Ana içeriğe atla

İl müdürleri ne iş yapar?

Fazla merak iyi değildir ama hep merak etmişimdir, il müdürleri ne iş yapar diye. Baktım kimseden hayır yok. İş başa düştü. Bir an için kendimi il müdürü olarak atadım. Sonra başladım icraata.

1.İlk önce atandığım il müdürlüğü makamımı yeniden tefriş ederim.
2.Makam şoförümü ve özel kalem müdürümü değiştiririm.
3.Kendimden yukarıdaki makam sahiplerini ziyaret ederim.
4.Hayırlı olsuna gelen yetkili kişilerin getirdiği çiçekleri odamda sergilerim.
5.Dairemde iş bölümü yaptıktan sonra ziyaretlere vakit ayırırım.
6.Sürekli protokol takılırım.
7.Ziyaretime gelen üst amirlerime veya arkası güçlü iş ve siyaset adamlarına kapımı her daim açık tutarım.
8.Emrim altında çalışan personelden veya öğretmenlerden herhangi biri bir durumunu anlatmak için makamıma geldiği zaman kapıcıma "yok" dedirtirim.
9.Kendi makam katımı herkesin ulaşamayacağı şekilde bir duvar örerim.
10.Fazla yakıt yakmasın diye kendi özel aracıma binemediğimin özlemini devletin bana tahsis ettiği makam aracından alırım. Her yere giderim, Özellikle yemekli ziyafetleri kaçırmam. Zaten sadece çay ikramının olduğu yerlere de gitmem. Çünkü çay dairemde de var.
11.Emrime tahsis edilen şoförün mesaisine riayet etmem. İşim ne zaman biterse, keyfim ne zaman git derse o zaman gönderirim.
12.Evden işe gidebilmek için iş yerime yakın bir yerde ev tutmam. Nasılsa ulaşım derdim olmaz. Şoför ve araç zaten emrimde. Şoförün işi varmış demem. Zaten ne iş yapıyor ki. Sadece beni taşıyor. Taş atıp de elimi ağrıyor. Üstelik benimle olduğu için hayatı boyunca yiyemediği kadar yiyor.
13. Üst seviyedeki makam sahiplerine, iş ve siyaset dünyasına karşı sıcakkanlı ve iş bitirici olurum. Onlara gereken ilgi ve alakayı gösteririm. Personelim, müdürüm ve öğretmenlerime karşı aynı hoşgörüyü gösteremem. Çünkü şımarırlar. İstekleri hiç bitmez o zaman. Yüz verirsem astarını isterler.
14. Eli uzun, nüfuzlu kişilerin bir dediklerini iki etmem. Mevzuata aykırı bile olsa kılıfına uydururum. Onlar için kaz gelecek yerden tavuğu esirgemem. Çok basit isteklerini hallederim. Mesela nüfuzlu birinin bir yakını bir okulumda öğretmenlik yapıyorsa müdür denen densiz onun programını okula gelmeyecek şekilde yapmıyorsa önce il-ilçe şube müdürlerime takip etmelerini, müdürü aramalarını söylerim. Baktım müdür ağırdan alıyorsa direk telefondan kendim arar, gerekli talimatı verir, programı yaptıktan sonra getir göreceğim diyerek  o müdürün ağzının payını veririm. Orta yerde ganimet gibi müdür var. Gerekirse görevden alır, yerine yenisini atarım. Ben yeni bir müdür bulurum da nüfuz sahibi, hatırlı kişileri bir daha bulamam.
15.İlde yapılan tüm sınavlardan pay alırım. Çünkü tüm bunlardan ben sorumluyum.
16.Eski dostlarım "Efendim aramaz oldunuz" diye telefon açarlarsa "İnanın o kadar yoğunum, başımı kaşıyacak zamanım yok. Sizleri, eski günleri çok özledim, eğitim ve öğretim ihmale gelmez, benden önceki müdür de durmadan yatmış, buranın skalasını yükseltmeye çalışıyorum, en kısa zamanda ziyaretinize geleceğim" diyerek savuştururum.
17. Geldiğim bu makama birilerinin himmetiyle geldim diye hiç kendimde suçluluk psikolojisi hissetmem. Zira hak ettiğim bir makam burası benim. Sonra geçmişte benim de sıkıntı çekmişliğim var. Ne demişler "Sabreden derviş muradına erer" misali ben de sabrın meyvelerini yiyorum. Aslında bu kapasitemle daha yukarılarda olmam lazım ama ne yaparsın ki görülmüyorum. O zaman kendimi göstermek için hatırı sayılır, eli güçlü insanlarla ilişkileri sıcak tutmam lazım. zaten öyle yapıyorum. Buradan bir de siyasete atlarsam deme keyfim gitsin. Sonra yakışır da. Boy, bos, tip, karizma o biçim zaten. Benden iyisini mi bulacaklar?

Ha benimki züğürt tesellisi. Hayali olarak başladığım müdürlüğe kaptırdım gidiyorum. İyi de gidiyor. Sanırım becerecek gibiyim. Gördüğünüz gibi işler de yoğun. 15/02/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde