Ana içeriğe atla

Düğünde Yalnız Bir Araştırmacı

Bugün bir düğün vesilesiyle nicedir görmediğim 2014 yılının prenslerinden birini gördüm. Prensliği fazla uzun sürmedi. Şimdilerde neyi araştırıyor, bilinmez ama kendisine araştırmacı deniyor. Yani bankamatik memuru. Yattığı yerden maaş alıyor. Aklınıza, yattığı yerden maaş alabilir mi demeyin. Burası Türkiye olunca bal gibi olur. 90’lı yıllarda siyasette yer alan muhalefet partileri, iktidardakileri eleştirirken “İşe gitmeden maaş alanlar var. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var burada. Biz iktidara gelirsek bu bankamatik memurlarının işine son vereceğiz” şeklinde bir propaganda yaparlardı. Nedense eleştirilen, eleştirirken prim yapan ve oy getiren bu bankamatik memurluğunun bu ülkede bir türlü sonu gelmedi. Çünkü her gelen, devlette devamlılık esas prensibi gereği bu memurluğu devam ettirdi. Allah var, hepsi ölümlü olduklarını cümle aleme göstermiş oldular. Ne alaka demeyin. Çünkü kınadığı başına gelmeden kimse ölmezmiş.

Neyse biz gelelim şimdilerde araştırmacı denen, özlük hakları baki, kızağa çekilmiş 2014’ün prensine. Beyefendi düğüne gelmiş ama onca tanıdığı ve kanına girdiği kimseler olmasına rağmen kalabalığın içerisine karışmadı. Bir kenarda dikildi dikildi, ardından çekip gitti.

Konvoy gittikten sonra salona geçtik. Bizim bu eski prens de salondaydı yine. Bu sefer, sayesinde müdür olmuş bir müdür vardı yanında. Gelen misafirler, salonun ön tarafını doldururken bu ikili, en gerideki masaya oturmuşlar. Gelip geçen önce onlara bakıyor, sonra ön taraflardaki masalara geçip oturuyor. Masa dolmayınca bu ikiliye servis de açılmadı. Nihayet masaları bunları tanımayanlarla tamamlandı ve yemeğe geçebildiler. Sahi bu kişi hem düğün evinde hem de salonda niçin kenarda durmuş olabilir? İnsanları mı beğenmiyor? İnsanların içine girecek yüzü mü yok ya da ben bu hallere düşecek adam mıydım deyip kenarda durmayı mı yeğliyor? Bilinmez ama durum bu. Bu vaziyette olan birini düğününe kim çağırabilir? Olsa olsa sayesinde yöneticilik koltuğuna oturanlar vefa veya velinimet gereği çağırabilirdi. Üzüldüm kenarda-köşede durmasına. Nedense kimse de hal hatır sormak için yanına uğramadı. Halbuki elinde kalemden kılıcı varken etrafında insanlar pervane gibi dönüyordu. Bu görüntüye, ancak düşmez kalkmaz bir Allah denir.

Gizemli konuşmayı bırakayım, çoğu kimsenin ayağını kaydıran bu kalemi kanlı, kelle avcısı, benim öküz diye tarif ettiğim bu insan celladı kimdir? Kişileştirmeyeceğim ama anlatacağım bu şahsiyet size hiç yabancı gelmeyecek. Çünkü o devirde koltuğa oturanların çoğu, elde ettikleri bu koltuk sayesinde koltuğun hakkını verdi ve çoğu kimsenin hayatını kararttı. Etrafınızda vardır böyle Çingene beylerinden. (Bir tabir olduğu için bunu kullanıyorum. Çingeneleri tenzih ederim.)

Bilgisayardan ne kadar anlardı bilmiyorum ama uzun yıllar, okulunda bilgisayar formatörlüğü yapar. Kısa bir dönem müdür vekilliği verilir kendisine. Ardından geçici şube müdürlüğüne getirilir. Formatörlük ve vekilliklerden sonra böyle bir değerin, nicedir uzak kaldığı sınıflara yeniden girmesi yakışık almazdı. Bir sınav kazanıp asaleten bir koltuğa oturamasa da böyle tecrübeli biri bir koltuğa oturtulmalıydı.

