Ana içeriğe atla

Bir Ayaklı Kütüphane


Bir gün telefonum çaldı. Uzun yıllardır görüşmediğim bir arkadaşım, bir büyüğümdü arayan. Sosyal medyada yazdığım bir yazımı okumuş. Ona binaen aradı. Hal hatırdan sonra ne yapıp ettiğimiz faslına geçtik. Emekli olduğunu, yazı-çizi işiyle meşgul olduğunu, dört kitap yazdığını, son çıkan kitabını göndermek istediğini söyleyerek adresimi aldı. Sağdan soldan, eski günlerden derken telefonda uzun bir hasbıhal yaptık. Bu vesileyle bol bol duasını aldım. Sağ olsun, bayram seyran ne zaman aramışsam, duasını eksik etmedi hiç. 

65 yıllık ömrünü boşa geçirmeden, hayatını dopdolu yaşayan, etrafına pozitif enerji veren, ilim deryası bilgisini yaşantısına uygulayan, haksızlık karşısında susmayan; derdini, meramını en açık ve fasih bir şekilde ifade eden, kalp kırmadığı gibi kalpleri ve gönülleri tamir eden, büyükle büyük, küçükle küçük, herkese değer veren, konuşması ve duruşuyla samimiyet timsali Ali Akbulut Hocamla, Kahta İmam Hatip Lisesinde birlikte çalışma imkanı bulmuştum. Evlerimize gidip geldik, sohbetlere katıldık. Sohbetini ve muhabbetini dinledik. Tecrübe ve anekdotlarıyla meselenin künhüne inmeyi ondan öğrendik. Ciddi ve mütevazı olduğu kadar espri yapan ve espriden anlayan beyefendi bir kişilikti. Kendisine, isim ve bilgisinden mütevellit Zenbilli Ali Efendi, bazen de ayaklı kütüphane derdim. Çünkü altı dolu ve kitabi konuşurdu. Ben böyle dedikçe hafifçe tebessüm eder, estağfurullah Ramazan Hocam derdi. Anlattığı her konuyu akılda kalacak anekdot, fıkra ve kıssa ile de süslerdi. 

Burada Ali Hocamı anlatamayacağım. Zira o bir derya. Anlat anlat bitmez. Bu yazımda onun anlattığı ve aramızda geçen anılara yer vereyim demiştim ki bloğumu tarayınca Ali Hocamın sayfalarımı süslediğini gördüm. Bu da beni fazlasıyla mesrur etmiştir. Sizler için kopyala- yapıştır yapacağım. Hazıra konacağım anlayacağınız.

"Kahta'da birlikte çalıştığım Erzurumlu bir hocamız vardı, esnafın yanına gittiği zaman çaylarını içmezdi. Hele bir de esnafın çocuğu okulumuzda okuyorsa hiç içmezdi. "Hocam bu kadar hassasiyet ne? Tamam, yemeklerini yemiyorsun. Bugün çayı düşmanımıza bile ikram ediyoruz karşılıksız" dedim. "Ah hocam ah! Benim dilim yandı, o yüzden yoğurdu üfleyerek yiyorum. Kırıkhan'da çalışırken çocuğunu okuttuğum bir esnafın dükkanına ara sıra gider, hem laflar hem de çayını içerdim. Yılsonu geldi, veli hışımla geldi. Hocam benim çocuğu bırakmışsın dersten. Sana hakkımı helal etmiyorum dedi. Ne hakkın var dediğimde: "O kadar çay içirdim ben sana, dedi. Oymuş, prensibimdir. Çocuğu bende öğrenci olan esnaftan çay içmiyorum." dedi. (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2017/02/her-ikramn-bir-karslgbedeli-vardr-i.html

*

"Manisa'ya gitmek için biletlerimizi aldık. Otobüse binmek için davrandım. Müttakiliği yüzüne vurmuş Erzurumlu hocam: “Dur hocam. Böyle binemezsin” dedi. Niye dedim. “Önce yolculuk duası yapacağız” dedi. Hangi dua dedim.  Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn ve innâ ilâ Rabbinâ lemünkalibûn. (zuhruf 13) “...Bunları bizim emrimize veren Allah, her türlü eksiklikten uzaktır. Aksi takdirde biz bunları emrimizin altına alamazdık.”  duamızı yaptık ve yola koyulduk." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-1.html

*

"Mola yerlerinde ilk işimiz namaz için mescitlere geçtik. Seferi kılıp çıkacağım. Önüme yine hocam çıktı: “Hocam önce sünneti kılalım” dedi. Ardından 2 rekat farzımızı kılıp çıktık. Hocam sünnetleri niye kıldık dedim. “Kılmamız lazım hocam” dedi. Peki, farzları niçin iki rekat olarak kısaltıyoruz da sünnetleri tam kılıyoruz dedim. “Ramazan hocam sen yok musun” dedi. Gülüp geçti. Yolculuk boyunca Manisa’ya varıncaya kadar da peşimi bırakmadı. Bütün sünnetleri tam ve eksiksiz kıldık. Hocam sünnetleri tam kılacaksak farzları da tam kılalım dedim. “Olmaz hocam” dedi. Farzlardan kısaltma yapıyoruz da sünnetlerden niye yapmıyoruz deyince  yine güldü ve yürüdük. Hocam, yolculuğun kıymetini bilelim, gel sünnetleri kılmayalım, süre de kısıtlı, otobüsü kaçırırız dedimse de yine aldırmadı. Yolda giderken önceki yolculuklarında namazdan dolayı kaçırdığı otobüslerin olduğunu anlattı. “Gerekirse yine kaçırırız” dedi." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-1.html

*

"Ders bitimi rahat bir nefes almak için yatakhaneye kendimizi atıyorduk. Ama bu sefer Erzurumlu hocamız devreye giriyordu: “Haydi, hocam vakit yaklaşıyor. Abdestlerimizi alalım.” Hocam daha bir saat var. Acelemiz ne dedim. “Hocam Ulu Camiye ancak varırız. Biraz da önünde otururuz” derdi. Yine onun dediği olur, bir saat öncesinden abdestimizi alarak caminin yolunu tutardık. Hocam, sanki sen kursa değil de bizi erkenden camiye götürmek için görevli gelmişsin derdim. Sağ olsun namazlarımızı sayesinde camide cemaatle kılıyorduk." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-2.html

*

"İzmir’den döndük. Bir namaz vakti için mescide yöneldiğimizde, grubumuzun içinde “Seferi miyiz, değil miyiz tartışması başladı. Sonunda yetkili makama soralım dendi. Manisa Müftülüğü arandı. ‘Biliyorsunuz biz 19 gün kalacağımız için Manisa’ya geldikten sonra namazlarımızı mukim olarak kılmaya başlamıştık. Bir hafta sonu, dolaşıp geldiğimiz İzmir ve havalisi 90 km.den fazla  olduğundan dolayı bizim mukimlik bozulmuş, seferiliğe dönmüştük tekrar. Geriye kalan 12 günümüzü seferi kılmamız gerektiği bilgisi verildi müftülük tarafından.  Olmaz, ben farzları tam kılacağım dedimse de Erzurumlu hocamızın “Ramazan Hocam, Hanefi mezhebine göre  farzları iki kılmamız gerekir” dedi ve nokta konmuş oldu. Gelin hocam bu seferilik konusunda Şafii, Maliki ve Hanbeli’nin görüşünü benimseyip 4 kılalım dedimse de taraftar bulamadım. İçime sinmese de geriye kalan 12 gün boyunca farzları seferi kıldık." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-6.html

*

"Namazı dosdoğru kılan, cemaatsiz namaz kılmamıza engel olan ve bizi cemaate hep teşvik eden namaz aşığı, Erzurumlu hocamızı 2008 yılında Erzurum’da ziyaret ettim. Sağ olsun çağ kebabı ve tatlılarını ikram etti. Evinde misafir etti. Güler yüzünden, samimiyetinden ve takvasından bir şey kaybetmemişti. Beni sabah namazına kaldırdı. Abdesti aldıktan sonra ev ahalisiyle birlikte salona geçerek cemaatle sabah namazı kıldık. Allah sayılarını çoğaltsın." (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2019/02/manisada-19-gun-2.html

Haftada bir oturduğumuz akşamlarda oturma sırası evimde olduğu zaman evde küp şeker bulundururdum. Çünkü Ali Hocam, çayı çok sever aynı zamanda çayı gırtlama içerdi. Onun için en büyük eziyet çayı gırtlamasız içmekti. Evlerimizde gırtlama şeker olmayınca o da küp şekerle idare ederdi. Kazara unutmuşsam, oldu mu ya şimdi Ramazan Hocam, alacağın olsun, bu çay böyle içilir mi derdi.

Yazımı uzattım, bunun farkındayım ama mevzubahis olan Ali Hocam olunca sayfalar kifayet etmez. Son olarak hayatını dopdolu yaşayan, binlerce öğrenci yetiştiren, yaşantısıyla çevresine örnek olan, araştırma ve bilgisinin yanında bin bir emek sarf ederek her bir satırında samimiyet ve içtenliği kokan Hocamın dört eserinin ismine yer vermek istiyorum:

1.      Tüm Yönleriyle Kuşburnu Diyarı TİPİLİ KÖYÜ (Ansiklopedik Boy, 624 sayfa. Eser Ofset Matbaacılık, Erzurum 2011)

2.      Müderris Ahmet Feyzi Efendi (Atatürk Üniversitesi yayınları No: 1141, “Erzurum’un yüzleri” serisi, Zafer Medya, Erzurum 2016)

3.      Hacı Feyzullah Efendi ve Mehmet Necati Efendi (Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 1145, “Erzurum’un Yüzleri” serisi, Zafer Medya, Erzurum 2016)

4.      Tortum’un Manevi Mimarları (Zafer Medya, Erzurum 2018)

Tanışmaktan ve birlikte çalışmaktan bahtiyarlık duyduğum Ali Akbulut Hocama; sağlık, afiyet, huzur ve mutluluklar, hayırlı ve bereketli ömür ve çalışmalarında muvaffakiyetler diliyorum. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde