yaparım diye arabaya mı binmek istemiyor. Ona kaza yapmama garantisi vereceğim. Arabam var ama yakıtım yok diyene; bin, gez, dolaş, yakıtın benden diyeceğim. Demem odur ki idaremde herkese iş, herkese aş, herkese para garantisi vereceğim. Kısaca hayatlarına garanti vereceğim.

Parayı nereden bulacaksın? İşsizliğe çare olabilecek misin?

Para en kolayı. Emrimdeki darphane üç vardiya çalışacaktır. 7/24 para basılacaktır. Öncelikli olarak 500 ve bin liralık banknotlar piyasaya süreceğim. Sonrası Allah kerim. Para basma işine çok adam lazım olacak. Buraya alacağım işsizlerle işsizliği çözeceğim. Hiç işi olmayan, içeride para tomarlarını eline alıp saysın dursun. Sayılanı bir daha saysın.

Para basınca enflasyon azmayacak mı?

Azarsa azsın. Enflasyon bu. Bir bakmışsın çıkmış, bir bakarsın inmiş. Sonra enflasyon bu ülkenin hep sorunu. Kim çözmüş ki ben çözeyim. Görevi devrederken dikili bir ağacım olarak haleflerime bunu devretmek isterim. Biliyorsun, devlette devamlılık esastır.

Senden korkulur.

Korkmakta haklısın. Sadece benden değil, tüm siyasilerden korkmalısın. Ki korkunun ecele faydası yok. Ölürseniz, kurtulursunuz. Ölmemek için direnirseniz, size sürünme garantisi veriyorum.

Bu işten kurtuluş yolu yok mu?

Madem beni seçtiniz. Sandıktan ben çıktım. Önünüze sandık gelinceye kadar dayanacaksınız. Sandığa kadar her istediğimi yaparım. Çünkü sandık demek her şey demektir. Yalnız, benden kurtularak şükretmeyin. Çünkü benden sonra gelecek olan da ananızı ağlatmaya devam edecek. Hasılı biz siyasiler keyif çatacağız, ceremesini hep siz çekeceksiniz. Dünyanın düzeni bu. Ben bu düzeni değiştiremem. Size tavsiyem, beni değiştirmeye kalkmasanız, iyi olur. Zira ben tecrübeliyim. Benden sonra gelecek olan bu işe sıfırdan başlayacak. Bu, acemi kasabın elinde koyunun işkence çekmesi demektir. Siz siz olun, bu dünyanın, olmayan kurulu düzenine çomak sokmaya kalkmayın.

*07/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Biri Bana Bu Faiz İndirimini Anlatsın *

 

Banka Adı

Faiz Oranı

(%)

Şekerbank

13.50

Halkbank

13.75

Vakıfbank

16.00

Ziraat Bankası

17.00

Yapı Kredi

17.25

Turkish Bank

17.50

ICBC

17.75

Burgan Bank

18.75

Odeabank, TEB, Fibabanka

19.00

Alternatif Bank

19.25

Akbank, ING Bank

     20.00

Merkez Bankası'nın açıkladığı kur korumalı TL vadeli mevduat sisteminin devreye girmesiyle birlikte parasını mevduat hesaplarında değerlendirmek isteyen müşterileri çekmek için bankalar, kesenin ağzını açmış görünüyor. Tabloda, 32 günlük vadeli mevduat hesabı, aralık ayı faiz oranlarını görmektesiniz.

Bankaların müşterilerine duyurduğu faiz oranları, yüzde 13.50 ila 20.00 arasında değişiklik göstermektedir. En düşük faiz veren banka ile en yüksek faiz veren banka arasında 6.5’luk bir fark söz konusu.

Bankaların bu farklı oranlarını görünce, MB’nin belirlediği faiz oranına uygun faiz veren bankaların Şekerbank ve Halkbank olduğu, diğerlerinin MB’ının faiz oranını sollayıp geçtiği dikkatinizden kaçmamıştır. Bildiğiniz gibi Merkez Bankası faiz oranlarını 16 Aralıkta % 14’e indirmişti.

Buradan Merkez Bankası’nın birkaç aydır periyodik olarak indirdiği faiz oranlarına gelmek istiyorum. Ekonomiden ve ekonomiye dair olup bitenleri anlamadığım gibi faizin indirilmesini ve çıkarılmasını da çok anlamış değilim. Anlamasam da bu konuda yazacağım. Olur ya biriniz bana bu faiz indiriminin künhünü açıklar da cehaletim gider. Yine niyetim siyaset değil, sadece olup biteni anlamaya çalışıyorum. Bunu da burada belirtmek isterim.

Bildiğiniz gibi Türkiye “Düşük faiz, yüksek kur” modelini uyguladı kısa bir süre. Bundan gaye faizle mücadele etmek, yatırımcının uygun kredi alıp yatırım yapmasının önünü açmak; sıcak paraya dayalı bir ekonomik modelden üretime dayalı bir ekonomik modele geçmek ve cari açığı kapatmak için ihracatı parolamız olarak belirlemiştik. Sadece yeni bir model denemek değil, aynı zamanda bu konuda nas var diye faize savaş açtık ve bir kurtuluş savaşı başlattık. Her faizi indirdiğimizde döviz fırladı, piyasa allak bullak oldu. Fiyatlar aldı başını gitti. Döviz her gün bir önceki günün rekorunu kırdı. Bundan dolayı millet yediden yetmişe dolarizasyon oldu. Bankalarda yabancı para üzerinden açılan mevduat hesapları yüzde 60’ı geçti. TL’den kaçan kaçana birkaç ay yaşadık.

“Kur garantili TL” modeli ile birlikte şu anda devletin kendisi ve bankalar, var gücüyle vatandaşı TL cinsinden bankalara para yatırmaya teşvik ettiğine, bankalar MB’nin belirlediği faiz oranlarından yüksek faiz verdiğine göre  “Düşük faiz, yüksek kur“ modelinden yani faizle mücadeleden hızlıca vazgeçtiğimiz ve faizi teşvik ettiğimiz görülüyor. Faizle kalınsa yine iyi. Bir de kur garantisi veriyoruz. Bunu bir tarafa bırakalım ve faiz oranlarına bir bakalım:

MB, faiz oranlarını kasım ayında yüzde 15’e indirdiğinde, basından okuduğumuza göre MB, % 15 ile bankalara para veriyor. Hazine ise MB’nin % 15 ile verdiği parayı bankalardan yüzde 22-23 ile borçlanıyor.  Bu demektir ki devlet verdiği faizden yüzde yedi daha pahalı borçlanıyor. Aynı bankalar mevduat sahiplerine yüzde 13.5-20 arasında faiz veriyor. Yine bankalar kredi verirken ihtiyaç sahiplerine yüzde 27-30 arasında faiz yansıtıyor.

Görüleceği üzere bu faiz oranlarından kaybedenler, devlet ve kredi çekenler. Kazananlar ise parasını mevduata yatıranlar ve bunlara faiz yansıtan bankalar. Burada kazanan hep bankalar oluyor. Her yıl kazanç bakımından bankaların niçin başı çektiği daha iyi anlaşılıyor. İnsanın banka kurası geliyor.

İşte benim anlamadığım bu oranlar. Burada faizle mücadele mi ediliyor yoksa yüzde 30’larda dolaşan oranlar ile faize teşvik mi yapılıyor? Görüntü teşvik edildiği yönünde. Burada soralım: Mademki yüzde 20’lere varan oranlarla mevduat sahiplerine faiz, yüzde 30’lara varan oranlarla kredi verilecekse biz MB’nin faizini niçin yüzde 14’e indirdik? Madem bu noktaya gelecektik. Altı dolu olmayan ve piyasa şartlarına uymayan faiz indirimiyle niçin dövizi fırlattık? Şimdi ne yapıyoruz? Dövizi kur garantisiyle indirdik. Dövizin yükselmesiyle beraber çıkan fiyatların aşağıya indirilmesini bekliyoruz. İner mi? Haydi indirin baskısına rağmen fiyatlar inmediği gibi çıkmaya devam ediyor. Sonunda bir soru daha sorup bu nahoş yazıyı sonlandıralım:  Sonunda yine başa dönmüş isek bu kadar acı reçeteyi biz niye içtik? Her şey yine eski tas, eski hamam ise burada faizle mücadele ve nas nerede? 

*31/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Aralık 2021 Salı

Kumar

Toplum olarak kumarı ve kumar oynayanları sevmesek de içimizde kumar oynayanlarımız var. Niçin sevmeyiz? Çünkü ocakları söndüren bir yönü var kumarın. Kötülükleri pek çok olsa da ailelerin dağılmasına da sebebiyet veriyor. Ki bugüne kadar kumardan ihya olan olmamasına rağmen bu yolun yolcuları yine kumar oynamaya devam ediyor. Dinimiz de haksız kazanç olduğu için kumarı yasaklar. Gerekçe olarak içkiyle beraber kumarın araya düşmanlık ve kin soktuğu, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyduğunu Allah belirtiyor Maide 91.ayette. Çünkü kumarda gözleri kör edecek şekilde daha fazla kazanma ve kaybettiğini yerine koyma inadı vardır.

Kumar derken belirli platformlarda, mahzenlerde ve dijital ortamlarda para karşılığı oynanan, ütme ve ütülmeye dayalı oyunları kastetmiyorum. Günümüzde kumarın alanı o kadar geniş ve çeşitli ki say say bitmez. Nerede alın terletmeden elde edilen haksız bir kazanç varsa orada, o şeyde kumarın izlerine rastlamak mümkün. Son birkaç aydır ülkenin yabancı para ile imtihanı da bana göre kumardan başka bir şey değil. Bu yazımda da bunu işlemeye çalışacağım.

Son birkaç ay içerisinde döviz karşısında paramızın pul olduğu hepimizin malumu. Döviz günbegün bir önceki günü egale ederek kendi rekorunu kırdı. Her yükseliş ve rekor başta petrol ürünleri olmak üzere vatandaşa iğneden ipliğe her türlü ürüne zam olarak döndü. Ürüne zam gelecek düşüncesiyle parası olan daha fazla ürün alarak stok yapma yoluna gitti. Kimse aldığı bir ürünü ikinci gidişinde aynı fiyattan bulamadı. Zamlardan dolayı kah 5’li marketler zincirine kızdık kah fahiş zam yapan firmalara kah stok yapanlara kah dış güçlere.

TL'nin pul olduğunu, devletin de bir şey yapmadığını/yapamadığını toplum olarak yaşadık ve bunun sonu nereye varacak diye endişe içerisinde izledik. Herkesin sabahtan akşama gündemi, ne olacak bu dövizin, altının durumu ve memleketin hali oldu. Bu olağanüstü durumu görüp endişe içerisinde olup biteni izleyen, elinde üç beş kuruşu olan vatandaşın çoğu, doların ateşinin sönmediğini görünce, bari paramın değerini koruyayım diyerek döviz ve altına yöneldi. Bu kesim yüksek rakamlardan altın ve döviz aldı. Parasını dövize çevirenlerden bir tanesi de burnu iyi koku olan, piyasayı takip eden para babalarıdır. Bu kesim borsa-faiz ve döviz üçgeni içerisinde döner dolaşır. Çünkü onlar parasını yatırıma dönüştürmeyen, sürekli paradan para kazanan tiplerdir. Bunlar paraya para demezler ve daima kazanan olmalarına rağmen gözleri paraya da doymaz. Bu tiplerin ülke diye bir dertleri de yok. Bunlar, dövizi düşükken alıp yüksekken bozduranlardır. Şu anda döviz düştü. Bunlar piyasadan yine döviz alma yoluna giderler. Döviz düşse de yükselse de her daim bunlar kazanır. Dövizi anormal bir şekilde köpürtenler de bu kesimdir. Kaybeden kesim ise dövizin ateşinin bir türlü sönmediğini gören ve üç beş kuruş parasını erimesin diye bir panik ve endişe içerisinde, altın ve döviz yüksek iken parasını altın veya dövize yatıran kesimdir. Çoğu elindeki sermayesini de kaybetti.

Dövizin birkaç ay içerisinde yükselmesi ve bir gece aniden düşmesi kumardan başka bir şey değildir. Kumardan da öte bir şey olsa gerek. 20 Aralık gecesi olup bitenler fiili olarak kumar oynamaya rahmet okutur türdendir. Kumarda, oynuyorsun ve sonucunda kazanıyor veya kaybediyorsun. Haksız kazanç da olsa en azından burada bir emek var. Döviz ve altın ile oynamada ise bir emek yok. 20 Aralık gündüzünde bir değer ifade eden paranın, üzerinde herhangi bir işlem yapmadan bir bakmışsın ki hesaptaki para eriyivermiş.

Bu nahoş durum gelip geçti. Bu olup bitenlerden hem devlet hem de millet olarak oturup bir düşünmemiz lazım ki bundan sonra bir daha böyle durumlarla karşılaşmayalım. Burada işin en sevindirici yanı, dövizin ateşinin sönmesi. Üzücü yanı ise Hazine Bakanı’nın da ifade ettiği gibi küçük yatırımcının bu oynanan oyunda kaybetmesidir. Sosyal medyada paylaşım yapanlardan bir kısmının, parasını kaybedip üzülenlere sevindiğini görünce, bunların bu yaptığına üzüldüğümü ifade etmek isterim. Çünkü üzüntü ve dertli insanların mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmak, oh olsun demek hoş değil.

Allah bize bir daha böyle kumar oynatmasın.

Kur Garantili TL *

—"Kur Garantili TL" konusunda ne dersin?

—Dövizin ateşinin söndürülmesi bakımından devlet böyle bir tedbir almış olmalı. Ama gecikmiş bir karar. Devletin bu gecikmiş adaletine "ba'de harabil-Basra" denir. Buna da adalet denmez.

—Ne zaman almalıydı bu kararı? 

—Merkez Bankası faiz kararı vermeye başlamadan alınmalıydı. 

—Gecikmiş de olsa iyi oldu değil mi? 

—Ümit ederim ki alınan bu karar sürekli olmaz, üç ayla sınırlandırılmalı. 

—Niye ki? 

—Dünyanın hiçbir yerinde parasını faize yatırana artı kur garantisi verilemez. Ki bu karar yeni değil. Öncesinde bu ülkede denenmiş. Hazineye ilave yük getirdiği için vazgeçilmiştir. 

—Devlet garanti verdiğine göre bu demektir ki yükselmeyecektir. 

—Mesele iç piyasadan ibaret olsa tamam diyeceğim. Çünkü devlet iç piyasaya hakim olabilir. Ama ekonominin küreselleştiği günümüzde en ufak bir dış müdahale kuru uçurur. Ki zaman zaman bu durumu yaşadık, yaşıyoruz. Böyle bir durumda hazine kur farkının altından kalkamaz.

—Devletin hesabı tutarsa, yani kur yükselmezse.

—Kur yükselmezse sorun yok. Bu demektir ki devlet isabetli bir karar almıştır. Ülke ekonomisi bundan dolayı rahat bir nefes alır.

—Daha ne?

—Yalnız devlet bir karar alırken olası en kötü ihtimali de göz önünde bulundurmalıdır. Ya kur yeniden fırlarsa o zaman ne yapacak? Devlet böyle bir riske giremez. Girdi diyelim. Bu yaptığı devlete artı yük getirmeyecek mi? Sonra devlet çok mu zengin ki mevduat sahiplerine fazla para verecek? Fazla parası varsa versin diyelim. Hepimizin bildiği gibi devlet iç ve dış borç almak suretiyle ekonomiyi yürütmeye çalışıyor. Borçlu iken başkasına ağalık yapmak, “hibe” bahşetmek ne derece doğru? Sonra devlet kimin parasını kime veriyor? O hazinede 83 milyonun hakkı var. Soruldu mu millete “Biz mevduat hesabı açtırmak suretiyle faizden para kazanmak isteyenler, aldıkları bu faizi yeterli görmezlerse üzerine biz para vereceğiz. Siz ne dersiniz bu konuda” diye. Devlet faiz + kur garantisini başka kime veriyor? Buradan hareketle diğer vatandaşlar mesela ticaretle uğraşanlar, işçi çalıştıranlar ya da faiz almadıkları için parasını bankalarda vadesiz hesapta tutanlar biz de kur garantisi istiyoruz derlerse, bu isteklerinde haklı olmazlar mı? Bence devlet paradan para kazanmayı alışkanlık haline getirenlerin yatırımlarına garanti verdiği kadar ülke ekonomisine katkıda bulunmak amacıyla yatırım yapanlara da vermelidir.

—Bu durumda ne yapmak lazım?

—Burada tüm dert kurun yükselmesini önlemek ve parası olanların dövize yönelmesini önlemek ise devlet başka yollar bulmalıdır. Mesela, kanuni bir engel yoksa döviz alımına sınırlama getirebilir. “Dövizi sadece yurt dışına çıkacaklar, ihracat yapacak olanlar vs. alabilir. Bankalarda döviz hesap açtıranlar şu kadar vergi vermekle yükümlüdür” şeklinde geçici bir karar alabilir. Hasılı, devlet her ne karar alırsa alsın ama paradan para kazanmak isteyenlere teslim olmasın. Vatandaşın tümüne ait olması gereken olmayan hazine parasını kur garantili mevduat adı altında birilerine peşkeş çekmesin. İnan bu oynanan, kumardan başka bir şey değildir.

*05/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

27 Aralık 2021 Pazartesi

Oynanan Kumardı. Oynandı Bitti *

—Döviz ve altının füze gibi çıkmasının ardından paraşütten iner gibi düşmesi konusunda ne dersin?

—Baştan sona bir kumardı. Oynandı bitti. Bu oyunun kazananları oldu, kaybedenleri oldu. 

—Kimler kazandı? 

—Alın terletmeden paradan para kazananlar, spekülatörler vs. Bunlar hiç kaybetmezler. Burunları iyi koku alır. Ellerindeki parayı faiz, döviz ve borsa üçgeni arasında dolaştırır dururlar. Döviz düşünce alırlar, zirveye çıktığında da bozdururlar. Hem alırken kazanırlar hem de satarken. Bunlar kumarı kuralına göre oynayan, her türlü inceliğini bilen, içeriden bilgi alan kimselerdir. 

—Kaybedenler? 

—Bunlar elinin emeği ile kazanıp kazandığından arta kalanı kötü günler için bir kenara koyanlar; çocuğunu evermek, ev ve araba almak, hac ve umreye gitmek için para biriktirenler, krediden uzak duranlar, parasını faiz ve borsaya yatırmayanlar vs. Bunlar küçük yatırımcıdır. Piyasada oluşan ya da oluşturulan algıya göre hareket ederler. Sonunda da kahir ekseriyeti kaybeder.

—Devlet bu oyunun neresinde?

—Bu konuda farklı görüşler var. Kimine göre devlet bu işin tam göbeğinde kimine göre ise her konuda olduğu gibi devletin bunda da bir suçu yok. Böyle giderse suç benim üzerimde kalacak. Çünkü suçun sahibi olmaz. Kimin üzerine yıkılırsa veya bu suçu kim sahiplenirse suç o kimsenin üzerinde kalır.

—Sence?

—Millet olarak bu kumarın içerisine girdik. Her birimizin az veya çok bu suçta payı var. Bana göre suçun büyüğü devlette. Çünkü Devlet “Çin gibi olacağız” diyerek “düşük faiz ve yüksek kur”a dayalı yeni bir ekonomik model denemeye kalktı ve kumarın fitilini ateşledi. İşe, yüzde 19 olan faiz oranını her ay indirerek “Çin gibi olma” yolunda ilerledi. Her faiz indirildiğinde döviz o günü rekorla kapattı. Döviz her gün bir önceki rekorunu egale ederken etkili ve yetkili kişiler, dövizin ateşini söndürmeye yönelik konuşmalar yapacağı yerde altı dolu olmayan konuşmalarıyla hazırında yangına körükle gitti. Devlete bir türlü toz kondurmayan bazılarına göre devletin bunda bir suçu yok. Bir an için bunların dediğini kabul edelim. Burada sormak isterim. Her gün her saat TV ekranlarında ve sanal alemde birileri “Altın bu kadar olacak, döviz şu kadar olacak” derken devlet niçin bu spekülatörlere engel olmadı diye sormak lazım. Maalesef devlet bu spekülatörlere mani olmadı. Buna da devlet, kişilerin ağzını bağlayamaz ve karışmaz diyelim. TL her gün her saat döviz karşısında erirken devlet 20 Aralık akşamı aldığı kararı niçin ilk başta almadı ve niçin bu kadar bekledi? Pekala faizi ilk indirmeye başlarken “Kur garantili TL” mevduatını devreye sokabilir ve paramız da bu kadar pul olmazdı. Maalesef devlet birkaç ay sadece seyretti. Bu durum vatandaşta güven problemini beraberinde getirdi ve kahir ekseriyet devletin aciz kaldığı hissine kapıldı ve önünü göremediği için elindeki parasının değerini korumak maksadıyla denize düşen yılana sarılır misali döviz veya altına yöneldi ve kaybedenler de maalesef bunlar oldu.

—Vatandaş parasını gidip altın veya dövize bağladıysa devletin suçu ne burada? Hep devleti suçluyorsun.

—Devlet babadır bizde. Baba ise ailenin ve evladının her şeyinden sorumludur. Onları korur ve kollar. Meydanı birkaç spekülatöre bırakmaz. Zamanında alacağı tedbirlerle meydanı birilerine bırakmaz. Ailedeki baba da öyle değil mi? Ailede bir sorun olduğu zaman sorumluluk babaya aittir. Bu sorunu baba çözecektir. 

—“Kur garantili TL” konusunda ne dersin?

—Bu konuyu da başka zaman konuşalım. 

*03/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

21 Aralık 2021 Salı

Ters Köşe Oldum

—Baba beni evlendirsene.

—Aklının ucundan geçirme. Bu aşamada düğün yapamam. Zaten altından kalkamam.

—Ya ben ne olacağım ya?

—Bekle oğlum, sabır. Ne demişler?

—Dur, ben söyleyeyim. Sabreden derviş, muradına ermiş.

—Bak, biliyorsun.

—İyi de ben beklesem, kız beklemez.

—Beklemiyorsa, kızı kaçır oğlum.

—Olur mu hiç.

—Hem de nasıl olur. Hatta kızı kaçırırken yakıtın alırsanız, şoförlüğünüzü de ben yaparım. Bu da benim size düğün hediyem olsun.

—Anladığım kadarıyla masrafsız bir düğün istiyorsun.

—Evet, öyle.

—Eldeki parayı ne yapacaksın?

—Duracak biraz.

—Daha ne kadar duracak? Madem düğün yapmayacaksın. Ev bari al.

—Ev almaya yetmiyor param. Bekleyeceğiz. 

—Ne zamana kadar bekleyeceğiz?

—Bu arada ev almaktan da vazgeçtim.

—O zaman bu parayı ne yapacaksın? Bari ihtiyaçlarımızı alalım.

—Yo, bu parayı ihtiyaçlara harcayamam.

—Turşusunu mu kuracaksın?

—Sizin için geleceğe yatırım yapacağım. Sayemde yaşayacaksınız.

—Ne düşünüyorsun? Hedefin ne?

—Hedef büyüttüm.

—Nedir?

—Bir ülke satın almayı düşünüyorum. 

—Bu arada kaç paramız var baba? 

—Var biraz. 

—Ne kadar dedim? 

—200 EURO

—Hepsi bu kadar mı? 

—Döviz bu hızıyla devam ederse neden olmasın.

Not: Dün akşam bu yazıyı yazıp yayımlayacaktım ki açıklanan yeni ekonomik paketle ters köşe oldum. Ülke de hayal oldu, ev de oğlanın evlenmesi de. Zira benim hesap Ali Dayının oğlunun hesabına uymadı. 

19 Aralık 2021 Pazar

Karda Yürüyüşüm

18 Aralık 2021 akşamında, hafif hafif yağmaya başlayan kar, sabah gözleri açtığımızda yerleri doldurmuş, her yeri bembeyaz yapmış gördük.

Kahvaltıyı yaptıktan sonra karda biraz yürüyüş yapayım diyerek giyinip çıktım. Hala da ince ince yağmaya devam ediyor.

Yürüyüş için ana caddeleri takip etmedim. Çünkü kaldırımlar karla kaplı. Yollarda ise sürekli araçlar gelip geçiyor. Cadde büyüklüğündeki ara sokakları tercih ettim. Tek tük geçen araçların açtığı teker izini takip ederek yürüdüm. Arkamdan veya önümden araç geldikçe sağa sola çekilip hepsine yol verdim. Baktım böyle yürünmeyecek. Evliya Çelebi Parkına geldim. Niyetim oranın parkurunda yürümek. Ne de olsa parkurdan araç geçmiyor. Belki benden önce parkurdan biri yürümüştür. Sağ olsun bir kişi yol açmış. Bir sevindim bir sevindim.

Başladım yürümeye. Kendi halimde yürüyorum. Ama yürümek ne mümkün. Parkurda ne kadar yürüyen varsa çoğunluğu tersten geliyor. Parkurda yolun tersi mi olur demeyin. Belediye okla ne taraftan yürüneceğine dair ok işaretiyle göstermiş. Bunu da sair karsız zamanlardan biliyorum. Hoş, diğer zamanlarda da tersinden yürüyenler olurdu ama kar olmadığı için ben sağdan sağdan yürüyüp geçip gidiyordum. Yürümelerinden geçtim. Hepsine kenara çekilip ben yol verdim. Küçüğü de aynıydı, büyüğü de. Çünkü hiçbiri istifini bozmadı. Bu adam bu yaşta ayakkabısına kar girme riskine rağmen kenara çekildi, biraz hızlı hareket edelim demedi. Yol vermeme rağmen bir Allah’ın kulu teşekkür de etmedi. Niye teşekkür etsinler ki. Benimki de laf. Onlara yol vermek benim görevim zira.

Yürürken tek sorunum tersinden yürüyenler değil. Önümden gidenler de sorundu. Yürümüyorlar kardeşim. İnan kaplumbağa onlardan hızlı gider. Baylar ve bayanlar, yürüyüşe değil, gezintiye çıkmışlar. Müsaade eder misiniz desem, nere çekilecekler? Sonra ayak basılmamış ve kürünmemiş yere niye bassınlar, niye ayaklarını kara belesinler. Arkadan vursan, suçlu olursun. Sağdan geçsen, trafikte sağlamak yasak. Sol bana göre değil. Onlara ayak uydursam, o şekil yürüyüş bana ancak kilo aldırır. Mecburen uygun bir yerden kaldırıma inip önlerine geçiyorum. Bir de parkurun içinde kartopu oynayanlar var. Yolu meşgul etmeseler, her zaman yağmayan bu karda kartopu oynayarak felekten bir gün çalsınlar. Kendilerine doğru gelmeme rağmen bakıyorlar sadece. Hiç istiflerini bozmuyorlar. Bu bakış normal bakış değil. Bilin ki bu bakış, bir trene bakış. Bu kadarla kalsa iyi. Yine güzergahı işgal edenlerden birkaçı da o kadar geniş parkı bırakıp tek kişinin geçebildiği ayak izine durup fotoğraf çekiniyorlar. Bunlar da aynı. Çekilip az sonra poz verelim demiyorlar. Hele bir tane bayanı annesiyle beraber foto çekinirken kaç defa gördüm kaç defa kaldırıma inip yürüdüm, inanın sayısını unuttum. Bu fotoğraf arşivi oluşturanların da ters yoldan geldiğini herhalde söylememe gerek yok.

Bu karda yürüyüş hem böyle sıkıcı mı geçti? Hayır. İki gidip bir fotoğraf çekip beni her defasında durduran hanımefendi beni bir defa daha durdurdu. Bu sefer fotoğraf için değil. “Beyefendi, sizin kaçıncı tur oldu bu” dedi. Saymadım, kaç tur olduğunu bilmiyorum dedim. Bir maşallah çekişi vardı ki görülmeye değerdi. Bu iltifat rüşveti sayesinde ona olan kızgınlığım geçiverdi. Demek ki foto çektirirken sadece fotoya odaklanmamış, benim yürüyüşüme hayran kalmış. Yürüyüşüm esnasında zaman zaman sırtımdaki paltoyu çıkarıp sol koluma almıştım. Mevsime ve havaya uygun sıkıca giyinmiş bir genç, “Amca, bu soğukta paltonu niye çıkardın? Üşütürsün bak” dedi. Teşekkür ederim deyip yoluma devam ettim.

Az daha gittim. Ne kadar yürümüşü diye saatime baktım. Bir saatten fazla yürümüşüm. Kaç adım yürümüşüm diye sayacıma baktım. O da 11 bini geçmiş. Benden bu kadar deyip ekmeğimi alıp eve yollandım.

18 Aralık 2021 Cumartesi

Çarşı Yolunda

Çarşıya gitmek için yola çıktığımda bir kızımızı marketten gelirken gördüm. Alışverişini yapmış, kulağına kulaklığını takmış. Poşeti eline almış, evine doğru gidiyordu. Poşet şeffaf olduğu için poşetin içinde ne aldığı görülüyordu. Dikkatli baksan poşetin içindekileri sayabilirsin. Üç-dört domates, 5-6 kadar kıl biber, bir de iki ekmek.

Poşette iki ekmek olduğuna göre belli ki kalabalık bir aile değil. Domates ve biberin sayılacak kadar az olması dikkat çekici. Şu anda sezonu olmadığı için bu sebzeler çok pahalı olabilir ya parası bu kadarına yetti ya da ailenin sayıyla alma prensibi var. Sebep her ne ise bugünü kurtarmış görünüyorlar. Yarına Allah kerim.

*

Anıt'ın orada karşıdan karşıya geçmek için bir anne, birbirine çok benzeyen yaşıt iki kız kardeşten biri, ateşli ateşli ana dili gibi Arapça konuşuyor. Dikkatimi çeken annenin yüzünde peçe var ve çarşaflı. Kızlar da çarşaflı ama yüzlerinde peçe yok. Belli ki bu Suriyeliler de bizimkilere benzemiş. Bizde de anne tepeden aşağıya kapalı, kızları açık aile yapısı son yıllarda yaygınlaştı. Çocuklar söz mü dinlemiyorlar, anneler biz yandık siz bari kendinizi kurtarın bu giyimden mi diyorlar? Burası muamma. Belli ki düne göre kuşak çatışmasındaki makas bundan sonra daha da açılacak.

Yeniden Suriyeli aileye gelirsek, annenin yüzünde peçe var, ikiz olmaları yüksek ihtimal olan kızlarında ise peçe yok. Takarlar veya takmazlar. Bu bir tercih meselesi. Yalnız niye anne takıyor da kızları takmıyor? Sebebi hikmetini kendileri bilir ise de bana garip geldi. Bence ne anne ne de kızları peçe takmamalı. Eğer takacaklarsa, peçe annelerinde değil de kızlarında olmalıydı. Çünkü peçeden maksat yüzün erkeklere gösterilmemesi ise anneyi alan almış, satan satmış. Başı bağlı biri. Kızların ise sahibi yok. Acaba, benim başım bağlı. Kızlarıma ise talip lazım. Yüzlerinde peçe olmamalı ki görücü gelsin maksadı gözetiliyor olabilir mi? Öyle ya, yüzü kapalı birinin kim olduğunu, nasıl bir çehresi olduğunu görmeden kim, niye talip olsun. 

Sebep Sonuç İlişkisi

Oğlum, Türkçe sorularında yanlışların hep sebep sonuç ilişkisinden.

Evet, baba. Bu sebep sonucu bir türlü çözemedim.

Aslında en kolay sorular.

Örnekler üzerinden daha iyi anlarım. Birkaç örnek verebilir misin?

Mesela, kar yağdı diyelim. Bu kar bir sonuçtur. Şimdi iş sebebi bulmada.

Tamamen bir hava olayı.

Değil. Kışlık kalınları giydiğimizden. Buradan hareketle kalın giydiğimiz için havaların soğuduğu sonucuna varabiliriz. Yani kışlık sebep, kar sonuçtur. 

Hayret bir şey. 

Hayrete gerek yok. Yağmur da öyledir. 

Nasıl yani? 

Şemsiyeyi açtığımızdan dolayı yağmur yağıyor. O zaman şemsiye sebep, yağmur sonuçtur. 

Anlayamadım. Bir de içecekten örnek verir misin? 

Veririm tabi. Benim için çocuk oyuncağı. Çaydanlık sebep, çay sonuçtur. 

Şaka yapıyor olmalısın. 

Niye şaka yapayım evlat. 

Ama bu verdiğin örneklerin bilimle bir alakası yok. Öğretmenlerim böyle anlatmıyor üstelik. 

Oğlum, bilim yanılamaz mı? Bilim dediğin insanın bulduğu bir şey değil mi? Atom parçalanamaz dediler. Atom parçalandı. Öğretmenlerine gelince, onlar ne anlar eğitim ve öğretim işlerinden. Onlar tahtaya yazıp yazıp silmekle ömür tüketiyorlar. Hayat okuldan ibaret değil. Dışarı çıksınlar bakalım. Hayat öyle mi? Baban ise hayatın içinden, hayatın kitabını yazarak gelmiş adamdır. O yüzden boş ver öğretmenlerini. Onlara şu an ki döviz kurunu sorsan hepsi farklı ve yuvarlak cevap verirler. Birinin dediği de diğerini tutmaz. 

O zaman senin tecrübe edinerek yazdığın hayat kitabına göre gidersem, sınavlarda sebep sonuç sorularından sıfır çekerim. 

Problem değil. Hayat bedel ödemektir. Hayat mektebinin yanında senin sorulardan sıfır çekmenin ne önemi var. Varsın sıfır çek. Yakındır MEB bakanı olmam. Tüm ezberleri bozacağım. Sebep sonuç ilişkisine de kendi kafama göre bir ayar verdiririm. Sen şimdilik diren ve sabret. Bu mücadeleyi kazanan biz olacağız. Bilim adına bilim adamı geçinenlerin tüm bildiklerinin çöpe atılması yakındır. 

Baba, sen her şeyden böyle mi anlarsın? 

Ne yalan söyleyeyim. Bir ekonomiden anlamazdım. Onu da bir büyüğüm sayesinde öğrenmiş oldum. Öğrenmenin yaşı olmazmış dedikleri bu olsa gerek. 

Sebep sonuç ilişkisi konusunda bugünlerde epey bir televizyon izlediğin anlaşılıyor. 

Ne sakıncası var. Tüm bilgi benim yitiğimdir. Nereden bulursam alır kullanırım. 

Peki baba. Sen yitiğini aramaya devam et. Ne olur, benim bilmek zorunda olduğum sebep sonuç ilişkisine karışma, olmaz mı? 

Sen bilirsin. Sana da iyilik yaramaz. 

Tamam baba. İyiliğin kendine kalsın. 

17 Aralık 2021 Cuma

Doğu Toplumlarında Lider *

Yazılarımda zaman zaman Doğu toplumlarının özelliklerine yer veririm. Bu yazımda da Doğu toplumlarında lider üzerinde duracağım. Kimdir, nedir, ne değil lider?

*Liderlerine sultan, padişah, hakan, kağan, başkan, cumhurbaşkanı vs. ismini verirler.

*İster savaşarak ister kardeşleriyle saltanat kavgası yaparak ister babadan oğla geçerek olsun, hepsi ölünceye kadar tahtta oturur. Seçim yoluyla gelenler bile ölünceye kadar o koltukta oturmak için her yolu dener. Başarılı olamayan muhalefet liderleri bile kongre yoluyla kolay kolay değişmez. Çünkü ülke hep bu lider etrafında döner.

*Ülkede ve ülke dışında herhangi bir menfi durum söz konusu olduğunda kastın lidere olduğu anlamı çıkarılır. Hemen etrafında liderimizi yedirmeyiz denerek kenetlenilir.

*Liderlerin sevenleri pek çoktur. Lider sevgisi anne-babasından, çoluk-çocuğundan önce gelir. Liderlerine yapılmış en küçük bir eleştiriyi kabullenmezler. Böyle yapanı mücadele edilmesi ve başı ezilmesi gereken düşman görürler. Onu korumak için kol kanat gererler ve onu uçan kuştan korurlar. Her halükarda ölümü göze alırlar. Ülke savaşa girmişse tüm askerin görevi, lideri korumaktır. Gerekirse her biri teker teker ölür. Problem değil. Tebaanın görevi liderini yaşatmaktır. Ülke elden gitsin, ülke bitsin ama lider yaşasın. Bu durum Türk filmlerine de sirayet etmiştir. Şöyle bir Türk filmini gözünüzün önüne getirin. Hatırlarsanız, başroldeki oyuncunun karşısında kötü rolde olan kişinin etrafında, yüzlerce koruması olur. Lider onları besler. Karşılığında da onlar liderlerini her şey ve herkesten korurlar. Başroldeki oyuncu, filmin sonlarına doğru, kötü adamı öldürmeye gelirse, onu korumak için beslemeleri teker teker ölürler. Kendilerinin naçiz vücudu nedir ki kendilerini besleyen adamın yanında. Çünkü o kötü adam onların varlık sebebidir. O yaşamalı ki kendileri de yaşayabilsinler.

*Liderin başına bir şey geldiği zaman yerine kimin geçeceği belli değildir. Çünkü tüm plan, liderin ebedi olmasına göre dizayn edilir. Liderin karşısına çıkan bedelini canıyla öder. Lider de alternatifini yanında barındırmaz. Biri biraz kendini göstermeye başlamışsa, yarın yerime göz diker düşüncesiyle bir yolu bulunup uzaklaştırılır. Bu toplum tahta kavgaları nedeniyle devletin bekası için kardeş katline bile cevaz vermiştir. Kimi kardeş öldürülmüş, kimi boğdurulmuş, kimi ömrünü hapislerde veya ev hapsinde geçirmiştir. Çünkü lider demek devlet demektir. Devlet ise ebet müddettir.

*Lider her şeydir. Mülk onundur. Saraylarda yaşar. Ülkenin tüm imkanları onun için seferber edilir. Ülkesinde her türlü kurul ve komisyonlar var. Ama istişareye önem verilmez. Daima liderin dediği olur. Çünkü ondaki her şey Allah vergisidir. Haddini bilmeyenin haddi bildirilir. En hafifiyle disiplin cezası işletilerek ipi çekilir.

*Kişiler kimliklerini ve aidiyetlerini liderinden alırlar. Akıllarını kiraya verirler. Onunla yatar, onunla kalkarlar. Görüşlerini liderin açıklamasından sonra pişirirler. O fikrini değiştirir, onlar da değiştirir, o bir şeyi savunur, onlar da savunur. Her dediğinde bir hikmet aranır. Bulunur da. Birey değildirler. Sürü psikolojisiyle güdülmeye teşnedirler. Ömürleri liderlerini överek geçer. Liderlerin sözü ayet ve hadis gibidir. Çünkü lideri kurtarıcı olarak görürler.


*27/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Benim Oğlan Evlenmek İstiyormuş!

Baba, ben evlenmek istiyorum.

Aklının ucundan bile geçirme.

Niye? Zamanım geldi diye düşünüyorum.

Zamanın geldi gelmeye ama zaman evlenme zamanı değil. Bence sultan ol.

Ne alaka? Evlilikten bahsediyorum.

Ben de onu diyorum. Çünkü bekarlık sultanlıktır.

Yapma baba. Şimdi şakanın zamanı değil.

Hiç olmadığı kadar ciddiyim.

Bana ne. Ben evlenmek istiyorum.

Var mı aday?

Var bir tane.

Şimdi siz düğün de istersiniz. Ayrı bir ev. O ev döşenecek. Kıza mihr vereceksin değil mi?

Tabi. Olması gereken ne ise biz de istiyoruz.

Oğlum, senin piyasadan haberin var mı?

Ne oldu da?

Bir düğün kaça yapılır, bir ev kaça kiralanır ve düzülür, haberin var mı? Haydi bundan geçtim. Mihrin ne olduğunu biliyor musun?

Ne demek?

Kıza vereceğin para.

Tamam verelim.

Oğlum, para derken altından bahsediyorum. Mihr olarak altın vereceksin. Öyle üç-beş gramla olmaz. Şimdi kızın babası 200-300 gram altın isterse ne yapacağız?

Yapıp vereceğiz.

Ulen oğlum, altının gram fiyatından haberin var mı? Altının yanına mı varılır şimdi?

İyi de ben ne olacağım? Kıza da söz vermiştim.

Oğlum, sen evlenmeyi gerçekten istiyor musun?

Evet.

Bu kızı seviyor musun?

Evet.

Evet evet evet. Sen evetten başka bir şey bilmiyor musun. Evet evet diyerek nikah masasındaki evete mi hazırlanıyorsun? Oğlum, evlilik bu. Şakaya gelmez. Bu zamanda evlilik yapmak akıl karı değil. Zira bu evlilik bizi bitirir. Altından kalkamayız. Zaten birileri vurdu. Düğüne kalkışarak bir de sen vurma.

E biz ne yapacağız bu durumda?

Kız da seni seviyor mu?

Seviyor.

Senin her dediğini yapar mı?

Yapar.

O zaman kızı kaçır. Kaçırırken sizin şoförlüğünüzü bile yaparım. Bu da benim size düğün hediyem olsun.

Baba, ciddi misin?

Hem de nasıl.

Kızı kaçırdığım için adliyeye düşmek istemiyorum.

Oğlum, bunu yaptığın için hakim sana aferin, en iyisini yapmışsın der ve seni berat ettirir.