31 Ocak 2022 Pazartesi

Düğünde Yalnız Bir Araştırmacı

Bugün bir düğün vesilesiyle nicedir görmediğim 2014 yılının prenslerinden birini gördüm. Prensliği fazla uzun sürmedi. Şimdilerde neyi araştırıyor, bilinmez ama kendisine araştırmacı deniyor. Yani bankamatik memuru. Yattığı yerden maaş alıyor. Aklınıza, yattığı yerden maaş alabilir mi demeyin. Burası Türkiye olunca bal gibi olur. 90’lı yıllarda siyasette yer alan muhalefet partileri, iktidardakileri eleştirirken “İşe gitmeden maaş alanlar var. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var burada. Biz iktidara gelirsek bu bankamatik memurlarının işine son vereceğiz” şeklinde bir propaganda yaparlardı. Nedense eleştirilen, eleştirirken prim yapan ve oy getiren bu bankamatik memurluğunun bu ülkede bir türlü sonu gelmedi. Çünkü her gelen, devlette devamlılık esas prensibi gereği bu memurluğu devam ettirdi. Allah var, hepsi ölümlü olduklarını cümle aleme göstermiş oldular. Ne alaka demeyin. Çünkü kınadığı başına gelmeden kimse ölmezmiş.

Neyse biz gelelim şimdilerde araştırmacı denen, özlük hakları baki, kızağa çekilmiş 2014’ün prensine. Beyefendi düğüne gelmiş ama onca tanıdığı ve kanına girdiği kimseler olmasına rağmen kalabalığın içerisine karışmadı. Bir kenarda dikildi dikildi, ardından çekip gitti.

Konvoy gittikten sonra salona geçtik. Bizim bu eski prens de salondaydı yine. Bu sefer, sayesinde müdür olmuş bir müdür vardı yanında. Gelen misafirler, salonun ön tarafını doldururken bu ikili, en gerideki masaya oturmuşlar. Gelip geçen önce onlara bakıyor, sonra ön taraflardaki masalara geçip oturuyor. Masa dolmayınca bu ikiliye servis de açılmadı. Nihayet masaları bunları tanımayanlarla tamamlandı ve yemeğe geçebildiler. Sahi bu kişi hem düğün evinde hem de salonda niçin kenarda durmuş olabilir? İnsanları mı beğenmiyor? İnsanların içine girecek yüzü mü yok ya da ben bu hallere düşecek adam mıydım deyip kenarda durmayı mı yeğliyor? Bilinmez ama durum bu. Bu vaziyette olan birini düğününe kim çağırabilir? Olsa olsa sayesinde yöneticilik koltuğuna oturanlar vefa veya velinimet gereği çağırabilirdi. Üzüldüm kenarda-köşede durmasına. Nedense kimse de hal hatır sormak için yanına uğramadı. Halbuki elinde kalemden kılıcı varken etrafında insanlar pervane gibi dönüyordu. Bu görüntüye, ancak düşmez kalkmaz bir Allah denir.

Gizemli konuşmayı bırakayım, çoğu kimsenin ayağını kaydıran bu kalemi kanlı, kelle avcısı, benim öküz diye tarif ettiğim bu insan celladı kimdir? Kişileştirmeyeceğim ama anlatacağım bu şahsiyet size hiç yabancı gelmeyecek. Çünkü o devirde koltuğa oturanların çoğu, elde ettikleri bu koltuk sayesinde koltuğun hakkını verdi ve çoğu kimsenin hayatını kararttı. Etrafınızda vardır böyle Çingene beylerinden. (Bir tabir olduğu için bunu kullanıyorum. Çingeneleri tenzih ederim.)

Bilgisayardan ne kadar anlardı bilmiyorum ama uzun yıllar, okulunda bilgisayar formatörlüğü yapar. Kısa bir dönem müdür vekilliği verilir kendisine. Ardından geçici şube müdürlüğüne getirilir. Formatörlük ve vekilliklerden sonra böyle bir değerin, nicedir uzak kaldığı sınıflara yeniden girmesi yakışık almazdı. Bir sınav kazanıp asaleten bir koltuğa oturamasa da böyle tecrübeli biri bir koltuğa oturtulmalıydı.

Kul daralmayınca Hızır yetişmezdi. Nihayet 2014 yılında çıkarılan bir kanunla, mevcutlar eğitim uzmanı adı altında kızağa çekilip bankamatik memuru yapılınca, bizim bu muhtereme gün doğdu. Çünkü çevresi genişti. Ayağı kaydırılanlardan birinin yerine, bir merkez ilçeye müdür yapıldı.

İsmi İnternette yayımlanır yayımlanmaz önceki müdürün, personeliyle vedalaşmasını bile beklemeden mesainin başladığı sabah sekizde makamına damlar. Koltuğum da koltuğum der. Çünkü kendisi bir proje adamıydı. Yapacak çok şeyi vardı ve hız kesmeden projesini yerine getirmeliydi. Görevi devralacağı sabık müdür hızını keser ve ona: “Hocam, yıllardır birlikte çalıştığım personelimle vedalaşayım. Öğleden sonraya kadar bari müsaade et” der.

Müdür olarak atandıktan sonra yeni şube müdürleri de atanır. Müdür, yeni şube müdürleri de yenilendikten sonra sıra gelir okulların yöneticilerini de yenilemeye. Nasılsa “4 yılını dolduran yöneticilerin yöneticilik görevi sona erer ve yeniden puanlanır” şeklindeki kanunla da yöneticileri yenileme hakkı elde etmişti. Ama kendisi ve kurumuna atanan iki şube müdürü de yeniydi. Kimsecikleri tanımıyorlardı. İyi niyet olunca imdadına başka güçler yetişir. Onlar tüm müdür ve müdür yardımcılarını gözden geçirerek şu kalsın, bu gitsin; şu okulu boşaltalım, oraya sıfırdan müdür verelim şeklinde bir liste hazırlanır. Bizim prensin önüne konur. Arkasına kanunu alan bizim prens de önüne konan listenin gereğini yapar, ilçesinde görev yapan yöneticilerin kahir ekseriyetini hakkaniyet ölçüsünde puanlar yani eler, elenen kişilerin yerine mülakatla sıfırdan yönetici belirlenir. Aynı yol ve yöntem yani temizleme harekatı tüm ilçe, il ve Türkiye’de yapılır. Böylece eğitim ve öğretimin önündeki engeller bir bir kaldırılır. Burada tek problem, yaptıklarını kendilerinden başka kimse anlayamadı ama bunda da bir sorun yok. Nasılsa rüzgar ve güç arkalarındaydı. Kim ne diyebilirdi kanunun gereğini yapmalarına.

Diğerlerini boş verelim. Biz gelelim bizim prense. Tüm okullar bu şekilde dama taşı oynar gibi oynanıp yenilendikten sonra kırk kadar çiçeği burnundaki aynı okul türü müdürünün katıldığı bir toplantı tertiplenir. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan bu toplantıda, ilin yöneticileri ile birlikte bu prens de var. Toplantıda okul müdürlerinden bazıları “Seçim sonuçlarına göre hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemeyince, yeniden katsayı gelir endişesiyle öğrencilerimiz okullardan ayrılmaya başladı. Bu durumda ne yapabiliriz” şeklinde bir endişelerini dile getirdiler. İl yöneticileri, vaziyeti idare edecek bir şeyler söyler. Bu soruya cevap vermek üzere bizim prens söz alır ve şöyle der: “Biz bu topraklarda Müslüman doğduk, Müslüman olarak öleceğiz” cevabını vererek taşı gediğine koyar. Bu ikna edici sözün ağırlığı karşısında kimse bir şey diyemez. Gördüğünüz gibi dini bütün biri. Herkes böyle Müslüman olsa ve sorulan sorulara böyle cevaplar verilse daha ne isteriz, değil mi?

Bu mübarek zatı yıllar sonra kendi başına görünce bu anekdot aklıma geldi. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin.

28 Ocak 2022 Cuma

Mehmet Ali ACAR

Halen Mut Sebze ve Meyve Komisyoncuları Derneği Başkanlığı ve galericilik yapan Mehmet Ali ACAR, esnaflığının yanı sıra siyasette de bölgesinde tanınan bir şahsiyetti. Bir zaman MHP Mersin il başkan yardımcılığı ve milletvekili adayı da olmuştu. 27/01/2022 gecesi, daha altmışına merdiven dayamadan hayata veda etti. Ömrü mücadele ile geçen Mehmet Ali ACAR’ı erkenden kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Sevenlerinin, ailesinin ve ülkücü camianın başı sağ olsun.

Yakinen tanıdığım biri hakkında kalem oynatmak zor olsa gerek. Yazmak istiyorum, elim geri çekiliyor ama ne edersiniz ki dünyanın düzeni bu.

Kendisi ile tanışıklığım 1980-1981 öğretim yılına dayanır. Orta ikinci sınıfta iken parasız yatılılık ve bursluluk sınavına girerek aramıza katılmıştı. Acısıyla, tatlısıyla bir beş yılı aynı sınıfta okuyarak geçirmiş, lise son sınıfa geçtiğimizde ise aramızdan ayrılarak son seneyi memleketinde bitirmişti.

Ayrılsak da kopmamıştık birbirimizden. Konya’daki bazı sınıf arkadaşlarımızın gayret ve özverisiyle, temmuz aylarında, piknik yapmak suretiyle 1985-1986, 7/C sınıfı olarak bir araya geldik. Bizim bu pikniğimiz covit-19 salgınına kadar devam etti.

Kendisi Mersin Mut’ta ikamet etmesine rağmen yıllardır devam ettirdiğimiz geleneksel pikniğimize aşağı yukarı hep katıldı. Gelirken de o mevsimde Mut’ta ne çıkmışsa bagajına atar getirirdi, yedirmekten hiç kaçınmazdı. Katılamayacağı zaman da telefonla arayarak mazeretini beyan ederdi.

Hangi yıldı bilmiyorum. Bir defasında yine bir pikniğimizde “Seneye de pikniğimizi Mut’ta yapalım, sizleri misafir edeyim” dedi. Konya’dan bir otobüse binerek topluca Mut’a pikniğe gitmiştik. İlgi, alaka, izzet ve ikramını bizden esirgememişti.

Aramızdan ayrılan ACAR, dört yıl önce de eşini kaybetmişti. Bundan sonra da aramızda hatıralarıyla yaşayacak.

Geriye dönüp bakıyorum. Hatıraları bir bir sıralandı gözümün önünde. Orta üçüncü veya lise birinci sınıfta iken giydiği takım elbisesi benim, benim giydiğim takım elbise de onun hoşuna gitmişti. Şakasından değişelim derken iş sonradan ciddiye bindi. Ben giydiğim elbiseyi ona, o da giydiği elbiseyi bana vererek değişmiştik. Sırtımızda eskiyinceye kadar da giydik değiştiğimiz elbiseleri.

Lise üçüncü sınıfta iken sınıfımızın başkanı idi. Bayrağı bana devretti. Devrederken de o zamanlar her öğretmenin sınıfa girer girmez, sınıf başkanlarına “Başkan, bana bir sınıf listesi hazırla” derdi. O zamanlarda e-okul, matbu sınıf listesi ve fotokopi yoktu. Herkes dersine bakarken sınıf başkanları, tek tek her öğretmen için sınıf listesi hazırlardı. Bayrağı bana devrederken özene bezene yazdığı son sınıf listesini de bana vermişti. Yazısı da çok güzeldi. O listeyi hiçbir öğretmene vermedim. Bende hatıra olarak kalmıştı. Bir pikniğimizde bu listeyi yanımda götürerek sınıf yoklaması yapmış, Acar, bu listeye bak bakalım, yazı kimin bilebilecek misin dedim. Görünce doluksudu. Bu yazı benim dedi. Listeyi hatıra olarak saklamak için istemiş, ben de kendisine vermiştim. Dün akşam vefat haberini alır almaz, sosyal medyayı tarayarak daha önce paylaştığım o listeye ulaştım.

İlerleyen yıllarda, Adana’dan dönüşte Mut’ta kendisini ziyaret etmiştim. Yemek yedirmeden salmamıştı bizi ailecek. Eşinin tedavisi için Meram Tıp Fakültesinde refakatçi olarak kaldığı zaman ziyaretine gitmiştim. Daha sonra anjiyo ve ardından açık kalp ameliyatı olduğu zaman da ziyaretçi kabul edilmemesine rağmen odasını bana açmıştı. Kalpten ameliyat olduktan sonra zaman zaman rutin kontroller yaptırırdı. Kalbi teklemeye başlayınca tekrar kontrol amacıyla Meram Tıp Fakültesine yattığını öğrenince aradım telefonla. Sesi iyi geliyordu. En son 24 Ocak günü beni aramıştı. Sesi derinden geliyordu. Dün akşam sesini duyayım diye aramıştım ki telefonuna ulaşılmıyordu.  7/C sınıf grubuna yazarak görüşen var mı diye bilgi almak istedim. Görüşenler önceki günlere aitti. Acı haberi, sosyal medyada gören bir arkadaş geç vakit paylaştı. Maalesef sınıfımızın güreşçi ferdini kaybetmiş olduk. Allah gani gani rahmet eylesin.

27 Ocak 2022 Perşembe

Gayri Kabili Kıyas *

Bugünlerde ülkede herkes ekonomist oldu. Anlayan da konuşuyor, anlamayan da. Bizi bu duruma sevk eden saik de etkisini derinden hissettiğimiz hayat pahalılığı ve yıllık çıkan yüksek enflasyon. Çektiğimiz bu hayat pahalılığı ve ürünlere gelen yüzde yüzü geçen zamlar, bu ülkenin başına ilk defa mı geliyor? Hükümetler böyle bir hayatı tasvip eder mi? Hayır. Bu ülke askeri darbeler gibi 8-10 senede bir ekonomik krizi çok gördü. Hükümetlerin birinci önceliği hep enflasyonla mücadele ile geçti. Halkımız belli rahatlama dönemleri hariç ömrünü kemer sıkma ile geçirdi. Tencere ve tavanın götüremediği hükümet yoktur sözüne bizim halkımız ve siyasetimiz yabancı değildir. Gerçekten de birçok hükümet ekonomik krizler dolayısıyla iktidarı kaybetti. Haliyle hayat pahalılığını ve yüksek enflasyonu hiçbir hükümet istemese de bu yıllarda adı konmamış bir ekonomik kriz ve hayat pahalılığı ile karşı karşıyayız. Hükümet tarafından alınacak tedbirlerle bir an evvel bu ekonomik dar boğazdan kurtulmayı temenni etmekten başka vatandaş olarak elimizden bir şey gelmiyor.

Ekonomi ile ilgili bu olağanüstü durumu yaşarken bazılarının bugünlerde başvurduğu yöntemlerden biri, mevcut durumu savunmak adına bol bol kıyas yapmakla geçiyor. Hâlbuki mevcut durumun savunulacak, bunun için gerekçe ve bahanelerin ardına sığınılacak ve başka ülkelerle kıyas yapılacak bir durum söz konusu değildir. Hele başka ülkelerle bu ülkeyi kıyaslamak insanımızın sinir katsayısını yükseltmekten öte bir işlevi yoktur. Şayet iki şey kıyas yapılacaksa, bunun kıyas tekniğine uygun olması yani kıyaslanabilir olmasına dikkat etmek lazım. İzninizle bu kıyaslardan bazılarına örnek vermek istiyorum:

-Efendim, ülkede salgın var. (Hâlbuki salgın sadece bizde değil, tüm dünyada var.)

-Salgın dolayısıyla hükümet mağdur olan esnafa yardım etti. Sıkıntı bundan. (Tüm ülkeler esnaf ve işletmelerine yardım etti. )

-Enflasyon sadece bizde değil, tüm dünyada var. ABD ve Avrupa son yılların en büyük enflasyonunu yaşıyor. (Avrupa’da yıllık enflasyon yüzde 5, ABD’de yüzde 7, bizde ise yüzde 36 çıktı. Bizdeki enflasyona göre AB ve ABD’deki enflasyon, enflasyon bile sayılmaz.)

-Hayat pahalılığı Avrupa’da çok yüksek. Birçok ürünlere katlamalı zam geldi. Üstelik onlar tedarik sıkıntısı da çekiyor. Dışa bağımlı olmamıza rağmen bizim ülkemizde doğal gaz, elektrik ve akaryakıt daha ucuz. Almanya’da benzin şu kadar EURO’dur. Bunu bizim paraya vurursan, bizdeki ucuzluğu görürsün. (Dünyada pahalılığı eyvallah. Buna hiç sözümüz olmaz. Ama AB'ye göre bizde daha ucuz kıyası, kıyas değil, kabili kıyas hiç olmaz, olsa olsa gayri kabili kıyas olur. Çünkü kıyaslanan TL ile EURO. Bir defa kıyas iki aynı cins üzerinden yapılır. 1 TL'nin karşılığı 1 EURO ise bu kıyas kabili kıyastır. O zaman Avrupa'daki bir ürünün fiyatını Türkiye'deki ile kıyaslarsın. Böyle yani TL=EURO olmadığını hepimiz biliyoruz. Bir defa bir paraya göre bir başka ülkenin parası; bir ürün, bir mal hükmündedir. Şunu da hepimiz biliyoruz ki bugün 1 EURO almak için yuvarlama 15 (eski parayla 15 milyon) lirayı saymak zorundayız. Bu demektir ki paramız EURO karşısında 15 kat daha değersizdir. Pul olmuş bu paramızı EURO ile yine de kıyaslamak istersek, bu ülke insanının geliri de AB'deki bir bordro mahkumunun geliri ile aynı olmalıdır. Şunu demek istiyorum. Avrupa'daki bir ücretli 1000 EURO alıyorsa, buradaki bir çalışan da bu paranın TL cinsinden karşılığını almalı ki karşılaştırılan ürünlerin bir anlamı olsun. Yeri geldiği zaman bizim paramız TL diyeceksin ama karşılaştırırken 15 katı bir değere sahip parayı unutup bizdeki ürünün fiyatıyla onların fiyatını karşılaştıracaksın. Böyle yapmak tek kelime ile ayıptır. Milletin aklıyla alay etmektir. Evet, tüm dünya hayat pahalılığı ve enflasyonla mücadele ediyor. Ama şunu unutmayalım ki hayat pahalılığı ve enflasyonda bizim ülkemiz, diğer ülkelere göre depremin merkez üssü mesabesindedir. Biliyorsunuz, depremde en büyük tahribat ve yıkım depremin merkez üslerinde olur. Merkez üssünden uzaklaştıkça depremin yıkıcı etkisi daha az olur. Ekonomik durumumuzu, enflasyon üzerinden depremle karşılaştırırsak, bizim ülkemiz depremde yüzde 36 şiddetinde etkilenirken ABD yüzde 7, AB ülkeleri ise yüzde 5 şiddetinde etkilenmiş olur. 

O zaman kıyas kendi cinsinden yapılmalı ki bir anlamı olsun. Değilse sadece kendimizi kandırmış oluruz. Bir şeyleri korumak adına böyle ucube kıyaslara başvurulacağına, “Bu ülke bugünkü enflasyonlu hayatı bundan 19 yıl önce gördü. Sıkı bir mali disiplin uygulamak suretiyle enflasyon tek haneye indirildi. Üstelik paradan altı sıfır atıldı. Paramızın değeri ve alım gücü arttı. Şu anda salgının tetiklemesiyle birlikte uygulanan ekonomik modeller ve cari açığımız gibi sebeplerle enflasyon yüksek ama bu ülke bunu tekrar tek haneye indirme iradesine sahiptir. Bunu bu hükümet daha önce yaptı. Şimdi de yapacak iradeye sahip” dense inanın daha inandırıcı olur.

Yazımı sonlandırırken yazımın içeriğinde kıyas, kabili kıyas ve gayri kabili kıyas terimlerine yer verdim. Bunların da ne demek olduğunu TDK’den yazarak yazımı nihayete erdirmek istiyorum:

Kıyas: 1-denk sayma, bir tutma, 2-karşılaştırma, oranlama.

Kabili kıyas: Kıyaslanabilir, karşılaştırılabilir.

Gayri kabili kıyas: Karşılaştırılamaz, ölçülemez, bambaşka.

*31/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Evladımın Yırtması *

—Baba, yırttık.

—Neyi yırttık evlat.

—Aile şirketini ekonomik darboğazdan kurtaracağım.

—Nasıl yapacaksın bunu? 

—Öyle bir yol izleyeceğim ki işletmemize müthiş müşteri akacak. Sürümden kazanacağız. İşlem hacmimiz artacak. Paraya para demeyeceğiz. 

—Söyle artık, nasıl yapacaksan bunu. Amerika'yı yeniden mi keşfedeceksin yoksa?

—Şu bizim ürettiğimiz ürün var ya. İşte onu 14 liradan müşterilerimize vereceğim.

—Maliyetin altında değil mi bu?

—Aynen öyle.

—Zararına satış yapacaksın yani.

—Evet.

—Bizi iflasa götüreceksin demek bu.

—Tam öyle denmez. Piyasayı canlandıracağım.

—Sen şu dilinin altındaki baklayı çıkar hele.

—Şöyle: Şimdi biz ürünümüzü 14 TL'den vereceğiz. Verdiğimiz bu ürünü 26 liradan geri alacağız.

—Nedin lan sen? Sarhoş musun yoksa diyeceğim ama bilirim, içki içmezsin. Sen kendinde misin oğlum yoksa biri kafana mı vurdu? Sana işletmeyi bıraktım, sana kredi açtım diye beni pişman etme. 

—Kızma baba. 

—Kızdığım yok. Yalnız macera peşindesin. Maceradan maceraya koşuyorsun. Yetmedi mi üzerimize karlar yağdırdığın. Hele bu yeni macera tam bir felaket. Bitip tükenmemiz demektir bu. Bitmekle de kalmayız, ödeyemeyeceğimiz borç batağının içine saplanmaktır bu. 

 —Yav baba! 

—Yav deme bana. Kendinde misin sen? Aynı ürünü 14 liraya vereceksin. Ardından aynı ürünü 26 liraya alacaksın. Nereden baksan -12 içeridesin. Senin kârın nerede burada? Külliyen zarar değil mi bu? 

—Öyle görünüyor ama buradaki ayrıntıyı kaçırmamak lazım. Ben 14'e verirken peşin veriyorum. 26'dan alırken veresiye alıyorum. 

—Sonuç, kar yok ve -12 içteyiz. Bana ve aileme kötülüğün ne oğlum? Güvenmekten başka ne yaptık sana? 

—Daha bitmedi baba. 

—Anlat bakalım şu herzeni. Dinliyorum. 

—Bizden 14'e malı peşin alandan biz, 26'ya geri veresiye aldık. Bizden ürünü 14'e alan müşteri, kendi müşterilerine 20-21 vadeyle verecek. Sonra buradan kazandığını 40 lira vade ile satacak. 

—Dur hele. Yanlış anlamadıysam, senden 14'e alan geri sana 26'ya, başkasına 21'e, bir başkasına 40'a verecek öyle mi? 

—Aynen öyle. 

—Bizim kârımız nerede burada evlat? Sen kendi şirketimizi değil, 14’e verdiğin adamı kâra geçirmek için bu ticareti yapıyorsun.

—Piyasayı canlı tutmak için buna mecburdum.

—Sen piyasayı canlı tutarken kendin canlı kalabilecek misin?

—Deneyeceğim baba. Başka çare yok. Olmadı vazgeçeriz. Bu arada bir şey daha yaptım.

—Ne yaptın?

—14’e verdiğim müşteri karşı tarafa yüzde 21 ile veriyordu ya.

—Eee?

—Bunlar bu yüzde 21’den zarar ederlerse üzerini de ben karşılayacağım.

—Şaka yapıyorsun?

—Hiç bile değil. Anlaşmayı yaptım bile.

—Oğlum, senin yırtman bu mu?

—Bu baba.

—Allah’ım, sen benim aklıma mukayyet ol. Bu oğlana da akıl ver.

*05/02/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Ocak 2022 Pazar

Müflis kimdir?

İşleri tıkırında iken kendini yenileyemediği ve çağı okuyamadığı için önce yerinde sayan, ardından batmamak için sağa sola borç takan, borcunu ödeyemediği için iflas bayrağını çeken ama iflas ettiğini belli etmemek için kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan, sıfırı tüketmiş kişidir.

Özellikleri nelerdir?

İflas etmiştir ama iflas ettiğini kabul etmez ve bunu belli etmez. 

Sürekli gündem değiştirir. 

Kendisi ile yüzleşmez.

Yalnız kalamaz. 

Sağa sola sataşır. 

Sakin değildir.

Çabuk ve her şeye olur olmaz kızar.

Üslubuna dikkat etmez. Kırar geçirir.

Sesini yükseltir.

Had bildirir, ayar verir. 

Hırçındır.

Hakaret eder. 

En ufak bir eleştiriye gelmez. Çünkü hepsini hakaret kabul eder. 

Alıngan ve iyi bir niyet okuyucusudur. 

Aynaya bakmaz. Başkasının aynasından da başını çevirmez. 

Prensiplere değil, kişilerle uğraşır. 

Düştüğü bataklıktan ve iflastan kurtulmak için acaba bir çıkış bulabilir miyim diye her türlü argümanı tepe tepe kullanır. Yeter ki oradan kendisine bir ekmek çıkabileceği umudunu taşısın. 

Memnuniyet Araştırması ve Enes KARA (2) *

Ardından bir video ve yazı bırakan Enes, intihar gerekçesinde; “okuduğu okuldan ve çalışmaya başladıktan sonra görevinden çok memnun olmayacağını, ömrünün çalışmakla geçeceğini ve kaldığı yurtta gördüğü baskıdan şikayetçi olduğunu” belirtse de intihar bu kadar basit olmamalı. İzninizle burada bazı sorular ve açıklamalara kısaca yer vermek istiyorum:

1.      Çoğu gencin kazanmak ve okumak istediği tıp fakültesini kazanan bir genç niçin intihar eder?

2.      Cemaat yurdunda namaz kıldırılması, sohbet yaptırılması ve ders çalışmasına vaktinin kalmaması gibi nedenler intihar sebebi olmasa gerek. Belli ki Enes, psikolojik sorunlar yaşayan bir genç. Çoğu insan bu veya başka sebeplerden dolayı böyle sendrom yaşayabilir. Kimininki geçici olur kimininki de kalıcı. Allah kimseyi bu şekil imtihan etmesin ama Enes burada yanlış yapmıştır. Çünkü hiçbir sebep ve neden bize emanet vücudu yok etmeyi gerektirmez.

3.      Bu genç, bu iki konuyu ailesine açamamış, yurtta kalmak istediğini ailesi ile konuşamamış, konuştu ise de ailesi bunu kabul etmemiş. Burada iletişimin her halükarda açık olması gerektiğini ve buna imkan verilmediği takdirde böyle üzücü olaylara kapı aralayabileceğimizi başta anne ve babalar olmak üzere tüm toplum olarak zihinlerimize iyice yerleştirmemiz lazım.

4.     Her yaştan insanın intiharı bu toplumda zaman zaman görülür. Her intihar gerekçesi bundan sonraki intiharların önüne kesme adına bize ibret olması gerekirken bir cemaat yurdunda bu olay zuhur etti diye niçin cemaatleri tefe koyuyor ve tu kaka yapıyoruz? Bir cemaat yurdunda bir olay olduğunda bir tepki veya iddia dile getirildiğinde, İslamcı kesim niçin hop oturur hop kalkar, bu yapılanlar ve saldırılar, cemaatler üzerinden İslam’a bir saldırı diye niçin harekete geçer? Böyle bir anlamı nereden çıkarırlar, insanların niyetlerini nasıl böyle okuyabilirler? İnanın bunu anlamakta zorlanıyorum. Aynı şekilde laik ve seküler kesim de tüm kötülüklerin anası bu cemaatler, psikolojisinden kurtulmalı artık.

5.     Hoşumuza gitse de gitmese de nefret de etsek, bu cemaatler ve cemaat yurtları olmaya devam edecek. Burada cemaatlere atış yapacağımıza bu cemaatlerin ve yurtlarının şeffaf olması ve buraların sıkı bir denetime tabi tutulması için öneriler getirsek ne olur. Herhalde kıyamet kopmaz. Burada cemaatler konusunda üç maymuna oynayan siyasi partileri masaya yatırabiliriz. Bu yapıları oy deposu olarak görmekten vazgeçip çağın gerekleri ne ise bunları yasal bir statüye geçirmek, bu yapıların alabildiğine şeffaf, hesap verebilir ve denetlenebilir olmalarını sağlamak, neyi yapıp neyi yapamayacaklarını devletin belirlemesi lazım. Cemaatler de “Biz bir gücüz. Nasılsa arkamızda sevenlerimiz ve bizi şeksiz şüphesiz savunanlar var” deyip üç maymuna oynamayı bırakmalı. Kendilerini alabildiğine topluma açmalı, şeffaf olmalı ve gizli ajandaları olmadığını açık etmeliler. İnsan ahlakına katkı vermenin ve iyi insan yetiştirmenin ötesinde, insanları kendilerine bende yapmaktan vazgeçmeliler. İkili oynamamalılar.

6.     Cemaatler eğer yurt ya da ev açacaklarsa yapacakları en büyük hayrın, o çocukların okul derslerinde başarılı olmalarını sağlamak, o çocukların nezih bir ortamda barınma ve beslenmelerine imkan vermek olduğunu bir görev bilmeliler. O çocukları cemaatin bir kölesi gibi toplumdan kopuk yetiştirmemeliler.

7.     Cemaat yurdu yetkililerinin, sebep her ne ise yurtlarında kalan bir canın, canına kıymasından dolayı kendilerini sorguladığını, demek ki metotlarında bir yanlışlık olduğunu hesaba kattıklarını, bu olaydan bir çıkarım elde ettiklerini duymadım. En azından böyle bir yüzleşmeyi ben okumadım. Bana göre en azından insan sarrafı değiller. Çocuk, açıklamasında ateist olduğunu söylüyor. Böyle bir çocuğun inanç problemi varken bunlar bu çocuğa namaz kıldırmaya devam ediyorlar. Hiç mi bu çocuğun isteksiz tavrını görüp konuşma ve bu çocuğu anlama yoluna gitmediler?

8.     Anne ve babanın, vah biz ne yaptık, bir fidanımızı kaybettik diye üzüldüğüne şahit olmadım. Hele babanın, oğlunu bırakıp cemaati savunmaya kalkması bir facia. Benim bildiğim baba, cemaatinden önce evladının ölümüne üzülmeli önce. Bunu maalesef baba da göremedim.

9.     Bu çocuğun sınıf arkadaşları bu çocuğun hal ve hareketlerinden şüphelenip acaba bu arkadaşı bu badireden nasıl kurtarabiliriz üzerine hiç mi kafa yordular? En azından ailesine ve fakülte görevlilerine bu durumu açabilirlerdi. Bunu da okumadım. Her ne kadar intiharların çoğu aniden gerçekleşse de bu çocuğun intiharı mektup ve videodan anlaşılacağı üzere nicedir geliyorum demiş.

10.  Üniversite yönetimi veya devletin görevlendireceği kişiler, bu olayın ardından bir güzel inceleme başlatmalı. Çocuğun ailesi, okul-yurt arkadaşları ve yurt yönetiminin bilgisine başvurmalı. Tarafları bir güzel dinlemeli. Çocuğun davranışları ve yurdun işleyişi hakkında  bilgi edinmeli. Hazırladığı raporu aynı zamanda kamuoyu ile paylaşmalı. Niçin paylaşmalı? Bundan sonra başka Enesler intihara yeltenmesin diye bunu yapmalı. Raporu okuyan bizler de en azından şu özellikleri taşıyan kimseler içinden intihar olayları görülebilir deyip çevremizdeki tanıdıklarımız hakkında tedbir almaya çalışabiliriz.

*29/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Memnuniyet Araştırması ve Enes KARA (1) *

2010-2011-2012 ve 2016

62

2003 ve 2007

60

2013

59

2004-2005-2006 ve 2017

58

2008-2014-2015

56

2009-2018

54

2019

52

2020

48

Tabloda, 2003 yılından itibaren TÜİK’in düzenli olarak yaptığı “Yaşam Memnuniyet Araştırmasına” göre “18 yaş ve üzeri bireylerin” memnuniyet oranlarına küsuratsız olarak yer verilmiştir. Çok detaylı bir araştırma olan bu araştırmanın detaylarını merak edenler, TÜİK’in sayfasına girerek araştırmanın sonuçlarına ulaşabilir.

Tabloda görüleceği üzere memnun olma durumu yıllara göre inişli-çıkışlı bir seyir izlemiş; 2003 yılında yüzde 60 ile başlayan memnun olma durumu bazı yıllarda 2 puan yükselerek 62’ye çıkmış, diğer yıllarda 59-52 arasında değişiklik göstermiş. Bu da gösteriyor ki 2020 yılına gelinceye kadar bu toplumun yarıdan fazlası hayatından memnun iken 2020 yılında bu oran yüzde 48’e gerilemiş. Yani 2020 öncesi hayatından memnun olanlar toplumun yarısından fazla iken 2020’de ise yarının altına düşmüş. 2021’de memnuniyet durumumuz ne olur, bunu da birkaç ay içerisinde görebileceğiz.

Memnuniyet araştırması ne derece gerçeği yansıtır, bilinmez. Çünkü mutluluk dediğimiz daimi değildir. Kişi bir günde hem mutlu hem de mutsuz olabilir. Araştırmanın yapıldığı zamanki bireylerin o anki psikolojileri burada önemli olsa gerek. O zaman mutlu olmadığını söyleyenler birkaç gün sonra mutluyum diyebilirken mutluyum diyenler de mutsuzum diyebilir. Kimin beklentileri ne kadar gerçekleşmedi de mutsuzum dediğini bilemesek de mutlu ve mutsuzluk yıllara göre değişiklik gösterse de elimizdeki verilere göre hareket edersek, bu toplumun yarısından fazlası mutsuz. Toplumun yarısı mutsuz ise bunun üzerinde düşünmeye değer. Çünkü mutsuz insana hiçbir şeyi beğendiremediğimiz gibi ondan bir verim de alınamaz. Yine mutsuz kişiler hayata pozitif bakamadıkları için çevresine pozitif enerji veremezler. Bunları yaşayan bir ölü gibi değerlendirebiliriz.

Bu açıklamanın ardından tıp fakültesi 2.sınıf öğrencisi iken 7.kattan atlayarak canına kıyan Enes Kara’ya gelmek istiyorum. Çünkü Enes Kara da yüzde 48’in içerisinde yer alan mutsuzlardan biri. Burada her mutsuz intihar eder anlamı çıkarılmasın. Şayet öyle olsaydı, tüm mutsuzların yani bu toplumun yarıdan fazlasının intihar etmesi gerekirdi. Böyle bir iddiam yok ama şu var ki yaşadıklarını kaldıramadıkları için intihara yeltenenlerin, mutsuzlardan çıktığını söylersek herhalde yanılmış olmayız. Her intihar eden ve intihara kalkışanın intihar gerekçesi farklı ve bireysel olduğu gibi Enes’inki de bireyseldir. Bireysel olsa da Enes üzerinde konuşmaya değer ama biz konuşamadık. Çünkü Enes üzerinden taraftarlar atışmaya başladı. Savunma ve saldırı gırla gitti. Bizim ülke insanımızın da kumaşı bu maalesef. Ne hayatının baharında gepegencecik bir gencin hayatına kıymasına üzülebildik ne ailesinin üzülmesine fırsat verebildik ne intiharın sebep ve gerekçeleri üzerine en azından bundan sonra böyle intiharlar olmaması adına bir inceleme yapabildik. İzlediğimiz tamamen bir tiyatroydu. Taraflar bu olay üzerinden birbirlerine olan kinini boşalttı. Kimi, “Bu cemaat yurtları hep böyledir. Niceleri böyle kapatıldı” dedi. Kimi de “Cemaatler üzerinden İslam’a saldırıyorlar. Bunu görenler şu intiharları niye görmez” dedi. Maalesef her konuda olduğu gibi bu konuda da toplum olarak iyi bir sınav vermedik. (Devam edecek)

*28/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Ocak 2022 Çarşamba

Ne İsteyeceğimi Biliyorum *

Yazıma hepinizin bildiği Timur ile Nasrettin Hoca fıkrası ile başlamak istiyorum. Sadede de sonra geleceğim.

Timurlenk, Nasrettin Hoca‘nın bulunduğu şehre bir fil hediye etmiş. Fil, şehirde bağ, bahçe ne var ne yoksa silip süpürmüş. Bununla kalsa iyi, şehirdekiler fili beslemek için ambarda, kilerde ne varsa tüketmişler.

Bakmışlar ki böyle olmayacak, şehrin ağaları Nasreddin Hoca’ya gelerek: "Aman hocam nedir bu filden çektiğimiz. Hünkâr seni dinler. Hünkârla konuş da şu fil belasını başımızdan alsın." demişler.

Hoca; sakalını sıvazlayıp bir yol düşünmüş ama bulamamış. "Hadi o zaman hep beraber gidelim Timur’a: Bu fil başımıza dert oldu, geri almanızı rica ediyoruz diyelim, en iyisi böyle olacak" demiş.

Hoca önde, ağalar arkada, huzura çıkmak için yola düşmüşler. Otağın kapısına gelindiğinde hoca, durumu tekrar görüşmek üzere arkasına dönmüş bakmış bir de ne görsün, ağalardan eser yok, arkasında in cin top oynuyor.

Hoca, "Ben yapacağımı bilirim size. Hem söz verirsiniz hem de kaçarsınız ha" demiş.

Timur, bir süre sonra Hoca’yı huzuruna kabul etmiş ve aralarında şu konuşma geçmiş.

Hayırdır Hoca, yine ne istiyorsun?

Devletlim, şehrin ağaları beni size ricaya gönderdiler. Hediyeniz olan filden çok memnun kaldılar. Garibim yalnız kalıyor bir tane daha fil istiyoruz.

Hay hay! Ne demek hoca. İstediğiniz fil olsun. Var git müjdeyi hemen ver.

Nasreddin Hoca, otağın kapısından çıkınca, ağalar hemen hocanın etrafını sarmış. "Müjde bekleriz Hoca, fil ne zaman gidiyor?" demişler.

—Alın size müjde, dişisi de yarın geliyor, demiş Hoca. (haberturk.com/esra-sasmaz)

Gelelim gündemimize. Malumunuz hayat pahalılığından başımız dertte. Zam üstüne zam görüyoruz bugünlerde. Akaryakıta aşağı yukarı gün aşırı zam geliyor. Zaten akaryakıta zam geldi mi her şeye zam geliyor. Gelen zamlar da öyle böyle değil, insanın cebine dokunur türden. Gördüğüm kadarıyla özel sektörün, devlet kurumlarının elinde zamdan başka bir sermaye yok. Bugünden yarına bu zamların duracağı da ufukta görünmüyor. Herkes bu durumdan şikayetçi ve dertli. Kapalı kapılar ardında bu derdini dile getirenler, dışarı çıkınca ağızlarını bıçak açmıyor. Çünkü kim ağzını açsa, korumacı ve savunmacı ekip konuşanların ağzına lafı tıkıyor. Aslında dediklerine kendileri de inanmıyor ama dedim ya korumacı refleksle hareket ettiklerinden gülünç duruma düşüyorlar ama bunun farkında değiller. Bence bu atmosferde sussalar, dertlenen insanı dinleyerek haklısınız, diyebilseler daha erdemlice hareket etmiş olurlar. Neyse bu da ayrı bir konu.

Biz gelelim fıkraya, fıkradan hisse almaya. Bir gün bana gelip şu zamlarla ilgili derdimizi üst mercilere anlatalım, bize eşlik edin, başı da siz çekin derlerse, onların önünde üst makamlara gitmeye hazırım. Üst makama varıncaya kadar ardımda kimse kalmazsa, ben de Hocanın dediğini yapacağım. “Efendim, zamlardan çok memnunuz. Daha fazla zam istiyoruz” diyeceğim. Başka isteğin var mı denirse, “Efendim, korumacı refleksle hareket edenler var. Bunların gördüğüm kadarıyla durumu iyi ve tuzları kuru. Bu hayat pahalılığı bunlara dokunmuyor. Bu kardeşlerimiz gelen zamlardan daha fazla nasiplensinler. Böyle bir çalışma yaparsanız, memnun olurum” diyeceğim.

*22/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

18 Ocak 2022 Salı

Tepkiler Neden Şimdi? *

2017 yılında çıkardığı şarkı yüzünden Sezen Aksu, çoğu kimsenin tepkisini çekti. Hz Adem ile Havva’ya cahil demesi doğru mu? Değil. Sanatçıya yakışmamıştır. Kem söz sahibine aittir.

Ahzab Süresi 72. Ayette "Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik; ama onlar bunu yüklenmek istemediler. Ondan korktular ve onu insan yüklendi.  Şüphesiz insan çok zalim, çok cahildir." denerek herkesin kaçındığı sorumluluğa talip olmasından dolayı insanın zalim ve cahilliğine işaret edilmektedir.

TDK’ye göre Zalim: “Haksız ve acımasız davranan, katı yürekli, kıyıcı (kimse).

                         Cahil: 1.Eğitim ve öğrenim görmemiş (kimse).

                                   2. Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan (kimse).

Ayeti kerimede “Allah, Adem’e tüm isimleri öğretti” derken Hz Adem’in ilk öğretmeninin Allah olduğunu, Allah’ın Hz Adem’e isimleri öğretmeden önce Hz Adem’in o isimlerin cahili olduğunu –cahil kelimesinin birinci anlamına bakarak- söyleyebiliriz. En azından ayetin mefhumu muhalifinden bu anlam çıkar. Ama bu, Hz Adem ve eşine cahil demeyi gerektirmez.

İnsanda haksızlık yapma ve acımasız davranma var mı? Var. İnsan her konuda bilgi sahibi midir? Hayır. Çünkü bir konunun alimi olan, bir başka konunun cahili olabiliyor. Bu açıdan bakılınca insan bilmediğinin cahilidir.

Bir insana hele herkesin değer verdiği ortak değerlerimize cahil demek hakaret içerir mi? İçerir. Çünkü insana genel itibariyle tespit anlamında cahil denebilirse de bunu özele indirgemek doğru değildir. Ki bir insana cahil demek için onu tanımak gerekiyor. Sezen Aksu, Adem ile Havva’yı kitaplarda -eğer okuduysa- okuduğu kadar biliyordur. Onlara cahil derken sanki sabahtan akşama Hz Adem ve Havva ile beraber ve onları yakinen tanıyor gibi bir tavır takınıyor.

Şiirinde Aksu, “Selam söyleyin o cahil/Havva ile Adem’e” derken cahil gördüğü kişilere selam söyleyerek kendi ile çelişiyor. Öyle ya cahile niçin selam veriyorsun, senin gibi alim birinin cahillerle ne işi olabilir, demezler mi kişiye?

Sezen Aksu’nun şiirini okudum. Bir şey anlamadım. Şarkısını dinledim. Çok da haz almadım. Çünkü zevklerle, renkler tartışılmaz.

Gelelim gelen tepkilere… Bu şarkı çıkar çıkmaz -ki bu şarkı 2017’de çıkmış- atamız Adem ile annemiz Havva’ya cahil dedin denerek tepki gösterilse, bu tepkiyi anlar ve makul görürüm. Çünkü sıcağı sıcağına tepki anlaşılabilir. Tepkiler ne zaman gündeme geliyor? 2022 Ocakta. Yani 4 yıl sonra tepki gösteriliyor. İyi de niye dört yıl önce değil de şimdi? Bu tepki bana ister istemez şu fıkrayı hatırlattı: Yeniçeri ağası, bir Yahudi’ye takmış ve seni öldüreceğim demiş. Niye dediğinde, yeniçeri ağası “Siz Hazreti İsa’yı çarmıha germiştiniz” der. Yahudi, “İnsaf ağam, iki bin yıl önce olmuş” deyince yeniçeri ağası, “Olsun, ben yeni duydum” demiş.

Diyelim ki yeni duyduk ve tepkimizi dile getiriyoruz. Sezen Aksu bu şarkıyı müzisyen Yaşar Gaga ile birlikte çıkarmış. Tepkilerin içine Yaşar Gaga’yı niçin dâhil etmiyoruz da sadece Sezen Aksu’ya tepki gösteriyoruz? Hâlbuki şarkıyı birlikte çıkarmışlar. Biz hakarete mi tepki gösteriyoruz yoksa hakaret eden kişinin kişiliğine göre mi tepki gösteriyoruz? Şayet böyle ise bu ne kadar makul?

Kimsenin niyetini bilmem ama bu ülkede buna benzer olaylar zamanında değil de kullanılacağı zaman servis ediliyor. Böyle yapmakla acaba bir olay mı gizleniyor? Acaba gündem mi saptırılıyor? Gerçekten amaç ne burada? Tepkimizi ortaya koyarken perde gerisinde ne dönüyor, bunun üzerine de kafa yorarsak daha iyi olur kanaatindeyim.

*21/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Milli İçeceğimiz *

Milli içeceğimiz dendiği zaman ilk aklımıza gelen çaydır. Sabahtan başlarız çay içmeye. Kahvaltıda çay, yemeklerden önce çay, yemeklerden sonra çay, aralarda çay içeriz. Çaydanlık biter, bir daha demleriz. Bir eve misafir gitmişsek, bir esnafa uğramışsak çay ikramından nasibimizi alırız. Nasıl bir içecek ki dertlenince de içeriz, keyiflenince de yorulunca da dingin iken de. Hem de çaydanlık bitinceye kadar içeriz. Hele bir de çay kıvamında ise doldur doldur içeriz. Kimimiz de çaydanlığı yanına alır, demlik bitinceye kadar içer. Hızımızı alamayız, gerekirse aşılama yapar, çay içmeye yine devam ederiz. Hararetimizi alsın diye içeriz, soğukta içimiz ısınsın diye yine çay içeriz. İçimiz, dışımız çay dense yeridir. İçeriz içeriz, ziyade olsun diyerek son noktayı koyarız. Mübareklerin midesinde sanki çamaşır yıkanıyor. Çay servisi yapan, çay getirip götüren de çaydanlık bitince, oh be, dünya varmış diyerek derin bir nefes alır. Bizim bu çay sevdamızdan olsa gerek, çarşı pazarın her yeri çay ocağı, çay bahçesi, kahvehane, kafe. Herhalde dünyada bizim kadar çay satışı yapılan yerler yoktur.

Çay konusunda istatistiklerde yerimiz nedir, bir de ona bakalım. Çay üretiminde Çin, Hindistan, Kenya ve Sri Lanka’nın ardından dünyada beşinci sırada iken çay tüketiminde dünya birincisiyiz. 2016 istatistiklerine göre kişi başı çay tüketiminde dünyada ilk beşi paylaşan ülkeler şöyle: Türkiye 3,16, İrlanda 2,19, Birleşik Krallık 1,94, İran 1,50, Rusya 1,38 kg. Çay tüketiminde son beşi paylaşan ülkeler ise Meksika 0,014, Brezilya 0,018, Kolombiya 0,018, Peru 0,023, Venezuela 0,023 kg. (tr.wikipedia.org). Her geçen yıl artarak devam eden çay tüketimimiz şimdilerde 3,5 kg. Görüleceği üzere çay içme şampiyonluğumuzu kimse elimizden alamaz. Bu arada demlik ve su şeklinde iki katlı çaydanlık sadece bize mahsus bir adetmiş. Bunu da burada söylemiş olayım.

Dünya birinciliğimize rağmen bu ülkede çayı sevmeyen var mı? Var. İçerlerse de 1 ya da iki bardak içerler. Ama bunların sayısı azdır. Yani içimizde hiç içmeyenimiz yok.

Her geçen yıl artış gösteren bu çay tiryakiliğimizin temelinde ne var? Bu konu araştırılmaya değer. Elimizde bildiğim bir araştırma olmamakla beraber bana göre çay fakirin içeceğidir ve çaya olan özlemimizdir. Yeni nesil pek bilmese de -ki yeni nesil pek çay içmez- bu millet çay bulamadığı günleri çok çekti. Aradığı zaman bulamadı. Buldu ise de temkinli içti. Şimdiki gibi her kahvaltıda çay içmedi, her misafire çay ikram etmedi ya da edemedi. Sabah kahvaltıda çay olduğu zaman bizim nesil bayram yaptı. Gittiği evde bir bardak çay ikram edilmişse dünya onun oldu. Pahalı veya yokluğundan mıdır, annelerimiz çay demlemede azami tasarruf sahibi idiler. Çoğu kimse demlenmiş çayı kurutarak yeniden demledi. Bugünkü çok ve aşırı çay içmemizin temelinde olsa olsa geçmişte çekilen yokluk ve pahalılık yatıyor olsa gerek. Yokluğunu çektiğimiz ise bizim için biz özlemdir. Geçmişte içemediğimiz çayın özlemini şimdi daha fazla içerek gideriyoruz belki de.

Hasılı, bugün yine pahalılıktan dert yansak da çay bizim için vazgeçilmezdir. Ki çay fakirin içeceğidir. İyi ki çayımız var. Değilse biz ne yapardık çaysızlıktan.

*14/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Başıboş Sokak Köpekleri *

Bir sahibi olmayan, başıboş köpeklerle başımız dertte. Özellikle sabahın erken saatinde okulun yolunu tutan öğrenciler, köşe başlarında kümelenmiş sahipsiz köpeklerle yüz yüze geliyor, büyük badireler atlatıyorlar. Sadece öğrenciler değil, büyükler de geçemiyor köpeklerden. Çoğu yolunu değiştirmek zorunda kalıyor. Ortalık köpekten geçilmiyor dense yeridir. Bu sahipsiz köpeklerden veli dertli, öğrenciler dertli, büyükler dertli. Köyler de böyle, şehir merkezleri de.

Herkesin şikayetçi olduğu bu sahipsiz ve tehlike arz eden köpekler konusunda, devlet de bigane kalmadı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 27.12.2021 tarihinde yayımladığı 2021/24 sayılı Genelge ile sahipsiz ve tehlike arz eden köpeklerle ilgili belediyelerin ne tür tedbirler alması ve neler yapması gerektiği hususunda, 17 maddelik bir yazı gönderdi. Her türlü ayrıntının yer aldığı Genelgenin gerekleri yerine getirildiği takdirde tehlike arz eden başıboş köpeklerle ilgili insanımızın bir sorunu kalmayacaktır. Çoluk-çocuk, herkes güvenli bir şekilde dışarıya çıkabilecek ve istediği yerden geçebilecektir. Genelge çıkalı bir aya yaklaştı. Köpeklerde bir eksilme söz konusu değil. Ne köpek sahibi köpeğini bağlıyor ne de belediyeler Genelgenin gereğini yapıyor. Genelge çıkaran Bakanlık ve devlet de sorumlu kıldıklarına, niye gereğini yapmıyorsunuz demiyor. Haliyle vatandaş için köpekler özellikle bu kış aylarında tehlike arz etmeye devam ediyor.

Garibime giden, bir mevzuatın gereği yerine getirilmeyecekse, yerine getirmeyen belediyelere bir yaptırım uygulanmayacaksa bu tür mevzuat niçin çıkarılır, vatandaşa niye umut verilir? Hoş, bu ülkede her türlü alanda, detaya varan mevzuat var. Maalesef uygulanmıyor. Sanırım, çıkarılmış olmak için çıkarılıyor. Bu ülkenin en büyük sorunu ve bahtsızlığı da budur. Şayet mevzuat uygulansa, uygulanıp uygulanmadığının takibi yapılsa, kurallara uymayan anında cezasını alsa, bu cezaların bedeli ağır olsa, öyle zannediyorum, bu ülke daha dertli toplu ve yaşanabilir bir ülke olur. Gördüğüm kadarıyla herkes üç maymuna oynuyor. Nasılsa vatandaş bir çözümünü bulur diye düşünülüyor olmalı.

Merak ettiğim, Avrupa’da köpek yok mu? Gidip gelenler cadde ve sokaklarda köpek görmediğini söylüyor. Oranın köpekleri, burası Avrupa. Burada dışarıda gezilmez diye bir yere kendini kapatıyor mu? Aklı olmayan köpeklerin böyle bir düşüncede olmadığını hepimiz biliriz. Demek ki zamanında tedbirler alınmış, konan kurallar tıkırında işliyor. Belki de Avrupa’yı Avrupa yapan da koyduğu kuralların arkasında olmasıdır. Aynı Avrupalı Türkiye’ye gelse hemen bizim araziye uyum sağlıyor. Bilir ki burada kurallar işlemez.

Aslında kuralların uygulanması için çok öteye gitmeye gerek yok. Zaman zaman bazı tasarruflarıyla tartışmanın odağı haline gelse de koyduğu kuralları uygulama konusunda Avrupa standartlarını yakalamış bir kurumumuz var: ÖSYM. Kuralları çok acımasız ve tavizsizdir. Gerekli veya gereksiz bir kural koymuşsa, o kural görevliler tarafından harfiyen yerine getirilir. Olur mu böyle şey desek de ÖSYM bugüne kadar hep bildiğini okudu ve herkes uydu. Uymayanlar da bedelini ödedi.

ÖSYM, acımasız olmaya acımasız. Bunu eleştirebiliriz. Ama bir hakkı teslim edelim. Bizim gibi kural tanımaz, kendi kuralını kendi koyan, yasak çiğnemekten haz alan bir toplum için ÖSYM kuralları gerekli. Bak o zaman nasıl yola geliriz. Bak bakalım, bundan sonra “Yasaklar, çiğnenmek için vardır” der miyiz?

Buradan devlet yetkililerine, valilik ve belediyelere seslenmek istiyorum. Bu vatandaşın ihtiyaçlarını gidermek, onların emniyetini korumak için oralardasınız. Devlet ciddiyeti de bunu gerektirir. Lütfen çıkarılan Genelgenin gereğini harfiyen uygulayın. Cadde, sokak, park ve bahçelerde sahipsiz köpek görmek istemiyoruz.

*24/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Ocak 2022 Pazartesi

Doğal Gaz KDV Oranı ve Vergi Adaleti *

Enerya Konya Gaz Dağıtım Anonim Şirketi, 09.01.2022 tarihinde okunup 13.01.2022’de düzenlenen doğal gaz faturamı, 14 Ocakta e-posta adresime göndermiş. Kaç para gelmiş diye merak ettim. Telefonumda açamadım. Remi bir kurum bilgisayarında açmayı denedim. Kurum sakıncalı bulduğu için sayfayı engelledi. İki gün, gelen faturamın meblağını görmeden işime gücüme koyuldum. Sonunda ne zamandır açmadığım evdeki bilgisayarımı açarak faturaya baktım. 547,89 TL’yi görünce sevindim. 550,00 lirayı görmemişim dedim. Ama sevincim fazla sürmedi. Çünkü benim gördüğüm ara toplammış. Faturanın toplamı 645,00 lira imiş. Ara toplama KDV eklenmiş. Bu da 98,62 lira tutmuş. Bu vesileyle devletin doğal gazdan aldığı verginin yüzde 18 olduğunu öğrenmiş oldum. 

Alınan bu yüzde 18'lik dolaylı vergi, bana fazla geldi. Her daim vatandaşını yanında gören devlet, ısınma gibi zorunlu olan doğal gazdan bu kadar yüksek vergi almayarak vatandaşının yanında olduğunu pekâlâ gösterebilir, faturaların yüksek geldiği kış aylarında bu oranı yüzde 8'e düşürebilir, yaz dönemlerinde bu oranı yeniden yüzde 18'e yükseltebilirdi. Sembolik olan TRT payını kaldırıncaya kadar doğal gazdaki vergiyi asgariye indirebilirdi. Bu da vatandaşın bir derdine derman olurdu. Devlet bunu yapamaz mıydı? Yapardı. Yeter ki dert edinsin. Gördüğüm kadarıyla devleti yönetenlerin böyle bir derdi yok. Dertlendikleri başka alanlar ve sektörler var ki onların vergilerini hemen indirebiliyor, öteleyebiliyor.

Burada devlet vergi almasın mı diyebilirsiniz. Alsın elbet. Zira devlet vergiyle ayakta durur, hizmetleri vergiyle yürütür. Ama makul olan vergiden uzaklaşmamak gerek. Dolaysız vergiden doğru dürüst vergi alamıyorum, kayıt dışından vergi kaçıranlarla mücadele edemiyorum diye tüm yükü, dolaysız vergi yoluyla vatandaşın sırtına yüklemek hakkaniyete sığmaz. Hele fiyat istikrarının olmadığı, ürünlerin fiyatlarının sürekli yukarıya doğru güncellendiği, bundan doğal gazın da nasibini aldığı günümüzde, şu vatandaşa bir de ben vurayım demeyecek devlet. Hoş, bizden yüzde 18 değil, yüzde yüz vergi de alsa bu aldığı vergi, devletin dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Çünkü bu tür vergilerle devletin borcu ödenmediği gibi alınan borcun faizi bile ödenmez.

Neden böyle diyorum. Çünkü doğal gazda uygulanan % 18'lik verginin dışında devletin aldığı vergi çeşitleri o kadar çok ki say say bitmez. Elini veren vergiden kendini kurtaramaz. Devletin gözünü tıpkı şu hadiste olduğu gibi ancak toprak doldurur: "Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun karnını ancak toprak doldurur...” (Buhârî, Rikâk 10). 

Burada devletin vatandaşlardan aldığı vergilere kısaca değinmek isterim. Devlet iki çeşit vergi almaktadır. Bunlar dolaylı ve dolaysız vergilerdir. Dolaylı vergiler:  “Katma değer vergisi (KDV), özel tüketim vergisi (ÖTV), gümrük vergileri, banka ve sigorta muameleleri vergisi (BSMV). Dolaylı vergilerin özelliği, yansıtılması kolay vergilerdir. Kazanç veya gelir yerine, harcamalar üzerinden alınırlar. Verginin şahsileştirilmesi güçtür. Başka bir deyişle, dolaylı vergilerde vergiyi yüklenenin gelir düzeyi, medeni durumu ve benzeri şahsi özellikleri dikkate alınamaz”. “Dolaysız vergiler, kişilerin gelir veya kazançları üzerinden alınan vergilerdir. Gelir vergisi, kurumlar vergisi dolaysız veya doğrudan vergilere örnektir. Bu vergilerin yansıtılması dolaylı vergilere nispeten güçtür”. Dolaylı ve dolaysız vergileri kıyaslarsak, “Genel olarak dolaysız vergilerin, dolaylı vergilere kıyasla daha adil oldukları kabul edilir. Bunun nedeni ise; dolaysız vergilerin, yükümlünün ekonomik gücüne göre vergilendirme olanağının daha fazla olmasıdır. Ancak dolaylı vergilerin yükümlüsü anonim olduğu için, bu vergilerin şahsileştirilebilmesi mümkün değildir.”

Yukarıda da değindiğim gibi devlet vergi alsın. Yalnız devletin adalet ayaklarından bir tanesi de vergidir. Devleti yönetenlerin vergi konusunda adaleti gözetme gibi bir yükümlülükleri vardır. Dolaysız vergi adıyla aldığı vergilerde, kişilerin kazancının hesaba katılmadığını düşünürsek, zenginimiz de fakirimiz de aynı vergiyi ödüyor ve bu bir haksızlıktır. Bunun ayrımı zor olsa da adaletin gereği olarak devlet, insanların gelirine göre ÖTV ve KDV ayarlaması yapabilir; zenginden daha çok, fakirden daha az vergi alabilir. Devlet isterse bunu çözebilir. Yeter ki dert edinsin.

*19/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.