Kul daralmayınca Hızır yetişmezdi. Nihayet 2014 yılında çıkarılan bir kanunla, mevcutlar eğitim uzmanı adı altında kızağa çekilip bankamatik memuru yapılınca, bizim bu muhtereme gün doğdu. Çünkü çevresi genişti. Ayağı kaydırılanlardan birinin yerine, bir merkez ilçeye müdür yapıldı.

İsmi İnternette yayımlanır yayımlanmaz önceki müdürün, personeliyle vedalaşmasını bile beklemeden mesainin başladığı sabah sekizde makamına damlar. Koltuğum da koltuğum der. Çünkü kendisi bir proje adamıydı. Yapacak çok şeyi vardı ve hız kesmeden projesini yerine getirmeliydi. Görevi devralacağı sabık müdür hızını keser ve ona: “Hocam, yıllardır birlikte çalıştığım personelimle vedalaşayım. Öğleden sonraya kadar bari müsaade et” der.

Müdür olarak atandıktan sonra yeni şube müdürleri de atanır. Müdür, yeni şube müdürleri de yenilendikten sonra sıra gelir okulların yöneticilerini de yenilemeye. Nasılsa “4 yılını dolduran yöneticilerin yöneticilik görevi sona erer ve yeniden puanlanır” şeklindeki kanunla da yöneticileri yenileme hakkı elde etmişti. Ama kendisi ve kurumuna atanan iki şube müdürü de yeniydi. Kimsecikleri tanımıyorlardı. İyi niyet olunca imdadına başka güçler yetişir. Onlar tüm müdür ve müdür yardımcılarını gözden geçirerek şu kalsın, bu gitsin; şu okulu boşaltalım, oraya sıfırdan müdür verelim şeklinde bir liste hazırlanır. Bizim prensin önüne konur. Arkasına kanunu alan bizim prens de önüne konan listenin gereğini yapar, ilçesinde görev yapan yöneticilerin kahir ekseriyetini hakkaniyet ölçüsünde puanlar yani eler, elenen kişilerin yerine mülakatla sıfırdan yönetici belirlenir. Aynı yol ve yöntem yani temizleme harekatı tüm ilçe, il ve Türkiye’de yapılır. Böylece eğitim ve öğretimin önündeki engeller bir bir kaldırılır. Burada tek problem, yaptıklarını kendilerinden başka kimse anlayamadı ama bunda da bir sorun yok. Nasılsa rüzgar ve güç arkalarındaydı. Kim ne diyebilirdi kanunun gereğini yapmalarına.

Diğerlerini boş verelim. Biz gelelim bizim prense. Tüm okullar bu şekilde dama taşı oynar gibi oynanıp yenilendikten sonra kırk kadar çiçeği burnundaki aynı okul türü müdürünün katıldığı bir toplantı tertiplenir. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan bu toplantıda, ilin yöneticileri ile birlikte bu prens de var. Toplantıda okul müdürlerinden bazıları “Seçim sonuçlarına göre hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemeyince, yeniden katsayı gelir endişesiyle öğrencilerimiz okullardan ayrılmaya başladı. Bu durumda ne yapabiliriz” şeklinde bir endişelerini dile getirdiler. İl yöneticileri, vaziyeti idare edecek bir şeyler söyler. Bu soruya cevap vermek üzere bizim prens söz alır ve şöyle der: “Biz bu topraklarda Müslüman doğduk, Müslüman olarak öleceğiz” cevabını vererek taşı gediğine koyar. Bu ikna edici sözün ağırlığı karşısında kimse bir şey diyemez. Gördüğünüz gibi dini bütün biri. Herkes böyle Müslüman olsa ve sorulan sorulara böyle cevaplar verilse daha ne isteriz, değil mi?

Bu mübarek zatı yıllar sonra kendi başına görünce bu anekdot aklıma geldi. Allah kimseyi bu duruma düşürmesin.

Yorumlar

  1. AMİN YALNIZLIK ALLAH A MAHSUSTUR DEMİŞ ESKİLERİMİZ

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsan ne oldum değil, ne olacağım demeli. Koltuktan indikten sonra selamlaşabileceği kişiler bırakabilmeli geride. Güya kendince doğru yaptığına inanıyor ama ikna edemediğin doğru, doğru değildir.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde