20 Şubat 2017 Pazartesi

Her şeyde bir hayır vardır

Bir şeyi normalinden daha fazla büyütmemizde üstümüze yoktur. Yeri geldi mi deveyi pire, pireyi de deve yaparız. Şimdi gündemimizde hepinizin malumu anayasa referandumu var. Cepheler belli. Kılıçlar çekildi. 'Evet diyeceğim' diye görüş bildireni bir kesim göklere çıkarırken diğer cephe onu anasından doğduğuna pişman etmek için uğraşıyor. Biri de 'hayır diyeceğim' şeklinde bir görüş bildirirse bu sefer diğer cephe harekete geçiyor, adamı yerin dibine batırmaya çalışıyor. Aslında yok birbirimizden farkımız…Tencere-kapak gibiyiz.

Demokrasiyi bir türlü özümseyemedik. Bir şölen havası içerisinde sandığa gitmeyi beceremiyoruz. Mutlaka kıracağız, dökeceğiz. Demokrasilerde bir seçimi kazanmak da var, kaybetmek de. Referandumda 'evet' ve 'hayır' çıkması bir seçenektir, bir tercihtir. Gücü elinde bulunduranlar, gücü eline geçirmeye çalışanlar halkın tercihine saygı duymayı öğrenmeliler her şeyden önce. Ne 'evet' dünyanın yeniden kuruluşudur, ne de 'hayır' dünyanın sonudur. Halkın sağduyusu isabet de eder, yanılır da. Sonunda hayatta kazandığımız ve kaybettiklerimiz hep kendimizin tercihleri sonucunda oluşmuyor mu? Edep dairesinde evet/hayır çıkması için çaba sarf edenlere, çalışanlara, gerekçelerini anlatanlara hiç sözüm olmaz. Görüş bildirenlere de saygım var. Fakat her iki tarafta kraldan daha kralcı olan fanatik militanlar var. İşte bu fanatiklerdir ortamı geren, sandığın içine edenler. Aşırı fanatikliğin kimseye faydası olmaz. Tek faydası görüşünü değiştirmeyecek şekilde rakibini motive eder. Evet çıksa da hayır çıksa da kazanan bu ülke olacaktır. Ama kaybedenlerin evet/hayır fanatikleri olacağını düşünüyorum. Mutlaka evet çıkacak diye fanatiklik yapanlar 'evet' çıkmazsa, mutlaka 'hayır' çıkacak diye militanlık yapanlar 'hayır' çıkmazsa kahrolacaklar, bunu biliyorum. 'Evet'i savunanlar 'hayır'ın çıkabileceğini, 'hayır'ı savunanlar 'evet'in çıkabileceğini hesaba katsalar daha iyi olur. Aslında her iki taraf da "Allah'tan hayırlısı" diyebilse mesele bitecek.

Bizim kültürümüzde olmasını istediğimiz iş için çaba sarf eder, sonunda "Benim için hayırlı ise olsun, hayırlı değilse olmasın" denir. Bunu demek sonucuna katlanmak demektir. İstediğimizin, gönlümüzden geçenin olması değildir. İş, istediğimiz şekilde olmazsa içimizden buruk bir üzüntü duysak da "Demek ki hayırlı olan bu imiş, bunda da vardır bir hayır" deriz. Allah her zaman istediğimizi vermez. Eğer bizim her istediğimiz gerçekleşmiş olsa ele avuca sığmaz, nereye basacağımız belli olmaz, kırmadık yumurta bırakmayız. Şımarır da şımarırız. Bazen "Hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde de hayır" olabileceğini hesaba katmamız lazımdır. Yazımı, her şeyde bir hayır vardır hikayesiyle bitirmek istiyorum: 

Zamanın birinde bir padişah yaşarmış. Padişah avlanmayı çok sever, sık sık avlanırmış. Padişahın aklı-selim: “Her şeyin hayırlısı, her şeyde bir hayır vardır.” cümlesini dilinden düşürmeyen bir de veziri varmış. Padişahın başına bir şey gelse vezir hep; “Padişahım üzülmeyin her şeyde bir hayır vardır.” dermiş. Padişah da vezire bu yüzden çok kızarmış.

Yine bir gün padişah vezirine “Bugün ava nereye gidelim” diye sormuş, vezir bir yer tarif etmiş. Oraya gitmişler fakat avlanırken padişah elinden yaralanmış, eli kanamış ve elinin yarasını sarmışlar. Padişah vezirine kızmış, “Senin yüzünden oldu” demiş. Vezir yine aynı cevabı vermiş ; “Her işte bir hayır vardır padişahım, üzülmeyin.” demiş.

Bunun üzerine padişah vezire çok kızıp, ben elimi kesiyorum, sen bana “Her işte bir hayır vardır” diyorsun deyip veziri zindana attırmış. Vezir zindana giderken yine “Her işte bir hayır vardır” deyip gitmiş. Padişah yine öfkelenmiş, “Adamı zindana attırıyorum adam yine aynı şeyi söylüyor” demiş.

Padişah avlanmak için az bir adamla başka insan ayağı değmemiş bir yere gitmiş, avlanırken oranın yerlileri bunları faka bastırıp, esir etmişler. Yerliler her gün bir esiri kendi inançları gereği kurban ediyorlarmış, sıra padişaha gelmiş ama onu serbest bırakmışlar. Çünkü yerlilerin inancına göre sakat veya  bir yeri yaralı adamdan kurban olmazmış.

Padişah vezirini düşünüp ona hak vermiş. Hemen ülkesine dönüp vezirini serbest bıraktırmış. Ama yine soruyu sormuş; “Hadi benim elimin kesilmesini anladık, peki senin zindana girmendeki 'hayır' nedir demiş.

Vezir de; “Ben zindana girmeyip sizinle gelseydim, yerliler şimdi diğerleri gibi beni de kurban etmiş olacaklardı demiş.”

Var mı bundan ötesi? Ders alıp, öğüt çıkaranlara ne mutlu! 20/02/2017


Tek kişiye bel bağlamak

Doğu toplumlarının özelliğidir, sevdi mi ölümüne sever, nefret etti mi yine ölümüne nefret eder. Sevdiğimiz, hele bir de hizmet eden biri ise ona her yönüyle güvenir; canımızı, malımızı, mahremimizi, ülkemizi emanet ederiz. Öl desin ölür, kal desin kalırız. Nefret ettik mi de kılımızı vermeyiz. Ağzıyla kuş tutsa, bizi sırtında taşısa, önümüzde takla atsa -tabirim yanlış anlaşılmasın, teşbihte hata olmaz- Nuh der, peygamber demeyiz.

Hayatı, her şeyi, geleceğimizi sadece bir kişiye bağlamak, emanet etmek, ona havale etmek doğru mu? Ya sevdiğimiz kişinin başına bir şey gelirse ondan sonra ne yapacağız? Yetim mi kalacağız? Bu durumda havale ettiğimiz işler ne olacak? Böyle bir durumda hedefe gidilen yol dümura uğramaz mı? Çünkü orta yerde 'B' planı yoktur.  Nasıl ki kurt puslu havayı severse düşman ve fırsatçılara gün doğar.

Her insan lider olamaz, liderlikte mutlaka karizma da gerekir. Böylesi liderler olsun olmaya. Fakat ölümlü dünyada her türlü kötülüğün etrafımızda dolandığı bir ortamda bir hareket kişiye endeksli olmaktan ziyade kurumsallaşma yoluna gitmelidir. Liderin gerisinde onun hatasını düzeltecek, ona yol gösterecek, ufuk çizecek 'ehlü'l hal ve'l akd' diyebileceğimiz bir heyet olmalıdır. "Onların işleri kendi aralarında şûra iledir" ayeti gereğince kararlar istişare ile alınmalıdır. Yeri geldiği zaman burada hesap verme-hesap sorma olmalıdır. Liderin yükü de hafifletilmiş olur. Hizmetin liderinin başına menfur ve nahoş bir durum geldiği zaman heyet yeni liderini seçip yoluna devam etmelidir. Böylece dava, hizmet ve hareket inkıtaya uğramamış olur. Türkiye'nin siyasi hayatı lider endekslidir. Lideriyle doğar, büyür ve ölür. Lider ölünce partisi de eski görkeminden çok uzakta kalır. Çünkü yerine seçilen, lider olmaktan ziyade sadece genel başkan seçilmiş olur, önceki liderinin hep gölgesinde kalır. Yine bizde hiçbir lider kendisini geçebilecek bir çırak yetiştirmez. Kitleleri ardından sürükleyebilecek biri çıkarsa da partiyi ele geçirebilir endişesiyle partisinden aforoz edilir. Hasılı mevcut "Siyasi Partiler Kanunu" ile bir partiden ikinci lider doğmaz.

Türkiye'nin geçmiş tecrübelerinden hareketle şimdiden tedbir almakta fayda vardır. Bu şekil olan bir hareket evladiyelik ve uzun ömürlü olur, iyice kökleşir ve kurumsallaşır. Böylesi kurumsallaşan hareketler demokrasi kültürünün oluşmasına da katkı sağlarlar. Parti bir demokrasi okulu olur. Doğrular ve yanlışlar birlikte göğüslenilir. Sonunda ortaya yeni  bir Uhut da çıkmış olsa pişmanlık olmaz. Çünkü kararda ortak aklın imzası vardır. 20.02.2017

Bari bu işi az ötede yapsalar! *

Birlikte çalıştığımız bir arkadaş: “Ne zamandır Karatay Terminalinin önünden Üçler Mezarlığına doğru gitmemiştim. Ne biçim olmuş oralar öyle. Sağlı sollu bekleşen bayanlardan geçemedim, az ileriye gittikten sonra polisi aradım. Polisin geldiğini görenler hemen kayboldu.” Konuştuğu polisin: ‘Yakaladığımız zaman Kabahatler Kanununa göre 70 lira kadar bir ceza yazıp salıyoruz, başka bir şey yapamıyoruz, bu işi yapanların çoğunun aylığı 20-30 bin lirayı buluyor, müşteriye 300 liraya gidiyorlar’ dediğini ifade etti.
***
Birkaç yıl önce yine birlikte çalıştığım bir arkadaş yine aynı bölgede(Karatay Terminali) aracını park ettikten sonra yürümek isterken yol kenarında bekleyen bayanın biri: “İster misin” demiş. “Ne ister misin, anlamadım” deyince kadının:  “Anlamamazlıktan gelme! Kafanı, gözünü kırdırırım bak!” dediğini anlattı. Kendi başına kafa-göz kıramaz. Öyle zannediyorum, onu izleyen çetesi de olmalı.
***
Kayalıpark-Alaaddin Durağı arası ve Alaaddin tepesinin etrafındaki kaldırımlarda;  üzerinde bir bayan ismi, altında da aranacak numara olan kartvizitlerin rastgele serpiştirildiğini, özellikle atıldığını görmek mümkün. Birileri atıyor, belediye durmadan temizleyeceğim diye uğraşıyor. Akşama kadar kaç kişiyi ağlarına düşürüp avlıyorlar, kaç kişiyi soyup soğana çeviriyorlar? İşte burası meçhul. Konya’nın diğer taraflarında,  diğer şehirlerimizde ise nelerin döndüğü en azından benim için muamma.
***
Arkadaşımın annesi balkondan aşağıya bakarken güpegündüz, işlek bir caddede iki karşıt cinsin öpüştüğünü görür ve hemen "Ayıp değil mi gençler" diye seslenir. Erkeğin utancından yüzü kızarır, başı önde yürümeye başlar. Kızımız başını kaldırır ve "Kıskandın değil mi" diye cevap verir. Sonra ne mi olmuş? Teyzenin yüzü kızarmış ve: "Terbiyesiz! Neyi kıskanacağım, benim 4 tane oğlum var. Fesübhânellah! Ne günlere kaldık, ya Rabbi!" diyerek içeri geçmiş.
                                                                         ***
Otobüs durağında bekleyen 15-16 yaşlarındaki iki genç kızın yanına az ilerde duran iki gençten biri geldi. Kızı öptü. Kız beni gördü. Utandı sandım. Mutlu, huzurlu ve gülen yüzüyle o da gitti onu öptü; gelen otobüsün içindekilere, yoldan geçenlere ve durakta bekleyenlere aldırmadan. Ben ne mi yaptım? Arkadaşımın annesi  kadar  olamadım. Sadece bakakaldım. Hiçbir şey diyemedim… Bizim kültürümüzde eş bir yere giderken uğurlamaya gelenlerle sarılır, tokalaşır, eşine de uzaktan "Hoşça kal" derdi. Nereden nereye... Bindik bir alamete. Gidiyoruz kıyamete bakalım. Allah hakkımızda hayırlısını versin.

                                          ***
Verdiğim son iki örnek amatörce yapılanı. Aşkın(!) cadde ve sokaklara taşması veya evlere girmemesi de denebilir. Önceki örnekler ise bu işin profesyonelce yapıldığını göstermektedir. Lut peygamberin kavmi niçin helak oldu acaba? Sadece Lûtîlikten mi? Yoksa fuhşiyatı cadde, sokak, çarşı demeden herkesin gözü önünde aleni olarak yapmalarından dolayı mı? Sanırım ikinci olsa gerek. Lut zamanında "Bari bu işi az ötede yapın" diyenler çıkarmış. Biz bugün hiçbir şey söyleyemiyoruz bile maalesef.

Meryem Süresi 59.ayette Allah: “Ama onların ardından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. Onlar bu azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir.” buyurmaktadır. Bu ayete göre bir toplumun bozulmasının iki ipucudur: namazı terk ve şehvetlere uymak. Sanırım zaman bu zamandır. Allah bu tür neslin anne-babalarına ve çocuklarımıza yardım etsin. Bu uçkuruna düşkün ve bedeninden para kazananların şerrinden bizi korusun.

Kayalıpark, Alaaddin demek Konya’nın merkezi demektir. Konya’da yaşayanlar buralarda garip şeyle döndüğünü, birilerinin vücudunu pazarladığını düşünüyor. Sanırım yetkililer de burada olup biten durumdan haberdarlar. Yapanları da biliyorlar. Verilen cezalara göre tekrar yapılıyorsa demek ki cezalar caydırıcı değil. Vatandaş olarak çözüm beklediğimizi ifade etmek istiyorum. Yok elimizden başka bir şey gelmez diyorsa yetkililer, bu işi meslek haline gelmiş kişilere: "Bari bu işi az ötede yapın" desin. 20/02/2017

* 22/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.