Ana içeriğe atla

Bazı İkramların Bir Bedeli Olabiliyor

Karşılıksız izzet-ikram yapanlar, Allah rızası için yardım edenlerimiz az da olsa var aramızda. Çoğunluk itibariyle genelde yapılanlarda mutlaka bir beklentinin olduğu daha sonra ortaya çıkabiliyor. Yani çoğumuz karşılığını ahirette görecek şekilde davranmıyoruz. Öyle zannediyorum bu konuda anlatılacak anekdotlarımız da vardır.

 

2000 öncesi Güneydoğu’da bir ilin bir ilçesinde çalışırken 8-10 öğretmen arkadaş bir araya gelerek; aramızda para toplayalım, bu parayla ilköğretim okullarında ayakkabıya ihtiyacı olan öğrencileri giyindirelim" istedik. Her okuldan bir öğretmen aracılığıyla ihtiyacı olan öğrencilerin ayakkabı numaralarını tespit ettik. Ardından birkaç esnafı dolaştık. En uygun fiyatı veren bir esnafta karar kıldık. Niyetimizi anlayınca; "Helal olsun size! Bizim kendi insanımızın düşünemediğini siz düşünmüşsünüz. Size biraz da ben yardımcı olayım" diyerek bizi taltif etti. Alışverişimizi yapıp ücretini ödedik. Her okulda tanıdığımız olan bir öğretmene ayakkabıları öğrencilere teslim etsin diye verdik.

 

Muhabbeti de hoşumuza giden esnaftan sair zamanlarda bizler de kendi ayakkabı ihtiyaçlarımızı gidermeye başladık. Gide gele muhabbeti koyulaştırdık. "Otur hocam! Hemen gitme, bir şeyler içelim, ondan sonra alırsın alacağını, ne içersiniz" demeye başladı. "Çay içelim" dediğimizde, "Hocam! Kola veya ayran içelim" derdi. "Yok çay olsun, size külfet olmasın" dediğimizde, bir gün bize, "Niye külfet olsun, bedeli nasılsa sizden çıkacak. Çay içerseniz, ayakkabıya çayın parasını kola içerseniz onun parasını ilave ederiz" dedi. Bu konuşmaya ancak gülünür. Gerçekler de böyle şaka yollu söylenir.

***

Zaman zaman ilçe müftüsünün yanına ziyarete giderdik. Her gidişimizde sağ olsun, ilgi-alaka gösterirdi. Hal-hatırdan sonra "Ne alırdınız" derdi her defasında. Biz de önce içmeyelim, der. Israr üzerine çay olsun, derdik. "Efendim, çayı her zaman içersiniz. Hava da çok sıcak. İsterseniz kola içelim" diye ısrar ederdi. İkramda sınır tanımayan makam sahibinin bu cömertliği de hoşumuza gitmiyor değildi hani.

 

Bir gün cami imamıyla karşılaştık. Dertli mi dertli idi: "Camim sürekli nem alıyor, üstü açılacak. Açıldığı zaman biraz peşin paramız olsun diye müftülük sitesi ve kurs öğrencileri için camilerde toplanan paraları müftülüğe teslim etmeden önce bir kısmını ayırıp sonra tutanak tutardım. Ayırdığım parayı da değeri düşmesin diye 'Mark'a çevirir, emaneten bir kuyumcuya teslim ederdim. En son toplanan yardım parası 15 milyon toplanmıştı. (2000 öncesi) 14 milyon toplandı diye tutanak hazırladık.  Ben yine her zamanki gibi parayı kuyumcuya teslim ettim. Cuma namazından sonra müftülüğe uğradım. Memur benden aldığım parayı istedi. Ne parası dedim. Hocam biliyoruz aldığın parayı, dedi. Benim niyetimi de biliyorsunuz, siz ne yapacaksınız parayı, dedim. Borcumuz var esnafa, dedi. Müftülüğün esnafa ne borcu olabilir, dedim. "Müftü beyin yanına gelen misafirlerin içtiği çay-kola paraları nereden karşılanıyor hocam, dedi bana. Camiden toplanan paralarla makama gelenlerin ikramının karşılandığını duyunca, "Madem öyle bizim maaşımızdan karşılayalım. Camiden toplanan hayırdan izzet-ikram karşılanır mı dedim, çıkıp geldim" dedi.

***

Birlikte aynı okulda çalıştığım Erzurumlu bir hocamız vardı. Esnafın yanına gittiği zaman çaylarını içmezdi. Hele bir de esnafın çocuğu okulumuzda okuyorsa hiç içmezdi. "Hocam, bu kadar hassasiyet ne? Yemek değil kaçındığın. Altı üstü bir bardak çay. Çayı bugün tanımadığımıza bile ikram ediyoruz" dedim. "Ah hocam ah! Benim dilim yandı. Yoğurdu üfleyerek yiyorum. Kırıkhan'da çalışırken çocuğunu okuttuğum bir esnafın dükkanına ara sıra gider. Hem laflar hem de çayını içerdim. Yıl sonu geldi. Esnaf velim hışımla geldi. Hocam, benim çocuğu bırakmışsın dersten. Sana hakkımı helal etmiyorum dedi. Ne hakkın var dediğimde: "O kadar çay içirdim ben sana, dedi. Oymuş, prensibimdir. Çocuğu bende öğrenci olan esnaftan çay içmiyorum." dedi. 15/02/2017

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde